Osmanlı’dan Cumhuriyet yıllarına İstanbul’u her yönüyle anlatan en sıra dışı isim, şehrin tarihinin yeri doldurulamaz kaynağı Reşad Ekrem Koçu’dur. Yalnız, elbette Reşad Ekrem Koçu'yu sadece İstanbul Ansiklopedisi ile tarif etmek mümkün değil...
11 Haziran 2015 16:00
Reşad Ekrem Koçu hiç şüphesiz ki tarihimizin en şanssız yazarlarından biri olarak anılacaktır. Yaşadığı dönemde çıkarmaya başladığı İstanbul Ansiklopedisi iki kez mali şartlar nedeniyle yarıda kalmıştı. İkinci çıkışında 11 cilt yayımlanan eser G harfinde yayınına ara vermişti. Reşad Ekrem bu efsanevi ansiklopediyi ölümüne kadar bir türlü tamamlayamadı. Sadece İstanbul Ansiklopedisi yarıda kalmadı. Yıllarca süren veraset sorunları yüzünden Reşad Ekrem Koçu’nun kitapları bir türlü yeniden basılamadı. Nihayet 2000’li yılların başlarında Doğan Kitap Reşad Ekrem’in kitaplarını yeniden basmaya başlamıştı ki bu sefer de telif hakları konusunda yapılan bir kanun değişikliği nedeniyle süreç yeniden durdu. Reşad Ekrem Koçu’nun kitaplarının tek tük sahaflara düşen eski baskıları kitap müzayedelerinde fahiş fiyatlara ulaştı. Memnuniyetle ifade etmek gerekir ki 2015 yılında Doğan Kitap veraset sorunlarını çözdü ve Nisan ayından itibaren Reşad Ekrem’in kitaplarını yeniden yayımlamaya başladı. Nisan ayında Kösem Sultan, Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri, Osmanlı Tarihinin Panoraması; Mayıs’ta ise Fatih Sultan Mehmed, Tarihimizde Kahramanlar, Topkapı Sarayı adlı kitaplar okuyucularla buluştu. Doğan Kitap belli bir program dâhilinde Koçu’nun kitaplarını yayımlamaya devam edecek.
Kösem Sultan edebiyatımızda popüler tarihî romanların ilk örneklerinden biri olmasıyla önem taşıyor. Kösem Sultan’ın Ege Denizi’ndeki küçük Milo adasından Topkapı Sarayı’nda Valide sultanlığa uzanan hayatı, III. Ahmet, I. Mustafa, II. Osman, IV. Murad, Sultan İbrahim ve IV. Mehmed dönemlerini kapsayan oldukça canlı ve lezzetli bir dille hikâye ediliyor. İktidar çatışmalarının ve kişisel menfaatlerin Osmanlı devlet yapısını nasıl çürüttüğünü, iktidar uğruna yapılan zulüm ve yolsuzluklar ve idaredeki gücünü kaybetmemek için Kösem Sultan’ın bunlara nasıl göz yumduğu ve kimi zaman iştirak ettiği anlatılıyor.
İlk baskısı 1947 yılında yapılmış olan Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri ise Koçu’yu en iyi yansıtan, en renkli ve eğlenceli bir klasik. Meyhane ve içki şiirleri ile süslü bu kitap İstanbul’un ünlü meyhanelerini ve buralarda çalışan en namlı köçeklerin tarihini Evliya Çelebi’ye kadar uzanarak tasvir ediyor. Koçu İstanbul’da meyhane kalmadığı gibi rakı içmesini bilen de kalmadı diye şikâyet ediyor:
“O canım rakımız, kuş gözünden şişhaneye, kadehle içilir efendim. Yudum yudum, süze süze, koklaya koklaya… Hangi semte giderseniz gidiniz, yüz içkili lokanta eşiği atlayınız, giriniz, kadeh bulamazsınız, bardakta getirirler rakınızı.”
