Masalları elimizden erkekler aldı diye üzülmek, güya kadın dostu yeni versiyonlarıyla uğraşmak yerine onları yeniden yazmaktan daha zevkli ne olabilir ki...
06 Ağustos 2015 14:00
Bazı büyük animasyon şirketlerinin son yıllarda çektiği animasyon filmlerinde çok ama çok dikkat çekici bir değişiklik, bir yenilik göze çarpar. Bu animasyonlar hikâyeleri ve masalları şaşırtıcı biçimde kadının lehine çevirir, bir tür yapıbozumcu anlayışla masalları ters yüz eder, yeniden yazar, kurgular. Söz gelimi Rapunzel, kulesinde oturup kurtarıcısı erkek kahramanı beklemek yerine, sihirli saçlarını kullanıp kulesinden kaçan ve kendi yolunu arayan bir kahramana dönüşür. Ya da Cesur’da prenses olmayı reddeden genç prenses Merida’nın yine özgürce kendi yoluna gidişinin hikâyesi anlatılır. Ve hatta Shrek’in üçüncüsünde, Shrek prenses Fiona’yı kurtaran bir kahraman olmasaydı, ne olurdu, sorusu ortaya atılır ve sonuç harikadır, en azından Fiona için! Kahramanımız Shrek bir hiç olarak kalmıştır ama kendi başının çaresine bakan Fiona, güçlü, özgür bir savaşçı prensese dönüşmüştür. Ortada kadını kurtaran bir kahraman olmadığında, kadın eteğinde üç çocukla uğraşan dırdırcı bir eş değil, bir tür kahramana dönüşür mesajı verilir üsten üste. Altan alta ise verilen mesaj çok başkadır oysa. Sonu malumdur hikâyenin, Shrek yaptığı hatayı anlar ve o berbat domestik hayatının ne kadar kıymetli olduğunun farkındalığıyla kahramanlığı ele alır, işleri yine başa döndürür.
Cesur’daki Merida’nın sonu da Fiona’dan pek farklı değildir, annesinin onu toplumsal cinsiyet kurallarına göre şekillendirmek isteyişine başkaldıran prensesimizin gelip döndüğü yer yine annesinin etekleri olacaktır pişmanlıkla. Özgürlüğünün peşine düşmüş bir kadının özgürlüğü elde ettiği anda gideceği tek bir yer vardır, der bize hikâyemiz; elbette ki evi! Dediğim gibi, bu yapıbozumcu anlayış, bu dönüşüm dikkat çekicidir, düşündürücüdür. Ama eril dilin karanlığının içinde atılmış zayıf bir adım olarak kalır yine de. Ya da belki daha da zekice hazırlanmış, kadın dostu gibi görünen daha güçlü bir eril kurgu... Çünkü yakından baktığımızda, görürüz ki, kadınlar ya kahraman olmak için erkeksi özelliklerini göstermek durumundadırlar, ya da erkek Fatma oldukları, çıtkırıldım hanımefendi, prenses olmadıkları için kahraman mertebesine yükselmeyi hak ederler. Nihayetinde de derslerini alıp yuvalarına, kocalarına, annelerine, babalarına dönerler zaten.
Peki, nedir masalların kadınlarla derdi? Tersine çevrildiklerinde bile kadını ötelemeleri? Ama böylesine indirgemeci bir yaklaşımla devam etmememizi söyleyen bir ses vardır yine de içimizde. Her ne kadar günümüze kadar ulaşmış versiyonları kadın düşmanı gibi görünse de masalların erkekten çok kadınsı olduğunu biliriz. Ya da kadınların, tıpkı çocuklar ve hatta hayvanlar ve hatta ağaçlar gibi, masalın diliyle mırıldandıklarını içten içe hissederiz.
Ortada bir çelişki vardır evet. Bütün masallar, destanlar, efsaneler, fantastik ve olağanüstü hikâyeler bir yanıyla dişil dili diğer tüm metinlere kıyasla daha ağırlıklı kullanır, daha doğrusu dişilin diliyle konuşurken, diğer yandan kahramanın yolculuğu izleğini kullanarak erilin, ataerkinin ve günümüze gelindiğinde de kapitalizmin yeniden üretimine katkıda bulunurlar. Ortada sorunlu bir nokta daha vardır üstelik, günümüz yetişkinleri masalları fazla vahşi, fazla cinsel buldukları için çocuklarını masallardan, kaçış duygusu yarattığı için ergenlik çağındakileri de fantastik metinlerden uzak tutmaya çalışırlar çoğunlukla. Kırmızı başlıklı kızın anneannesini bir bütün olarak yutan kurdu düşünün! Kırmızı başlıklı kızın bulduğu çare de en az o kadar vahşidir; kurdun karnını taşla doldurarak onu acılar içinde öldürmek! Prensesleri kaçırıp onların içine giren iblislerle, çocukları yiyen cadılarla, erkek kahramanları mahveden şehvet düşkünü kötü kadınlarla, yaşayan ölülerle doludur masallar. Bizi dehşete düşüren tüm olguları onlara anlatılan aynı vahşi iştahla özümser oysa ki çocuklar. Yetişkinlerin rüyalarında görüp bastırdıkları hemen her şey masalların içeriğini sonsuz bir açıklıkla oluşturur. Sonuçta bütün bunlardan kaçmak bir tür bireysel felakete yol açar elbette. Çünkü masallardan, onların vahşetinden kaçınmanın aslında yolu yoktur.
