Anadolu'nun kültür ve edebiyatında üç ve üçlemeler

Halk anlatılarında, masallarda, dengbêj geleneğinde, batıl inançlarda, mitolojide “başı, ortası ve sonu olan” ilk “gerçek sayı”nın, "üç"ün yeri...

02 Şubat 2017 13:45

Sayılar, günlük hayatta nicel değerlendirmelerin temel elemanı olarak yer alan bir işaretler sistemidir. Nicelik yönünden, zaman ve mekân üzerinde konumlanan bu sistem, günlük hayatta matematiksel kullanımlarının dışına çıkarak kazandıkları değerlerle yeni bir kimliğe bürünür. Bu kimliğin belirleyicileri, her toplumun az çok alışverişte bulunduğu diğer toplumların kültürleri ve sosyal yaşantılarıdır. Temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış dini inançlar, tecrübeler, esinlenmeler sayılar etrafında gelişen, nitel denilebilecek değerlerin kaynağı olarak gösterilebilir. Bu değerler, uzun tecrübelerden sonra kültür içinde yer alarak kültürü şekillendirdiği gibi kültür tarafından da şekillendirilerek kuşaktan kuşağa aktarılır. Çünkü kültür, dille beraber milletlerin oluşumunda önemli rol oynayan unsurlardan biridir. Kültür ve dil, uzun bir zaman dilimi içinde sürekli farklı kültürlerle etkileşime girerek gelişimine devam eder. Bu gelişim sürecinde belli bir birikime sahip olan sayı ve sözcüklere, çeşitli anlamlar yüklenerek bunlar, farklı amaçlarla kullanılır. Dilde oluşan bu anlam değişimi, insanın düşünce mekanizmasıyla arasındaki ilişkiden hareketle anlam kazanan sayı sembolizminin doğuşuna zemin hazırlar. Bu durum sayıların sadece matematiksel işlemlerde değil, aynı zamanda ruhsal yaşantının alanı olan iç dünyamızın ifade şekli olarak da önem kazandığını göstermesi bakımından önemlidir.

Her toplum, kültürel tarihi içinde çeşitli nesnelere, kelimelere ya da kavramlara imgesel değerler yükleyerek onlara simgesel özellikler kazandırır. Sayılar, günlük yaşamda hem gerçek anlamlarıyla hem de batınî anlamlarıyla yer alır. Birbirinden çok farklı ve uzak olan Mısır, Mezopotamya, Maya, Yunan, Hint, Çin uygarlıklarının sayılara yüklediği batınî boyut neredeyse ortak özelliklere sahiptir. Sayıların kazandığı bu anlam, kültürün önemli bir parçası olan ve önemli bir ayağını oluşturan edebiyata, inançlara, sözlü anlatılara yansıyarak toplumun mitolojik dönemlerden günümüze kadar geçen süre içinde geçirdiği değişimlere tanıklık yapar. Edebî eserlerde, sözlü anlatılarda, inanışlarda kullanılan semboller, dışa vurulamayan duygulara ışık tutar. İnsanın iç dünyasındaki parçalanmalar sembollerle daha açık bir şekilde yansıtılır.

Batıl inançlardan bilimsel çalışmalara kadar pek çok alanda karşımıza çıkan sayılar, matematiğin yanı sıra sosyal bilimlerde de başvurulan bir kaynaktır. Temelde evrensel geçerliliğe sahip anlamları olmasına rağmen bazı sayılar, bazı kültürlerde daha sık işlenirken bazılarının ise daha az ele alındığı görülür. Halk arasında “üç”, “dört”, “beş”, “yedi”, “dokuz” ve “kırk” gibi bazı sayılara özel anlamlar yüklendiği ve bu sayıların mistik bir değer ifade ettiği halk ürünleri olan masal, hikâye, deyim, atasözü, efsane ve batıl inançlarda açıkça görülmektedir. Biz de bu yazımızda kültür ve edebiyatta özel bir yere sahip olan üç sayısını ve üçlemeleri ele alacağız.

