"İşçilerin Haziranı, '15-16 Haziran Olayları' ya da 'Büyük Direniş' ismiyle anılan o iki günü, öncesini ve sonrasını anlatan, yaşananları doğru ya da yanlış diye kategorize etmeden, olgulara dayanarak gün yüzü görmemiş belgeler ve fotoğraflarla kaleme alınmış bir kitap olarak 50 yıl sonra o günlere ışık tutmakta."
15 Haziran 2020 07:49
Bundan 50 yıl önce, 15 ve 16 Haziran 1970’te İstanbul ve Gebze’de işçilerin “274 sayılı Sendikalar Kanunu” ile “275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu”nda yapılmak istenen sendikal örgütlenme ve grev hakkı kısıtlamalarına karşı direnişe geçtiği iki gün, sosyal ve siyasal tarihimizde kalıcı izler bırakarak, işçi hareketinin kilometre taşlarından biri haline geldi…
Grevden İşgale Singer Eylemleri, Geleceğe Yazılmış Mektup: 1968 Derby İşgali, “Kanunsuz” Bir Grevin Öyküsü: Kavel 1963 ve –Aziz Çelik ile birlikte– Paşabahçe 1966: Gelenek Yaratan Grev isimli kitapları yayımlanmış olan Zafer Aydın, “Büyük direniş” olarak emek tarihimize geçen bu eylemi tam 50 yıl sonra İşçilerin Haziranı adlı hacimli kitabında birincil kaynaklardan tanıklıkları ve belgeleri kullanarak ele alıyor. Kitap dört yıl süren bir çalışmanın sonucunda Ayrıntı Yayınları tarafından basıldı.
İşçilerin Haziranı, sadece dönemin gazete ve dergilerini tarayarak yazılmış “tarih konulu” kitaplardan farklı olarak, ilk elden tanıklara ve belgelere başvurularak hazırlanmış. Toplumsal ve siyasal tarihimizdeki etkileri ile işçi mücadelesi içinde önemli bir kilometre taşı olmuş olan eyleme olgusal bir bakış çabası ile kaleme alınmış. Dönemin tanıkları arasında yer alan işçi, sendikacı, avukat, gazeteci ve dönemin gençlik hareketlerine mensup 119 kişi ile yapılan sözlü tarih çalışmasına yine dönemin yazılı kaynakları, belgeler eşlik ediyor.
992 sayfalık kitap, giriş bölümü hariç 14 bölümden oluşmakta. “1960’lı Yıllarda Türkiye: Herkes Ayakta” başlıklı giriş bölümü adından da anlaşılacağı gibi ülkenin o yıllardaki sosyal, ekonomik ve politik durumunu anlatmakta. 15-16 Haziran Direnişinin bir haftada, kendiliğinden ortaya çıkan bir eylem olmadığını, o iki güne sırasıyla; Derby, Kavel, Singer, Türk Demir Döküm, Gamak, Sungurlar ve ECA fabrika işgalleri ile gelindiğini anlatan birinci bölüm “Yağmurun Habercisi Bulutlar” başlığını taşımakta.
Ve “Hoş geldin 15-16 Haziran” bölümü: “Büyük Direniş”e neden olan sendikal yasa değişikliği tasarısının TBMM ve Cumhuriyet Senatosu’ndaki tartışmaları, gazetelerdeki yansımaları, işverenlerin, Türk-İş ve DİSK’in tutumu ile devam eden kitap, eyleme giden günler ve nihayet eylemin kendisi...
“İneği besleyen biz, sütü, kaymağı yiyen kim?”
1969’un ilk aylarından itibaren çalışmaları sürdürülen “274 sayılı Sendikalar Kanunu” teklifi, 3 Haziran 1970’de TBMM Başkanlığı’na sunulur. Hükümette bulunan Adalet Partisi ile Türk-İş tarafından “var olan sendika bolluğunu ortadan kaldırmak” gerekçesi ile hazırlanan kanun tasarısı aslında halihazırdaki sendikal hakları kısıtlamayı ve asıl olarak DİSK’i yok etmeyi amaçlamaktadır. Gerek hükümet üyeleri gerekse de Türk-İş yetkilileri bunu açıkça ifade ederler. 11 Haziran 1970’de TBMM’de tasarı üzerinde görüşmeler başladığında DİSK bir yandan yasal zeminde mücadele ederken diğer yandan da yasaya karşı eylem örgütlenmeye çalışmaktadır.
