İspanyol Flu'su zamanlarında spor

"İspanyol gribinin spor organizasyonlarınca 'karşılanma' biçimi, bugünden bakınca pervasızca görünüyor. Üstelik spor asla bugünkü kadar 'endüstrileşmemişken', büyük paralar dönmüyorken, salgını hiçe sayıp 'maç etmekten' geri kalmamaya çabalamışlar. Muhakkak ki, delice bir tutku var işin içinde."

10 Nisan 2020 23:07

1918/1919’da bir buçuk yıl içerisinde 50 milyon üzerinde insanın canına malolan İspanyol gribinin “İspanyol” falan olmadığını işitmişsinizdir, ya da okumuşsunuzdur. Muhtemelen Asya’dan çıkmış, ABD üzerinden çoğalıp yayılmıştı. Salgın haberleri, ilkin İspanya’nın gazetelerinde çıktı; zira 1. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmasının da etkisiyle İspanya’da sansür mülayimdi. Salgın haberleri ora mahreçli olunca, sanki kaynağı da İspanya’ymış gibi “hissedildi”, adı oldu İspanyol Gribi.

Gerçi enfekte olup ölümden dönen İspanya Kralı’nın VIII. Alfonso’nun bu adlandırmaya ilham verdiği de söylenir. Ama İspanya’nın, elbette etkilense de, İspanyol gribinin sıklet merkezlerinden biri olmadığı kesin.

Nitekim ABD’de ve kıta Avrupası’nın neredeyse bütün ülkelerinde spor müsabakaları savaşın ardından bastıran grip salgını nedeniyle aksarken, İspanya Kral Kupası paşa paşa (veya: kral kral) oynanmış. (O zaman ülkede henüz lig organizasyonu yok, en önemli turnuva bu.) 1918’de Real Union Irun, 1919’da Arenas Club de Gexto şampiyon olmuş. İkisi de Bask takımı. O zamanlar İspanya’da futbolun merkezi Bask. 1918’de finalde kaybeden Madrid FC kulübüne, 1920’de bir fermanla “Real” unvanı bahşedilmiş. Bildiğimiz Real Madrid’in böylece namına kavuşmasında, bir biçimde İspanyol Gribi’nin dahli var. Gripten iyileşip toparlanan Kral Alfonso’nun, bir tür şükür bağışı olarak şehrinin (başkentinin) takımına bu ihsanı verdiği söyleniyor zira.

Britanya: “Spanish flu”ya aldırmadan…

Kıtada futbol savaş üstüne grip nedeniyle genellikle duraklarken, “futbolun beşiği” olarak sallanan Britanya’da azimle devam etmeye çalışmışlar. Gribin tıpçası olan “Influenza”yı “flu” diye kısaltarak “Spanish flu” veya “Spanish Lady” (İspanyol Leydisi/İspanyol Hanımefendi) diye anılan salgının adada 1920 itibarıyla çeyrek milyon insanı öldürmesine rağmen…  

Futbol Federasyonu, İngiltere ligine savaş nedeniyle verilen molayı sürdürmeyi asla düşünmedi. 1919 Ocak’ında, gelen sezonu planlaması yapılırken tartışılan tek konu: savaştan önceki son sezonda son sırayı tutan Tottenham ile sondan ikinci sırayı tutan Chelsea’nin, takım sayısı 20’den 22’ye çıkarılan üst ligde yer alıp alamayacağı. Uzun uzun bunun müzakeresi yapıldı, neticede Chelsea kaldı, Tottenham 2. kümeye gönderildi. 1919 Ağustos’unda da başladılar lige.

Ligden önce de, savaş biterken ve “İspanyol Leydisi” kendini olanca acımasızlığıyla göstermeye başlamışken, harıl harıl yerel turnuvalar düzenlemeye giriştiler. Londra takımlarının katılımıyla düzenlenen “London Combination League” turnuva maçlarında, 20 bin kişiye ulaşan seyirci sayıları kaydedilmiş. Arsenal’in Highbury stadında Chelsea-Fulham arasında oynanan finale 36 bin taraftar gelmiş (Chelsea 3-0 kazanmış). Chelsea’nın iki futbolcusu bu turnuva esnasında “Spanish flu” enfeksiyonu kapmış, ağır bir tedavi sonrasında kurtulmuşlar. Üç üst düzey futbolcu kurban gitmiş “Spanish flu” salgınına: Newcastle sağ açığı Angus Douglas, Gainsborough Trinity oyuncusu Pattinson ve Millwall stoperi Young. Binlerle tribünleri dolduran seyircilerin enfeksiyon verileri bilinmiyor.

