Kötü illüstrasyonun metni berbat edebileceğine işaret eden Bulgar sanatçı Iassen Ghiuselev’in vurguladığı gibi, okura estetik bir deneyim vaat eden iyi çizimler hikâyeyi derinleştirirken umulmadık bir bakış açısı sunabilir
23 Haziran 2016 13:55
Bir süre önce dış basında kitap illüstrasyonlarının akıbetiyle ilgili bir yazıya rastladım. Biraz bakınca arkası geldi. Son birkaç yıldır yabancı gazetelerdeki başka değerlendirmelerde de hemen hemen aynı soru öne çıkıyordu: 19’uncu yüzyılda altın çağını yaşayan “yetişkinler için resimli kurmacaların” zaman içinde neden azaldığı ve günümüzde nadir örneklerle sınırlı kaldığı.
Kitap illüstrasyonlarıyla uluslararası ün kazanmış Iassen Ghiuselev ile Filibe’deki sergisinde tanışmam bu okumaların üstüne geldi. Daha çok klasikleşmiş eserlerin farklı ülkelerdeki yeniden basımları üzerinde çalışan Bulgar sanatçı Don Quijote’tan Kral Arthur’a, Oliver Twist’ten Pinokyo’ya pek çok kitap için çizimler yapmış. Oscar Wilde ve Aleksandr Puşkin kitaplarının yeni basımlarında da imzası bulunan Iassen’in özellikle Alice illüstrasyonlarını görmelisiniz. Detaylardaki gerçekçilik, duvarın zemine, tren yolunun kitaplığa dönüştüğü gerçeküstü bir yorumla birleşmiş ve Alice’in harikalar diyarı, birbirinin içinden baş döndürücü biçimde geçen sahnelerle tek bir zemine aktarılmış. Escher’in eserlerini anımsatan bu büyük çizim kitapta parçalara ayrılarak kullanılmış.
Iassen’e göre günümüzde illüstrasyonların daha çok klasik romanlarda ve çocuk edebiyatında yer alması büyük oranda yayıncıların tercihi. Yani hangi kitaplarda çizimlerin kullanılacağı yazarlardan ve illüstratörlerden ziyade “piyasa” tarafından belirleniyor, yeniden basımı yapılan klasiklerdeyse ağırlıklı olarak eski illüstrasyonlar kullanılıyormuş.
Bugün pek çok yayınevinin kapak tasarımına, kâğıt kalitesine ve yazı karakteri seçimine daha fazla özen göstermesine karşın, çağdaş yazarların eserlerinde görsel unsurların artık pek bulunmayışı, hikâyenin aktarımında çizimlerin bir “gereklilik” olmadığı görüşüyle ilişkilendirilebilir. Her okura kişisel bir deneyim vaat eden edebiyatın büyüsü, okurla yazar arasındaki tek aracının sözcükler olmasıyla açıklanabilecekken çizimler için fazladan bir emek, fazladan bir bütçeye gerek var mıdır sahiden?
Öteden beri kurmacaların herhangi bir şekilde görselliğe aktarılmasından endişe duyan yazarlar olduğunu biliyoruz. Yazının “gölgede kalması” riskini gözetenlerden biri Henry James’tir. Virgina Woolf da 1926’da sinema üzerine yazdığı makalede görsel uyaranlarla edebiyatın dilegelmez büyüsü arasına net bir çizgi çekmişti. Ona göre, “okurun zihni zaten Anna Karenina’nın cazibesini, tutkularını ve hayal kırıklıklarını iyi biliyor, sinemaysa bütün gücünü onun dişlerini, incilerini ve kadife elbisesini göstermeye veriyordu. Göz ve beyin, birlikte çalışmaya zorlandığında insafsızca parçalanıyordu.” İronik biçimde Woolf’un kendisinin de artık kimilerimize, Saatler’deki Nicole Kidman’ın suretiyle göründüğünü not edelim.
Benzer şekilde orijinal illüstrasyonlarından ayrı düşünemeyeceğimiz meşhur roman karakterlerinden de söz edebiliriz. Sherlock Holmes 1891’de Sidney Paget tarafından resmedildiği haliyle gözümüzün önüne geliyor örneğin, dedektifi kafamızda başka türlü canlandıramıyoruz.
Bu açıdan baktığımızda karakter ve olayların yazarın anlatmak istediği biçimde resmedilmesi önemli elbette. Kazuo Ishiguro, Günden Kalanlar için kendisine sunulan ilk illüstrasyonları “fazla karanlık” bulduğu için geri çevirmiş. Neyse ki çizimlerin son hâli kendisini memnun etmiş.
Yazarın kendi zihninde beliren hikâyeyi bir “ilk okur”un gözünden görmesi heyecan verici olabilir, ama iş bunu diğer okurlara “dayatmaya” gelince başka tartışmalar ortaya çıkar. Okuduğumuz karakterleri, olayların geçtiği mekânları hayalimizde canlandırma hazzının elimizden alınmasını istemeyebiliriz. Buradan bakınca elbette hikâyenin gerçeğe yakın çizimlerle aktarılması da gerekmiyor. Metnin soyut ve sembolik çizimlerle yorumlanması yaratıcılığın sınırlarını zorlayabilir, ortaya şahane işler çıkabilir, çıkıyor da.
