Willa Cather, Kaybolup Giden Bir Kadın romanında Marian'a ses verseydi, kim bilir, belki de Amerika'nın Madam Bovary'sini veya Anna Krenina'sını yazabilirdi
17 Ocak 2019 13:48
Edith Wharton ve Charlotte Gilman Perkins ile birlikte Amerikalı protomodernist kadın romancıları temsil eden Willa Cather, 19’uncu yüzyılın ikinci dönemi ve 20’nci yüzyılın ilk yarısında yazmış ve eserleri günümüze kalmış az sayıdaki kadın yazardan biridir. Daha çok My Antonia, O Pioneers ve Death Comes for the Archbishop eserleriyle akla gelen Willa Cather, Amerikan edebiyatında “yerel renk” akımıyla anılır. Mark Twain’i de içeren bu akımın yazarları, belli bir yörenin yaşam tarzını, lehçesini, gündelik hayatını ve gündemini aktarmayı amaçlarlar, yani o yörenin kendine has renklerini. Cather ayrıca, endüstrileşme ve şehirleşmeyle birlikte 19’uncu yüzyılın ortalarında tarih olmaya başlayan Amerikan öncüleri mitinin de yazarlarındandır. Sterilize ve romantize edilen bu mite göre, maceracı ve gözü pek Amerikalılar, bütün zorluklara göğüs gererek, inançla çalışarak vahşi kıtanın derinliklerine medeniyet götürmektedirler ve arkalarından gelecek yerleşimcilere öncülük yapmakta, onlar için yol açmaktadırlar. Cather ilk dönem eserlerinde bu miti yüceltirken, son dönem eserlerinde artık ölmekte olan bu yaşam tarzının ve mitin nostaljisini yaşamakta, yasını tutmaktadır. Ülkemizde geçen yıl yayımlanan 1923 tarihli Kaybolup Giden bir Kadın Cather’ın son dönem çalışmalarındandır ve bir ağıt metnidir.
Zaman ve mekâna önemli bir rol verilen romanda, 19’uncu yüzyılın sonlarında kurulan Sweet Water kasabasına konuk oluruz. Kasaba başlangıçta gelecek vadeden bir yerdir; ancak romanın sonlarına doğru sadece kasaba değil, kasaba insanları da ciddi bir yozlaşma içinde resmedilir. Kasabayı bizim açımızdan ilginç kılan ise bu çöküş sürecinin sembolleri olan Mr. ve Mrs. Forrester ve onlarla aramızda köprü görevi gören Niel adındaki genç kasabalıdır.
Yüzbaşı Forrester romandaki “öncü” sembolüdür, “çığır açan öncü” (s. 101) diye anılır. Demiryolu müteahhidi olan yüzbaşı, saygın, çekici ve güvenilir bir adamdır. Sevgi dolu bir eş, her daim yardıma hazır bir komşu ve işini çok iyi yapan bir yöneticidir. Yılın çoğunu karısıyla Denver ve Colorado’da geçirir. Yazın iki ayını da Sweet Water’daki yazlık evinde. Ancak geçirdiği bir kazadan sonra bütün vaktini, kendisinden 25 yaş genç olan karısıyla birlikte kasabada geçirmeye başlar. Anlatıcının daha romanın başlarında söylediği gibi, “Yüzbaşı …[Sweet Water’da] kocadı ve karısı da -heyhat- burada yaşlandı.” (s. 8)
Anlatıcının heyhat nidasıyla sunduğu Mrs. Forrester, romandaki güzellik ve yaşam sembolüdür. Yaşlanmak herkes için güçse de Mrs. Forrester için daha da zordur çünkü hayat enerjisiyle dolup taşan, çekici ve zarif bir kadındır Marian Forrester. Kendi deyişiyle, 80’ine kadar dans etmek istemektedir. En resmî ortamlarda bile doğallığını koruyabilen, neşesiyle insanları canlandıran, heyecanlandıran bir kadındır. “Narin olmasına narindi[r] ama kaygısız, coşkun taşkın bir yaşam gücüyle” (s. 26) doludur. Romanın başkarakterlerinden olan Niel’a göre, “Onunla karşılaştırınca diğer kadınlar incelikten yoksun ve sıkıcı kalıyorlardı, sevimli olanları bile insana ruhsuz geliyordu, bakışlarında hani o insanın kanını tutuşturan şey yoktu.” (s. 28)
Mr. Forrester öncü hayatının maceracı asaletini sembolize ederken, Marian da doğal zarafetini temsil eder. Zaten kasabanın önde gelenlerinden, kaymak tabakasındadırlar. Saygı görürler, rafine ve güzel bir hayatları vardır. Evleri kasabadan geçen önemli şahsiyetlerin uğrak yeridir. Evin ve ev sahiplerinin misafirperverliği civarda meşhurdur. Ancak Mr. Forrester önce onları kasabaya mahkûm eden kazayı geçirir, sonra servetini kaybeder ve son olarak da felç geçirir.