İskoçya’da da, gribe aldırmadan bir “Zafer Kupası” düzenlenmiş. Bu turnuva sırasında (bilinen) bir kayıp vermişler. 1919 başlarında, Hibernian kulübünün menajeri Dan McMichael’da, 1-1 berabere kaldıkları Falkirk deplasmanından dönüş yolunda hastalık belirtileri sökün etmiş, beş gün sonra ölmüş adam.

İrlanda’da çok popüler olan “Gaelic futbol” denen, rugbi-futbol kırması oyun organizasyonunda gribe verdikleri taviz, sezon finalini 1918 Eylül’ünden 1919 Şubat’ına ertelemek olmuş. Haber değeri atfedilen hadise şu: Tipperary’nin en skorer oyuncusu yakalandığı “Spanish flu”dan toparlanamadığından Wexford’la oynadıkları finale çıkamamış, kaybetmişler.

Bu maçların –çoğu zaten “avamdan” olan– seyircilere enfeksiyon “katkısı”, yine kayıt dışı.

İsviçre’de de futbol inadı

İsviçre futbolunun İspanyol Gribine verdiği “reaksiyon” da ilginç. İspanya gibi tarafsız olmakla birlikte savaş nedeniyle kıtlık çeken İsviçre, gripten epey kötü etkilenmiş, 1918 ve 1919’da 25.000'e yakın insan ölmüş.

İsviçre Futbol ve Atletizm Federasyonu’nun resmî yayın organı, kulüplerin verdiği futbolcu ölüm ilanlarıyla dolmuş o sıralar. İlanlarda mutad futbol diline rastlıyoruz. Mesela FC Zürih, bir kaybın ardından “ümit vaat eden genç sol açığımız” diye yas tutuyor! FC Gränichen adlı küçük bir kulübün sorumluları, şu kederli ilanı yazmışlar:

“Daha yakın zamanda yaklaşan kupa maçlarının heyecanı içinde olan orta hafımız, sekiz gün süren büyük acılardan sonra abisinin kollarında can vermiştir.”

Çarpıcı olan şu ki, arkası kesilmeyen ölümlere rağmen, 1919/1920 futbol sezonunu ikmal etmiş İsviçreliler. Grip salgınından gayrı, birçok stadyum savaş kıtlığıyla baş etmek için tarlaya dönüştürülmüşken... (FC Biel’in sahası mesela, patates ekim alanı olmuş. Bir futbol mecazı olarak “sahanın patates tarlasına dönmesinden” söz etmiyoruz; sahaya gerçekten patates ekilmiş.)  Toplanma yasağı olmasına rağmen…Ve maçların oynandığı pazar günleri tren seferlerinin durdurulmuş olmasına rağmen... Takımlar yılmamış, kamyon, taksi, bisiklet, at arabası kullanarak, sırasında dört saat yol yürüyerek gitmişler deplasmanlarına.

O sıra “Serie A” adı taşıyan üst ligde Ekim-Kasım 1918 arası planlanan 55 maçın sadece 15’i oynanabilmiş, ertelemişler, yine de ligi tamamlamışlar. “Büyük” takımların bu ağır koşullardaki konsantrasyon dağınıklığından da yararlanan azimkâr bir küçük taşra takımı şampiyon olmuş: Étoile-Sporting La Chaux-de-Fonds. Tarihlerinin yegâne şampiyonluğu. Günümüzde 6. klasmanda takılıyorlar.


1919 İsviçre futbol ligi şampiyonu Étoile-Sporting La Chaux-de-Fonds

Amerika: salgının yarıda bıraktığı final

Salgının yarım milyondan fazla insan öldürdüğü ABD’de, kolej futbolu turnuvaları –Amerikan futbolu yani– bütün belli başlı şehirde iptal edilmiş. Beyzbol Major League’i başlangıçta sürdürmeye çalışmışlar. Maskeyle maça çıkan beyzbolcu fotoğrafları var. Boşa yakın statlarda bir süre devam etmişler. Ancak enfekte olup antrenmana çıkamayan oyuncuların sayısı arttıkça, hele bazı önemli oyuncular da ölünce, maçlara son verilmiş.

İspanyol Gribi’nin sporla imtihanından kalan trajik hikâye, Stanley Kupasının yarıda kalışıdır…

Stanley Kupası, buz hokeyinde Kanada ve ABD takımlarının katıldığı Kuzey Amerika Ligi (NHL) ile Amerikan Pasifik Kıyısı Ligi şampiyonlarını karşı karşıya getiren en prestjili turnuva. NHL şampiyonu Montréal Canadiens oyuncuları, Seattle Metropolitans ile oynayacakları final serisi için, beş günlük bir seyahatle Batı sahiline ulaşmışlar. 19 Mart’ta final serisi başlamış. 2500 kişilik salona yığılmış 4 bin seyirci izlemiş final maçlarını. İspanyol gribinin Eylül-Şubat arası 1500’e yakın can aldığı bir şehirde!