Başı, ortası ve sonu olan ilk gerçek sayı: Üç

Üç sayısı; dinî inançlara, mitolojiye ve halk kültürünün birçok alanına sirayet eden önemli sayılardan biridir. İhvân-ı Safâ’ya göre üç, tek sayıların mutlak ilk sayısıdır. Onunla tek ve çift sayıların üçte biri sayılabilir. O halde üç’ün özelliği, ilk tek sayı ve hem tek hem de çift bütün sayıların, üçte birinin paydası olmasıdır. İhvân-ı Safâ’nın da dikkat çektiği gibi “kapsayıcı sentez” olarak tarif edilen “üç”, “başı, ortası ve sonu olan” ilk “gerçek sayı” olarak görülür. İlk geometrik şekil, üç noktayla işaretlenen ve üç çizgiyle çizilen “üçgen”dir. Pisagor üçgeni kozmik anlamda “gelişmenin başlangıcı” olarak yorumlar. Çünkü dikdörtgen ve altı uçlu yıldız gibi geometrik figürler üçgenden elde edilebilir. “Mükemmellik ve bütünlük sayısı” ve “kesin saymanın üst sınırı” sayılan üç, aynı zamanda “belirsiz çokluğun bir ifadesi” olarak görülür ve “basit yuvarlak bir sayıya çevrilebilir.” Özellikle üçlü kümeler “gizemli sayılar”dan çok “yuvarlak sayılar” olarak işlev görür.

Bir sembolik değer olarak baba-anne ve çocuk şeklinde kutsal bir birleşim ve onun sonucu olan çocuğu karşılar ve birlikten çokluğa geçişi ifade ettiği gibi beden-can-ruh üçlemesi şeklinde insanı sembolize etmek için de kullanılır. Sembolize edilen üçlü yapı ilk Türk inançlarında gök-yer-yeraltı üçlemesi ve üçlü Tanrı düşüncesiyle kutsallık kazanmış; eski Mısır, Sümer, İran ve Yunan mitolojisinde de üç Tanrı formuyla bu yerini korumuştur. Bu Tanrı üçlemesi semavi olan Hristiyan inancında “Baba-Oğul-Kutsal Ruh/Meryem” üçlemesine dönüşmüştür. İslâm’da tanrısallık ifade eden bu tür bir üçleme olmamakla beraber “Rab, kul ve şeytan” üçlemesi yer almaktadır. Ayrıca Yeni Eflatuncuların sudûra dayalı birlikten çokluğa geçişi ifade eden Bir, Nous ve Ruh üçlemesi ile Meşşaî filozofların sudûr anlayışı da birlikten çokluğa geçişi ifade eden üçe dayalı formun farklı tezâhürleridir.

Anadolu’dan kutsal üç ritüelleri

Mitolojik dönemlerde üçlü Tanrı şeklinde kendini gösteren üçleme ve üç sayısı etrafında oluşan değişik sembolik anlamlar, Anadolu’da gelenek ve göreneklerde, inançlarda ve edebî ürünlerde farklı şekillere bürünerek kendini göstermiştir. Anadolu’da çok eski dönemlerden bu yana üç sayısına kutsal ya da uğurlu kabul edilen birtakım anlamlar yüklenmiş gerek dinî gerekse günlük yaşamda gerçekleştirilen birtakım pratiklerde üçün söz konusu manevî anlamlarından ve tamamlayıcı özelliğinden yararlanma yoluna gidilmiştir. Bu bağlamda üç, eylemin gerçekleşmesi için tamamlaması gereken ideal bir sayı olarak karşımıza çıkar. Anadolu’nun pek çok köşesindeki yatır ve ziyâretler çevresinde üç kez dönmek, üç defa okuyup üflemek, muhtelif olumsuzlukları def etmek için tahtaya üç kez vurmak, isteklerin yerine gelmesi için Fâtiha’yla beraber üç İhlâs okumak, hastalıklardan korunmak için ocağa üç kez gitmek vb. uygulamalara sıkça rastlanmaktadır.