Önsözünde “Cumhuriyetimiz pek şanlı ve parlak bir tarihin ve medeniyetin varisidir, bu kitap bu altı asırlık ünlü tarihin bir panoramasıdır.” sözleriyle tanıttığı kitap Osmanlı Tarihinin Panoraması. Bir bölümü Osmanlı tarihi kronolojisinden oluşan kitap birbirinden ilginç bilgi, veri ve olaylarla donatılmış. Müteferrika Matbaası’ndan tutun da hamam uşağı Patrona Halil’e oradan esir pazarlarına kadar pek çok meraklı konuyu kitapta bulmak mümkün.
Mayıs ayında yayımlanan Fatih Sultan Mehmed bilhassa İstanbul’un fethini anlatan bölümleri adeta bir görgü tanığının gözünden an ve an tasvir edilmesiyle Koçu’yu Koçu yapan kitaplardan biri. Kısa bir alıntı bunun nedenini açıklamaya sanırım yeterli:
“Konstantiniyye’deki bütün kiliselerin çanları çalmaya başlamıştı. Yüzlerce topun gürlemesi, binlerce çanın uğultusu, binlerce dümbelek, davul, zurna, çığırtma sesleri, on binlerce cengâverin cenk naraları ve yaralıların feryat ve iniltisi arasında, insan vücudu gülle, ok, kurşun, taş, yağ, zift, toz, duman ve kanla yoğruluyordu.”
Kitap aynı zamanda Fatih’in hayatı hakkında pek çok bilinmeyen detayı da içermekte. Örneğin dönemin bir mutbak defteri incelenerek sarayda ve Fatih’in sofrasında neler yendiği hakkında geniş bilgiler var. Kitabın sonunda Fatih Sultan Mehmed divanından seçme parçalar var ve bunları daha iyi anlayabilmek için bir de küçük sözlük eklenmiş.
Topkapı Sarayı kitabında Reşad Ekrem en iyi bildiği ve en ince detayına kadar hâkim olduğu bir konuyu işliyor. Topkapı Sarayı ve Osmanlı saray erkânı konusunda bugüne kadar yazılmış en önemli eser ve eşsiz bir bilgi hazinesi. Reşad Ekrem okuyucuyu sarayın Bâb-ı Hümâyûn’undan içeri sokarak Enderun’dan Harem’e dolaştırmakla kalmayarak bu mekânlarda meydana gelmiş önemli olayları da anlatıyor. Bu kitabı okumadan Topkapı Sarayı’nı gezmek fuzuli bir uğraş olabilir uyarısını yapmakta fayda var.
Mayıs ayında yayımlanan son kitap Tarihimizden Kahramanlar ansiklopedik bir tarih kitabı. Reşad Ekrem bu kitabını şöyle tanıtıyor:
“Tarih kaynaklarımızın sayfaları arasında unutulmuş kahramanların isimleri üstündeki tozu gözyaşlarımla sildim ve onları büyük, parlak şöhretlerin yanında alfabe sırasına koydum; mareşallerden neferlere, hiçbir rütbe, kademe gözetmedim. Bu kitabın sayfalarında kahramanlarımız omuz omuza bir saftadırlar.”
Bu kitapta pek çok bilinmeyen tarihî kahramanı keşfetmek mümkün. Kitapta aynı zamanda halk şairi Yetim Ali’nin kaleme aldığı Aydos Kalesi’nin Fethi adlı bir destan bulunmakta.
Kitaplarının yeniden basılmaya başlaması vesilesiyle bu büyük yazarı bir kez daha hatırlamak yerinde olacaktır. İstanbul’un popüler tarihi deyince Ahmet Rasim, Ahmet Refik Altınay gibi ilk akla gelen isimlerin arasında, belki de en başında hiç şüphesiz ki Reşad Ekrem Koçu gelir. Bu kişilerin arasında Ahmet Rasim, İstanbul’un sosyal hayatını ayrıntılarıyla anlatan kendine özgü diliyle tanınırdı. Koçu’yu yetiştiren Ahmet Refik, İstanbul’un tarihini edebî üslubuyla anlatışıyla farklıydı. Ancak Osmanlı’dan Cumhuriyet yıllarına İstanbul’u her yönüyle anlatan en sıra dışı isim, şehrin tarihinin yeri doldurulamaz kaynağı Reşad Ekrem Koçu’dur. Kendi döneminde veya sonrasında yayımlanmış tüm tarih ve kültür yayınlarının üzerinde hakkı ve emeği vardır. Bugün bile onun yazdığı türden detaylara sahip İstanbul Ansiklopedisi kapsamında bir esere kalkışmak pek mümkün görünmüyor.
