Oktay Rifat gökyüzünü okuyordu, biz 'yer'leşikler de bu 'gök'sel şairi okumaya elbette şiirlerinden, yazılarından ve başta Enis Batur olmak üzere, Orhan Koçak ve Mahmut Temizyürek'in kitaplarından da başlayabiliriz
04 Şubat 2015 22:50
Güzelleme'den (1945) Koca Bir Yaz'a (1987) kadar 42, 'Garip' şiirlerini de sayarak 46, ve öncesiyle de 50 yılın verimi 15 artı 1 kitabı, baştan sona yeniden okuduğumda, bir çırpıda değil elbette, hissettiğim ilk duygu 'çekilme' oldu.
Çekilme hissi: Bir bakıma bu da bir 'keşif kolu', 'keşif yolu' sayılsa da, yani bir tür keşif duygusu olarak algılanıp, yorumlanmaya yol açsa da başka tür bir yolculuktur. İnsan ileriye çekilmez, aşağıya ya da yukarıya çekilir. Aşağıya, yani kaybolmaya, yukarıya, yani görünmez olmaya, yükseğe, hikmete, bilgeliğe çekilir. Enis Batur Oktay Rifat'a Doğru (Sel, Kasım 2014) kitabında, “Oktay Rifat'ın ustalığı, ustalığının önemlice bir bölümünü görünmez kılmasından geliyordu' diye yazar.
Yukarıya, yükseğe çekilme, kayıp değil sır olma, gömü değil hikmet bulma, bunlar hiç kuşkusuz bir 'niyet'le açıklanacak şeyler değil. Başkaları tarafından, sonradan, ardından, zamanla benimsenen, kabul gören, onanan 'değerler' ya da 'değer birimi'. Çekilme hissinin verdiği, getirdiği ya da yol açtığı ilk anlam, daha doğrusu 'üst anlam' bu. 'Üst' diyorum, ilerde bunu yeniden bir kaç vesileyle kullanacağım.
Orhan Koçak Kopuk Zincir'deki (Metis, Nisan 2012) “Uzun denklem: Oktay Rifat'ın şiirinde folklor ve modernizm” yazısında, şairin 'yeni yöneliş'inden söz eder: “Baudelaire'de olduğu gibi büyük harfle başlayan sözcükler (“Zaman”, “Büyük Zaman”, “Sonsuzluk”, “Büyük Irmak”, vb) Şiirler kitabıyla birlikte gittikçe sıklaşır. İdeal'in kendisi değilse bile izleridir bunlar, sonraya kalmış izleri. Yüksek üslubun bir başka öğesidir bu; şimdi ve burada olanın dışında, bir 'öte gerçeğin' de basıncı girmiştir şiire.” (agy., s.76) Koçak devamında da 'yüksek üsluba ve Büyük Şiire geçildi”ğini yazıyor. 'Üst', 'Yüksek' (ya da 'Yukarı') ve 'Büyük', benim de bu yazıda sözünü edeceğim Oktay Rifat şiirine ve bu şiirin doğayla buluşmasına ilişkin kavramlar.
Enis Batur da “Türkçe şiirin doruğunda” bir şair olarak niteleyecektir onu, doruk ve dorukta. Ama bununla da yetinmeyecektir: “Oktay Rifat'ın asıl büyük şiiri, kanımca, Elleri Var Özgürlüğün başlıklı kitabının ikinci bölümündeki 'Şiirler' ile başlamış ve bu dörtnala, kusursuz akış Koca Bir Yaz'ın sonuna dek kesintisiz sürmüştür. Neredeyse 25 yıl süren bu patlamayı, kendi payıma, yalnızca Türkçe şiir geleneğinin doruğuna koymakla yetinmiyorum: Rilke'nin, Hölderlin'in, Char'ın hizasında yer aldığına da inanıyorum.” (agy., s.19)
Çekilme: Sözlüğü açıp bakmaya gerek duyurmayan bir anlam çokluğuyla karşı karşıya bırakıyor insanı, anlam üşüşmesine uğratıyor. Denizin(suların) çekilmesi, teknenin çekilmesi, rüzgarın çekilmesi, güneşin çekilmesi, seslerin çekilmesi, bir dağın eteklerine çekilmek, bir yana çekilmek, geri çekilmek, dara çekilmek, sınava, sorguya çekilmek, yazmaya çekilmek, okumaya çekilmek, kendine çekilmek, içine çekilmek, yalnızlığa çekilmek, ormana çekilmek, şiire çekilmek, doğaya çekilmek ve dahi... Çekilmenin sonu yok! Ama belki de her şey sonunda bir anlama çekiliyor! Şiir de bazen anlamdan çekiliyor!