Forresterlar feleğin çemberinde aşağılara doğru düşerken, kasabada, eski erdemlerden nasibini almamış yeni bir nesil kontrolü ele geçirmektedir. Bu yozlaşmış güç ise Ivy Peters adında genç bir avukatta vücut bulur. Ivy romanda bariz kötü olan tek kişidir. İlk gençliğinde cüretkâr ve zalim bir kabadayı olarak tanıtılır. Yetişkinliğinde ise prensiplerden yoksun, paraya tamah eden, güzellik ve rafinelik düşmanı tüccar bir avukattır. Ivy, Mr. Forrester’ı ve onun temsil ettiği yaşam tarzını düpedüz hor gören biridir. Yüzbaşının arazisi içindeki bataklığı sırf güzelliğini sevdiği için ıslah etmemesini, bataklık olarak bırakmasını anlayamaz. Evinden çıkmadığı hâlde her gün gömlek değiştirmesine de anlam veremez, dostlarıyla yaptığı yemekli içkili toplantıları kıskanır. Kendisinin dahil edilmediği bu zarif hayata diş biler. Dolayısıyla, Forresterlar sıkıntıya düştüklerinde onlara üstünlük kurmaktan büyük haz alır. Forresterların arazisini kiralayıp güzelim bataklığı tarlaya çevirir. Daha önce davet edilmediği topraklara hoyratça dalar; o toprakları hem metaforik olarak hem de kelimenin gerçek anlamında işgal eder.
Ivy’nin işgal ettiği topraklar sadece Forrester mülkü değildir. Yeni kurulan bir kasaba olmasına rağmen, Sweet Water’ın yarısı Ivy’nin mülkiyetine geçmiştir. Eski batıya ilk yerleşen “hayalperestler “ ve “gönlü yüce serüvenciler” bu toprakları fethetmede başarılı olmuşlarsa da ellerinde tutamamıştır. Bu topraklar artık Ivy Peters gibi “ömründe hiçbir şeye cüret etmemiş, hiçbir şeyi göze alamamış insanların insafına kalmıştı.” (s. 73) Daha kapitalist ve pragmatist olan yeni nesil, hiçbir şeyi olduğu gibi bırakmayacaktır: “Onlar serabı yutacaklar; sabahın tazeliğini yok edecekler, özgürlüğün o anlamlı yüce ruhunu söndürecekler, büyük toprak sahiplerinin rahat, sakin hayatının kökünü kazıyacaklardı. Uçsuz bucaksız araziyi, o renkliliği, buralara ilk yerleşen öncülerin soylu kayıtsızlığını tahrip edecekler, kibrit fabrikasının ilk çağlardan kalma ormanları paramparça etmesi gibi, gelir getiren parçalara böleceklerdi.” (s. 73)
Yeni nesil yükselirken, öncü hayatı nihai çöküş ve yok oluşu yakında yaşayacaktır. Mr. Forrester inme geçirir ve ölür. Yalnız kalan Mrs. Forrester bir süre sonra Ivy Peters’ın sevgilisi olur, kalan parasının kontrolünü ona bırakır. Bunları bir dereceye kadar Ivy Peters’a muhtaç olduğu için yapmıştır. Böylece yeni yoz nesil her türlü gücü elinde toplamış, eski yaşam tarzını tamamen ortadan kaldırmıştır. İşte, bu toplumsal yönüyle roman, geçmişe yakılan bir ağıttır.
