"Kültürlü, iyi eğitim almış, Avrupa görmüş çok güzel bir kadının cinayet(ler) işleyebileceği düşüncesi karşısındaki şaşkınlık tefrikalarda uzun uzun tartışılırken romanda kısaca geçiştiriliverilir. Peki, biraz önce belirttiğim gibi, bu Selma’yı bir vampir romanının kahramanına çevirecek atmosferi yaratmakta etkili olduğu kadar, yazarını bir nebze ürkütmüş de olabilir mi? İntiharlardan bahis, seri cinayet işleyen bir kadın devri için fazla 'modern' kaçmış olabilir mi?"
19 Mayıs 2022 08:57
Peyami Safa’nın Server Bedi takma adıyla yayımladığı Selma ve Gölgesi, 18 Birincikanun-4 Mart 1939 tarihleri arasında Cumhuriyet gazetesinde 63 sayı olarak tefrika edilir ve 1941 yılında kitap olarak basılır. Bu roman kanımca Peyami Safa kaleminden çıkan en iyi eserlerdendir. Türkçenin en şahane meşum ve gizemli kadınlarından birini yaratmıştır bu eserde yazarımız. Selma, Çubuklu’da herkesten uzakta, karanlıklar ve loş ışıklar arasında yaşayan, gezintilerine tek başına çıkan, arkasında beş intiharla İstanbul’dan Venedik’e kadar uzanan, edebiyatımızın ilk seri kadın katilidir.
Nevzat, uzun yıllardır tanıdığı aynı zamanda şair de olan dostu Halim’i sevgilisi Selma’ya tanıştırmak için Çubuklu’ya götürür. Her şey de bundan sonra başlar. Halim daha ilk görüşte Selma’dan etkilenir. Selma’nın ona bir dahakine yalnız gelmesini söylemesi üzerine tedirgin olur ama bir taraftan da kendini onunla buluşma arzusundan uzak tutamaz. Fakat Nevzat bunu fark eder. Bunun üzerine Selma’nın teklifini ona açmak zorunda kalır. Bu iki erkek arasındaki Selma’ya dair konuşmalar, Nevzat’ın Selma’dan emin olduğunu söylemesine rağmen Halim ile bu davet üzerinden onu denemeye karar vermesi ve pek tabii başarısızlık ve ölümle sonuçlanan bir son.
Selma’nın etrafındaki gizem, babasından başlayarak kocalarının, beslemesinin ve âşığının intiharıyla devam eder. Her bir ölüm sonrasında mekân değiştiren bu kadının aklından zoru mu bulunduğu, vampir mi yoksa sadece bir katil mi olduğu gizemi kitabın sonuna kadar korunur. Oysa kitabın tefrika olarak ilk yayımlanan halinde Peyami Safa bu konuda gizemli bir tavır takınmaz, genç ve güzel, hem de çok güzel bir kadının seri bir katil olabileceğine inanamayan bir erkekler topluluğuna yaptırdığı uzun mütalaaları, bir ruh doktoruyla yapılan konuşmaları eserini kitaplaştırırken çıkarır. Kahramanlarından birinin Cumhuriyet döneminde yaygınlaşan intihar girişimlerine dair söylemini de kitaplaştırırken eserine almaz. Selma’yı aramak için Venedik’e giden gemideki Selma ve intihar üzerine yapılan sohbetlerin olduğu tefrikalar da eser kitaplaşırken çıkarılır. İntihar ve akıl hastalıklarına dair konuşmaların temizlenmesiyle, başkahraman Selma üzerindeki gizem artırılır ve Selma bir vampir romanının kahramanı olarak gösterilmeye çalışılır. Kana olan tutkusu ve ardından taşıdığı ölümlerle vampir olmaya çok da yatkındır ama çoğu Peyami Safa romanında olduğu gibi, meşum olsun diye uğraşılırken eserde birkaç kez kahramanların onun hakkında söylediği “femme fatale” kadın tiplemesiyle kendine has, özgür bir dünya yaratır Selma. Üstelik yazarının değerler söz konusu olduğunda konuşmaktan hoşlanan patriyarkal sesi bu romanda oldukça kısılmıştır. Selma, başka başka erkeklerin gözünden canavar, katil, meşum, güzel, şehvetli sıfatlarıyla tanımlanır, fakat romanda Selma ile karşılaşan iki kadın, Saime ve Madam Levinski ona hiçbir sıfat yakıştırmazlar. Sadece Nevzat’ın Çubuklu’da yaşayan arkadaşı Şerif’in annesinin Selma hakkında söylediği olumsuz sıfatlar vardır, ama onu da Şerif’in ağzından duyarız. Dolayısıyla bu roman, edebiyat tarihimizin neredeyse sadece erkek kahramanların gözünden bir kadının anlatıldığı nadir romanlardandır. Bu da romandaki anlatım tekniğini belirleyen temel unsurdur.
Selma romanda çok az konuşur, konuştuğu zamanlarda da sesi hep kısıktır. Loş ve karanlık odalar gibi kıyafetleri de çoğunlukla siyah ya da koyu renktir. İstanbul’dan kaçtığında kendisine aşkı ve ölümü aynı anda hatırlatan, dünyadaki en sevdiği şehirlerden biri olan Venedik’e gider. Venedik’in karanlık kanalları, yarı loş otel odaları onun ruhuna çok uygundur. Selma’nın peşinden giden Nevzat da Venedik’e giderken ve gittiğinde hep bu ruh uygunluğu üzerinde durur. Venedik, Selma’nın gölgelerinden biridir. Romanın ilk açılışında önce gölgesiyle karşılaştığımız Selma ile romanın son sayfasında yine gölgesi vasıtasıyla vedalaşırız. Gölge, onun hakkındaki dedikoduların, erkeklerin hakkındaki düşüncelerinin bir yansıması gibi tüm romana yayılır.
Romandaki anlatım tekniği Selma ve gölgesi üzerinden şekillenir. Onun hakkındaki konuşmaların ardından hep Selma’nın peşine düşülür. Esrar ve içkiyle alt ettiği kurbanlarını bir zevk âleminin içine sürükler. Bu şekilde onları zayıf düşürdükten sonra avlaması da kolay olur. Fakat av ile avcıyı birbirinden ayrı düşünmek zordur. Av kadar avcıya da bakmak her ikisi hakkında da bize çok şey söyler. Selma’nın tuzağına düşenler, ona avlananlar kendi boşluklarını onunla doldurmaya çalışırlar. Az konuşma ve az bilmenin verdiği gizem kadar, korkuya duydukları arzu da onları av olmaya iter. Selma’dan bir taraftan korkar, bir taraftan da ona alt edilmek isterler. Kültürlü, iyi eğitim almış, Avrupa görmüş çok güzel bir kadının cinayet(ler) işleyebileceği düşüncesi karşısındaki şaşkınlık tefrikalarda uzun uzun tartışılırken romanda kısaca geçiştiriliverilir. Peki, biraz önce belirttiğim gibi, bu Selma’yı bir vampir romanının kahramanına çevirecek atmosferi yaratmakta etkili olduğu kadar, yazarını bir nebze ürkütmüş de olabilir mi? İntiharlardan bahis, seri cinayet işleyen bir kadın devri için fazla “modern” kaçmış olabilir mi? Bu sorular ve daha nicesine gebe bir romandır Selma ve Gölgesi. Her daim okunacak, her okunduğunda bizi şaşırtacak bir roman.
•