Murakami bir arayış romanı olarak algılayacağımız Renksiz Tsukuru’yu sahte bir gerilim romanı şekline sokuyor ama neden-sonuç ilişkisini kurgunun dışında bıraktığı doğaüstü yan hikâyelerle anlaşılır kılıyor
04 Şubat 2015 22:35
Romanlar yeni çıktığında, daha kimse okumadan kitap tanıtım yazısı yazmanın bazı zorlukları var: birincisi kitap henüz okura ulaşmadığı için konusundaki, özellikle sonundaki, gizemi ele vermeden anlatmak. Halbuki bir eser üzerine onu aynı derece bilen okurların tartışması her zaman çok daha zevklidir; sakınmadan eserin sırlarını ortaya dökmek eleştirmen için de ilginçtir. İkinci zorluk ise, yeni okunmuş bir roman, henüz insanın içinde yer etmemiş olur. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra adeta demlenmiş gibi, daha yoğun izlenimler bırakır. Çoğu zaman bir romanı okumaya başladığımda ilk ile sonrasında hissettiklerim arasında fark olabiliyor, bu yüzden aradan aylar geçtikten sonra bir roman hakkında yazmayı seviyorum. Haruki Murakami’nin son romanı Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları’nı yayımlandığı hafta okudum ama romanın gizemi zihnimde yavaş yavaş çözüldü ve ancak yazacak kıvama geldi.
Murakami zor romanlar yazan biri değil, bazı romanları 1256 sayfa uzunluğunda olsa bile, okuması kolay kitaplardır. Anlatısı yavaş tempolu, takip etmesi kolaydır. Karakterler net konuşur, bir olayı anlattıklarında mutlaka ince detayına kadar anlaşılır kılarlar. Ayrıca Murakami betimlemeleri tekrar etmekten kaçınmaz. Antik çağ destanları gibi bir karakterin özelliğini sık sık dile getirebilir. Örneğin, Tsukuru Tazaki’nin renksizliğini yeri geldikçe tekrarlar. Böylece okur kurgudan hiç kopmadan takip eder. Bir noktayı kaçırması olanaksız olur. Kronolojik kurgunun takibi de zor değildir. Kahramanın kaç yaşlarında olduğunu, zamanın nasıl geçtiğini ve karakterde ne gibi değişikliklere neden olduğunu izah eder.
Bu açıdan bakınca sağlam kurgu teknikleri kullandığını söyleyebiliriz. Buna rağmen Murakami’nin romanlarını farklı kılan şey, mistik göndermelerle dolu olmasıdır. Anlatısının bir özelliği, sıradan olaylar tehdit dolu devinimler yaratırken, gerçeküstü boyutta yaşananlar kolayca kabul edilir. Bir kahramanın yaşadığı gerçek olaylardan çok, düşsel bir paralel gerçeklik içine düşmesi romanın merkezini aydınlatır. Murakami’nin kolayca farklı gerçeklik boyutlarına geçiş yapmasını, benzersiz yazı stili olarak görebiliriz.
Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları basit bir olayla başlar. Çocuk yaşta Tsukuru, okulda kurdukları bir grubun parçasıdır. Beş arkadaştan oluşan grup, iki kız ve üç oğlandan oluşur. Her biri çok farklı kişiliklere sahiptir ama birbirlerine çok bağlıdırlar. Her fırsatta birlikte ders çalışır, müzik dinler, sinemaya giderler. Beş kişiden oluşan organik bir dostluk kurduklarının farkındadırlar ve bunun büyük bir şans olduğunu bilirler; bu yüzden de dostlukları zarar görmesin diye hepsi özenli davranırlar. Çizgiyi aşacak davranışta bulunmazlar ve ergenlik yaşlarında her biri diğerini çekici bulsa da bunu asla dile getirmezler. Dostlukları her biri için kutsaldır.