Bu ağıta eşlik eden, zaman zaman onu gölgede bırakan bir de aşk hikâyesiyle süslenmiştir roman. Forresterların avukatı olan Yargıç Pommeroy’un yeğeni Niel, ergenliğinden beri Mrs. Forrester’a âşıktır. Kasabanın önde gelen bir üyesinin akrabası olduğu için Forresterlarla yakınlık kurabilecek, onların evlerine girip çıkabilecek ve öykülerine tanıklık edebilecek biridir Niel. Cather bu yüzden Niel’ı romanın çoğunda yansıtıcı bilinç olarak kullanmıştır.
Roman üçüncü tekil şahıs anlatısıdır; her şeye vâkıf olan tanrısal bir anlatıcı tarafından anlatılır. Tanrısal anlatıcı her şeyi biliyorsa da tipik 19’uncu yüzyıl anlatıcılarının aksine, metne pek sık müdahale edip kişisel yorumlarda bulunmaz. Bir karakterin bilincinden diğerine kolayca geçer ama bir noktadan sonra olayların çoğunu Niel’ın bakış açısına teslim eder. Örneğin, Forresterların evinde verilen bir partinin öncesinde evde neler olduğunu bilmeyiz. Niel ve amcasının eve nasıl geldiklerini ve sonra da Niel’ın bulunduğu ortamlarda olan biteni ise Niel sayesinde biliriz. Bu partideki davetlilerden biri olan Frank Ellinger ile ilgili hiçbir şey okura direkt olarak aktarılmaz. Sadece Niel’ın Ellinger ile ilgili daha önceden duydukları ve o anda adamla ilgili hissettikleri anlatılır bize: “Birçok çapraşık öykünün kahramanı olan bu adama Niel büyük ilgi duydu. Ondan hoşlanıp hoşlanmadığını bilmiyordu. Hakkında kötü hiçbir şey bilmemekle birlikte içinde çok kötü bir his vardı.” (s. 31) Bu alıntıdaki ifadeler anlatıcıya ait olsa da fikir ve hisler Niel’a aittir. Dolayısıyla anlatıcı öyküyü bize sadece Niel’ın bildiği ve ilgilendiği kadarıyla anlatırken, Niel aktarıcı bilinç hâline gelir.
Romanda baştan sona tek bir istikrarlı bakış açısı yoktur. Yazar gerekli gördüğü yerde Niel’ı yansıtıcı bilinç olarak kullanmış ama öykü gerektirdiğinde ise anlatıcının tanrısal bakış açısına sığınmıştır. Yukarıda sözü edilen parti sırasında Niel, Ellinger’dan hoşlanıp hoşlanmadığına bir türlü karar veremez. Tanrısal anlatıcı, partiden sonra Ellinger ve Mrs. Forrester arasında geçen garip bir konuşma aktarır. Ertesi gün ise Ellinger ve Mrs. Forrester bir kızak gezisine çıkarlar. Niel’ın bulunmadığı bu iki sahnede Mrs. Forrester ve Ellinger’ın gizli bir ilişki yaşadığını öğreniriz. Niel bu ilişkiyi bir süre sonra şans eseri öğrenir ve büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Hayal kırıklığının sebebi Niel’a göre ahlakî değil estetik sebeplere dayanmaktadır: “Mrs. Forrester’ın ayaklar altına aldığı, ahlakî bir ilke değil, bir estetik idealdi. Güzellikleri, güzelliklerinin ifade ettiğinden çok daha anlamlı olan güzel kadınlar… parlaklıkları her zaman bayağı ve gizli bir şeyle mi besleniyordu acaba? Onların sırrı bu muydu?” (s. 58)
Bu fikirler ve sorular ilk bakışta anlatıcıya aitmiş gibi algılanabilir. Ancak her şeyi bilen ve gören tanrısal anlatıcının böylesi sorular sorması olası değildir. Zira o her türlü bilgiye vâkıf olması sebebiyle soru sorma değil, cevap verme mercidir. Bu alıntıda Niel’ın zihninden geçenler kısmen kendisinin, kısmen de anlatıcının cümleleriyle aktarılıyor. Ayrıca cümleler “Niel … diye düşündü” veya “…diye aklından geçiyordu Niel’ın” gibi, okurla karakteri birbirinden uzaklaştıran sunu ifadeleri de içermemektedir. Serbest Dolaysız Anlatım adı verilen bu tür düşünce aktarımlarında, anlatıcı ve karakter bir süreliğine neredeyse aynı kişi hâline gelir. Yansıtıcı bilinç, bu tür bölümlerde sese de kavuşmuş olur. Bir yazar Serbest Düşünce Aktarımı kullanıldığında, bir anlamda hem üçüncü tekil şahıs hem de birinci tekil şahıs anlatımın olanaklarından aynı anda faydalanma şansına sahip olur.
