Kara Plak Yayınları'nın kurucuları Betül Kadıoğlu ve Koray Löker ile bir araya gelerek müzikli kitaplar üzerine bir sohbet gerçekleştirdik
03 Mayıs 2018 14:37
Kara Plak Yayınları’nın kurulmasına gelene kadar neler yapıyordunuz? Betül ve Koray'ın, bir yayınevi kursak ve müzikli kitaplar çıkarsak demeden önce hayatı nasıldı?
Betül Kadıoğlu: Önce ben başlayayım dilerseniz çünkü "Betül ne yapıyordu" sorusunun cevabı daha kolay. Ben editör ve çevirmen olarak birçok yayınevinde çalıştım uzun yıllar. Bu yüzden benim için çok şaşırtıcı bir seçim olmadı. Müzik kitapları yayınlamak da birtakım tesadüfler sonucu oldu aslında. Karşımıza çok güzel kitaplar çıktı, bunlar Türkçede olsa ne güzel olur dedik ve bunu finanse edebilecek bir fırsat doğdu. Biz de iyi kötü biliyoruz yayıncılığı biz mi denesek, dedik ve Kara Plak Yayınları doğdu.
Koray Löker: Benim Betül kadar köklü bir yayıncılık deneyimim yok aslında. Express dergisine çok özenip Ankara'da üniversite yıllarımda dergi çıkarmıştık mesela arkadaşlarla beraber. Oradan biraz matbaa, editörlük gibi şeyleri bildiğimi tahmin ediyordum. Çok bildiğim gibi değilmiş tabii, yayıneviyle birlikte anladım. Ama bir şekilde hep bilgisayarla ilgili bir şeyler yaparak hayatımı kazanagelmiştim. Bu süreçte kendimi İletişim Yayınları’nda buldum ben de. E-kitap üretimiyle ilgili bir çalışma yaptık orada. Bildiğim işle heves ettiğim iş böylece kesişmiş oldu. Üç sene orada çalışırken ufak ufak editörlük de yapmaya başlamıştım. Derken Betül’ün de dediği gibi bir fırsat çıktı ve neden olmasın dedik. Hatta ilham kaynağı kitaplarımızdan birisi de Cohen’in biyografisi I Am Your Man'di. Derken aslında şu kitap da var, bunu da yayınlasak ne güzel olur derken bugüne kadar yayınladığımız kitaplar peş peşe aklımıza düştü ve yayınlandı.
Peki sizi müziğe yönlendiren neydi? Aklınızdan geçen kitaplar neden yemek ya da seyahat kitapları, ressam biyografileri gibi başlıklar değil de müzik oldu? Nereden geliyor müzikle olan bu özel bağınız?
B.K.: Aslında sadece, iyi demeyeceğim insanın kendisi için böyle bir şeyi söylemesi zor ama, dinleyici olmaktan. Hem müziğe hem de çevresinde şekillenen kültüre ilgili olmaktan…
K.L: Müzik kitaplarını okumayı hep sevdik, galiba bu da bir sebep. Kara Plak Yayınları ortaya çıkmadan önce de evdeki kitaplıkta bir müzik kitapları bölümümüz vardı. "Diğer başlıklardan biri de olabilir miydi acaba" diye kendime dönüp soruyorum bazen ama onlar olmazmış çünkü onlarla ilgili müzikte olduğu gibi somutlaşmış bir birikimimiz yokmuş geriye bakınca.
B.K.: Bir çerçeve çizmek işimizi de çok kolaylaştırdı aslında. Sonradan edebiyata da gireriz, başka araştırmaları da yayınlarız gibi bir isteğimiz yok. Çerçeveyi çizdik ve onun içinde hareket ediyoruz. Ki biz bu çerçeveyi çizdikten sonra şunu görmeye başladık, evet müzik kitapları çıkaran yayınevleri var, başka işlerinin yanında bunu yapanlar da var ama biz bir taraftan bu alanda yeni işler, telif eserler de üretilsin istiyoruz. Bu ihtiyaç da bizi müziğe iten sebeplerden biriydi.