Elbette Reşad Ekrem Koçu’yu sadece İstanbul Ansiklopedisi ile tarif etmek mümkün değil. Hem Osmanlı siyasî ve sosyal tarihine dair Osmanlı Muahedeleri ve Kapitülasyonlar, Türk Giyim, Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Osmanlı Padişahları, Osmanlı Tarihinin Panoraması, Tarihimizde Kahramanlar gibi çalışmaları hem Kösem Sultan, Kızlarağasının Piçi, Esircibaşı, Erkek Kızlar, Forsa Halil, Dağ Padişahları gibi tarihî romanları hem de Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri, Haşmetli Yosmalar, Fatih Sultan Mehmed, Topkapı Sarayı gibi tarihi popüler bir dille anlatan kitapları sayesinde Türkiye insanı kendi tarihinin bilinmeyenler, unutulan kahramanlarını tanıdı, gölgede kalan olayları öğrendi, keşfedilmeyi bekleyen tarihi mekânların varlığını öğrendi.
1994 yılında Tarih Vakfı’nın yayımladığı İstanbul Ansiklopedisi’nde ünlü sanat tarihçimiz Semavi Eyice, kaleme aldığı Reşad Ekrem Koçu maddesinde ustanın çalışma heyecanını şöyle yansıtır:
“Bilhassa akşamüstleri, İstanbul’un tarih, edebiyat ve eski eserleri ile ilgili aydınları toplanıyor, birkaç saat süren sohbetlerden sonra, hep beraber o yıllarda henüz yıkılmamış Balıkpazarı’na (Eminönü) gidiliyor ve konuşmalar içkili akşam yemeğinde de sürüyordu. 1945 yılında Beyazıt’ta kitapçı Nişan’ın dükkânında o sırada Çatalca’da yedek subay olarak ikinci defa askerliğini yapan Reşad Ekrem’le tanıştığımda bu ölçülerde tutulan bir ansiklopedinin bitirilmesi konusunda ne düşündüğünü sorduğumda ‘Tabiidir ki bitireceğim, daha gencim cevabını aldım. Bazı maddelerin normal ölçülerin dışına çıkması, ansiklopedinin uzamasına ve basımının ağırlaşmasına yol açmış, maddi güçlükler de devreye girince Reşad Ekrem başlardaki iyimserliğini iyice kaybetmişti. Aradan geçen yıllar içinde Hamamizade İhsan, Muzaffer Esen, Sermet Muhtar Alus gibi dostları da bu dünyadan ayrılmıştı. Evinde yüzlerce zarfa ansiklopedide çıkacak maddelerin notları, resimleri ve çeşitli malzemesi toplanmıştı. Son yıllarında ümitsizliğe düşen Reşad Ekrem Koçu, bunları oturduğu apartmanın önünde yaktıracağını söylüyordu. Gerilerde kalan büyük bir devletin başkentinde yaşanılan hayatı, geçmişteki her tabaka ve inançtan insanlarını, yapılarını en iyi tanıyanlardan olan Reşad Ekrem çok şey yazdı ancak ne yazık ki eserinin tamamlandığını göremeden hayata gözlerini yumdu.”
Reşad Ekrem’in tarihî roman yazarlığını İlber Ortaylı şöyle anlatır:
“Üstadın romanları bizim bildiğimiz roman değildir; daha çok çeşni kazanmış bir vakayiname; hayat boyu okuyup hatmettiği “Tayyarzade”, “Hançerli Hanım” tipindeki 18. asır halk hikâyelerinin getirdiği bir üslup hâkimdir. İşte cılız tarihi roman edebiyatımızda, üstadı özgün ve lezzetli kılan niteliği de budur. Üstelik “romancı tarihçiye sadık kalmak zorunda değil” tümcesini; “romancı cahil olup istediğini uydurur” hükmüne çevirenlerin ortamında Reşad Ekrem, sağlam tarihi bilgisiyle nesillere tarihi sevdirip tarih öğreten biridir.”