Romanın çoğu bölümünde Niel’ın yansıtıcı bilinç olarak kullanılması elbette edebî bir tercihtir. Bu tercih beraberinde doğal olarak bazı olanaklar ve kısıtlamalar getirmektedir. Örneğin, Niel’ın Mrs. Forrester’la ilgili düşüncelerini, değişen duygularını, hayal kırklıklarını ve aydınlanmalarını sayfa sayfa görürüz. Oysa Mrs. Forester’ın Niel’la ilgili aleni olmayan hislerine dair çok az şey biliriz. Niel’ın kendisine âşık olduğunun farkında mıdır? Bu ilgiden ne derece hoşnuttur? Bazen Niel’la ilgili hayallere kaptırır mı kendini? Erlinger’le yaşadığı ilişkinin temelinde ne yatar? Bu ilişkiden nasıl bir haz alır? Bu ve pek çok diğer soru cevapsız kalırken, roman genç bir erkeğin orta yaşlı bir kadına duyduğu aşkın öyküsü hâline gelir.
Bir başka deyişle, Willa Cather Marian Forrester’ın değil de öncelikle Niel’ın öyküsünü anlatmayı tercih etmiştir. Olaylara çoklukla Niel’ın açısından bakmış, onun düşüncelerini aktarmış ve onun sesine şans vermiştir. Ancak yapılan her tercih, diğer olası tercihlerin reddi anlamına gelir. Cather olaylara Mr. Forrester ya da Ivy Peters’ın yansıtıcı bilinciyle bakmamayı tercih etmiştir. Oysa bu bakış açıları ortaya bambaşka romanlar çıkartabilirdi. Cather, tecrübeli bir romancı olarak, elbette bu gerçeğin farkındaydı.
Cather yaptığı tercihin sonuna kadar farkında olsa da bu tercihi sevmek zorunda olmadığımızı söylemek zorundayım. Eğer Marian Forrester kaybolup giden bir kadınsa bunun bir sebebi de Cather’ın ona bir ses vermemesidir. Marian kendi öyküsünü anlatabilseydi, 1923’te bir kadının nasıl düşünüp hissettiğini öğrenebilirdik. Amerika’daki kadın hakları mücadelesinin 1848’de Senecca Falls Bildirgesi’yle resmen başladığını düşünürsek, romanın yayımlandığı yıllarda feminist hareketin daha yolun başında olduğunu görebiliriz. Kaybolup Giden bir Kadın, sadece kadın bakış açısını romanda kullanarak, Marian’ın hayat algısını gözler önüne sererek, feminist mücadeleye doğrudan destek verebilirdi. Ancak, Cather, Marian’ın öyküsünü anlatmak yerine, Mrs. Forrester’ın öyküsünün anlatmayı tercih etmiştir. Cather, Marian’ı bir birey değil de öncü hayatı resminin tamamlayıcı bir parçası olarak ele almakta ısrar ederek onu araçsallaştırmıştır. Romanda Marian’ın ismi sadece birkaç kez geçer; ondan hep Mrs. Forrester diye söz edilir, hatta kocası öldükten sonra ve başka biriyle evlendiğinde bile Mrs. Forrester’dır o. İşin garibi, yazar çocukluğundan beri ona âşık olan, onu sayfalarca öven Niel’a Marian’ın cazibesinin önemli bir kısmının Mrs. Forrester olmasından kaynaklandığını söyletir.