Carl Gustav Jung ve onun düşüncesinin peşinden giden psikanalistlerin masallara ve rüyalara ne kadar düşkün olduğu malumdur. Ve bu düşkünlük içinde masalları ne kadar farklı yorumladıkları da öyle. Jung’a göre kadın ve erkek yoktur masallarda, insanın içindeki dişil ve eril ruha dair bilinçdışından gelen hikâyeleştirilmiş uyarılar vardır. Söz gelimi bir prensesin peşine düşen erkek kahraman, eril düzen içinde, toplumsal cinsiyetin ona dayattığı erkeklik yüzünden kaybettiği dişil ruhunu aramaktadır aslında. Masallar kadını bastıran erkeği, erki yücelten olağanüstü hikâyeler değildir. Tam aksine toplumsal cinsiyet rolleri yüzünden sıkışıp kalmış insan ruhunun yol göstericisidir, gizli anlam üreticisidir. Çünkü modern psikiyatrinin kurucusu için, insanın içindeki eril ve dişil ruh bir noktada eşitlenmezse ruhsal sağlığın gerçekleşmesi mümkün olmaz. Toplumun, toplumun baskıcı kurallarının dayatmalarıyla, bastırılmayla bozulan dengeyi arar insan ruhu ve bu arayışta en büyük yardımcısı toplumların bilinçdışından akıp gelen hikâyeler, masallar olur. Masalları ve olağanüstü hikâyeleri küçümseyen, alt edebi kategoride gören, fazla çocuksu, fazla kadınsı bulan ve hatta reddeden rasyonel akıl ve aydınlanma, insan ruhuna bu anlamda büyük bir zarar vermiştir. “İyi ya da kötü insanüstü tüm şeyler, bir abartıymışlar gibi ‘mantıklı’ boyutlara çekildiğinde, sanki her şey yoluna girmiş gibi görünür. Ama geçmişin ortak kanaatleri gerçekten de birer abartı mıydı yalnızca? Eğer abartı değildiyseler, insan ruhunun bütünleşmesi şu anlama gelir: İnsan ruhunun demonize edilmesiyle, yani eskiden doğada olan insanüstü ruhsal güçlerin insana yansıtılmasıyla, insanın eline, insan olmanın sınırlarını son derece tehlikeli bir belirsizliğe taşıyan bir güç verilmiştir.”
Ve Jung sorar: Rasyonalist indirgemeciliğin ekseninde elde edilen tüm kültürel başarılarla ne elde edilmiştir? “ İnsan hiçbir korkudan kurtulamadı, dünyanın üzerine karanlık bir kabus gibi çöktü. (…) Evet bu ruh, kendi kendiyle yüz yüze gelmemek için her şeyi yapıyor.” Jung’un izinden gidersek, iyilikle kötülüğün birbirinden ayrılmasının bize getirdiği felaketlerin başında, kötünün, ötekiliğin kadına yüklenmesi olduğunu fark ederiz.
Ama burada bir parantez açmamız da şarttır. Masallar, sözlü kültürün bu ürünleri aynı kalmaz, durduğu yerde durmazlar. Geçmişten günümüze gelene kadar eklemeler ve çıkarmalarla biraz daha kadın düşmanı haline gelmiş, dişil ruha dair gizli anlamı iyiden iyiye perdelenmiş, kaba bir cinsiyetçiliğe bulanmışlardır. Bunda en büyük etkenlerden biri de erkeğin kadından, kadın cinselliğinden olduğu kadar, kendi içindeki dişiden, dişil ruhtan da delice korkmasıdır. Kadınsılaşma endişesi üstelik sadece masallara değil, modern edebiyatın kendisine de damgasını vurmuş, erkek yazarların zayıf, arzularına boyun eğen, şehvet düşkünü kadın (kahramanlar demeyeyim) karakterler yaratmasına yol açmıştır.