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Başbakan Süleyman Demirel ile yaptıkları görüşmelerden sonuç alamayan DİSK yöneticileri bir dizi toplantı düzenlerler. 14 Haziran Pazar günü Merter’de Lastik-İş Sendikası binasında DİSK’e bağlı sendikaların her kademeden yöneticileri ve sendika temsilcilerinin katıldığı toplantıda direniş kararı alınır. Zafer Aydın, eylemin başladığı ilk günü şu satırlarla anlatmaya başlar:
“15 Haziran 1970 Pazartesi, işgünüydü. Her zaman olduğu gibi mesainin başlaması, çarkların dönmesi, tornaların açılması gerekiyordu, ama suskundu makineler. Sanayi bölgelerinde görülmeye alışık olunan kesif fabrika dumanlarının yerinde yeller esiyordu. Bacalar tütmüyordu. Bazı fabrikalarda; vardiyası olmayan işçiler de, gece vardiyasından çıkanlar da fabrikalarındaydı.
Bir süredir adım adım oluşturulan sendikal haklara sahip çıkma bilinci, iradesi, kararlılığı, eyleme geçmeye hazırdı. Kimsenin önceden kestiremediği, tınısı mermerleri parçalayacak kadar güçlü bir çığlığın kopması an meselesiydi…”
15 Haziran günü, DİSK’e bağlı sendikaların örgütlü olduğu fabrikaların neredeyse hiçbirinde işbaşı yapılmaz. Fabrika duvarlarına, tel örgülerine
“Anayasa’ya aykırı kanun çıkaranlar işçi düşmanıdır”,
“Anayasa ve sendika özgürlüğünü alanlara derslerini vereceğiz”
“İneği besleyen biz, sütü, kaymağı yiyen kim?”,
“Köle değil biz işçiyiz, Bu vatana biz bekçiyiz, Patron değil emekçiyiz, Hakkımızı alacağız.”
gibi sloganların yazılı olduğu dövizler asılır. Bazı yerlerde protestolar fabrika bahçesinde yapılırken, bazı fabrikalarda da işçiler sokakları doldurarak öğle saatlerinde yürüyüşe geçerler. Anadolu yakasında Ankara Asfaltı’na çıkan işçiler bir süre yolda oturduktan sonra yürüyüşe devam ederler. Yürüyüş boyunca yaşananları Zafer Aydın’ın görüşme yaptığı, 16 Haziran günü Kızıltoprak’ta yaşanan çatışmada belinden vurularak yaralanan ECA temsilcisi Yunus Uysal’dan dinleyelim:
“Polisle ilk karşılaşmamız Kartal sapağında oldu. Polis bize çok direniş göstermedi. Biz onlardan çok kalabalıktık. Önce Ankara Asfaltı’nı kestik, iki taraflı, bir müddet oturduk. Sonra kalkıp devam ettik. Motorlu habercilerimiz vardı, haber geldi, dediler ki, ‘Tugay Yolu’nun orada tanklar var, tankları dizmişler, yolu kesmişler.’ Bazı arkadaşlar ‘Nasıl geçeriz’ falan dedi. Dedik ki ‘Bir şey olmaz geçeriz.’ Yürüdük. Tekel’in kadın işçileri tankların üstüne çıktı. Bir rütbeli ‘yaptığınız yasa dışı’ diye her zamanki teraneleri okudu. Bir baktım ki işçi tankları aşmış gidiyor. Kavga, gürültü olmadan orayı aştık. Sonra yeni bir haber geldi, ‘Haymak’ta işçileri fabrikadan çıkarmıyorlar’ diye. Yolu doğrulttuk Haymak’a doğru.”
O gün DİSK’e bağlı sendikaların üyesi işçilerin başını çektiği eyleme, Türk-İş’e bağlı sendikalar ile bağımsız sendikalarının üye işçileri de katılırlar. Hatta sendika üyesi olmayan işçilerin de eyleme katıldığı gözlemlenir. Fabrikalarından dışarı çıkarılmayan bazı işçileri de eylemci işçiler kurtarırlar, fabrika dışına çıkarırlar.