İlk üç maçın ikisini alan Seattle, dördüncü maçı kazanırsa kupayı alacak. Montréal, 3-0 geriden geldiği müsabakayı 4-3 lehine çevirerek final serisini beşinci maça uzatmayı başarmış. Oyuncular olağanüstü performanslarından ötürü “kahramanlar,” “gladyatörler” diye övülmüşler ertesi gün spor basınında. Emektar oyunculardan 37 yaşındaki Joe Hall’un maç bitiminde buzun üzerine yığılıp kalması, bu heroik performansın simgesi olarak ballandırılmış. Derken, ertesi gün Montréal oyuncularının kilo kaybettikleri, ateşlerinin 40.5’a kadar yükseldiği haberleri çıkmış. Dokuz oyuncu bilhassa perişan vaziyette; aralarından beşi ve koçları George Kennedy, hastaneye kaldırılmış. Son maça çıkacak halde olmadıkları bildirilmiş. Sonrası, “sportmenlik” veya “fairplay” adına hafiften göz yaşartıcı… Montréal kulübü, eksikleri genç oyuncularla ikame ederek finale çıkmayı önermiş. Lig yönetimi bunu gayrı adil bulup reddetmiş. Seattle kulübü de, statüye göre finale tek başına çıkıp hükmen galip sayılarak şampiyon ilan edilecekken bunu gayrı adil bularak reddetmiş. Final iptal olmuş. Sezon, lig tarihi kayıtlarında şampiyonsuz sezon olarak zikrediliyor.


Joe Hall

Joe Hall, İspanyol gribini yenemeyerek 5 Nisan’da hayatını kaybetmiş. Cenazesinde Seattle ve Montréal takımları tam kadro hazır bulunmuş. Montréal koçu da gribin hasarını atlatamayıp iki yıl sonra ölmüş.

Geçtiğimiz ay, Ulusal Buz Hokeyi Ligi tatil edildi. 101 yıl sonra, yine bir grip virüsü, Corona nedeniyle. Bu defa, İspanyol Gribi’nde yaptıkları gibi “zorlamadan,” peşin peşin.

Pervasızlık?

Britanya, İsviçre ve Stanley Kupası örneklerinde, İspanyol gribinin spor organizasyonlarınca “karşılanma” biçimi, bugünden bakınca pervasızca görünüyor. Üstelik spor asla bugünkü kadar “endüstrileşmemişken,” büyük paralar dönmüyorken, salgını hiçe sayıp “maç etmekten” geri kalmamaya çabalamışlar. İsviçre’de henüz profesyonellik bile yokken. Muhakkak ki, delice bir tutku var işin içinde. Muhtemelen, savaşı artık geride bırakmış olma niyazı, normale dönme arzusu, dünya çapında 50 milyona yakın insan öldürdüğü hesaplanan korkunç İspanyol gribi salgınını hiçe saymaya katkıda bulunmuş olabilir.

Ama tabii unutmamalı: Savaşın son aşamasında “millî mukavemeti” düşürmemek amacıyla grip saklanmaya çalışılmış zaten. Haberin savaş dışı bir yerden, İspanya’dan çıkmasının sebebi de o ya… O nedenle, Britanya’da mesela spor organizasyonlarının devam ettirilmesi, bu “harp morali” siyasetinin de bir uzantısı.

Britanya için, İngiliz futbol kültürünün, yatılı erkek okullarından tevarüs ettiği “acıya dayanma” töresinin etkisini ekleyebiliriz buna. Dizi şahrem şahrem kanayıp kaval kemiği çınlayanın sırtını sümsükleyip “Run it off!” diye yüreklendiren töreden bahsediyorum; koş koçum, koşunca atarsın bünyenden sakatlığını!

Corona imtihanı

Tersinden bakıp, zamanımızda can değerinin arttığını söyleyebilir miyiz peki? Görece? En azından “evde kalabilenler” sınıfı için?