Batıl inançların dışında bizzat İslâm inancında da üç sayısının tamamlayıcı, olgunlaştırıcı unsur olarak kullanıldığını ve ibadetin kabul edilirliğinin üçlemeyle mümkünmüş izenimi uyandırdığını görmekteyiz. Dinin hemen hemen birçok uygulamasında ibdetin tamamlanabilmesi için en az üç kere yapılması şartı vardır. “Allah’ın şartı üçtür/Qewlê Xwedê sisê ye” sözü Anadolu’da yaşayan Türk ve Kürtlerin ortak söylemi olup inancın tamamlanışında üçlemenin önemine yapılan bir vurgudur. Bazı ibadetlerde niyetler üç kez dile getirilir. Örneğin oruçta üç kere niyet getirilir. Abdest alınırken uzuvlara üç kere su dökülür. Boşanma şartının yerine gelmesi için üç talakla olması gerekir. Kürtler, bunun için “sê kevirê wê havêtin ya da sê telaqê bê fitî” sözünü kullanır. Genelde yeminler “vallahi, billahi, tallahi” şeklinde üçlü bir okumayla olur. Ramazan bayramında da üç sayısının tekrarlandığı görülür. Ramazan Bayramı üç gün süreyle kutlanır ve İslâm’da üç mübarek ay bulunmaktadır.

Üçe dayalı inanç formu İslâm’ın bazı heterodoks mezheplerinde de görülür. Hz. Ali’ye bağlılıkta aşırı giden bazı Şii gruplar, İsmailîlerin etkisiyle Hz. Muhammed’i Tanrı’nın görünüşü, Hz. Ali’yi de içi ve gerçekliği kabul etmişlerdir. Zaman içerisinde bu düşünce felsefî içeriğini kaybederek “Allah-Muhammed-Ali” üçü birdir, şeklindeki tevhit inanışına dönüşmüştür. Kimi Alevî topluluklarında Güneş Muhammed, Ay Ali ve Zühre Fatma olarak üçlü bir sembolizme gidilmiştir. Ayrıca Alevî ve Bektaşîlerde yola giren tüm taliplerin “eline-diline-beline” sahip olacaklarına dair söz vermeleri kuralına dayanan üçlü bir hayat felsefeleri söz konusu olmakla beraber Bektaşîlerde “telkin, libâs, ahadiyyet” olmak üzere üç mertebe vardır. Yine Alevî-Bektaşî inancında gayb âleminde üçlerden söz edilmesi, Mevlevî derviş adayının önce çile çekmesi ve sonra mutfakta üç gün post üzerinde beklemesi, üç sayısının Anadolu’nun inanç dünyasındaki yerini göstermektedir.

Toplumumuzda çocuğa isim verilince adı kulağına üç kez fısıldanır. Kürtlerde taziyeler genelde üç gün sürer ve kişinin ölümünün üçüncü gününde mevlidi verilir, Kur’an okunur. Üçüncü günde yapılan bu uygulama ile ölünün ağzının açılacağı ya da sevaplarının artırılacağına inanılır. Evliliklerde din adamı eşlere üç kez “Kabul ettin mi?” diye sorar ve gelinin beline kırmızı kurdele üç kez sarılır, üçüncüde ise bağlanır. Aynı zamanda kurban kesimlerinde vekâletin kime verildiği üç kez tekrarlanır. İstiare uykusuna üç gece üst üste yatılır ve bu üç gece boyunca kimseyle konuşulmaz. Tövbeler genelde üç kez yapılır. Halk inancında önemli bir yeri olan muskalar da genelde üçgen şeklinde olur ve bunların kısmet açtığı, nazardan koruduğu, hastalıkları bertaraf ettiğine inanılır.

Üç sayısı Adana yöresinde kısmet açma geleneğinde de görülür. Genç kızın kısmetinin açılması için, çeyiz bohçası dualarla üç “cuma” açılır. Evliya soyundan olduğunu söyleyen bir kadın da, kısmetinin kapalı olduğu söylenen genç kız için bir dizi hareket yapar: Kadın, eline aldığı üç ipe, kızın ve annesinin adlarını dualarla söyleyerek düğümler atar. Sonra düğümlenen iplerden birini, içinde su bulunan bir tasa koyar, tastaki suyu genç kıza içirir. İplerden ikincisini, ateşte yakar. Üçüncü ipi ise, üstünde taşıması için genç kıza verir. Böylece kızın kısmetinin açılacağına inanılır.