Şair neden 'imtihan'a çekilir? Şiirden. Şiir neden sınava çekilir? Dünyadan, hayattan, insandan, evrenden, tanrıdan, bireyden, toplumdan, ülkeden, barıştan, iyilikten, çocukluktan, düşünceden, akıldan, fikirden, duygudan ve doğadan. Hepsinden önce de sanırım, anlamdan. Sanki 'sezgi'den geçmiştir, o herhalde derslerin en kolayı olmalı, ama 'anlam'dan geçemezse, tüm derslerini vermiş olsa bile, sınıfta çakacaktır. Tabii sınıfta çakmak, anlamı çakmaya yeter mi, orası belirsiz.
Oktay Rifat'ın Şiir Konuşması (Yky, 2009) adı altında kitaplaştırılan yazılarını okuduğunuzda iyice fark edersiniz bunu. İlkini 1945, sonuncusunu 1986'da yayımladığı yazılarda olsun, 1937'den 1985'e yaptığı konuşmalardan kitaba alınanlarda olsun, neredeyse şiir sözcüğü kadar anlam sözcüğü geçer.
Durmadan, hiç durmadan, adeta kafkaesk bir 'dava' görülüyor da, Oktay Rifat da sürekli 'savunma' hazırlıyor gibidir. (Avukat olduğunu biliyoruz ama 'şiirin hukuku' başka, onda bir adaletten, hele hele 'şiirsel adalet'ten söz edilemez. Hoş, diğerinde ne kadar söz edilebilir, o da ayrı bir sorun!)
Akıl ile anlam(sızlık) arasında, tıpkı şiirinin büyük gövdesinde salınan bir saatin(zaman) sarkacı gibi gidip gelir şiir. 13 Mayıs 1945 tarihli 'Ulus' gazetesinde yayımlanan “Gerçek Peşinde” başlıklı yazısında, adeta 'aklın eşeğine binen'leri eleştirir. 'Yeni' dediği ve bununla 'Garip'i kastettiği şairlere göre, “akıl, gerçeği oluş halinde, bütünüyle kavrayamaz.” Kavranması gereken şey en başından bellidir: 'Gerçeği oluş halinde' kavramak. Sonraları Perçemli Sokak döneminde özellikle, 'anlam' yükünü şiirin omuzlarından attığı ve aklı havaya fırlattığı dönemlerden söz ediyorum, anlamsızlığı ya da ‘anlamdışılığı’ savunmada İlhan Berk'ten de 'militan' olduğu bilinir. Fakat gerçeği bir 'oluş' olarak görüp göstermesi eylemi süreklidir. Baştan sona, yerden göğe. Anlamı, aklı savunurken de yerin dibine sokarken de, anlamsızlığı yere göğe sığdıramazken de, değişmeyen tek şey budur, 'gerçek', bir 'oluş'tur, oluş halidir. Ve gerçek ya da oluş, sonunda ikisi bir ve tek şey olarak, 'büyük doğa' mecmuasında buluşacaktır. Doğa; gerçeğin, oluşun, ve tabiatıyla da şiirin büyük buluşma yeri ve zamanı olacaktır. Aynı zamanda da Oktay Rifat'ın büyük şiiri olarak yazılacaktır. Yalnızca Oktay Rifat'ın mı? Değil. Bir şairle sınırlandırılamayacak kadar büyük bir şiir yazmıştır çünkü Oktay Rifat, özellikle de ikinci döneminde ve bu bir bakıma dünyanın, doğanın şiirini hem sözcüklerle, hem imge yerine sevdiği ve seçtiği görüntülerle, hem de kendisi gibi başka sözcülerle birlikte yazmış, göstermiş, resmetmiş gibidir. Bu büyük 'oluş'u 'yaşamak' ve 'yaşatmak' istemiştir bir bakıma.
