"Roman sizinle ılık bir bahar akşamında, hafiften bir meltem esintisinde, hoş bir çardakta, önünüzde yarısı eksilmiş kadehlerinizin eşliğinde, tatlı tatlı sohbet ediyor. Kimi zaman makaraları salıyorsunuz, kimi zaman hayretlere gark oluyorsunuz."
23 Aralık 2021 18:30
İsmini duyunca heyecanlandığım yazarlardandır Başarır, çünkü o, yazmasa deli olacak yazarlardan değildir. Yazmasa dünya duracak vehmine kapılmış, telaşlı yazarlardan hiç değildir. Neşelidir, hoşsohbettir, komiktir. Bu demek değil ki bir meselesi yok ve yalnızca eğlenmek için yazıyor. Meselenin, asık suratlı bir ciddiyete hapsolmadan, pekâlâ neşeli bir tonda da verilebileceğini gösterebilen, nadir yazarlardandır o. Ben de onu en çok bu yüzden severim.
Dolunay İki Gece Sürer bir baba-kız hikâyesi mi, toplumlara çizilmiş muhayyel sınırların hakiki zihinlere nakşedilmişliğinin mi, yoksa yakın geçmişimizin, hani zamanında şikâyet ettiğimiz, fakat daha kötüsünü, belki en kötüsünü gördüğümüz şu günlerde hüzünle yad ettiğimiz, köprüden önceki son çıkış günlerimizin romanı mı? Benim yanıtım: D-Hepsi. Fakat bu öyle bir bir aradalık ki, katman katman, kendi üstünden açıla açıla, sonra yeniden kapana kapana ilerliyor. Hikâyenin katmanları arasındaki geçişler çok sahici, çok kışkırtıcı, çok rahatlatıcı. Özellikle de pandemi denen illet yüzünden kendimizi sıkışmış hissettiğimiz zamanlarda böylesi bir romanla buluşmak bir bardak taze soğuk su içmek gibi.
Romanın kapağında bir duvar yazısı var: “TODAY IS LIFE TOMORROW NEVER COMES.” Tabii hemen aklımızda bir fikir beliriyor. Bir tür “carpe diem” hikâyesi bu galiba, diyoruz. Yanılmıyoruz da tabii ama az evvel bahsettiğim tüm katmanlar için bu sloganın/duvar yazısının geçerli olduğunu fark edince, romanın yoğunluğunu, o neşeli anlatıma yedirilmiş çok katmanlılığı seziyoruz. Bu, okurun doyuma ulaştığı noktadır işte. Haz noktası… Okur bir metni okurken kendini de yazar kadar zeki hissetmek ister ya, Başar Başarır müthiş bir tevazuyla zekâsına ortak ediyor okurunu. Bir de bu sebeple severim Başar Başarır’ı.
Roman, özgecil ve müşfik Feriha Hanım’ın erken kaybıyla baş başa kalan ve pek anlaşamayan baba-kızla blumik kedi Çıtır’ın hayatıyla açılıyor. Köy Enstitüsü mezunu, emekli öğretmen İhsan Sami Bey onulmaz cimriliği, asla bitmeyen dırdırları, binlerce kez anlattığı tarih hikâyeleriyle çekilmez bir ihtiyar. Gamze ise bir kapalı kutu. Hakikaten kapalı. Tüm dünyaya, insanlığa kapalı, mühendislik son sınıf öğrencisi bir genç kız. Odasının kapısını sürekli kilitli tutan, dünyaya ancak deklanşöre basacakken bakan biri. Babasının bitmek bilmeyen şikâyetlerine, kibrine, huysuzluklarına katlanabilmek için kendi içine çökmüş.
