“Germano’ya göre kurmaca olmayan neredeyse bütün metinlerin (örneğin bu kitap değerlendirme yazısının bile) amacı 'dünya ile ilgili bir iddiada bulunmak' (yani gözden geçirme sürecinin, çağımızda ve özellikle Türkiye’de ne kadar çok ihmal edildiği).”
19 Ocak 2023 23:00
Bu metnin ilk cümlesini yazmaya koyulurken emin olduğum bir tek şey var: Siz okuduğunuzda, tekrar gözden geçirilmiş, düzeltilmiş, belki de silip yeniden yazılmış olacak (ki öyle de oldu). Daha ikinci cümleye geçmeden bile ilk denemem bir-iki rötuşa muhtaçtı. Şimdi ise sizleri okumaya teşvik etmem için girişimi biraz mıncıklamam gerekiyor. Acaba araya bir benzetme mi eklesem? Sadede gelmeyi biraz erteliyorum, farkındayım. Ama aklımca merakınızı besleyen dramatik bir etki yaratmakla meşgulüm. Mecnun’un Leyla’ya aşkını itiraf etmeden önce soluklanması gibi dramatik değil elbette, metnin çok daha sıradan konusuna istinaden naçizane bir vurgu arayışı benimkisi. İçeriğini fazla pratik, belki de biraz teknik bulabilirsiniz çünkü. Bu yüzden anlatıma geçmeden önce ilginizi yakalayabilmem şart. Ayrıca, William Germano da üzerinde ısrarla duruyor: Girişler sesi inşa etmek için faydalanılabilecek fırsatlar. Beri taraftan, fazla da oyalanmamak gerek. Aksi takdirde okurun dikkati her an dağılabilir. O zaman hızlanayım. Meramım şu: Okuduğumuz asla ham bir metin değildir (en azından öyle olmamasını umuyorum). Revize edilen, gözden geçirilen ve yeniden yazılan bir yazıdır her zaman.
Gözden geçirme. Kulağa yazma eylemi kadar çekici gelmiyor. “Yazmak” kelimesinin apayrı bir tılsımı var, kabul etmeliyiz. Son yıllarda yazar olmaya heveslenen, sayısını hatırlayamadığım kadar çok insanla tanıştım. Yazı atölyelerinin, yaratıcı yazarlık kurslarının bu denli popüler hale gelmesi tesadüf sayılmaz. Bu kursların odaklandığı –ve tabii insanların hayranlık duyduğu– ise genellikle yazının kurgulanma faslı. Her zanaatta olduğu gibi, yazı yazarken yeteneğinizi, yatkınlığınızı, yaratıcılığınızı birtakım formüllerle birleştirdiğinizde ortaya iyi metinler çıkarabilirsiniz. Nihayetinde, yetenek diye gözümüzde büyüttüğümüz şey, doğru sezgiler ve beceriden başka bir şey değil.
Ancak bu ülkede pek çok meslekte olduğu gibi işin meşakkat yönünü zaman zaman ıskalıyoruz. Kelimelerle, cümlelerle, paragraflarla boğuşmak her zaman eğlenceli denemez. Fikirlerinizi sarahatle anlatmak, birbirlerine bağlamak, bir anlam bütünlüğü kurmak ve metnin en nihayetinde akıcı olması için saatlerce uğraş vermek, bir demircinin demiri dövmesinden çok farklı değil diye düşünürüm hep. Emek-yoğun ve zahmetli. Ekrandaki belgenin gözümüze örs gibi göründüğü bir an gelir. Eğri büğrü cümle ve paragraf parçacıklarına son şekillerini vermeye çalışırken her klavye darbesinde zihniniz biraz daha ağırlaşır, bulanır.
Oysa yaratıcı yazarlık düsturu yazar olmayı daha çok “beyaz yaka” veya “bohem” bir edaya büründürerek pazarlıyor. Neden olmasın? Çekici yanlarını yadsımıyorum, ama sanki bu yaklaşım yazma uğraşının “mavi yaka”lı doğasını örtüyor.
