Bugün, ortalığı kargalar kaplamış durumda. Gözaltına alınmış, tutuklanmış, hattâ henüz derdest edilmemiş insanlar daha yargı aşaması başlamadığı halde “suçlu” ilân ediliyorlar
20 Eylül 2016 15:00
Aynı şiiri, metni zaman içinde defalarca okur, aynı besteyi defalarca dinler, aynı filmi defalarca izlerim. Buna yolaçan temel unsur, o ürünlerin ‘usta işi’ olmasıdır. Bir ay boyunca küçük ekranda karşıma çıkan, daha önce kimbilir kaç kez izlemiş olduğum iki filmi değişmez bir heyecanla yeniden izledim: Clouzot’nun Karga’sıyla (1943), Jean-Pierre Melville’in Kırmızı Çember’i (1970), geçmişin ve ‘bizim’kinden alabildiğine farklı toplumsal-kültürel ortamların yapıtları olmalarına karşın bugün burada, ‘biz’im halimize de ışık tutuyorlardı.
Karga, imzasız mektuplar yoluyla bir şehirde yaşayan insanların arasında nasıl bir güvensizlik ortamının egemen olduğunu, ne türden temel duygusal kırılmalar yaşandığını anlatan bir filim. Kırmızı Çember ise, yalnızca ‘polisiye sinema’nın başyapıtlarından biri değil, aynı zamanda Dostoyevski çizgisinde bir suç ve ceza iklimini betimleyen bir yapıt: Filmin yan kahramanı Emniyet müdürünün motto’su kesin: “Herkes suçludur”.
Bu önerme özünde doğru bulunabilir; tıpkı, bir başka zaviyeden bakıldığında herkesin günâhkâr sayılması gerektiği savı gibi. Gelgelelim, suçu tayin edenlerin ve takipçilerinin sık değiştiği ortamlarda, içinde yaşanan toplumun cehennem mekânına dönüşmesi, ülkenin de sınırsız bir cezaevi kılığına bürünmesi kaçınılmazlaşır. Böyle durumlarda, insanların bir bölüğünün muhbir karga kesilmesi kadar karşı bölüğünün av haline girmesi de bir o kadar doğaldır.
Bugün, ortalığı kargalar kaplamış durumda. ‘Sosyal Medya’ özürlüyüm ama, ‘Klâsik Medya’ya yansıyanlardan anlıyorum ki, gözaltına alınmış, tutuklanmış, hattâ henüz derdest edilmemiş insanlar daha yargı aşaması başlamadığı halde “suçlu” ilân ediliyorlar. Sorgulanan Hilmi Yavuz hakkında yazılanlar (bkz: Yasak Meyve dergisinin Eylül 2016 sayısında Bayıldıran’ın yazısı), Aslı Erdoğan’ın ya da Şahin Alpay’ın kişiliklerine yönelik sözde yorumlar utanç verici. Doğruysa, Necmiye Alpay için bir “şair”imizin attığı tweette, “kötü eleştirmen olduğu”, bu nedenle de “bir süre içeride kalmasında bir sakınca olmadığı” yargısı yeralıyormuş: İnanmakta güçlük çekiyorum. Bir başkası, ünlü bir akademisyen aydınımızın neden hâlâ üniversiteden kovulmadığını yetkililere sorduğunu (ve “yakında” müjdesini aldığını) köşe yazısında aktarıyor. İki gün geçmiyor ‘müjde’ gerçekleşiyor : Ahmet ve Mehmet Altan gözaltındalar !
Bunlar oladursun, bir imza kampanyasına katılmak, oturup bir yazı döşenmek, benim gibiler açısından etik bir düğüm: İçtenlikle ‘işe yarayacağı’nı düşünerek mi (ki işe yaramadığı ortada), yoksa ‘vicdan duşu’ alıp gece rahat uyumak için mi? Kimilerinin fırsat bu fırsat, nümayişçi statüsüyle fotoğraf karesinde ön sıraya oturmak isteği nedeniyle aynı karede yeralmak rahatsızlık doğurmaz mı insanda sanılıyor?
Bir de: Muhalif olmak hangi demokraside suçtur?