Ankara Asfaltında işçi-polis çatışması…
Eylemlere işçilerin yanı sıra gençlik hareketlerinden öğrenciler de katılır. Avrupa yakasında eylemlerin en yoğun olduğu semtler Haliç’in iki yakası olur. Silahtarağa, Eyüp, Alibeyköy, Ayvansaray, Hasköy, Halıcıoğlu, Sütlüce, Kâğıthane semtlerinde yer alan fabrikalarda eylem sabah saatlerinde başlar. O sabah fabrikalarına giden işçiler ya işbaşı yapmazlar ya da işbaşı yapıp eyleme geçene dek üretimi durdururlar. Sabah mesaiden çıkan işçiler ise evlerine gitmeyip eylemi beklerler…
Zafer Aydın’ın tanıklığına başvurduğu Gıslaved işçisi Rasim Camgöz, Lastik-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu fabrika önünde başlayan eylemi anlatırken aynı zamanda işçinin sendikası ile olan ilişkisini, güvenini ve kararlılığını da anlatır:
“DİSK kapatılacak, eyvah, eyvah! Biz ne gördüysek DİSK’le gördük, Rıza Kuas’la gördük. Temsilciler konuşma yaptılar, ‘dışarı çıkacağız, protesto yapacağız’ dediler. Kapının önüne çıktık, o sırada biri dedi ki ‘oturun.’ Haydi, bütün işçi oturdu yola. Trafik kesildi. O sırada polisler geldi. Bizim sendikacılar dedi ki, ‘güçlü kuvvetli olanlar öne çıksın, hemen ablukaya alın etrafı.’ Biz çıktık işçinin etrafını sardık. Korumak maksatlı. Polis saldırırsa falan diye. Biz Gıslaved’in işçisi, Lastik-İş’in askeriydik. Lastik-İş bize deseydi ki ‘hücum!’, hücum. ‘Dur!’ dur. O kadar ki güvenirdik. Neyse polis saldırısı falan olmadı, biraz sonra da Demir Döküm’den, Sungurlar’dan işçiler geldi. Beraber yola revan olduk. Bağıra, bağıra gidiyoruz. O zaman Demirel Başbakan’dı ya kanunu da o yapmış onu protesto yapıyoruz. Asker gibi, askeriyede nasıl ki talim çavuşu bir şey söyler, sen de tekrarlarsın, aynen öyle. Rap, rap, rap yürüyoruz, disiplin muazzam.”
İşçiler yol boyundaki fabrikalardan katılan yeni işçilerle çoğalarak yürüyüşü sürdürürler, Eyüp’e varırlar. Eyüp’te yolları askerler tarafından kesilir; askerlerle arbede yaşansa da yürüyüş devam edecektir. Bakırköy’de de öncelikle Lastik-İş’in örgütlü olduğu Derby işçileri ile Gıda-İş’in örgütlü olduğu Unilever işçileri eylemin başını çekerler. Topkapı, Sağmacılar semtleri ile İstinye, Levent semtleri de eylemin yoğun olarak yaşandığı semtlerin başında gelecektir.
Askerler tarafından kurulan barikatları aşan işçiler…
İşçilerin Haziranı kitabında yer alan tanıklıklardan bir başkası Süleyman Çelebi’ye ait. Daha sonra DİSK Genel Başkanı olacak olan Süleyman Çelebi, o sırada Dinarsu Fabrikası’nda çalışan 19 yaşında bir işçidir. Aynı zamanda Tekstil İşçileri Sendikası Eyüp Şube Sekreteri olan Çelebi’nin tanıklığı, eylemin başarısını daha iyi anlamamızı sağlamakta:
“Hiç tanışmayan, hayatında birbirini hiç görmemiş, ayrı fabrikalardan çalışan işçiler sanki 20 yıldır birlikte mücadele ediyormuş, can ciğer arkadaşmış gibi, kol kola yürüyorlardı. Geçtiğimiz sokaklarda caddelerde halk da bize destek veriyordu. Alkışlayanlar ‘Bravo!’, ‘Yaşayın!’ diye bağırıyorlardı. Bu bize büyük coşku veriyordu. Zaten işçi bölgesi olduğu için herkes sorunların farkında. O yüzden destek büyük. Biraz yürüdükten sonra baktım aileler de katılmış yürüyüş koluna. İşçilerin eşleri, çocukları, anneleri babaları… Türk bayrağını kapan, karışıyor işçilerin arasına. Haliç kıyısındaki motorlar, vapurlar da korna çalarak destek veriyordu. Müthiş bir direniş ruhu gelişmeye başlamıştı. Yürüyüşe yalnızca çıkarları için katılan biri, bir saat sonra bir parçası haline geliyordu.
Onbinlerce kişiyle tek bir ruh, tek bir beden gibi davranmaya başlıyordu. Aynı sloganlar, aynı haykırışlar, aynı marşlar… Sanırdınız ki yürüyen tek ve büyük bir varlıktır, öylesine uyumlu. Şunu gördüm o gün: mücadelesine inanan işçi, ardına önüne bakmıyor, önderinin yaşı küçükmüş, büyükmüş onunla hiç ilgilenmiyor ve savaşımı kıyasıya sürdürüyor.”