Bu kuru bir tespit değil. Türkiye’de temel üretimi metin olan her alanda –yayıncılık, medya, hatta akademi ve sivil toplum dahil– gitgide editörlükten, revizyondan, yani ince ve nitelikli işçilikten ödün veriliyor, hem de ciddi ölçüde. Hızla vasıfsızlaşan bir bilgi, medya, kültür endüstrisi ile karşı karşıyayız. Ekonomik darboğazla, akademi özelinde siyasi baskılar neticesinde gerçekleşen tasfiyelerle, atamalarla, nitelikli zihin işçiliğinin uğradığı erozyon daha da süratleniyor. Beri taraftan kolaycılık ve cüret derseniz, cesaretten daha bulaşıcılar. Yazarların, gazetecilerin ve hatta akademisyenlerin okurlarla (ya da “kitle” ile) doğrudan iletişimi başka meziyetleri çağırıyor. Popülerliğin yolları çeşitleniyor. Metnin kendisi ise değersizleşiyor ya da arka planda kalıyor. Ortalamanın üzerinde kitap satan bir yazarın yeni metni jet hızında bir editörlükle piyasaya sürülüyor mesela. Hele çeviri metinlerde çevirmenlere ve editörlere dayatılan süreler nihai üretimin niteliğini zedeleyecek kadar kısa. Hangi mesleğin erbabı, mesleğini değersizleştirmek pahasına en fazla titizlik gerektiren süreçleri böylesine sabote edebilir?
William Germano
Türkiye özelinde sorunun cevapları muhtelif. William Germano’nun On Revision (“Revizyon Üzerine”) kitabını bu yüzden merakla aldım, okuduktan sonra da yanımdan ayırmadığım bir pusulaya dönüştü. Germano, Routledge Yayınları’nda yıllarca çalışmış, Columbia University Press’in genel yayın yönetmenliğini yapmış ve birçok akademik dergide yayımlanan makalelere eli değmiş, İngilizce deyimle bir editor extraordinaire (“olağanüstü” ya da virtüöz editör). Gelin görün ki, editörlükte esasen “olağanüstü” diye bir şey yok. Bir metni iyi kılan dikkat, mantık, sezgi ve becerinin doğru tekniklerle ve üslupla harmanlanması. Yıllarca verdiği seminerlerde, kurslarda ve yazdığı kitaplarda da bunu anlatıyor Germano.
On Revision odağına kurmaca-dışı metinleri, özellikle de akademik makaleleri alıyor. Ancak Germano’nun anlattıkları gazete makaleleri, yorumlar, analizler, denemeler, hatta sunumlar, niyet mektupları gibi mesleki veya günlük hayatta ihtiyaç duyduğumuz birçok metne uyarlanabilir. Hazır formüllerden ziyade, zihin açıcı ve pratik metodolojik yol haritaları var kitapta. Aslında birçoğu deneyim kazandıkça benimsediğimiz alışkanlıklar, ama adını koymak ve mesleğin ehli bir editörün bunu bir metot olarak açıklığa kavuşturması daha bilinçli bir şekilde uygulamamıza yardımcı olacak bir şey. Ayrıca, metodolojik bir kılavuz ancak bu kadar keyifli bir üslupla yazılabilirdi. Germano’nun üslubu asla didaktik ya da buyurganlığa meyletmiyor. Aksine, metinlerimizi nasıl revize edebileceğimizi genel bir anlatı bağlamında açıklıyor. Böylece On Revision hem baştan sona bir çırpıda okunabilen bir metin hem ihtiyaç duyduğunuzda bakabileceğimiz bir rehber. Umarım Türkçeye çevrilir, yahut burada da bu konuda ihtiyaca cevap veren benzer bir kitabın yayınlanmasına esin kaynağı olur.
Peki, Germano neler tavsiye ediyor bize?
Üç “A” kuralı: Evvela bir sav (argüman) belirleyin. Türkiye’de gazetecilik alanındaki kısıtlı sayılabilecek editörlük deneyimimde ve bir okur olarak gözlemlediğim en yaygın temel sorunlardan biridir bu: Fikir ≠ sav ≠ olgu ≠ konu ≠ veri ≠ örnek ≠ açıklama (izahat) ≠ görüş veya yorum. Kurmaca dışı herhangi bir metni nitelikli kılan, bu öğelerin birbirlerini bir anlatı bütünlüğü içinde desteklemesi ve tamamlaması. Fakat bana kalırsa fikir, sav, olgu ve görüşü sıklıkla birbiriyle karıştırıyoruz. Bir metinde iyi fikirler olabiliyor, ancak hepsine bütünlük katan bir sav göremeyebiliyoruz. Kimi zaman ortaya konan sav bazı örneklere, alıntılara indirgenip somut bir olguyla desteklenmeyince içi yeterince doldurulmamış bir görüşten ibaret kalıyor.