Burada kurmaca dediğimizin doğasının zaman içinde dönüştüğünü de hatırlamak gerekiyor. Yeni eserlerde bilinç akışı, iç monolog tekniklerinin ağırlıklı olarak kullanılması ve dilin öne çıktığı “hikâyesiz” metinler eserin resimlenebilirliğini kısıtlayabileceği gibi, illüstratörün yaratıcılığını kışkırtacak yönelimler olarak da görülebilir. Kötü illüstrasyonun metni berbat edebileceğine işaret eden Iassen’in vurguladığı gibi, okura estetik bir deneyim vaat eden iyi çizimler hikâyeyi derinleştirirken umulmadık bir bakış açısı sunabilir.
Henry Matisse’in 1935’te Ulysses özel basımı için çizdiklerini bu “umulmadık bakış açısı” algısının neresine yerleştirebiliriz, bilemiyorum. Amerikalı yayıncı George Macey’nin Matisse’e beş bin dolar karşılığında sipariş ettiği çizimlerin Ulysses’e değil, apaçık, romanın atıflarda bulunduğu Odyssey’e dayandığı belirtilir. Matisse’in çalışma sürecinde Joyce ile bağlantı kurmadığı neredeyse ortadadır. Hatta kendisine çizimlerin “alakasızlığı” sorulduğunda kitabı okumadığını itiraf ettiği de söylenir. İkisinin de dönemin öncü isimlerinden olduğu düşünüldüğünde Matisse’in çizimleri, metni Odyssey’e “modernist bir bakış açısıyla bağlama” gayreti olarak görülmeyecekse Ulysses’in “okunamazlığına” işaret edişiyle bile yerini bulabilir. Nereden baktığınıza bağlı.
Büyük ustaların ortaklığı deyince aklıma bizden, Abidin Dino’nun Yaşar Kemal kitapları için çizdikleri geliyor. Söz ve çizgi ustaların elinden çıkıp böyle sırt sırta, iç içe durduklarında tartışmasız her kitap iki imzalı birer sanat yapıtına dönüşüyor. Edebiyat, yazarın tüm ipleri elinde tuttuğu, bireysel bir uğraş olarak kabul görürken, ortak ürün vermenin ve okur olarak buna tanıklık etmenin hazzının temsili olarak da önümüzde duruyor bu kitaplar.
Daha güncel örnekler arasında Mine Sögüt’ün Deli Kadın Hikâyeleri’ne eşi Bahadır Baruter’in çizimleriyle katkısını da sayabiliriz. Resimler metni açıklayan, anlaşılmasına yardımcı olan bir işlev görmüyor aslında. Sözcükler ve çizimler hikâyeyi birlikte anlatıyorlar.
İllüstrasyonlar metni gölgede bırakır mı, okurun hayal haklarına müdahale eder mi, hikâyeyi “ucuzlaştırır” mı gibi soruların yanıtlarını iyi işlerin ışığında aramak gerekiyor dolayısıyla.
En son İspanya’da bir yayınevinin Decameron basımı için çizimler yapan Iassen, bugünlerde kendi çizgisinin biraz dışına çıkarak ilk kez bir oyun (Henrik İbsen- Bir Halk Düşmanı) üzerinde çalışıyor ve yönetmenle oyuncular tarafından yorumlanması beklenen bir metni resimlemenin kendisi için “yeni bir sınama” olduğunu düşünüyor. Tarzıyla çelişmediği sürece basımı ilk kez yapılan kitaplar üzerinde çalışmaya açık olduğunu belirten Iassen, bununla birlikte yayınevlerinden illüstratörlere yetişkin edebiyatı için fazla teklif gelmediğini de yineliyor.
Yine de Haruki Murakami, Kazuo Ishiguro, Alice Munro, Douglas Coupland ve Margaret Atwood’un da aralarında bulunduğu kimi tanınmış isimlerin yeni kitaplarında illüstrasyonların yer aldığını biliyoruz. Özellikle Londra merkezli yayınevi Folio Society’nin çağdaş romanların çizimlerle okura sunulmasına kayda değer katkısı var. Yayınevinin sanat yönetmeni Joe Whitlock Blundell’in belirttiğine göre de edebiyatçılar genellikle illüstratörlerle çalışmaktan memnun.
Yani söz yine dönüp dolaşıp önümüzdeki süreçte yayıncıların yönelimine, yayıncılığın geleceğine geliyor. Yakın gelecekte dijital teknolojinin olanaklarıyla kitap illüstrasyonlarının da yeniden yaygın biçimde yetişkin edebiyatına dâhil edilmesi olası. Bunun için de belli ki ilk adım yine yayıncılardan gelecek, sürecin gelişimini ise ortaya çıkan işlere yazar ve okurlar olarak bizim tepkimiz belirleyecek. Bunu konuşalım.