Yazar, Marian’ı öncü hayatın şablonuna uydurmak için mantık kurallarını bile zorlayarak onu bazı yönlerden muhafazakâr bir kadın olarak sunar. Âdâbımuaşerete ve diğer insanların kendisiyle ilgili düşündüklerine zırnık değer vermeyen Marian nedense modern kadınların erkeklerle birlikte sigara içmelerini tasvip etmemektedir. Sweet Water’dan kaçmak isteyen ve bu umut olmasa yaşamını sürdüremeyeceğini ima eden, inmeli kocasını evde bırakıp şehre eğlenmeye giden, sabahlara kadar dans eden, yemeklere katılan ve bunları yaparken çok güzel göründüğünü söyleyen, bunları yaparken çok mutlu olduğunu söyleyen Marian, nedense şehirli kadınların erkeklerle beraberken sigara içmesine karşı çıkar. Büyük şehre okumaya giden Niel tatilde kasabaya döndüğünde ona şehir hayatını sorar ve şöyle der: “Söyler misin bana Niel, kadınlar yemekten sonra erkeklerle birlikte sigara içiyorlar mı, kendini bilen kadınlar? Bu hoşuma gitmezdi benim. Kadın oyuncular için tamam ama kadınlar erkeklerin yaptığı her şeyi yaparlarsa çekici olmazlar.” (s. 77) Cather, kadın hareketini desteklemek bir yana, Marian’ın diline en sıradan muhafazakâr argümanları yerleştirerek, kadınların 1920’lerde elde ettikleri toplumsal kazanımlara dil uzatmaktadır. Kadınların sigara içmeleri, kısa etek ya da pantolon giymeleri ve kulüplerde dans etmeleri aslında kadının toplumsal hayata daha çok katılmasının sembolleridir, daha sonra elde edecekleri pek çok insan hakkının da habercileridir.
Sonuç olarak söylersek, Cather’ın yansıtıcı bilinç olarak Niel’ı seçmesi rastgele yapılmamıştır. Aksini iddia etmek yazarın romancılığına hakaret etmek olacaktır. Ancak, bu seçimin sadece estetik ya da edebî olmadığı da aşikârdır. Önce çocuk sonra da genç Niel’ı romanın merkezine koyarak öncü hayatının vazgeçilmez unsurları olan Mr. ve Mrs. Forrester’a övgüler yazılabilmiştir. Niel politik olarak elverişli bir bakış açısı sağlar ve Mrs. Forrester’ın sadakatsizliğine rağmen öncü hayatına halel getirilmez. O hayat artık iflas etmişse de soylu bir düşüştür bu. Bu düşüşün öyküsünü Ivy Peters ya da Frank Ellinger’ın anlatamayacağı kesindir. Mr. ve Mrs. Forrester ise kendi öykülerini anlatacakları için, okura, hayranlık duymak için gerekli mesafeyi sağlayamayacaklardır. En uygun tercih Niel’dır. O da bütün hayal kırıklıklarına rağmen, romanın son sayfalarında bile Mrs. Forrester’ı iyi anarak, iyi anlatarak Cather’ı mutlu etmiştir. Cather, öncü yaşamının bir parçası olduğu için Marian’dan vazgeçememiştir ama kendisine bir ses vererek onu onurlandırmaktan da imtina etmiştir. Oysa okuduğumuz, romanın başlığında da ifade edildiği üzere, Marian’ın öyküsüdür. Cather, Marian’a ses verseydi, kim bilir, belki de Amerika’nın Madam Bovary’sini veya Anna Krenina’sını yazabilirdi.
Buna da kaybolup giden bir fırsat diyelim.