Liseden mezun olduktan sonra dostlukları devam eder fakat Tsukuru Tokyo’da bir üniversiteye başladığı için doğal olarak arkadaşlarından uzak kalır. Üniversitede ikinci sınıf öğrenciliği sırasında tatilde eve, Nagoya’ya döndüğünde hiç beklemediği bir olayla karşılaşır: arkadaşları artık onunla görüşmek istemediklerini söylerler. Hiçbir açıklama yapmazlar. Bir anda kötü huylu bir iltihabı bedenden atar gibi aniden keserler Tsukuru ile ilişkilerini. Hayatta en değer verdiği dostlarından böylesi bir davranış beklemediği için genç adam tam anlamıyla yıkıma uğrar. Bu zalimce dışlanmanın nedenini araştıramayacak kadar şaşkına dönmüştür. Yaşama isteğini yitirir.
Tsukuru zaten öncesinde de kendini farklı ve gruptan dışlanmış hisseder. Grubun “her alanda vasat, hatta silik” ve renksiz üyesi olarak görür. Bu düşüncelerinin nedeni, gruptaki arkadaşlarının tesadüfen dördünün de soyadlarında renk adı geçerken, Tsukuru hiç bir rengin geçmediği bir isme sahiptir. “Kara ova,” “Kızıl çam” gibi anlamlı soyadları olan arkadaşlarının her birinin bir renk lakabı vardır, bu Tsukuru’da hafif bir dışlanmışlık hissi yaratır hep. Şimdi ise dostları nedenini açıklamadan onunla görüşmeyeceklerini söylediklerinde, dışlanmışlık netlik kazanır.
Roman tam bu noktada başlar: “Tsukuru Tazaki, üniversite ikinci sınıftayken, temmuz ayından ertesi senenin ocak ayına kadar neredeyse sadece ölmeyi düşünerek yaşadı” romanın giriş tümcesidir. Bir Kafka kahramanı gibi suçunu bilmeden suçlu konumunda ağır bir hayata mahkûm edilmiştir. Aynı Joseph K. gibi suçunun ne olduğunu bilmeden “suçun” altında ezilerek yaşar. Şimdi aradan on altı yıl geçtikten sonra sevdiği bir kadınla birlikte olmaya başlayınca yeniden gündeme gelir dostlarından koparılış öyküsü. Artık otuz altı yaşında başarılı bir mühendistir. Hayatı boyunca arzuladığı işi yapmaktadır. Ve ilk kez hayatında gerçekten hoşlandığı bir kadınla birliktedir, gelecek planları kurmaya hazır hisseder kendini. Şimdi yapması gereken şey, neden dostlarının ona sırt döndüğünü bulmaktır. Roman bu noktadan sonra Tsukuru’nun geçmişine yapacağı bir yolculuktur artık.
Murakami’nin kullandığı müziklere dikkat edildiğinde yazarın hemen her romanında bir melodiyi kurgunun temeline yerleştirdiği görülür. Müzik eserin duygusunu yansıtırken, bir yandan da çözümlemeye açıklık getirir. Renksiz Tsukuru Tazaki’de Franz Liszt’in “Hac Yılları” başlıklı yapıtından “Le mal du pays,” (Vatan Hasreti) Tsukuru’nun hissettiği hasreti, çevresinden kopartılmış olmayı, özlemi, sürgünü ve yalnızlığı anlaşılır kılar. Aynı zamanda geçmişe dönük yolculuğu da hac yolculuğu ile simgeler. Bir arayışın yolculuğu Tsukuru’nun iyileşme sürecinin yolculuğudur.
İyileşme sürecindeki en önemli katkıyı Haida adında, kendinden iki sınıf altta okuyan bir arkadaşından alır. Haida da Tsukuru’nun eski arkadaşları gibi soyadında bir renk taşır: gri. Ak ile karanın karışımından elde edilen gri, tam da Tsukuru’nun eski dostları Ak ile Kara’yı bir rüyada birleştirir. Haida elbette Tsukuru’nun eski dostlarını tanımaz, ikisi dost olduğunda Tsukuru’nun başka dostu kalmamıştır. Roman bu noktada yukarda sözünü ettiğim paralel gerçeklik içine kayar. Tsukuru’nun erotik rüyalarına giren Ak ile Kara bir gece rüyada Haida’ya dönüşür ve Haida geçmişteki bu iki genç kızı belki de rüyanın gerçekliği içinde tanımış olur.