Corona grip virüsünün gecikerek ciddiye alınmasında, futbolun da ufaktan bir katkısı olduğunu unutmayalım. 19 Şubat’ta Milano’da oynanan Atalanta-Valencia Şampiyonlar Ligi çeyrek final maçı, bir dönüm noktası. Yaklaşık 60 kilometre mesafedeki Bergamo’dan 40 bine yakın Atalantalı, Valencia’dan da 2500 taraftar, tıklım tıkış yolculuk ettiler, birbirlerinin suratına suratına tezahüratlar haykırdılar. Valencia’ya ve Bergamo’ya buradan virüs taşındığı kesin. Valencia’nın birçok oyuncusu, kulüp personelinin üçte biri enfekte oldu. Bergamo, maçtan bir hafta sonra 117, iki hafta sonra 826, bir ay sonra 6 bini geçten vakayla, İtalya’nın salgın merkezlerinden oldu. Bu maçın oynatılmış olması geriye bakınca bir skandal olarak damgalandı; bu skandalizasyonun, bütün dünyada spor organizasyonlarının artarda iptalinde bir emsal değeri kazandığı da söylenebilir.

Provokatif bir soru: Sporun profesyonelleşmesinin, büyük paralar kazanan yıldızların “statüsünün” de, spor işlerinin iptalinde bir tutamcık etkisi olmuş olabilir mi? Yüz yıl öncenin futbolcuları, buz hokeycileri, “statü” bakımından günümüzün emekçilerine, kargocularına biraz daha yakın değil miydiler? O kadar “esirgenmiyorlardı,” yani.

Tabii unutmayalım, sporun endüstrilleşmesi, çarkları durdurmama “endişesini” halk sağlığı endişesinin üzerinde tutabildi bir süre. Fatih Terim’i “bile” isyan ettiren, büyük paralar kazanan yıldızları da söz hakkı olmayan altın yakalı emekçilere indirgeyen çark… Yüz yıl önce spor müsabakalarını sürdürmede, büyük ihtimalle ağır hayat şartlarına meydan okuma azmi ve tutku daha baskındı. Bugünse kendini gösteren, bir süreliğine de olsa, endüstrinin devam baskısı idi, milleti eğleyip oyalama işlevini sürdürme endişesiyle beraber tabii.

Ne olursa olsun, futbolsever milleti için o “tutku”nun hep baki olduğunu da inkâr edemeyiz. Hele haftanın en az beş günü bir maç canlı yayınına –haftasonları eş zamanlı altıya, yediye çıkmak üzere– alıştırılmışken… Tamamen maçsız kalmak, eski sezonların maç tekrarlarına, gol pornolarına muhtaç hale gelmek, asıl büyük kaygının ortasındayken bile futbolseverin bile nefsine fazladan bir ezadır.

Sonra?

Bu konunun da “bundan sonra eskisi gibi olmayacak” faslını açalım. Salgından sonra, ne olacak, nasıl olacak, ne değişecek?

Bütün endüstriler gibi, “endüstriyel futbol”un da buhran geçireceği açık. Paraların düşeceği açık. Şımarıkça şişmiş bütçeler makule inerse, bunu insanlık namına bir kazanım sayarım, doğrusu. Ama bu sırada oligarşik kulüplerin öyle böyle ayakta kalıp, onların asalak saydığı “küçük” kulüplerin perişan olması tehlikesi de doğabilir.

Daha adil ve daha mütevazı bir futbol ortamının oluşmasını umabilir miyiz? O kadar çok yer kaplamayan, hem medyada bu kadar dedikodusu yapılmayan, hem takvimi sakinleşmiş, mesela “eskisi” gibi lig maçlarının iki günde oynanıp bittiği… o kadar allı pullu, protokollü olmayan, daha sadeleşmiş bir futbol ortamı…

Meraklısı, âşığı yine mutlu olmayı bilecektir. 1918/1919’un İsviçre’sindeki gibi, kıtlık ve salgın koşullarında bisikletle, taban teperek patates tarlasına dönmüş sahalarda “maç etmeye” koşturtan tutku, insandan kolay kolay çıkmaz. Homo ludens’iz neticede, oyun oynayan hayvan... Bu salgının öğretmesini umduğumuz gibi, hayatta, dünyada, insan için gerçekten neyin önemli olduğuna dair bir uyanışa katkıda bulunacaksa, tutkuyu süslü ambalajından çıkartıp “saf” haline yaklaştırmaya yarasın. Dünyanın en eski futbol kulüplerinden, 1867 doğumlu (bugün İskoç 4. liginde) Queens Park FC Glasgow’un amblemindeki şiârla: Ludere causa ludendi – Oyun uğruna oyun, oynamak için oynamak.

 

GİRİŞ RESMİ:

1918'de, salgının zirvede olduğu günlerde maskeli beyzbolcular...


Sağda o günlerden kalan, "Hastalığı önleyin" başlıklı bir uyarı afişi: "Dikkatsiz tükürme, öksürme ve aksırma tüberküloz ile gribin yayılmasına yol açar."