Ben burada, kitabın arka kapağındaki hataya düşüp romanın hikâyesine dair fazla ayrıntı vermek niyetinde değilim. Gamze aşkın verdiği deli cesaretiyle kilidini kırınca, İhsan Sami Bey’i kilit altına almış olur. Babasını kendi yerine bırakıp Girit’in şıngır mıngır ama bir o kadar da tekinsiz havası Gamze’ye “today is life” dedirtir. Babasından ömrü boyunca dinlediği ve belki sırf bu yüzden nefret ettiği milliyetçilik naralarının hepsini çöpe atma niyetiyle kendini bıraktığı Girit’te, fotoğraf makinesinin küçük kamera deliğinden daha büyük ihtimallerin olduğunu görür. Ne var ki, bu ihtimaller Gamze’yi mutlu edecek türden değil, büyütecek, olgunlaştıracak türdendir. Dolayısıyla acı verici…
Yavrusunun hasretine, o düşman ellerde bir başına kalmasına daha fazla gönlü elvermeyen İhsan Sami Bey, kefen parasının bir kısmını gözden çıkarmayı bile kabul ederek kızının peşinden Girit’e gider. O da Gamze’den kendisine hatıra kalan kilitleri kırar yani. Ve böylece İhsan Sami Bey’in hayatının “tomorrow never comes” evresi başlar. Düğmesine basılmış gibi, en ufak bir işaretle bile Kemal Paşa, İstiklal Savaşı vs. hikâyeleri anlatmaya bayılan İhsan Sami Bey için Girit, köklerine dönüş değildir yalnızca. “Bir ihtimal daha var, o da yaşamak mı dersin?” düsturuyla, ömrünün sonbaharında hiç olmazsa mutlu olmasın mı şu adamcağız; bırakmasın mı huysuzluklarını, kibrini; doyasıya türkü söylemesin mi yani? Söylesin elbet…
Tam burada Başar Başarır’ın müthiş dilinden söz etmek isterim. Daha evvel dediğim ve sürekli tekrar etmek istediğim üzere, çok hoşsohbet bir yazar. Çok tatlı bir muhabbeti var. Roman sizinle ılık bir bahar akşamında, hafiften bir meltem esintisinde, hoş bir çardakta, önünüzde yarısı eksilmiş kadehlerinizin eşliğinde, tatlı tatlı sohbet ediyor. Kimi zaman makaraları salıyorsunuz, kimi zaman hayretlere gark oluyorsunuz. Bunu yapan anlatıcı. Bir de Gamze ve İhsan Sami Bey var. Gamze’nin dünyasından baktığımızda dil onun bakışına göre, İhsan Sami Bey’in dünyasından baktığımızda da onun ruhuna göre şekilleniyor. Bu iki dünyayı birbirine bağlayan anlatıcının dili ise farklı. Yani her bir karakteri kendi diliyle okurken bu diller arası geçişler o kadar ustaca, o kadar zarafetle kurulmuş ki, geçişi hissetmeniz için dikkatinizi vermeniz gerek. Bu geçişken dil bir yandan metnin kurmacalığından mütevellit mesafemizi korumamızı sağlarken, aynı yerden karakterlere nüfuz etmemizi de mümkün kılıyor. Atasözlerindeki kıvraklık ve isabetlilikleri anlatmaya kalkarsam hem romanı okuyacaklara haksızlık etmekten hem de metnin büyüsünü bozmaktan korkarım. Orayı ben es geçeyim, siz aman diyeyim geçmeyin.
Dolunay İki Gece Sürer, ihtimallerle örülü, fakat ihtimalin de bir sınırının –devlet sınırları gibi– olduğunu son derece zarafetle veren bir roman. Milletlerin geçmişlerinin esasen hiç de geçmişte kalmadığının, mübadele denen köksüzleştirme politikalarının yarattığı yıkımların aşkın bile aşamadığı dev sınırlar yaratabileceğinin romanı. Hoş, kimi aşk için geçerli bu. Belki başka aşklar o sınırları da aşar, kim bilir… “İhtimallerle örülü roman” derken tam da bundan bahsediyorum. Başar Başarır da bunu “dolunay iki gece sürer” diyerek ifade ediyor.
Baba-kız ilişkisinde de dolunay iki gece sürüyor. Çatışmalı, kavgalı, aşırı öfkeli, suçlamalı bir ilişkinin tam karşısında, hayattalarsa ve hâlâ birbirlerini sevdiklerini söyleme şansları varsa, artık ertelemeyen bir ilişki. Yine çatışabilirler, yine birbirlerine katlanamayabilirler ama başka bir ihtimalin daha olduğunu biliyorlar.
Son bir katmandan daha söz etmiştim. Onun ihtimalini şimdilik bilemiyoruz ama ben Başar Başarır’a inanmayı seçiyorum: Dolunay yaşadığımız dönem için de iki gece sürsün.
•