Hulki Aktunç, edebiyat kardeşim

Hulki Aktunç’u ölümünün altıncı yıl dönümünde sevgiyle hatırlarken, onu 30 yıllık arkadaşı İbrahim Yıldırım'ın kalemiyle anıyoruz...

29 Haziran 2017 13:59

17 Nisan Pazartesi günü, “Özyeğin Üniversitesi Kütüphanesi Hulki Aktunç Koleksiyonu"nun açılış toplantısı yapıldı. Hulki Aktunç’un eşi Semra Aktunç’un, oğulları Uluğ ve Emrah’ın girişimleri ile üniversiteye bağışlanan 3000’i aşkın seçkin eserden oluşan kitaplık, hiç kuşkusuz hem edebiyatçılara, hem de araştırmacılara büyük katkı sağlayacaktır.

Bu çok anlamlı kültürel vefa girişiminin açılışında Egemen Berköz, Yusuf Çötüksöken, Orhan Alkaya, Adil İzci, Doğan Yarıcı çok anlamlı kimi zaman hüzünlendiren, kimi zaman Aktunç’un hınzır gülümsemesine çok yakışan konuşmalar yaptılar… Doğan Yarıcı’nın dediği gibi, Hulki Aktunç, sanki bir başka bedenle, oradaydı, aramızdaydı, kollarını iki yana açmış kitaplarını kucaklar gibiydi… 

O gün ben de bir konuşma yapmaya çalıştım. Böyle söyledim, çünkü ya kendime söylediğim bir yalan olan glossofobi yüzünden ya da bambaşka nedenlerden dolayı konuşmamı tamamlamadan bitirmek zorunda kaldım. Maddeler halinde düzenlenmiş olan aşağıdaki metni, Aktunç’un ölümünün altıncı yıl dönümünde eksiksiz paylaşıyorum.

***

1.

Hulki Aktunç ve İbrahim Yıldırım, 1992Hulki Aktunç, 1969 yılında Papirüs dergisinde yayınlanan "Biçare Herif- Ya da Suların Kürediği Talan" adlı öyküsünden itibaren her yazdığını okuduğum yazarımdı… Aynı zamanda 1981 yılından 1986’ya kadar Çemberlitaş’taki bir reklam ajansında beş yıl birlikte çalıştığım, neredeyse  otuz yıllık  arkadaşımdı.

Dostumdu, edebiyat  kardeşimdi.

Bu zaman içinde ondan öyle çok şey öğrenip, öyle çok keşif yaptım… ve onun sayesinde öyle çok edebiyat sevinci  yaşadım ki, kardeşimi her zaman vefa duygularıyla ve özlemle hatırlıyorum…  

2.

Hulki Aktunç’la birlikte çalıştığımız süre boyunca, yazdıklarını ilk okuyanlardan biri oldum, sevincine, coşkusuna tanık oldum… Örneğin Ten ve Gölge’deki  öykülerden biri olan "Binbirdirek Batakhanesi – Yeni Bir Söylenti"nin yazılışı sırasında, Cemberlitaş’taki Binbirdirek Sarnıcı’nı muhtardan izin alıp gezmesinin ardından yaşadığı doygunluğu en iyi bilenlerden biriyim…

Kaldırım Bilgesi şiirinin zihninde dolanmaya başladığı günlerde kaldırım kenarında bulduğu küçücük çiçeksi bir bitkiyle yanıma gelmesini, coşkusunu paylaşması her  zaman aklımda, her zaman dün yaşamışım gibi gözümün önünde…

Argo Sözlüğü’nün üretim aşamasındaki titizliği, kılı kırk yarması ise nasıl anlatılır bilemiyorum, ama bu sözlükten önce bir arkadaşıyla yarım kalan bir ansiklopedi çalışması olduğunu biliyorum, çünkü bazı maddelerini okuyup hem hayran olmuş, hem de şaşırmıştım.

3.

Evet çok şey paylaştım Hulki Aktunç’la… Örneğin bir öykü dergisi olanYaşasın Edebiyat macerasına atılırken, en büyük desteği ondan gördüm… 

Eşik Cini öykü dergisinin adının onun Bir Çağ Yangını romanının giriş cümlelerinden esinlenerek önermiştim -ki şöyledir: Bunları kimseye anlatmamalıydın. Ey Eşik Cini! Senin ve birçoğumuzun sonu geldi. Ve Elbet gelecekti. Ama bundan daha görkemli bir başlangıç olabilir mi? Bak duyanlar uykusuz- duraksız kalıyor. Yine de kendi şenliklerine gidiyorlar.