Direnişçi işçilerin en ön saflarında yer alan kadın işçiler, polis barikatını aşmaya çalışırken…
15 Haziran 1970 günü, Anadolu yakasında Ankara Asfaltı’nda yürüyen işçilerin eylemi saat 17.00’ye kadar sürerken Avrupa yakasında da Bakırköy-Topkapı-Sağmacılar hattında devam eden yürüyüşler, Haliç kıyılarındaki ve Boğaziçi-Levent hattı üzerindeki fabrika işçilerinin eylemleri ile devam eder. Öğleden sonra olayları başından beri izleyen DİSK genel merkezinde DİSK’in kurucu ve ilk Genel Başkanı olan Kemal Türkler bir basın toplantısı düzenleyerek eylem hakkında bilgi verir. 22 Temmuz 1980’de İstanbul’da evinin önünde katledilen Kemal Türkler 113 işyerinde fiili direnişin başladığını açıklar:
“Anayasa’nın kesin hükmüne rağmen, işçilerin özgürce sendika seçme ve grev hakları yasalarla geri alınmak istenmektedir. Bu tasarılar hazırlanırken, Meclis Komisyonu DİSK’in görüşünü almamış ve Çalışma Bakanı ise bu tasarıyla açıkça DİSK’i ortadan kaldıracaklarını belirtmiştir.
Biz devrimci sendikalar olarak tasarıların özelliklerini işçilere anlattık. Bunun üzerine işçiler bu tasarılar hükümetçe geri alınıncaya kadar direneceklerini belirtmişlerdir. Şu ana kadar aldığımız haberlere göre çeşitli illerden 113 işyerinde fiilen işi bırakmak suretiyle direnişe geçmişlerdir.”
Direnişin ikinci gününde…
Akşam saatlerinde işçiler sokaklardan çekilirler. Saat 22.00’de DİSK genel merkez binası ile bağlı sendikaların binaları polis tarafından basılarak aranır. Aramalar sonunda binalarda silah bulunmadığı tutanaklara geçer. O gece direnişi destekleyen sendikalar, Türkiye İşçi Partisi, gençlik örgütleri, dernekler ortak imzalı ya da ayrı olarak teksir ve matbaa makinelerinde bildiri yayınlarlar, özel sayı gazeteler basarlar. 16 Haziran sabahı bu bildiriler fabrika önlerinde, kahvehanelerde dağıtılır. Sabah yeniden başlayan eylemler yine Avrupa ve Anadolu yakalarında sürecektir. Avrupa yakasında Topkapı dışındaki semtlerden gelen yürüyüş kolları birleşerek Aksaray üzerinden Cağaloğlu’na Vilayet önüne gelirler. Eminönü’ne inen işçilerin Levent ve Beyoğlu’nda oluşan yürüyüş kolları ile Taksim Meydanı’nda birleşmelerini önlemek için Haliç üzerindeki iki köprü açılır.
İşçilerin buluşmasını engellemek için açılan Galata Köprüsü.
Anadolu yakasında ise Gebze'den başlayan yürüyüş, Kartal'dan katılan işçilerle birleşerek Kadıköy İskele Meydanı'na ulaşmaya çalışır. Burada yolları kesilen işçiler ile asker ve polisler arasında çıkan olaylar sırasında Yaşar Yıldırım, Mustafa Bayram, Mehmet Gıdak adlı işçiler, toplum polisi Yusuf Kahraman ve esnaf Abdurrahman Bozkurt hayatını kaybeder… Gün boyu aralıklarla süren çatışmalar saat 18.00’e doğru sona erer. İşçi, polis ve askerlerden toplam 200 kişinin üzerinde yaralı vardır ve yüzlerce kişi gözaltına alınmıştır. Olaylar üzerine toplanan Bakanlar Kurulu, saat 21.00’den itibaren İstanbul ve Kocaeli’nde bir ay süre ile sıkıyönetim ilân eder. DİSK yöneticileri, işyeri temsilcileri tutuklanır. Ertesi gün ve daha sonraki günlerde fabrikalardaki direniş sıkıyönetime rağmen sürdürülür.