Orhan Pamuk ise onun tarih anlatışını şöyle tarif eder:
“Osmanlı tarihini ders kitaplarının yaptığı gibi mağrur ve milliyetçi bir dille anlatılan birtakım savaşların, zaferlerin, yenilgilerin ve anlaşmaların toplamı olarak değil, bir dizi tuhaflıkların, acayip olay ve kişiliklerin, çarpıcı, ürpertici, korkutucu, hatta tiksindirici bir resmi geçidi olarak görmesiydi.”
Onu en iyi anlatanlardan biri Reşad Ekrem Koçu gibi popüler tarihçiliğin en müstesna isimlerinden biri olan merhum Eser Tutel’di. 2008 yılında kaybettiğimiz Eser Tutel bir makalesinde Reşad Ekrem Koçu’yu şöyle anlatmıştı:
“ Onu 1950’li yılların başlarında tanıdım. O sıralar 50 yaşlarında olması gerekirdi. Çalıştığım Türkiye Yayınevi’ne haftada bir uğrar, ‘Hafta’ dergisi için kaleme aldığı yazıları bırakırdı. Beş dakika kadar oturur, o sırada odada kim varsa, dergiyi çıkartanlardan Cemil Cahit Cem ya da Sezai Solelli’yle, şundan bundan söz ettikten sonra kalkar giderdi. Orta boylu, gözlüklü, dağınık saçlı, keskin bakışlı bir adamdı. Konuşmalarından, çok bilgili ve çok zeki olduğunu anlamak zor değildi. Getirip bıraktığı yazılar, derginin orta yüzündeki renkli sayfada yayımlanırdı. Hemen hepsi de Osmanlı tarihinden, kolay okunan, merak uyandıran, ilgi çekici sayfalardı. Hatırladığım kadarıyla bu yazılar, ‘Topkapı Sarayı’nda Bir Gezinti’ ana başlığı altında yer almaktaydı. Her yazının başlığı da ‘oku beni’ diyecek derecede güzel seçilmişti. Örneğin, ‘Alay Köşkü önünde Ayak Divanı’, ‘Genç Osman Vakası’, ‘Alemdar’ın Saray Baskını’, ‘Cellat Çeşmesi ve Cellatlar’, ‘Baklava Alayı’, ‘Zülüflü Ağaların 24 saati’, ‘Bir Padişahın Sünnet Düğünü’ gibi…
Bu yazılar bir cilt boyunca, 26 sayı sürdü. 1954’te yeni bir cilde başlanınca yazıların başlığı da, içeriği de değişti. Hoca, bu sefer de her sayıda üslubunu bozmadan, dilini kolay anlaşılacak şekilde sadeleştirerek büyük bir Türk tarihçisini tanıtacaktı. Vakanüvis Ahmet Vasıf Efendi, Ahmet Lütfi Efendi, Mustafa Naima Efendi, Pecevili İbrahim Efendi, Silahtar Fındıklılı Mehmed Ağa, Evliya Çelebi, Katip Çelebi…
Yazıların başlıkları da hatırlayabildiğim kadarıyla şöyleydi: ‘Emme-basma tulumbanın icadı, esir pazarının kaldırılması, bakırdan altın yapan kız, adsız kahramanlar, gemici Kara Mehmed’.”