Müzik odaklı telif eserlerle ilgili boşluktan bahsetmişken, en son 2016 yılında Batu Akyol’un söyleşilerden oluşan Caz Çok Zor kitabı çıktı Kara Plak Yayınları’ndan. Buna rağmen ağırlıklı olarak çeviri kitaplar yayınladınız. Türkiye’deki müzik dünyasının içinden isimlerin yer alacağı projeleriniz olacak mı önümüzdeki dönemlerde? Daha önceki söyleşilerinizden birinde bir Erkan Oğur kitabından söz ediyorsunuz örneğin, ne aşamada devam ediyor mu bu proje?
B.K.: Yazarının söylediğine göre devam ediyor. (gülüyor)
Evet, bir de öyle bir durum var değil mi! Yazardan bekleme süreci…
K.L.: Maalesef. Türkiye’de sektör öyle küçük ki, yazarın maddi olarak sadece bu işe angaje olmasını sağlamak da mümkün olmuyor. Yazara oturup üç ay bu kitap üzerine çalış desek, peki ben o üç ay neyle geçineceğim dese, benim ödediğim telifle olamayacağı kesin. Bu yüzden Türkiye’de bu tür eserler hep bir ihtirasla, bir adanmışlıkla çıkıyor gibi geliyor bana. Dolayısıyla insanlar vakit ayırabildiği ölçüde şekilleniyor kitaplar. Bir sürü insanla konuştuk aslında. Bitmeye yakın olan telif eserler de var tabii.
Neler var bitmeye yakın?
B.K.: Bir söyleşi kitabı var. Deniz Koloğlu, kadın müzisyenlerle söyleşilerini tamamlamak üzere. Sonbaharda piyasada olmasını umduğumuz bir kitap bu. Türkiyeli, yörüklerden punk’lara kadar kendi sözlerini yazan, müziklerini yapan kadın sanatçıların yer aldığı bir kitap olacak bu.
Bir taraftan da, müzik kitapları konusunda, Avrupa ya da Amerika ile kıyaslandığında bu alanda Türkiye'de hem daha az üretim yapılıyor hem de müzik kitapları daha az ilgi çekiyor gibi geliyor bana. Özellikle Türkiye'den "müzik efsanesi" diyebileceğimiz isimlerle ilgili iyi biyografiler pek okumuyoruz sanki. İşin daha içinden birileri olarak siz ne dersiniz, yanılıyor muyum?
B.K.: Tek tük var aslında. Geriye dönüp bakınca bizde de çok eski bir müzik yayıncılığı var aslında. Stüdyo İmge var, Çalıntı vardı, dergicilik bir dönem çok büyük emekle ve ciddiyetle yapılan bir işti. O çıkan kitapların hiçbiri şu an yok mesela piyasada, tükenmiş durumda. Bir okuru da var yani bu kitapların. Belki Pan Kitap gibi biraz daha ısrarlı olup o kitapları piyasada tutmak, kitapçılarda müzik kitapları rafı da olsun, belki şiir kitapları kadar olmasa da tek bir rafta müzik kitaplarını görme imkânı da olsun diye ısrarcı olmak lazım. Bir sürü biyografi çıktı mesela son zamanlarda büyük yayınevlerinden. Yine çoğu çeviri kitap tabii ki. Çeviriler arttıkça yerli üretim de artacak diye bakmak gerekiyor belki de.
K.L.: Belki sadece müzikle sınırlı da düşünmemek gerek bunu. Cumhuriyet döneminin en önemli tiyatrocularının biyografileri var mı deseniz, o da yok mesela. Ya da çok büyük 10 mimarımızın hayatını okuyabileceğimiz bir kaynak var mı deseniz, o da yok. Bu biraz bizim toplumca neyi kitaplaştırmaya değer bulduğumuzla da ilgili galiba. Bunun yansıması da müzik üzerine daha az kişinin çalışmış olmasıyla sonuçlanmış diyebiliriz. Bir de şu var, yemek kitapları kendine kitapçılarda bir yer buluyor mesela. Kocaman bir raf yemek kitaplarına ayrılıyor. Düşününce oraya metod kitapları rafı ekleseniz, o kadar olmasa da çok sayıda kitap olduğunu görürsünüz. Ama yayınevi onu o kadar küçük bir kitleye hitap edecek şekilde hazırlıyor ki onun da kendine yer bulması mümkün olmuyor.
Bu kadar küçük mü müzik kitaplarının kitlesi? Sadece bu türden bir üretim yaptığınız için sormak istiyorum özellikle, belli başlı bir "müzik kitapları okuru" var mı bizde?