“Yabani otlar arasında kaybolmayın. Yazdığınız konu hakkında ne söylemek istediğinizi bilin – ama gerçekten bilin” diye uyarıyor bizi Germano. “Bir odak noktasına ve bir önermeye ihtiyacınız var. Argüman, ilk olarak bir hedeftir.” Birinci “A” yani argümanınızı belirledikten sıra metnin yapısına (architecture) ve metni okuyacak kitleyi (audience) düşünmeye geliyor. Böylece, metnin şeklini ve üslubunu da nüvesini oluşturan argümanın etrafında örebiliyorsunuz.
Bir konu hakkında yazmanız, bir savınız olduğu anlamına gelmez. “Çoğu akademisyen [kitabın öncelikle akademisyenlere hitap ettiğini tekrar vurgulayayım] ve ürettikleri metinler yalnızca konunun ne hakkında olduğunu belirtmekle yetiniyorlar. ‘Kitabım ekonomik eşitsizlik üzerine.’ Bu bir argüman değil.” O halde, argümanı fikirden, görüşten, konudan, örnekten yahut olgudan ayırt eden nedir? “Argümanlar yalnızca kışkırtıcı (önermeler) değildir. Bir kişinin nasıl sorguladığına dair bir penceredir” diyor Germano. İngilizcede bilinen, bir çoban tarafından yazılmış en eski şiirde geçen bir kelimeye atıf yapıyor: Modgepanc. Bu kelime günümüzde fikirle niyet arasında bir karşılık buluyor, mealen “zihin planları”, (mind-plans) hatta “duygu düşünmesi” (mood-think) gibi anlamlar taşıyor.
Germano’ya göre argümanın amacı, bir fikir dünyasına dair üretken bir kavrayış sunmak. Bu yüzden yalnızca ne hakkında yazdığınızı değil, metninizin “modgepanc” diye betimlediği fikir dünyasını tanımlamanızı öneriyor:
“Yazar olarak sadece ne savunmanız gerektiğini, bir başka deyişle ne düşündüğünüzü ve neden bunu düşündüğünüzü bilmek önemli değildir. Akademisyenlerin düşünmeyi, çalışmayı ve içinde yaşamayı sürdürdüğü fikir dünyasını da bilmelisiniz.”
Ortaya koyacağınız sav veya argüman hem metninizdeki hem metninizin çağırdığı alandaki bütün öğelerle etkileşime giren ve onlara tesir eden bir önerme olmalı. Dolayısıyla, mutlak bir gerçekle sınırlı kalmaktan ziyade, itiraz görme ve yanlış çıkma risklerini de barındırmalı. Eleştiriye karşı davetkâr olabilmeli. Çünkü yanlış çıkması bile başka insanların düşünmesine katkı sağlamadığı anlamına gelmez. “İyi bir argüman bir fikir ekolojisi ürünüdür” diye devam ediyor Germano. “Sadece savunulabilir olmakla kalmaz, aynı zamanda sürdürülebilir ve üretkendir de. Başkalarının yeni ve farklı şekillerde düşünmelerine yol açar.”
Peki, iyi bir savı nasıl anlarız? Gözden geçirme sürecinin anlam kazandığı ve Germano’nun kitabında çok sayıda kolayca uygulanabilir metodolojik püf noktaları sunduğu yer de burası. Germano’ya göre kurmaca olmayan neredeyse bütün metinlerin (örneğin bu kitap değerlendirme yazısının bile) amacı “dünya ile ilgili bir iddiada bulunmak” (yani gözden geçirme sürecinin, çağımızda ve özellikle Türkiye’de ne kadar çok ihmal edildiği). O zaman, iddiayla argüman arasında nasıl bir bağ var?
“İddia, yalnızca (a) ikna edici bir argüman ve olguyla desteklendiğinde ve (b) okurun ilgi duyulması gerektiğini varsaydığından önemli ölçüde farklıysa dikkate değer. Dolayısıyla, iddia bir argüman ve ikna eylemi. Yazmayı dinamik kılan da bu.”
Bir başka deyişle, iddianın etrafına bir yapı inşa etmeyi öneriyor Germano. Sav, iddianın temelini oluşturuyor. Dayanağı ne kadar fazla ve ispatlanabilirse, savınız o kadar güçlü.