İstanbul Ansiklopedisi’nin bilhassa Ermeniler ile ilgili maddelerini yazan Reşad Ekrem’in yakın dostu Kevork Pamukcıyan, Koçu’nun vefatının 15. yılı münasebetiyle yazdığı makalede Koçu soyadını on yedinci yüzyılda yaşamış tarihçi Koçi Bey’in soyundan geldiği için aldığını yazar. Koçu’yu Göztepe’de ziyaretlerinden birini şöyle hikâye eder:
“…kartpostal koleksiyoncusu Herman Boyacıyan’la beraber gitmiştik. Bir ara, Ansiklopedi’nin kalan kısmının fikstürünü göstermişti ve ölümünden sonra da onun devamının sağlanmış olduğunu bildirmişti. Bize şarap ikram etmişti ve kadehini Hazret-i İsa’nın hatırasına kaldırmıştı. Yanılmıyorsak o gün, ölümünün kırkında, Kuzguncuk’taki Surp Kirkor Lusavoriç Kilisesi’nde, kendisi için ruhani ayin icra kılınmasını vasiyet etmişti. Müteveffa Patrik Efendi’nin muvafakati ile bu son arzusunu yerine getirmiştik.”
Pamukcıyan Reşad Ekrem’in Hristiyanlığa ilgisinin dedesinin üçüncü zevcesinden kaynaklığını, bu kişinin Köçeyan ailesinden Kirkor’un kızı İskuhi Anna olduğunu iddia eder. Kirkor Köçeyan ihtida ederek Müslümanlığı kabul etmiş ve kızı İshuki Anna Hatice Melek adını almıştı.
Orhan Koloğlu topluma tarihi sevdiren eserler için hâlâ onun kitaplarına başvurulduğunu söyledikten sonra şöyle devam eder:
“Ben Yeni Sabah’ta yazı işleri müdürlüğü yaparken o da devamlı eserlerini bizde tefrika ederdi ve ne kadar övgüden kaçındığını, ama mürettip hataları karşısında bile nasıl hassas davrandığını çok iyi anımsarım. O, tarihi kitlelere –bilimsellikten uzaklaşmadan- sevdirmek için bütün yaşamını feda eden biriydi.”
Murathan Mungan Reşad Ekrem hakkında şu yorumda bulunur:
“Özellikle metinlerinin taşıdığı Türkçe lezzeti için okurum onu. Osmanlı sözcükleri şimdi olduğu gibi öyle uluorta kullanan insanların değil, belli bir dil duygusu, zevki ve zarafetiyle kullanan insanların döneminin yazarıdır o… Reşad Ekrem Koçu’nun bir diğer önemi, birçok tarihçi yazarın atladığı, önem vermediği, oysa dönem ruhunu ve atmosferini yansıtmada çok önemli olan nesnelere, eşyalara, ayrıntılara, adetlere dikkat çekmesi, bir çeşit gündelik hayatın tutanaklarını sergilemesidir.”
Gerçekten de anlattığı devrin ruhunu ve atmosferini yansıtmada dilin imkânlarından faydalanmasını bilen Reşad Ekrem aynı zamanda meddah hikâyeciliğinden oldukça yararlanmış, hatta meddah üslubuyla kendi üslubunu yer yer birleştirerek Doğan Hızlan’ın tarifiyle Osmanlı’nın “Masalcı Amcası” olmuştu.
1905’te İstanbul’da doğdu. Babası Ekrem Reşit Bey, annesi de Hacı Fatma Hanım’dı. Babası Tarik, Malumat, Ceride-i Havadis, sonra Konya’da Babalık gazetelerinde çalışmış, son olarak Cumhuriyet gazetesinde memleket haberleri servisi şefliği yapmıştı. Reşad Ekrem’in çocukluğu İstanbul’da, Yukarı Göztepe’deki Kayışdağı Caddesi üstündeki bahçeli ahşap köşkte geçti. 1921’de Bursa Lisesi’ni bitirdi, 1931’de İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. Osmanlı tarihi kürsüsünde, Ahmet Refik Altınay’ın yanında asistan oldu.
