Oğul Sırtlanı’ndaki şiirlerin en temel özelliği şairinin içinde bulunduğumuz “bilişim” ve “dijital” çağın koşullarına karşı uyanık ve yeni bir çağ içinde yaşadığımızın ve ayrıca bu çağ içinde yazdığımızın farkında olması. Dolayısıyla geçmişe, geçmiş şiire ve geçmiş şiirin çoktan geçersizleşmiş diline yüz sürmeyip, tersine bize verilmiş hazır şiir geleneğinin içinde kendine yeni bir kanal açmaya çalışıyor.
20 Şubat 2020 17:39
Son dönem Türk şiirini (ben buna Güncel Sanat’tan mülhem Güncel Türk Şiiri diyorum) ağırlıklı olarak basan ve bu özellikleriyle göze çarpan iki yayınevi var: Biri 160. Kilometre Yayınları, diğeri Edebi Şeyler Yayınları. Bu iki yayınevinden 160. Kilometre şiire yönelik geniş ilgisi ve özenli baskılarıyla daha çok öne çıkıyor. 1993 doğumlu şair Zafer Zorlu’nun Oğul Sırtlanı adlı ilk şiir kitabı işte bu yayınevlerinden birinden, Edebi Şeyler Yayınlarından çıktı. Daha önce çeşitli dergilerde yayımlanan şiirleriyle tanıdığımız Zorlu çevresinde oluşan ilginin rastlantısal ve beyhude olmadığını şiirleri bir arada yayımlanınca daha bir ortaya koyuyor. Bir “kitap” bu: yani aynı zaman dilimi içerisinde yazılmış farklı farklı şiirlerden değil de yanı tema ve ruh hali çerçevesinde öbeklenmiş etkili ve kelimenin gerçek anlamında kendine yeni bir damar arayıp onu açmış şiirler bunlar.
Bu şiirlerin en temel özelliği şairinin içinde bulunduğumuz “bilişim” ve “dijital” çağın koşullarına karşı uyanık ve yeni bir çağ içinde yaşadığımızın ve ayrıca bu çağ içinde yazdığımızın farkında olması. Dolayısıyla geçmişe, geçmiş şiire ve geçmiş şiirin çoktan geçersizleşmiş diline yüz sürmeyip, tersine bize verilmiş hazır şiir geleneğinin içinde kendine yeni bir kanal açmaya çalışıyor bu şair ve şiirleri. Bu sanıldığından da önemli. Buradan bakınca bu yeni çağda yeni ve eleştirel bir şiirsellik geliştirmek zorunda olduğumuz gerçeği daha bir önem kazanıyor. Bu şiirler de son dönem şairlerin peşinde koştukları gibi anti-lirik. Yani öznenin sanki ilk kez ve sadece kendisinin duyduğunu hissettiği gerçeklikleri merkeze alarak, demek eski insan görüşünü merkeze alarak yazılan lirik şiirden kopuyor.
Bir diğer önemli özelliği de “aklın şiirinin” peşinde koşuyor olması. Bu anlamda entelektüel bir şiir bu şiir. Yani duyarlılığının kökeni entelektinde yatıyor. Aklı duygusuyla yazılmış şiirler bunlar. Duygunun aklıyla değil. Esasında mekanik olan akıl bu şiirlerde organikleşiyor. Akıl duyarlık kazanıyor. Yoksa duyarlık akıl kazanıyor değil. Ayrıca matematiği kuvvetli. Bakışımlı ama aynı zamanda bakışımsız dizeler. Asimetrik ama yine de simetrik. Tersi de rahatlıkla söylenebilir: Simetrik ama yine de asimetrik. Günümüzün kanlı vahşi günlük yaşamı gibi kaotik ama yine de hesaplı, soğuk ve metalik.