Bu arabaşlığı yazarken Mehmet Taner'in Bir Denizin Çekildiği Bütün Kıyılar (1980) kitabı geldi aklıma. Bir çağrışımla akla gelişten biraz farklı olarak. Sanki Oktay Rifat şiiri için de buna benzer bir şey söylenebilirmiş, söyleyebilirmişim gibi: “Bir şiirin çekildiği bütün tabiat” ya da “Doğanın çekildiği bütün şiirler”.
Dersimiz Oktay Rifat, konumuz doğa. Bu kalıbın ilk kısmı doğru da, konumuz kısmı sorunlu. Doğa konu olur mu? Konumuz şiir, belki olabilir. Aslında bu şiirin 'ne'liğini de baştan söylemiş olduk, bir 'çekilme' şiiri. Ama 'çekilme' de her yana çekilebilir bir sözcük, kavram, fiil, ve bir de duygu olduğundan, yazının bundan sonrasında şiirin neye, nereye çekilmiş olduğu üzerinde durabiliriz.
Oktay Rifat'ın şiirini düşünürken 70'lerde soldaki bir tartışmayı hatırladım, şehir gerillası mı kır gerillası mı? Yani, devrim şehirleri kuşatarak mı gerçekleşecek yoksa gerillalar kırdan mı başlatacak devrimi? Oktay Rifat'da ayrım bu kadar kesin ve sert miydi, hayır, ama giderek netleşecekti.
Orhan Koçak Kopuk Zincir'deki “Şiirin sesi ve eleştirisi” yazısında, Ahmet Oktay'ın, O. Rifat'la ilgili “Kente karşı kır” yazısına değinerek şöyle diyor: “A. Oktay, kentli aydındaki doğa sevgisinin ve hep ona eşlik eden seyredici ve edilgen tavrın kaynağında, 'sınıf çelişkilerinden arınmış gibi görünen kırsal yaşama duyulan özlem'in yattığını söylüyor.” (agy., s.57) Ve, 'herhalde' diyor 'bir sosyalist için 'kent' 'kır'dan daha önemlidir.”
Mahmut Temizyürek, 4. Uluslararası Eskişehir Şiir Buluşması için hazırladığı Oktay Rifat'ın Kuşu (11 Ekim 204) başlıklı 'risale'sinde modern şairin bir derdini de şöyle dile getirir: “Atomlarına kadar parçalanmış eski söz mirasını yeniden ama yepyeni bir biçimde terkip etmek; terkipleri tepetaklak edip yerleşik aklı şaşırtmak; bu ses, bu renk ve söz oyunundan doğan görüntüyle yeni bir bakış açısı kazan(dır)mak. Bütün bunları taze bir zevkle, dolayısıyla taze bir ahenkle yapmak, yazmak.”(agy., s.7) Oktay Rifat bu saptamada geçen hemen her şeyi eksiksiz yerine getirecektir, belki de şiir tasarımını doğayla bitiştirmek, iki anlamda bir 'sonuç' sağlayacaktır şaire: 'Tamamlanmış' bir şiir ve 'üst' (yüksek) bir şiir. Alıntı cümlesinden de şöyle bir sonuç çıkabilir: Buradaki her şey bir araya gelince bir tek şey oluyor, Oktay Rifat oluyor, şiiri oluyor. Çünkü o da doğayı yeniden terkip (ve şiir olarak tertip) eder gibidir.
Ayartıcı bir şiir değildir, özellikle Şiirler (1969) kitabından başlayarak. Garip olduğu ve Garip kaldığı, biraz geniş tutarak, tam 15 yıl diyebileceğimiz bir dönemde, söyleyişten kaynaklanan kimi 'gönülçelen' şiirlerden söz edilebilir. Garip (1941) kitabındaki şiirleri, Güzelleme (1945), Yaşayıp Ölmek, Aşk ve Avarelik Üstüne Şiirler (1946), Aşağı Yukarı (1952), Karga ile Tilki (1954) kitaplarını kapsayan ilk döneminde, Garip'in ironisinden, aşktan, avarelikten, gençlikten kaynaklanan kimi 'ayartıcı' şiirleri, dizeleri, söyleyişleri vardır.