Hocası 1880 doğumlu Ahmet Refik’in hiç şüphesiz ki Reşad Ekrem üzerinde etkisi büyük olmuştu. “Geçmiş Asırlarda Osmanlı Hayatı” adlı dizi kitabı yazıp, ileride Koçu’nun yapacağı gibi fasikül fasikül yayımlayarak ünlenmiş İstanbul’un ilk modern ve popüler tarihçisiydi. Osmanlı arşivlerinde “toz toprak arasında” belge arar, kütüphaneleri ve sahafları gezerek ilginç tarih kitaplarını ve elyazmalarını didik didik tarar, bunlardan makale ve kitaplara malzeme oluştururdu. Tarih ve edebiyatı birleştirmek, tarihi okunur hale getirmek, iflah olmaz kitap sevgisi ve her akşam uzun uzun içki içip tarih sohbetleri yapması gibi pek çok özelliği ile Reşad Ekrem’i derinden etkilemişti. 1933 yılında “Darülfünun reformu” sırasında üniversitedeki işinden atılınca Reşad Ekrem de işsiz kaldı.
Daha sonraki beş yıl içinde örnek aldığı hocasının yaşadığı parasızlık, kimsesizlik, ilgisizlik ve ilaç alabilmek için kütüphanesini kısım kısım sattıktan sonra sefalet içinde ölmesi Reşad Ekrem’i derinden yaraladı. Tıpkı kırk yıl sonra Koçu’nun başına geleceği gibi Ahmet Refik’in yazdığı doksan küsur kitabın hemen hiçbiri öldüğü sıralarda piyasada yoktu.
Reşad Ekrem üniversiteden ayrıldıktan sonra İstanbul’da Kuleli Askeri Lisesi, Vefa ve Pertevniyal liselerinde tarih öğretmenliği yaptı. Ayrıca dönemin dergi ve gazetelerinde tarihle ilgili pek çok yazı yayımladı, kitaplar yazdı. Büyük bir üretkenlikle durmaksızın yazdı. İstanbul Ansiklopedisi uzun yıllar tüm çalışmaları arasında ilk sırayı aldı. Maalesef bugüne kadar tam bir bibliyografyası derlenmemiştir.
Emekli olduktan sonraki yıllarda Reşad Ekrem Bey evine kapandı, dosyaları, tuttuğu notları ve kitaplarıyla baş başa kalarak durmadan çalıştı. 1975 yılının 9 Temmuz günü öldüğünde, 70 yaşındaydı. Göztepe tren istasyonunun yakınındaki Tütüncü Mehmet Efendi Camii’nden kaldırılan cenazesi, Sahrayıcedit Mezarlığı’na defnedildi. Reşad Ekrem Koçu, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinin ilk beş cildini kısaltıp sadeleştirdi, el yazması Aşçı Dede’nin Hatıraları’nı, Seyyid Vehbî’nin Sûrnâme’sini, Haşmet’in Viladetname’sini kısaltıp sadeleştirerek yayımladı.
İstanbul’un ünlü kalemi Ahmet Rasim’den kentin tarihinden sosyal hayatına kadar pek çok değişik özelliğini öğrenen Reşad Ekrem Bey, bu ünlü şehrin tüm yönlerini dev bir ansiklopedide toplamaya karar verdi. İstanbul Ansiklopedisi için 1944’te, Cemal Çaltı adındaki bir kereste tüccarının mali desteğiyle, Ankara Caddesi’nde, Nallı Mescit’in aşağısındaki bir hanın alt katında çalışmaya başladı. Ansiklopedide yer alacak maddelerin büyük bir kısmını kendi kaleme alıyor, hatta gerekiyorsa resimlerini de yapıyordu. 1944 yılının Kasım ayında ilk fasikülü yayımladı. Büyük boy, 32 sayfalık fasiküldeki maddelerin bazılarının resimlerini Nezih İzmirlioğlu çiziyordu. Koçu’nun ilk planına göre eser 24 cilt olacaktı. Ansiklopedinin yazarları arasında Sermet Muhtar Alus, Kevork Pamukcıyan, Semavi Eyice, Yılmaz Öztuna gibi isimler vardı.