Bu aşamada Germano üç zafiyete dikkat çekiyor. Bir: iddianın bir iddia içermekten çok, var olan bir inancın tekrarından ibaret olması. Yani su ıslaktır demek yerine, işe suyun aslında neden ıslak olmadığını açıklamakla koyulun. İki: “Tarihsel ve eleştirel naiflik.” “Ev ödevinizi yapın” diye uyarıyor Germano. Olgular, örnekler, verilerle savınızı ne kadar zenginleştirebilirseniz, ikna edici olma şansınız da bir o kadar artar. Tabii burada kurmaca olmayan ve edebiyata meyletmeyen metinlerden bahsediyoruz. Bu zafiyetin devamı olarak ise üç: İddialar sorumlu bir şekilde desteklenmeli. Atıfsız, spekülatif bilgiler, rivayetler, şehir efsaneleri, kulis söylentileri ile değil. Türkiye’de günlük tükettiğimiz haberler, analizler, köşe yazıları, eleştiri ve diğer kanaat metinleri… Hangi oranda sınıfta kalırlar sizce?
İkna edici bir metin, yapısı iyi kurgulanmış bir metindir. Köşe yazısı demişken, farkındasınızdır, nadiren bütünsel bir metin okuyabiliyoruz. Handiyse birbirleriyle bağlanmayan, çoğu üç nokta ile biten gözlem…
Tespit…
Yorum…
Ya da izlenim parçacıklarıyla dolu. Olgudan ziyade kanaat etrafında gelişen (yani her mecranın belirli bir görüşe hitap ettiği) medya düzeni, ikna edici olmaktan bile feragat ediyor artık. Okurun zaten doğru olarak kabul etmesi gerektiğini düşündüğünüz birtakım söylemleri tekrarladığınızda, haliyle argümana ihtiyaç duymazsınız. Bu durum, yankı odalarında tecrit edilmiş kitlelerin olduğu ve nüanslara tahammülün giderek azaldığı sosyal medya ortamlarındaki paylaşımlar için de geçerli.
William Germano'nun Türkçedeki kitapları.
“Yazarken, yazının mimarisi yalnızca fikirlerinizi sunmak ve barındırmakla kalmıyor. Aynı zamanda ikna ediyor” diyor Germano. “Yapısı iyi kurgulanmış bir yazı ikna edici bir yazıdır.” Mimarlık metaforunu daha da geliştiriyor:
“İkna, kötü duvarlar üzerine yapılan boya gibi, bir müsveddenin ikna edici olmayan mimarisine eklenebilecek bir şey değil. İkna argümandan ve olgudan, sesten ve üsluptan ve de metnin mimarisinden doğar.”
Gözden geçirme ya da revizyon burada devreye giriyor.
“Revize ederken iyi, büyük ve önemli bir fikir sunmayı hedefleyin. Sadece bir. (…) Ne kadar tablonuz olursa olsun, duvarınızı kalabalıklaştırmayın. Unutmayın: Burası şahsi bir müze değil, başkalarının görmesi gereken bir duvar.”
Özellikle, metninizin yapısını belirginleştirdiğiniz revizyon sürecinde “yazar-mimar” olmanızı öneriyor Germano.
Geçişler, geçişler, geçişler. Eğer metninizin “yapı taşları” cümleler ve paragraflarsa, farklı öğeleri birbirlerine bağlayıp bütünlüğünü sağlayan da geçiş kelimeleri. Germano’ya göre “kötü geçişler, yapışmayan kalitesiz selobantlara benzer.” Fransız müfredatında “disertasyon” yazmayı öğretirken girişlerin yanı sıra geçiş paragrafları üzerine çalıştırırlardı. Bunları fikrinizi açıkladığınız ve örneklendirdiğiniz paragraftan ayırıp görünür kılmanızı tavsiye ederlerdi. Germano da benzer bir öneride bulunuyor. “Yazarlar neler düşündüklerini göstermek zorunda” diyor.
“Doğrusunu söylemek gerekirse, çok fazla seçenekleri olduğu söylenemez, iyi ya da kötü göstermek dışında. Yapınız ne kadar belirginse, analitik düşünme biçiminiz de bir o kadar belirgin, bilinçli ve istemli hale gelir.”
Bu, yazınızın karmakarışık olmasını önlemenin de bir yolu. “Okurunuza niyetinizi gösterin. Ama bunu yaparken doğal davranmaya çalışın.”