Masallar ve kadınlar denince masalların psikanalitik okumasını yapan Clarissa P. Estés’nin efsane çalışması Kurtlarla Koşan Kadınlar’a değinmeden geçmek olmaz. Estés de tıpkı izinden gittiği Jung gibi masalların eril ve dişil ruh dengesi üzerine oturduğu düşüncesindedir. Ve ruh bütünlüğünün yolu bu dengeyi kurabilmekten geçiyorsa eğer, baş yardımcımızın masallar olduğunu gösterir. Daha doğrusu masallarda unutulmuş, unutturulmuş, gölgede kalmış anlamların izinden gitmelidir. Estés masalların doğal anlamlarının günümüze gelene kadar bozulduğunu, bu hikâyelerin bugün olduğu gibi kadın düşmanı değil, özünde kadın yardımcısı olduğu görüşünü savunur. “Kimi zaman çeşitli kültürel eklemeler öykülerin iskeletini bozar. Örneğin Grimm Kardeşler’i ele aldığımızda o zamanın bilge kişilerinin bazen bu dindar biraderlerin hatıra öykülerini ‘saflaştırdıkları” yönünde kuvvetli şüphelerle karşılaşırız. Zamanın seyri içinde eski pagan simgeler Hristiyan olanlarla kaplanmış, öyle ki, bir masaldaki yaşlı şifacı kötü bir cadı haline gelmiş, bir hayalet meleğe dönüşmüş, bir erginlenme maskesi bir mendil olmuş, cinsel öğeler atılmıştır. Yardımcı yaratıklar ve hayvanlar çoğu kez ifrit ve cinlerle yer değiştirmiştir. Kadınlara, cinsellik, sevgi, para, evlilik, doğurma, ölüm ve dönüşüm üzerine dersler veren kim bilir kaç masal bu şekilde yitirilmiştir.” Ömrünü arketipsel örüntüleri, mitleri, masalları ve folkloru incelemeye adamış Estés’ye göre bugün var olan peri masalları ve mitlerin en eski derlemelerine baktığımızda müstehcenlik, cinsellik, sapkınlık, kadınsılık, erginlenme, tanrıçalar, çeşitli psikolojik sıkıntılar için ilaçlar gibi konulardan arındırılıp temizlendiğini görürüz. Öykülerin özgün çekirdeği, tek tanrılı dinlerin, savaşların ve devamında gelen aydınlanmanın etkisiyle örtülmüş, değiştirilmiş, yol gösterici özelliği kaybolmuştur. Bu kaybolan özü bulmak kadınlar için hayatidir. Bulmak için Estés’nin önerdiği yol masallara kadın düşmanı diye sırt çevirmek, kendimizi olağanüstünden ayrıştırmak değil, onlara yakından, daha yakından bakmaktır. Yazan kadınların ise bulduğu başka bir yol daha vardır ama: Önce gotik şimdi ise mitpunk adı verilen çeşitli edebiyat türleri icat ederek toplumsal cinsiyetin bastırdığı ne varsa yeniden ortaya çıkarmak, kendi mitlerini ve masallarını yaratmak.
Bu hem masalların yapısına hem de böylesine tahrip edilip erilleşmesine duyulan tepkiden kaynaklanır. Masallarda yapı inanca dayalıdır, büyü de anlatıda kendi başına yer alır. Okur, metnin ortaya koyduğu verileri olduğu gibi kabul eder. Modern fantezilerde ve özellikle mitpunk adı verilen yeni türde mümkün ile imkânsız arasındaki fark silinir masallardan farklı olarak. İmkânsızın kendisi kurulur. Üstelik alegorik ve folklorik uzlaşı içinde olmaya da meydan okunur. Böylelikle kültürün, siyasetin, dinin dayatmalarına karşı bir duruş sergileme imkânı da bulunur. Kuralları artık hemen hemen tamamen erkekler tarafından koyulmuş, eril düzene hizmet eden ve içinde olağanüstünün şaşırtıcılığı kalmamış masallara karşı, onun içinden çıkan muhalif, etkileyici, sarsıcı bir yeniden duruşun temelleri atılmaktadır bu metinler aracılığıyla. Modern fantezi ikiye ayrılmaya başlamıştır geldiğimiz noktada, eril epik fantezinin karşısında tüm kalıpları kıran, adına mitpunk ya da ne derseniz deyin daha dişil bir anlatı inşa eden başka bir fantezi-masal. Hem masalları elimizden erkekler aldı diye üzülmek, güya kadın dostu yeni versiyonlarıyla uğraşmak yerine onları yeniden yazmaktan daha zevkli ne olabilir ki!