Bu olay daha sonra ayrı anlamlar kazanır çünkü Haida sonraki zaman diliminde ortadan kaybolur. Bu kayboluşunun gizemini gitmeden önce anlattığı bir öyküde buluruz. Haida’nın babası, ki onun da adı Haida olduğu için iki nesil erkek bir kişilikte birleşir, gençliğinde tanıştığı ilginç bir adamı anlatır. Adam bir caz piyanistidir ve aynı zamanda doğaüstü yeteneğe sahiptir, bir çeşit ölüm meleği olduğunu söyler. Bu yeteneği başka birinden devralmıştır, ölmeden önce de başka birine devredebilir. Bu yetenek sayesinde insanların auralarını görebildiğini, geleceklerini hissedebildiğini de söyler.
Bu romanın gizemini çok farklı şekillerde anlamaya çalışabiliriz. Romanın ortalarında ortaya çıkan bu caz piyanisti tamamen romanda bir yan hikâye olmasına rağmen, ana hikâyeyi aydınlatan bir araç olarak görmeliyiz. Böyle olmasa yan hikâyeler çok anlamsız kalır çünkü Murakami bunları ana konuya bağlamaya çalışmıyor, bu işi tamamen okuruna bırakıyor.
Romanda iki yan öykü var. Birincisi ölüm meleğinin hikâyesi, diğeri ise trende bulunan bir kesenin içinde yer alan kesik iki tane altıncı parmak. Doğuştan altıncı parmağı olanların daha sonra ameliyatla bu parmağın alınmasının hikâyesine yer veriyor burada yazar. Yine çağrışımlarla bu yan öykü ile birinci yan öykü birleşiyorlar çünkü caz piyanisti yanında benzer bir kese taşıyor.
Bütün bu yan öyküler aslında Tsukuru’nun öyküsünün temelinde yer alan gizemi aydınlatıcı olabiliyor. Tsukuru geçmişe yaptığı yolculukta çok sayıda sürprizle karşılaşıyor, bunlardan biri eski dostlarından Ak’ın ölüm haberi. Bir cinayete kurban giden Ak’ın hikâyesini romanda özellikle ele almıyor yazar, roman kahramanları da bu cinayeti çözmeye çalışmıyorlar. Cinayeti çözmek okura kalıyor. Kayıplara karışan Haida’nın bu cinayette bir parmağı olduğunu düşünmeden edemiyoruz çünkü pekâlâ babasından ölüm meleği rolünü almış olabilir. Babası ile benzerliklerine çok kereler değiniyor Haida. Ayrıca Ak’ın ölümü arzuladığını biliyoruz. Olmamış bir tecavüz, hiç doğmayan bir çocuk, katili bilinmeyen bir cinayet gibi romandaki tüm gizemler bir rüyanın içinde gibi kendi başlarına yarattıkları bir gerçeklik içinde anlamlı oluyorlar. Aksi takdirde Tsukuru’nun gerçekliği ile açıklanabilir değil hiçbiri.
Murakami’nin romanlarını eşsiz kılan böylesi farklı gerçeklik boyutları sunması. Bir cinayete çok sıradan bir olay gibi yaklaşması ve bunu gerçeklikle değil simgelerle çözülür hale getirmesi. Batılı roman geleneğinde neden-sonuç ilişkisinin sağlamlığına dikkat çekilir. Özellikle gerilim romanlarında ya da polisiyelerde bu kurgusal özellik çok önemlidir. Murakami bir arayış romanı olarak algılayacağımız Renksiz Tsukuru’yu sahte bir gerilim romanı şekline sokuyor ama neden-sonuç ilişkisini kurgunun dışında bıraktığı doğaüstü yan hikâyelerle anlaşılır kılıyor. Bir anlamda Batılı bir sanat formu olan romana, Doğulu mistisizm katıyor. Çok sayıda eleştirmene göre yazarın en başarılı yapıtlarından biri Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları, buna katılmamak mümkün değil çünkü yazarın gerçeküstü yan hikâyeleri en ustaca kullandığı romanı. Okuması kadar çözümlemesini yapmak da eğlenceli.