Revizyonun dört yönü: Yukarı, aşağı, çapraz ve dışa doğru. Yapıyı gözden geçirirken Germano dört yönde okuma yapmanızı öneriyor. Öncelikle yukarı doğru, yani eklemeler yaparak. Çoğu zaman revizyonun “fazlalıkları atmak” anlamına geldiği sanılır. Ancak Germano’ya göre evvela eksiklikleri gidermekle başlamak gerekiyor. Argümanınızı daha tesirli kılmak için bir örnek daha mı lazım? Açıklama bu haliyle çok mu havada kalıyor? Sunduğunuz verilerin altını yeterince doldurmamış mısınız? Belki yeni bir argümandan bahsederken okurun dikkatini kaybetmemesi için fazladan bir bağlantı cümlesi fena olmayabilir. “Yukarıya doğru revizyon delikleri tıkamak, bir kat badana daha eklemek, bir eklenti inşa etmek demek.” Amacı metni daha ikna edici ve anlaşılır kılmak, daha fazla akıcı olmasını sağlamak. Aşağı doğru gözden geçmek ise evet, fazlalıklardan arındırmak, ama cümleleri öylesine silmekten bahsetmiyoruz. Burada da amaç fikirlerin daha etkili biçimde sunulması.
“Burada söz konusu bu iki revizyon şekli arasında bir tercih yapmak değil. Revize ettiğiniz zaman her ikisini de yaparsınız, tekrarları atar, zayıf ifadeleri daha güçlü ifadelerle değiştirir, daha iyi kelimeler, keskin açıklamalar kullanır, meramınızı daha sarih biçimde anlatmanın yolunu ararsınız.”
Çapraz okumada ise hedefiniz metnin bütünlüğünü sağlamak. Ortaya koyduğunuz savı vaat ettiğiniz düzende inşa ediyor musunuz? Fikirler birbirleriyle tutarlı mı? Her bileşen birbiriyle bağlanıyor, metnin farklı parçaları birbirini tamamlıyor mu? Dışarı doğru revize ederken, bu sefer okurun şapkasını takıyorsunuz. Metninizi dikkatli bir okurun anlaması mümkün mü? Dikkatini kaybetmesine, okumaktan vazgeçmesine, sıkılmasına, yılmasına yol açacak bölümler var mı? Okur demişken, dilerseniz gözden geçirmenin son aşamasına ve üçüncü A’ya, yani zatıalinize özel olarak odaklanalım.
Editörler okur için çalışır. Editörlüğün asla yazılmamış tüzüğünün temel kurallarından biridir bu. Özellikle kurmaca dışı, sava dayalı metinlerde yazarlar, metinlerini revize eder, gözden geçirirken editör gözüyle bakmaya, yani okuru dinlemeye gayret etmeli. Tabii, hangi okur? Çarpıcı, karmaşık olmayan ya da aforizmalı yazıları beğenen büyük bir kitle de var. Ama bu kitap çerçevesinde, alandaki tartışmaları takip eden ve katkı sunabilen okurlar başta olmak üzere somut bilgiye dayalı fikirlere kıymet veren kitleyi odağa alıyoruz.
Peki, Germano’ya göre okurlar ne isterler?
“Çiğneyebilecekleri bir şeyler.” Bir başka deyişle, üzerine düşünebilecekleri, geliştirebilecekleri yahut eleştirebilecekleri fikirler. “Son derece saygın metinler meselenin neden önemli olduğunu ve okurları niçin ilgilendirmesi gerektiğini açıklamak dışında her şeyi yapıyor” diye uyarıyor bizi Germano. Neyi savunuyorsunuz? Söyleyin.
“Sayfayı çevirecek (Germano hocam, bağışlayın beni ama hangi devirdeyiz? Ekranı aşağı doğruscrollatacak diyelim biz buna) bir şeyler.” Okurların çoğu artık metni tarayarak, yani bölümler atlaya atlaya, hızlı bir şekilde okuyor (skim reading). Buzzfeed, Onedio gibi mecraların alıştırdığı listeler giderek yaygınlaştı. Haliyle okurun dikkatini yakalamak, yazının yapısına da etki eden bir kıstasa dönüştü. “Okurları her sayfayı sırayla okumaya zorlayamazsınız” diyor Germano. Ama ekliyor: “Eğer sırayla okunacak şekilde yazarsanız, dikkatini talep etmek için okura en iyi gerekçeyi sunarsınız.” Bu nedenle, akıcı bir sekansa dayalı bir yapı benimsemenizi öneriyor.
