Acımasızlığın çarkında ezilen insanlar, özellikle Aysel gibi Döndü gibi kadınlar; nesnel gerçeklikte daha sonra çıkıp topluma dâhil olan ve adını “köşe dönücü” koyduklarımız
19 Mart 2019 09:00
Bildiğim kadarıyla Yenişehir’de Bir ÖğleVakti’nde[1]ayna iki kez geçiyor.[2]Birinde şu ünlü kavağın yıkıldığı günün, “serüven günü”nün salı olduğunu öğreniyoruz: “... Sandviçini yerken karşısındaki aynadan yüzünü, yeni aldığı kaşlarını inceledi Şükran. (...) ‘Yarın Çarşamba, boşum.’ Yarın Günseli’lerde ağda yapacaklardı.”[3]Öteki de Olcay’ın evden çıkarken aynaya bakması:
“Olcay sokak kapısını usulca örttü. Çıkmadan antredeki boy aynasına göz atmayı unutmamıştı.”[4]
Şükran’ın aynaya bakması, karşısındaki ayna onun istemsiz belleğini açtırmıştı. Romandaki bu satırlar, Oktay Akbal’ın “Berber Aynası” adlı hikâyesini çağrıştırıyor: Orta yaşlarında olduğunu sandığımız anlatıcı (erkek) berberde, tıraş olurken ayna karşısında, ayna’nın “etki”siyle geçmişine gider, yaşamın anlamına ilişkin –hızlıca– bir sorgulama da yapar; gerçeklik ile anlatıcının kendi gerçekliği yine hikâye sınırları içinde iç içe girer ve aynanın (ya da anıların) içinde bir düş durumu da ortaya çıkar!
Ayna için neler söyleyebiliriz. Daha önceki iki yazımda da Yenişehir’de Bir ÖğleVakti’nin “birim zaman” sorununa odaklanmaya çalışmıştım kalemimin döndüğünce. Bu anlamda da, ilk yazımda şöyle yazdım:
Aynaya bakmak aslında bir öteki zamandır; aynaya baktığımız an geçmiş, bir sonraki an gelmiştir, öte yandan ayna, maddî yapısındaki sır ile bir yansıtma nesnesi ama bir metafor olarak düşünürsek saklama kutusu yâni bellektir, dolayısıyla geçmiş zamandır. Ayna bazen de geleceğe ilişkin bir motiftir, bu da sanırım, romanın kısacık da olsa ikinci ayna sahnesinde vardır; Olcay’ın evden çıkarken aynaya bakışında…
Ayna’nın bellek ile ilişkisinden (Şükran’ın eyleminde vardı) ve zamana ilişkin metaforik anlamından çok, son cümledeki Olcay’ın aynaya bakışını bir soru olarak yöneltmiştim. Ancak bu bakış ile Ali’nin eylemini “birleştirerek”:
Peki, Kavak yıkılmadan önce Ali’nin karşı kaldırıma geçmeyi başarıp Olcay’ın yanına gidebilmesi ile Olcay’ın, dışarı çıkarken, ki Ali’yi görecektir, antredeki boy aynasına göz atmayı unutmaması, sizce neyi göstermektedir?
Yukarıda, Olcay’ın aynaya bakışıyla ilgili alıntıladığım paragraf, romanda “Olcay Bacaklarını Deniyor” başlıklı bölümün sonuydu. Pekâlâ “Olcay sokak kapısını usulca örttü” diye de bitebilirdi. İlk yazımda da belirttiğim gibi Olcay’ın bu eylemi, aynaya bakışı sıradan, günlük bir eylemdir. Üniversiteli genç bir kız evden çıkarken aynaya bakmaz mı? Aslında ayna antrede, çıkarken aynaya bakmak çok doğal bir eylem. Bilinçli de olmayabilir, bir refleks hâline de gelmiştir; her çıkışın, günlük sıradan eylemi. Saçına başına bakar insan, paltosuna, mantosuna, üstüne başına falan bakar.
Benzer bir ayna bizim baba evinde de vardı. Holde, tam kapının yanında duran portmanto diye tanımlanan ahşap mobilyaya monte edilmiş, onun bir parçasıydı (boy aynası benzeri). En altta ayakkabıların durduğu kapaklı bir bölüm; aynanın yanında da paltoların, pardösülerin vb asıldığı küçük yuvarlak çıkıntılar; en üst bölümünde de şapkaların konduğu çubuklu raf vardı. Altmışların tarzı olmalı. Evden çıkarken, saçıma başıma bakar, sanırım bazı “yaş dönümleri”nde bu süre uzun sürer, ev halkından birinin dikkatini de doğal olarak çeker, dalgasını geçerdi. Ancak benden çok daha uzun süre kalan arkadaşlarım da vardı hani...
Yine romandan anımsanacağı gibi, Ali karşıya, Olcay’ın yanına geçebilmiştir. Özsuyu gitmiş, kurumuş kavağın sallanma, yıkılma sürecinde roman karakterlerinin “karşıya geçme” eylemi, itfaiyenin, polisin önlemi dolayısıyla bir “mücadele” istemektedir. Kavağın devrilişi gibi bu eylemin, bu mücadelenin de simgesel karşılıklarını, göndermelerini düşünebiliriz pekâlâ. Dolayısıyla Ali, karşıya geçebilmiştir. Aysel’in gözünden baktığımızda da Doğan yoktur. Doğan bu “mücadele”yi kazanamamış mıdır yoksa hiç girişmemiş midir, belli değil. Çünkü Aysel, Ali’ye odaklanmış; anlatıcı o açıdan görüyor, aktarıyor. Doğan’ın karşıya geçmediğini hissediyoruz yalnızca. Bu noktada bu çok da önemli değil. Özcesi Ali’nin karşıya geçip, yağmurda ıslanmaması için Olcay’ı kolundan tutup Piknik’e doğru götürdüğünü okumuş oluyoruz.