B.K.: Açıkçası yayıncılığa başladığımızda, fark etmediğimiz bir şey fark ettik biz de bu süreçte. O potansiyel aslında çok küçük değil çok büyük de değil ama potansiyel okurların bir kısmı okur değil, bir kısmı da İngilizce okuyabildiği için ya da interneti, dergileri takip ettiği için alıp kitabı okuma ihtiyacı duymuyor. Cohen’le ilgili bir sürü şeyi ben zaten biliyorum, ya da öğrenmem çok kolay, makaleler okurum internetten diyerek biyografisini tercih etmeyebiliyor insanlar her ne kadar sanatçının büyük hayranı olsa da.
Peki, kitaplar üzerinden gidersek. Leonard Cohen ve Bob Dylan biyografilerini ele alalım örneğin. Siz elbette bu kitapları yayınlamaya değer gördüğünüzden bu kitaplarda internette olmayan neler olduğunu biliyorsunuz. “Ne gerek var” diyen okur ne bulacak peki bu kitaplarda biraz bahseder misiniz?
K.L.: Bob Dylan’da en önemli fark onun hakkında yazılmış bir şeyi değil Dylan’ın kendisini okumak. Onun yazdığı kitapları basıyoruz. Başlangıçta anılarını yayınladık, şimdi romanı da geliyor. Nev-i şahsına münhasır, okumaya değer bir yazar diye görüyoruz biz Dylan’ı. Şarkıcı ya da söz yazarı olarak tanımasaydık da yazdıklarını sevebileceğimiz bir isim. Bir de bununla birlikte bize bir dönemin arka planını sunmuş oluyor. Bob Dylan da David Bowie gibi hayatı boyunca kılık değiştiren yazarlardan mesela. Bir sürü personası var. Bu kimlikler arasında neden bu kadar çok yolculuk etmiş bunu görüyoruz bir kere anılarında. Şöhretle sorunları var örneğin. Bulunduğu pozisyondan uzaklaşmanın tek yolunu hayal kırıklığı yaratmak olarak görmüş. “Beni çok sofu bir Yahudi sandıklarında bütün hayranlarım uzaklaşır, ben de kafamı dinlerim” diyerek ağlama duvarında fotoğraf çektirip bunu gazetelere kendisi servis etmiş. Bunun dökümünü kendi kaleminden okumak keyifli. Tabii ki yüzde yüz güvenilir bir şeyden bahsetmiyoruz burada, hele de söz konusu Bob Dylan olunca ama onun söylediği bu.
Diğer biyografilerde ise, Cohen ya da Beatles biyografisinde ciddi bir gazetecilik mesaisi söz konusu. Yıllara yayılmış çalışmalar bunlar. Sadece bir makalede karşınıza çıkacak bir anekdot ya da spot olabilecek şık bir bilgi değil, olayların birbiriyle bağlantısına da kendinizi kaptırmanızı sağlayacak kitaplar bunlar. Buna kendinizi kaptırmanın bambaşka bir zevki var gibi geliyor bana. Malum kitaplarımız ince de değil, birkaç haftanızı bu konuya ayırmış oluyorsunuz bu sayede.
B.K.: Ben de internette çok yazı okuyorum aslında ama kitap okumak bambaşka bir dil zevki, edebî bir zevk de veriyor. İnternetten okuduğum makalede geçen şarkıları açsam iki şarkı bile bitmeden yazılar bitmiş oluyor. Oysa Beatles kitabını okurken bütün albümleri baştan sona iki kez döndürecek kadar vaktiniz oluyor.
Okurken dinlemek demişken, bir Spotify hesabı da var Kara Plak Yayınları’nın.
K.L.: Sormayın, var da o çok geç aklımıza geldi. (gülüyor)
B.K.: Evet, mesela öyle Siren Yayınları gibi çok aktif kullanmıyoruz.
K.L.: Dylan’ı çeviren arkadaşımız, “ben bunu çevireceksem buradaki şarkıları da not alayım” diye düşünmüştü. Biz de bunun üzerine kitapta yer alan bütün şarkıları listeledik. Liste hazırdı, ayrı bir süreçte de kitap baskıya hazırlanıyordu. Kitap yayınlandıktan sonra fark ettik ki listeyi çıkardık ama kitapta falan bu listeden bahsetmiyoruz. Arka kapakta link, adres vs. vermek aklımıza gelmemiş. Spotify, YouTube gibi kanalları daha çok kullanabilmeyi istiyoruz tabii ki. Eğlenceli de bir taraftan.