“Dikkatinizi.” Şaşırtıcı gelebilir, ama dikkat karşılıklı bir ilişki. Okurlar metninizi okumaktan çok daha farklı, muhtemelen kolay ve eğlenceli şeylere harcayabilirler vakitlerini. Tıpkı iyi eğitmenler gibi, iyi yazarların da okurlarını önemsemeleri gerekiyor – tabii eğer bir Wittgenstein ya da Derrida gibi dil ve metin üzerinde derin felsefi bir muhakeme yürütmüyorsanız.
“Noktaları birbirine bağlamanızı.” Yine metnin bütünlüğüne geliyoruz. Gördüğünüz üzere, doğru yapıyla okurun beklentisi örtüşüyor. Ama Germano’nun vurguladığı bir şey daha var: Akıcılık. Akıcılığı metnin okunabilirliğini artıran ifadelerle, tekrarlarla, vurucu açıklamalarla, benzetmelerle sağlamak mümkün. Bir başka deyişle, metnin sesiyle.
“Ses” ifadesine metinlerde çok başvurulur ama asla tam olarak tarif edilemez. Sezgiseldir, biraz da kişiye özgüdür. Metnin önüne geçmez ama onu sarıp sarmalar. Germano sesin argüman ve yapıyla aynı çizgide ve tutarlı olmasını öğütlüyor: “Gözden geçirme sürecinde sadece mesajınızı değil, sesinizi dinlemeye de gayret gösterin.” Gerekirse metninizi sesli okuyun.
Peki, bir seste neler var? Öncelikle seçtiğiniz kelimeler. Akademik jargona mı başvuracaksınız, yoksa fikirlerinizi daha basit bir dille, herkesin anlayabileceği benzetmelerle mi açıklayacaksınız? Ardından, samimiyet ve üslup. Kendi kişiliğinizden, merakınızdan, heyecanınızdan, oyunbazlığınızdan ne kadar katacaksınız? Daha teknik bir öğe olarak konuyu ele alış açınız. Metni tek bir açıdan mı sunacaksınız, yoksa kırılmalara, genel resimle ayrıntılar arasında gidip gelmelere, şaşırtmalara, tutarlılığı zedelemeyecek düzeyde birtakım yön değişikliklerine yer verecek misiniz?
Bir diğer önemli unsur da tempo. Ama kısa mı yoksa uzun cümle mi ikilemine düşmeyin, Germano’ya göre ikisi de dozunda olmalı.
“Sıkıcı yazı, birinden biriyle yetinendir. Yazar vardır, çok monoton şekilde yazar, tek bir meramı yavaşça ve son derece karmaşık şekilde anlatır. Yazar vardır, her birinin kritik olduğunu düşündüğü büyük, hızlı ve dümdüz parçacıklar koleksiyonu sunar. Ne biri ne diğeri ideal bir model. Yavaş ve kasvetli olarak okuru sıkabilirsiniz, ancak ısrarla her şeyin aynı derecede önemli olduğunu söyleyerek palas pandıras fikirler savurduğunuzda ise kafasını karıştırıp onu ötekileştirebilirsiniz. Tercih yapın. Tempoyu değiştirin. Farklı şekillerde tekrarlayın.”
Metninizi gözden geçirirken, dikkatinizi bütün bu ince ayarlara verebilirsiniz.
Her metnin son kilit noktası ise, sonu. Bir metni nasıl bitirmeli? Germano, girişe gönderme yapmanızı, hatta sonunu girişten hemen sonra yazmanızı öneriyor. Doğrusunu isterseniz, metni gözden geçirirken hiç memnun kalmadığımı fark ettim. İçimi sıkıntı bastı, sanki revizyon faslının ne kadar ihmal edildiğini yeterince tartışmadığımı hissettim. Ancak, James Baldwin’in de hayıflandığı üzere, metinler asla mükemmel olmuyor. Revize ederken önceliğimizi ana odak noktamızın anlaşılır olmasına ve okura bir şeyler katabilmeye vermemiz gerekiyor. Haber odalarında sık sık kullandığımız bir deyim vardır, bir haberle çok uğraşan birinin ensesinde “haydi vedalaş artık” denerek boza pişirilir. Gözden geçirirken metni ne kadar okursanız okuyun, iyileştiremediğiniz bir an geliyor. Anlıyorsunuz, geldi çattı vedalaşma vakti.
•