DİSK yöneticileri, temsilcileri ve işçiler hakkında “halkı isyana teşvik etmek, mala zarar vermek” gibi suçlardan haklarında dava açılan 260 kişi 69 ayrı davada yargılanırlar. Sendikacıların davası dışında Dev-Genç’lilere de ayrı bir dava açılır. Üç ay devam eden sıkıyönetim dönemi bittiğinde sonuçlanmamış davalar sivil mahkemelere devredilir. DİSK başkanı Kemal Türkler ve bir kısım yönetici üç ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilir. Açılan davalardan bir kısmı 1974 affı ile düşerken, DİSK yöneticileri hakkında 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte aynı suçlamayla, “ihtilal provası” yapmaktan tekrar dava açılır.
İstanbul sokaklarında işçilerle güvenlik kuvvetlerinin çatışmaları.
29 Haziran 1970 tarihinde başlayan “15-16 Haziran Olayları” davaları, 14 yıl sonra 1984’de beraat ile sonuçlanacaktır. Sendika özgürlüğüne ağır darbe indiren “1317 sayılı Kanun”u önce Türkiye İşçi Partisi (TİP) ardından da Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Anayasa Mahkemesi’ne taşır. Anayasa Mahkemesi, 1972’de düzenlemenin bir bölümünü sendika özgürlüğüne aykırı bularak iptal eder.
70 binin üzerinde işçinin İstanbul ve Kocaeli’nde ellerinde "İşçiyiz, haklıyız, işçiyiz güçlüyüz", “Patron saltanatına hayır”, "Bağımsız Türkiye", "Sendika anamız, feda olsun canımız", "Ordu işçi el ele", "Anayasa için el ele, onu tanımayan hergele" yazılı pankartlar ve dövizlerle yürüyüşlerini, eylemlerini sürdürdüğü o iki günü Zafer Aydın şu satırlarla değerlendirmekte:
“15-16 Haziran 1970, işyerlerinde işgal eylemleriyle vücut bulan, sendika seçme özgürlüğünü savunma hattının devamı ve bir üst aşamasıdır. İşçi sınıfının, 15-16 Haziran 1970’de büyük bir patlama biçiminde görünen eylemi, 60’lı yıllar boyunca yaşanan sosyal ve siyasal hareketlenmelerin hem ürünü, hem de sonucudur. Çünkü her toplumsal eylem kendini çevreleyen koşulların içinde şekillenir ve kendinden önce şekillenen eylemlerin izlerini taşır. 68-70 sürecinde önemli grevlere, direnişlere ve işgallere imza atan fabrikaların işçilerinin 15-16 Haziran eylemlerinde başrol oynaması da gösteriyor ki, 15-16 Haziran işçi sınıfının politikleşmesinin ve militanlaşmasının yarattığı dalganın üstünde yükselmiştir. Yani 15-16 Haziran, bulutsuz bir havada aniden bastıran bir yağmur olarak yağmadı. Çakan şimşekler, gök gürültüleri ile geldi.”
İşçiler Cağaloğlu’dan Eminönü’ne doğru inerken.
İşçilerin Haziranı, özellikle daha önce görülmemiş, okunmamış ve yorumlanmamış çok sayıda belge ile öne çıkmakta. DİSK’in önce 12 Mart 1970 ardından da 12 Eylül 1980 darbesinden “kurtulmuş” evrakları, “15-16 Haziran Olayları” olarak bilinen işçi direnişine ait “efsane” ya da “karalama ve çarpıtmalara” karşı adeta turnusol kâğıdı görevini görmekte. Elbette sadece DİSK arşivi değil yazarın faydalandığı kaynaklar. Kitap, Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı (TÜSTAV), DİSK, Tarih Vakfı, Hollanda’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü (USTE), Kadir Has Üniversitesi Ulusal Kültür Belgeliği, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Birleşik Metal-İş, Genel İş, Sosyal-İş, Petrol-İş, Tekgıda-İş, Koop-İş sendikalarına ait arşivler ile kişisel arşivlerde sürdürülen çalışma sonucunda ortaya çıkmış.
İşçilerin Haziranı, “15-16 Haziran Olayları” ya da “Büyük Direniş” ismiyle anılan o iki günü, öncesini ve sonrasını anlatan, yaşananları “doğru” ya da “yanlış” diye kategorize etmeden, olgulara dayanarak gün yüzü görmemiş belgeler ve fotoğraflarla kaleme alınmış bir kitap olarak 50 yıl sonra o günlere ışık tutmakta. İşçilerin iradelerini yok sayan, özgür seçimlerini kısıtlamaya çalışan, kazanılmış haklarını ellerinden almaya çalışanlara karşı gösterdikleri kararlı direnişi anlatan, emek tarihimize kapsamlı bir kaynak olarak geçecek önemli bir katkı…
•