4.

Selim İleri, Hulki Aktunç ve İbrahim YıldırımYasak Meyve şiir Dergisi’nin "Şair ve Okuru" bölümünü de Hulki Aktunç’la birlikte başlattık, on beş yıldır devam ediyor… O derginin ilk sayısında ona "şiir ne zaman başlar" diye sormuş, şu  yanıtı almıştım: Benim şiirim çocukluğumdan çıktı, gençliğimde örselendi, hırpalandı, yayımlanıp da başkalarına sunulduğunda mırıldanmaya, homurdanmaya başladı. Orada dilimizin bütün vezin ve ses olanakları bencileyin yeniden tınlayabilir mi diye düşünmüştüm. Peki şiirin iç’? Dedikleri, söyledikleri? Sen istemesen de o gelir, orta yere kurulur zaten. Var tanrıdan gelir, yok- tanrıdan gelir, var edilenden, yok edilenden, hepsinin bağırtısına ve ürkütücü sessizliğine karşı, tınlar.

 5.

Şair, öykücü, romancı, denemeci, sözlükçü ve ressam Hulki Aktunç, tabii ki kırk ambar diye tanımlanacak biriydi. İlgi alanları o kadar genişti ki, İznik Gölü’ndeki su mercimekleri de, ülkemizde dikimi yasaklanmış tek ağaç olan aylandız da ilgi alanına girerdi. Akvaryum balıklarını da, zehirli trakoyanları da bilirdi. Hiç unutur muyum: Eşik  Cini dergisinde Sait Faik hakkında hazırlanacak bir dosya için 2007 yılında Hulki  Aktunç,  Semra Aktunç, Doğan Hızlan, Füsun Akatlı, Nalan Barbarosoğlu ve ben, Gezi Pastanesi’nde bir araya gelmiştik… O söyleşi dergi kapandığı için deşifre edilemedi, ama ben o akşam konuşulanları çok iyi hatırlıyorum… ve Hulki Aktunç’un Sait Faik’in  lakaplarından biri olan çakırkeyif çirozlu’ya gönderme yaptıktan sonra, Yunanca ksiros  sözcüğüne uğraması oradan siroz’a atlaması ne zaman aklıma gelse hüzünleniyorum…

6.

Hulki Aktunç’tan yalnızca çok şey öğrenip edebiyat sevinci biriktirmedim, iyilik de biriktirdim. Çünkü o çok iyi yürekli yardımsever bir çelebiydi: Hak teslim etmeyi, hak aramayı, paylaşmayı, merhameti ve özellikle vefayı; yaşamın, insan olmanın olmazsa  olmaz kuralları bellemişti… 

Başta söylediğim gibi onunla okur olarak karşılaşmam 1969 yılında Papirüs dergisinde olmuş; son yazısını ise, vefatından, 29 Haziran’dan bir buçuk ay önce Cumhuriyet  gazetesinde okumuştum: 7 Mayıs 2011 tarihli bu metin, şimdiye kadar söylediklerime  çok iyi bir örnektir. Çünkü hem onun merakının ve kırk ambar birikimin nerelere değin ulaştığının kanıtlıyor, hem de sanki bugüne dair bir mesaj veriyor. 

"Gencecik Bir Bilim Adamıydı" adlı bu yazıda, 2007’de bir uçak kazasında, yirmi yedi yaşında yaşamını yitiren, Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciyken Michael Hamilton Fizik Ödülü’nü alan; tezini İsviçre’deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi, Cern’de yazan, yurt dışındaki fizik kongrelerinde okulunu temsil eden Özgen Berkol Doğan’dan söz ediliyor,  Boğaziçi Üniversitesi’nde onun adına düzenlenen şenliğe dikkat çekiliyordu… Ve Hulki  Aktunç’un belki de son verimi olan o metin, şu cümleyle bitiyordu: O kadar çok şeyi unutuluşun külleri arasına gömüyoruz ki, bu tür "vefa" örnekleriyle karşılaşınca insan şaşırmadan edemiyor.

7.

Evet Hulki kardeşim; şair, gökyüzüne çıkmak için uçmaz, uçabildiği için yazar…

Şiirin beyleri ise çok daha iyi uçar!