Perçemli Sokak (1956) hakkında çok şey söylenmiştir. Gerektiği için. Bir bakıma da Garip Manifestosu sonrasında, onun üç şair tarafından yazıldığı ve öncülüğünü de Orhan Veli'nin yaptığı dikkate alınırsa, Perçemli Sokak'ın ünlü 'Önsöz'ünün de Oktay Rifat'ın ilk şahsi manifestosu olduğu da söylenebilir. Peki, yeterince etkili olmuş mudur? Hayır. Bu 'etki'(sizlik) diyelim, yalnızca 'Önsöz' için değil kitabın kendisi için de söz konusudur. Enis Batur'a göre de; “Anlam'a diklenme açısından kitabın şiirleri Oktay Rifat serüveninin yeni bir halkasından ibarettir.”(agy., s.16) Öte yandan, benim de paylaştığım şu görüş: “II. Yeni'nin çıkışında Oktay Rifat'ın kitabının bir öncülüğü olduğunu sanmıyorum.” Ama yazısında şunu da kayda geçer Enis Batur: Garip'de olsun İkinci Yeni'de olsun çok sözü edilen ve çoğu kere başka akımlar ve şairlerle karıştırılarak aynı ambalajda sunulan gerçeküstücülükle birebir ilişki de asıl olarak Perçemli Sokak'ta görünür. Bu açıdan öncü bir kitaptır ve 'canalıcı, deneysel bir yanı da var'dır Enis Batur'a göre.
Perçemli Sokak, hem bir ara dönemi hem de yeni bir dönemi imleyen bir kitap olarak duruyor Oktay Rifat'ın yolculuğunda. Bir 'girişim' olarak duruyor. 'Dönülmez akşamın ufku' gibi. Girişim Aşık Merdiveni (1958) ile sürüyor. Elleri Var Özgürlüğün (1966) ile ara dönem kapanırken, asıl Oktay Rifat Şiirler (1969) ile 'göğe bakma şairi' olarak belirmeye başlıyor. Yolun tam yarısında, 8. kitabında artık keşif yoluyla değil, adeta şiiri kazarak ilerlediği, bir tür 'doğa arkeolojisi' diyebileceğimiz bir çalışmayla, 'yerden göğe' bir şair olarak şiirin göğüne çekiliyor. Enis Batur Oktay Rifat'a Doğru kitabında yer alan “Nece: 'Yeni Şiirler'de atmosfer ve zaman hareketleri” başlıklı yazısında Şiirler'den 4 yıl sonra gelen Yeni Şiirler'i (1973) şu sözlerle selamlayacaktır: “Pek az şiir kitabı, Yeni Şiirler ölçüsünde, ufuk çizgisinin üstüne bakmıştır.”(agy., s.24)
Bir şair nereden sınava çekilir? Böyle sormuştum yukarıda. Galiba öncelikle diğer şairlerden ve şiirlerden. Enis Batur'un Oktay Rifat'a Doğru kitabından bahisle, kendi Oktay Rifat'ımı da anlatmak için başladığım bu yazı ne yazık ki burada bitiyor. Şimdilik diyorum. Galiba Oktay Rifat bir 'imtihan' olarak önümüzde görkemli yapıtıyla, şiir ve doğayı imliyorum bununla, duruyor. Batur'un çeşitli zamanlarda yazdığı Oktay Rifat yazılarını topladığı bu kitap, 25 yılda yazdığı 4 uzun yazıyı kapsıyor. 'Ufuk çizgisinin üstüne' bakan Oktay Rifat gökyüzünü okuyordu, biz 'yer'leşikler de bu 'gök'sel şairi okumaya elbette şiirlerinden, yazılarından, ve başta Enis Batur'un kitabı olmak üzere, Orhan Koçak ve Mahmut Temizyürek'in kitaplarından da başlayabiliriz.