Ansiklopedi 1951’de 34’üncü fasiküle kadar gelebildi. Sonra mali şartlar nedeniyle yayınına ara verildi. Reşad Ekrem Koçu bu süre boyunca da kitaplarını yazmaya, gazetelerde makaleler yayımlamaya devam etti. 1958 yılında Mehmet Ali Akbay adlı bir tüccarın yardımıyla Sirkeci’deki bir handa İstanbul Ansiklopedisi’ni bıraktığı yerden tekrar yayımlamaya başladı. Fasiküller, her on beş günde bir, üç forma olarak basılıyordu. Ancak 10’uncu cildin çıkmasının ardından fasiküller aksamaya başladı. Sermayeyi sağlayan Mehmet Ali Akbay’ın ortaklıktan 1970’de ayrılmasının ardından 11’inci cilde ait birkaç fasikül çıktı ve yayın yeniden durdu. Ansiklopedinin yayımlanan kısmı ‘G’ harfinin “Gökçınar” maddesinde kalmıştı.
Reşad Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’nin tamamlanması mümkün mü? Bu sorunun yanıtını İstanbul’un önde gelen sahaflarından araştırmacı Emin Nedret İşli veriyor:
“Arşivin varlığı 8-10 yıldır biliniyordu. Reşad Ekrem Koçu’nun evlatlığı Mehmet Koçu, büyük bir yayınevinde çalışıyordu. Ömrü boyunca bu yayınevi ona her türlü yardımı yaptı. Mehmet Koçu, arşivi bu yardımlar nedeniyle yayıncı aileye İstanbul Ansiklopedisi’nin haklarıyla birlikte devretti. 2000’li yıllarda aile ansiklopedinin yayımlanması için faaliyete geçti. Bab-ı Âli’de yayıncılık yapmış bu ailenin elindeki malzeme düzenlenip basılmayı beklenen bir hazine. Gördüğüm kadarıyla çok zengin. Arşiv bahsedildiği gibi dağılmamış. Gerek kısmen yayımlanmış, gerekse yayımlanmamış not ve fişler halinde bulunan 70 yıllık bilgi birikimi. İstanbul’da yaşayanlar olarak bu kentin tarihine, kültürüne sahip çıktığımızı göstermeli, bu büyük kentin ihtişamını muhteşem bir ansiklopedi ile dünya kültürüne tescil ettirmeliyiz.”
Reşad Ekrem Koçu’nun yayın haklarını elinde bulunduran Doğan Kitap, yazarın pek çoğu ancak sahaflarda bulunabilecek güzide eserlerini yeniden yayımladı. İstanbul Ansiklopedisi’nin tamamlanarak yayımı konusunda ise Doğan Kitap Yöneticisi Vahit Uysal, Reşad Ekrem Koçu’nun eserin diğer maddeleri için hazırladığı 64 kolilik malzemenin ellerinde bulunduğunu ancak uzman bir heyetin elinde hazırlık yapılması gerektiğini söyledi. Uysal “Uzman heyetin diğer maddeleri tamamen Reşad Ekrem Koçu’nun üslubuyla, tarzını ve akışı hiç bozmadan, tamamen önceki ciltlerin yazı diline uygun hazırlaması gerekiyor. Tabii eksikler de var. Örneğin diyelim M harfinden 20 madde, Y harfinden 3 madde var. Bir kısım notlar eski Türkçe. Bunların da yine orijinaline uygun biçimde tamamlanması lazım. Sponsor bulunursa yayımlayacağız” dedi.
Artık meraklı bir avuç kitapsever arasında bir “kült kitaba” dönüşmüş, G harfinde yarım kalmış İstanbul Ansiklopedisi’ne ulaşmak için çok ciddi fiyatlar ödemek gerekiyor. Ansiklopedinin tamamlanması ise yıllardır umutla beklenen ve bütün ömrünü ve maddi imkânlarını, büyük bir şevkle ve emsalsiz bir fedakârlıkla, İstanbul tarihine hasreden Reşad Ekrem Koçu’nun ismini minnetle yaşatacak toplumsal bir borç. Şayet bu gerçekleşirse hem dünyada hiçbir şehre nasip olmayan bir eser meydana gelecek, hem de Reşad Ekrem’in ruhu şad olacaktır.