Şu kitabın Türkçesini yayınlamalısınız diye baskılar oluyor mu merak ediyorum?
B.K.: En çok Pink Floyd ve Led Zepplin yayınlamamız konusunda mesaj alıyoruz. Ki Türkçede Pink Floyd içeriği bulmak zor değil, yayınlanan kitaplar oldu. Daha sıra bekleyen kimler var oysa.
Buradan ajandanızın biraz da “bu kitabı çok sevdik, bu müzisyene bayılıyoruz, burada kıymetli bir araştırma var” gibi şekillendiğini görüyorum. Yayınlamamayı tercih ettiğiniz kitaplar oluyor mu?
K.L.: Ben bir keresinde politik veto hakkımı kullandım. Bir Metallica biyografisi geldi yurt dışındaki ajansından, bununla ilgilenir misiniz, diye. Ben de o sırada yine internette James Hetfield’in, Lars Ulrich’in klasik Amerikan sağcı söylemlerine denk gelip duruyordum. “Guantanamo’da Metallica işkence aracı olarak kullanılıyor” haberlerine “memleketimize hizmet etmek ne güzel” gibi yorumlar yaptıklarını görüyordum. Bunu da dâhil eden ciddi bir kritik varsa kitabın içinde yayınlamayı düşünürdük belki ama yine de önceliğimiz olmazdı açıkçası. Böyle bir tercih şansımızın olması büyük lüks tabii ki. Muhtemelen yayınevinde çalışan birçok insan yayınevine böyle bir görüş katkısında bulunmayı istiyor, bazısına bu şans veriliyor ama çoğuna verilmediğini biliyoruz. Bizimki bu yüzden o amatör heves, hobi duygusunu hiç kaybetmediğimiz bir alan oluyor.
B.K.: Geçimimizi yüzde yüz yayınevi üzerinden sağlamadığımız bir düzen kurduk. Başka işlerde de çalışıyoruz. O yüzden de biz bu kitabı yayınlamak istemiyoruz deme lüksümüz oluyor.
K.L.: Evet, başlangıçta sadece yayınevinden elde edeceğimiz kazançla geçinebilir miyiz dedik ama olmadı.
Bu sizin için olmasa da Kara Plak okuru için iyi bir haber sayılabilir. En azından geçim kaygısıyla hareket etmek zorunda kalmayacağınızı biliyoruz.
K.L.: Evet, devamlılığın önemine inanıyoruz biz de zaten. Bu düzen bize bu imkânı sağlayacak gibi görünüyor.
Biraz da müzik kitapları yayınlamanın zorluklarından bahsedersek. Yemek kitabı alan insan sayısı müzik kitabı alanlardan çok mu fazla? Neden en bilindik kitapçılarda müzik kitapları rafı görmüyoruz?
B.K.: Bizim alanımızda şöyle bir şey oluyor, bu kitap blues tarihini anlatıyor dediğinizde, “ya ben blues sevmiyorum ki” diyerek çekilebiliyor insanlar; "ben yabancı müzik bile dinlemiyorum Beatles’tan bana ne." Bir yandan haklılar ama bir yandan da öyle değil. 60’larda Avrupa’da, Amerika’da hayat nasıldı bunu görebilirsin bu kitaplarda. Herhangi bir araştırma kitabını okuduğun gözle okuduğunda aradıklarını Cohen biyografisinde de bulabilirsin.
K.L.: Zaten edebiyat dışı kategorinin -kişisel gelişim kitabı değilse- Türkiye’de okur kitlesi kurgu kitaplara göre daha az. Edebiyat dışı kitaplar yayınlayan birçok yayınevi bugün ayaktaysa bunu önemli özverilerle başardıklarını biliyoruz.
O zaman “ben yabancı müzik sevmiyorum”cular için bir soru sorayım. Türkçe müzikle ilgili, mesela türkülerle ilgili bir projeniz var mı?