Yine bir başka kitap, metin, değerlendirme akla geliyor; ancak bu “akla geliş” romanın yakın zamanda okunuşunda. Selim İleri kitabında, ele aldığım konuyla ilgi kurabileceğimiz bir anıyı şöyle aktarıyor:
“Yenişehir’de Bir Öğle Vaktiyayınlandığında, Ankara’da –adını unutmuşum– mavi kadife koltuklu bir pastanede oturmuştuk, Sevgi Soysal’la. Romanı çok sevdiğimi, ama art arda patlak veren ‘olumsuzlamalar’dan biraz ürktüğümü söylemiştim. O yılların genel yaklaşımı meçhul umutlar üzerineydi.
“ ‘Ali’ye biraz iltimas geçtim, kıyamadım. Keşke yapmasaydım’ demişti. Yaralayıcı, öldürücü şeylerin değişebilmesi için ‘dibe vurmak’ gerektiğine inanıyordu; ‘... hiç değilse yazıda çizide...’ ”[5]
Yenişehir’de Bir Öğle Vakti, topluma (Ankara’nın merkezi) tutulan bir ayna. Acımasızlığın çarkında ezilen insanlar, özellikle Aysel gibi Döndü gibi kadınlar; nesnel gerçeklikte daha sonra çıkıp topluma dâhil olan ve adını “köşe dönücü” koyduklarımız, sınıf atlamak için çırpınanlar, özenticiler, kötülüklerini gizleyenler, otorite tutkunu ama demokrasiyi yalnızca kendine sayanlar, çâresizler, dünyadan (bilgi) habersizler öte yandan geleceğe ilişkin umutları olanlar (ama az) vb vb. Bu aynanın gösterdikleri, toplumun eleştirisi de oluveriyor. İleri’nin altını çizdiği. Doğal olarak, yazarın bağlam ile, yaşadıkları ile kurduğu ilişki, onlardan yapılan dönüştürmeler de romanda yer alıyor. Tabiî yazarın, kendi romanıyla ilgili açıklamaları da okunmalı.[6]
Olcay’ın evden çıkarken aynaya bakmasına dönecek olursak, Sevgi Soysal “boy aynasına göz atmayı unutmamıştı” diyor. Kuşkusuz bunu anlatıcıaktarıyor ama sözcüğü Soysalseçiyor! “Göz attı”, “baktı” demiyor, “unutmamıştı” diyor. Buradan “bir yer”lere gitmemiz gerekiyor gibi geliyor bana; ancak bir kez daha belirteyim, Ali’nin “mücadele”yi kazanması ile birlikte. Çünkü Ali’nin eylemini tek başına alırsak, onunkini de, o sırada yüzlerce insanın amacıyla benzer değerlendirebiliriz!
Olcay yemek de yemeden, dolayısıyla annesine (otorite) bir tür başkaldırıyla evden çıkmıştı. Ayrıca annesiyle tartışmış, onun değerleriyle inceden alay etmiş, eleştirmişti. Olcay, Parti’ye gidiyordu ve göz altında olan Ali’nin serbest bırakıldığını ve oraya geleceğini de biliyordu. Özcesi Ali’yi görecekti. Bu unutmamak eylemi, aynaya sıradan günlük bir bakış değil; ister bilinçli ister bilinçdışı olsun, bu bakış Ali için. Aynaya ilişkin bu eylem, bu betimleme olmasa da olurdu; roman değerinden en küçük bir şey yitirmezdi; ancak, bence “unutmamış” oluşu, bizi Ali’ye götürecektir.
Olcay kısa bir süre sonra Ali ile buluşacaktır. Aslında Parti’de görmeyi bekliyordu ama Ali’nin karşıya geçme mücadelesiyle daha önce karşılaşmış olur/olurlar. Bu iki eylem, aynaya bakmayı unutmamak ile karşıya geçme mücadelesini kazanmak birleşince, bence romanda “gizlenmiş” bir anlam ortaya çıkıyor. Sonrasının ne olacağını bilemeyiz doğal olarak; yine de daha önce ayrılan –ilişkiyi zamana bırakma da diyebiliriz– farklı sınıflardan bu iki gencin tekrar “birleşeceğine” ilişkin bir ipucu, bir işâret dolayısıyla da bir olumlama ve bunun açtığı bir kapı var: umut...
[1]Sevgi Soysal, Bilgi yay., 8. basım, 1996; İletişim yay., 17. basım, 2018.
[2]Bkz. önceki iki yazım: “Kavak, Ayna, Cop ve ‘Birim Zaman’”; “Ali’nin Babası Ne Zaman, Kaç Metre Koşmuş?”, k24.com.
[3]Bilgi yay, 1996, s.19.
[4]A.g.y.,s.132.
[5]Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu, Everest yay., 2015, s. 575/6.
[6]Bu romanla ilgili SevgiSoysal ile yapılan röportajlar, bkz. Tekliğin Türküsü, der. İpek Şahbenderoğlu-Funda Soysal, İletişim yay., 2018.