Zor meselelerle de ilgileniyor: zorunluluk, doğum ve Varlık’a karşı tarafını tuttuğu Oluş gibi konulara eğiliyor. Peki bunlarla başa çıkabiliyor mu? Kimi yerde evet, çoğu yerde hayır. Uğraştığı meseleler göz önüne alındığında tekniği ve şiiri henüz acemilik izleri barındırıyor. Ama yarattığı bu acemilik ve henüz olmamışlık hissi uğraştığı meselelerin büyüklüğünden de kaynaklanıyor olabilir.
Tabii, söyleyiş bakımından da biraz afili bu şiirler. Tıpkı aşağıda alıntıladığımız dizelerde olduğu gibi kıvrak, çarpıcı ve ilginç olmaya çalışıyor. Son dönem Türk şiirinde görülen ilginç olma isteğinden Zorlu da yer yer uzak duramıyor. Sanki okuyanda hayranlık hissi uyandırmaya çalışıyorlar:
“çünkü her dünya/etrafına bir yılan sarar/dönerken/birimiz dünyaya hava vursa/kopacak halatı hard kavuşmanın/birimiz bacak arasına bir dünya sığ-/dırsa ne biçim ucube bu ya rabbelal (…)” (daha cinsel devrim, s. 27)
Zorlu’nun şiirlerinde sözünü ettiği hayvan bizim bildiğimiz biyolojik hayvan değil. Daha çok kavramsal bir hayvan. Hayvanın kavramı. Hayvan-oluş. Bir gösterge. Hayvanı aşan ve onu dönüştüren. Burada nedense Deleuze’ü hatırlıyorum. (Zorlu’nun çağdaş Fransız felsefesiyle, özellikle de Gilles Deleuze ile çok yakından ilgilendiğini biliyorum.) Dolayısıyla yazdığı şiirin bu filozoftan etkilenmemesi beklenemez. Bu anlamda düşüncenin şiiri diye nitelenebilir ve bu pek de haksızlık etmez sayılmaz. Önemli olanın Zorlu’nun felsefe okumalarını şiirine nasıl yedirdiği, şiirinin arka planına bu felsefeyi nasıl yerleştirdiği, bu felsefenin imkânlarından nasıl yararlandığı. Düşünce bu şiirlerde eğreti kalmadığı gibi yeni bir söyleyiş imkânı arayışında şairin dayandığı temel oluyor.
Kanımca belli bir vasatın altına düşmeyen kitabın en güzel ve dikkat çeken şiiri, kitabın ilk şiiri olarak basılmış olan “hayvan.daha biçimsiz” adlı şiir.
“Kendimi oto-yüreklendirdim/Sokağa çıktım kavga bitmiş/Kavganın biten bir şey olması-/Başa alırsak aşkın bir şey olması-/Tourniercesi dışkıyla beslenmesi-Kendimi oto-yüreklendirmeye engel değil” (I. Oto-yürek, s. 13)
Bu şiir oto ön ekini kullanarak hem şairin kendisine ve hem de zannımca otomatlaşmaya işaret ediyor. “İnorganik bir organizma” demem de o yüzdendi: Sanki metalik organlardan oluşmuş bir organizma hissini yaşıyoruz. Yine zannımca bu şiir (kitapta yer alan diğer şiirlerle birlikte) otomatlaşmaya, insanın otomatlaşmasına dikkat çekiyor. Otomatlaşmanın lirizmi.
Özellikle şu aşağıda alıntıladığı dizeler bana ağırlıklı olarak Türk şiirinin büyük şairlerinden Sami Baydar’ı hatırlatıyor:
“Ya da avcısına yakalanmak yerine uçurumdan atlayan/tarihsel geyiğin havada daireler çizerek ortaya koyduğu/performansın geyik yere çakılırken etkisinin yok olması” (IV. İntihar simülasyonu, s. 21)
Bir şiirin iyi bir şiire bağlanıyor olması da o şiirin olumlu yönlerinden biridir.
Oğul Sırtlanı son dönem şiirimizin açtığı yeni ve taze bir kanalın kanıtı olarak görülebilir rahatlıkla.
•