K.L.: Bir fikrimiz vardı aslında ama henüz tamamlanamadı. Bülent Somay’ın Şarkı Okuma Kitabı vardır Metis Yayınları’ndan çıkan. Şair Mehmet Said Aydın’ın Açık Radyo’daki programını dinlerken "Kürtçe müzikleri daha iyi anlayabileceğim bir kitap olsaydı" diye düşünmüştüm. Tanıştığımızda bunu kendisine de ilettim. O da ne tesadüf ben de bir “Türkü Okuma Kitabı” yapmak istiyordum aslında, dedi. Hem benim hayalimdekilerin bir kısmı yer bulacak kendine bu kitapta hem de Mehmet Said Aydın daha özgür bir şekilde aklındakileri koyabilecek kitaba. Bu çok hevesle beklediğimiz kitaplardan biri. İlerlediğini biliyoruz ama bir yaratım süreci olduğu için ısrarcı da olamıyoruz zaman konusunda. Bizim her telif kitabımız karşılıklı heves ve motivasyon sonucu ortaya çıkıyor çünkü.
“Benim böyle bir kitabım var yayınlamayı düşünmez misiniz” diye gelen yazarlar olmuyor mu peki?
B.K.: Geliyor aslında. Bu şekilde birkaç dosya geldi. Bazı yıllar arasında en çok satan albümler vs gibi derleme kitaplar... Bu da çok kıymetli bir çalışma elbette ama biz böyle bir derleme işi yerine başka türlü bir üretimin açlığını çekiyoruz. Keşke, 80’lerde 90’larda Avrupa’daki ya da Amerika’daki müzik akımlarının buradaki yansımaları üzerine bir derleme olsa mesela. Böyle bir çalışmayı daha çok önemsiyoruz.
K.L.: Yine çok kısa zamanda yayınlayacağımız bir kitabımız var. “Aşk Bir Karışık Kasettir” adında. Bir müzik yazarının ölen eşinin doldurduğu bir karışık kaseti bulmasıyla başlayıp kendi doldurduğu karışık kasetlerle birlikte kasette yer alan şarkıları doldurduğu döneme gittiği bir biyografik çalışma. Karışık kaseti sadece nostaljik bir öğe olarak da alabilirsiniz ama yazar burada o dönem için, kendi kuşağı için bu şarkılar neye denk geldi, ne ifade etti, üzerine de kafa yorduğu için çok kıymetli bir kitap. İnsanı heyecanlandıran bir şey bu.
Kasede yetişmiş nesilden biri olarak beni de heyecanlandırdı şu an bu kitap.
K.L.: Elbette, kasetin kendisindense onun döneminden ve etkilerinden bahseden bir iş bize de daha heyecan verici geliyor.
Bir diğer sorum yine önümüzdeki günlerde çıkmasını beklediğimiz bir kitapla ilgili. Ermeni Diasporasında Müzik. Böyle bir proje üzerinde Aras Yayınları ile birlikte çalıştığınızı biliyorum. Hangi aşamada bu kitap ve şu anki sürece gelmeden önce Aras Yayınları ile bu proje kapsamında ortaklaşma sürecinizden biraz bahseder misiniz?
K.L.: Kitabın alt başlığı da “Sılaya Giden Yol”. Şu an matbaa sürecinde. Çalışmayı yapan isim Sylvia Angelique Alajaji zaten etnomüzikologların bildiği, takip ettiği bir isim dolayısıyla kitabın Türkçesini bekleyen bir kitle zaten vardı. Kitabın yayınlandığını duyar duymaz haklarını almak için başvuracakken, Aras Yayınları ilgilenir mi acaba bu kitapla, diye düşündük. Zaten herkes zar zor kitap basıyor, bir de biz birbirimizin kapamayalım, dedik. Biz aynı kitaba talip olduğumuzda Amerika’da, İngiltere’de bir telif ajansı ellerini ovuşturmaya başlıyor çünkü. Zaten 5-6 ile çarparak alıyoruz bir kitabı diye düşünerek Aras Yayınları’na gittik. Mesela Pan Yayınevi’nin alanına giren kitapları da yayınlamayı düşünmüyoruz hiç. Klasik Türk musikisi üzerine bir kitapla karşılaştığımızda örneğin, orada çok güzel bir birikim varken bunu da biz çıkaralım gibi bir hevesimiz olmuyor.
B.K.: Kimin önerdiğini hatırlamıyorum ama Aras Yayınları’na "böyle bir kitap var bize de uyuyor size de uyuyor ne yapsak" demek için gittiğimizde, oradan "beraber yapalım o zaman" diye çıktık. Her şeyi paylaşarak ortak bir üretim süreci gerçekleştirdik. Biraz uzun sürdü öyle olunca tabii ama çok eğlenceli bir süreçti bizim için, tadını çıkardık diyebiliriz.
Benim gibi kitap kapağı tasarımlarınızı beğenip de merak edenler için sorayım, kapak tasarımlarınız tek bir kişinin elinden mi çıkıyor?
B.K.: Evet bütün kapak tasarımlarımızı Beste Doğan yapıyor. Yıllar önce Everest Yayınları için yaptığım bir çevirinin kapağını yapmıştı Beste. Ne kadar güzel bir kapağı olmuş diye tanışmaya gittik. Biz de bir yayınevi kurma aşamasındayız dedik ve birlikte çalışmaya başladık. Logomuzu da yine kendisi yaptı.
Son olarak, gönlünüzden geçen neler var diye soracağım. Şu isimle, grupla, dönemle ilgili bir kitabımız olsun dediğiniz. Ya da iş için olmasa bile yayıncı olarak size ilham veren, sizi besleyen müzikler neler?
K.L.: Açıkçası müzik ve edebiyat bizim başlangıçta çok heyecanlandığımız ama nişin içinde de niş kalan bir alan oldu. Çünkü tarifi birazcık zor. Edebiyat dünyasında gezinip onun müziklisine denk gelmek çok kolay değil, bazen gözümüzden bir şeylerin kaçtığı da oluyor. Bazı isimlerin özellikle müzikle ilgili kitaplarını yayınlamak istiyoruz ama büyük yayınevleri tarafından bütün kitaplarının telifi alınmış oluyor.
B.K.: Mesela Murakami’ler. Biz aradan sadece şu bir iki kitabını alsak demek istiyoruz.
K.L.: Benim de aklıma hep Ishiguro’nun Noktürnler’i geliyor. Sevgili Yapı Kredi Yayınları Noktürnler’i bize verseniz de geri kalanını siz bassanız demek istiyorum. Bir Nobel'li yazarımız var zaten, ikincisi de olsa fena mı olur?
O zaman malum soruyu sorarak bitireyim, Bob Dylan’ın Türkçedeki yayıncısı olarak siz ne düşünüyorsunuz Nobel Edebiyat Ödülü hakkında?
K.L.: Ben açıkçası o kadar şaşırtıcı bulmadım. Hele de iki sene öncesinde de bir gazeteciye verildiğini düşününce. (Svetlana Aleksiyeviç, 2015 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştü) Dolayısıyla edebiyatın sınırlarını böyle tarif eden bir kurumun, olabildiğince ilginç de olsun diye verdiği bir ödül olarak görüyorum ben Nobel’i. Bana bu açıdan doğal gelmişti. Yazdıklarına bakınca da çağının iyi bir tanığı olduğunu düşünüyorum. Anılarında da, şarkı sözlerinde de çağdaş Amerikan edebiyatının nelerden beslendiğini bazen açık açık gösterdiği, bazen ilhamıyla anlamanızı beklediği bir çerçeve sunuyor. Bu da çok iyi bir başlangıç noktası o alanı okumak için.
B.K.: Şimdi Bob Dylan’ın şarkı sözlerini yayınlayacağız örneğin. Bu bizi başından beri hem çok korkutan hem de çok heyecanlandıran bir kitap bu. Bir kere çok uzun. 650 sayfalık bir kitaptan bahsediyoruz. 30’dan fazla albümde yer almış şarkılar. Tahmin edersiniz ki bunların hepsinin Türkçeye çevrilmesi de çok büyük bir mesai. Çeviriler bitmek üzere. Bir sürü çevirmeni var. Çok ehil çevirmenler çalıştı. Beni hem çevirmen olarak da heyecanlandırıyor böyle bir işi yapabilmiş olmak yayıncı olarak da. Epey deneysel bir iş oldu aslında.
K.L.: Zaten her dönemi farklı bir sanatçı Bob Dylan. Çok iyi bir çevirmen, ben boşum yaparım diyerek bu kitabı alıp bir yılda bitirip vermiş olsa bu kadar heyecanlandıramazdı bizi.
Kaç çevirmeni var kitabın?
B.K.: 13 çevirmeni var. Bu çevirmenlerden ikisi baba-kız hatta. Selahattin ve Yaz Özpalabıyıklar. Çevirilerin de bir ksımını yapan ve tüm çevirileri de elden geçiren Armağan Ekici. Dolayısıyla heyecanla kitabın son hâlini bekliyoruz biz de.