Kürt kültüründe üç sayısı büyülerde ve önleyici durumlarda gizemli bir sayı olarak karşımıza çıkar. Kürtlerde kurt ağzını bağlama inancında hayvanı kaybolmuş biri, bir bıçak ile din adamının yanına gider ve din adamı bu bıçağı alır, üzerine üç kez okuduktan sonra yavaş yavaş kapatır. Böylece kurdun ağzı bağlandığı için kayıp hayvanın doğada üç gün boyunca emniyette olduğuna inanılır. Hayvan bulunduktan sonra dualarla bıçak açılarak kurdun ağzı çözülür. Bu gelenek Nahçıvan Türkleri arasında da görülür. Üç sayısı Kürt kültüründe iyileştirici olma özelliğiyle de kullanılır. Gözünde arpacık çıkmış biri amcası oğluyla evlenen bir kadının yanına gider ve kadın saçlarının ucunu göze üç gün boyunca üç kez sürdüğünde arpacığın iyileşeceğine inanılır. Nitekim vücuttaki mantarın elleri şifalı olduğuna inanılan hoca ya da koca karının üç çarşamba mantarın üzerinde okumasıyla iyileştiğine inanılır.

Halk anlatılarında üç sayısı ve üçlemeler

Üç sayısı halk anlatılarında da görülür. Halk anlatıları, ayrıntılara inme tekniğinden yoksun olduğu için seyircinin/dinleyicinin dikkatini çekmek ve konunun önemini vurgulamak için “yineleme ya da üçleme” tekniğinden yararlanılır. “Anlatının boşluklarını doldurmak için” de yinelemeye başvurulur. “Yineleme her zaman üç sayısına bağlıdır. Üç, gelenekli anlatılarda karşılaşılan insan ve nesnelerin en yüksek sayısıdır.” “İlk ve son durumun önemi”ne göre, en önemli kişi önce gelir; fakat son gelen kişi “anlatının duygudaşlık doğurduğu kişi”dir. Bu kural da üçler kuralıyla ilgilidir ve üçüncü safhadaki son durum anlatının ağırlık merkezini oluşturur. Bu üçleme kurallının en çok kullanıldığı anlatı türü masallardır. Masallarda üç sayısı kardeşlerle (üç kız, üç erkek), zamanla (üç gün üç gece), tabiatüstü varlıklarla (üç dev, üç peri kızı, üç başlı dev), hayvanlarla (üç karga, üç katır, üç eşek), yiyecek ve içeceklerle (üç yumurta, üç ekmek, üç karpuz, üç tas su), insanlarla (üç arkadaş, üç kör, üç yardımcı, üç hoca, üç cezalı), eşyalarla (üç kırbaç, üç çatal-kaşık, üç bağ çubuk, sarayın önündeki üç taş, üç altın), iş yapmayla ilgili (üç ağır şart, üç işe gönderme, üç işi aynı anda yapma, üç nâra atma, üç defa saplama, hendeğin etrafını üç defa dolaşma) vd. şeklinde kullanılır.

Aynı şekilde âşıklık geleneğinde âşık adayının gördüğü rüyada pirin elinden üç bade içmesi, üç formunun âşıklık geleneğine yansımasıdır. Halk anlatılarının başka bir türü olan destanlarda da üç sayısı sembol sayı olarak kullanılır. İlk Türk destanlarından biri olan Oğuz Kağan’da Oğuz Kağan, düşünde gördüğü yayı ve üç oku buldurur, yayı ve üç oku çocukları arasında üçe böldürür. Manas destanında üç sayısına sürekli atıfta bulunulur. Dede Korkut hikâyelerinde ise üç sayısı kırk üç defa metinde tekrarlanır.

Mem İle Zîn, Ehmede Xani, Çev: Selim Temo, Everest YayınlarıKürt dengbêj geleneğinde ve masallarında da üçe dayalı bir form, sıkça görülmektedir. Âşığın sevgilisini “Bi sê denga” (üç kere, üç sesle) çağırması, kahramanının bir işe üç kere girişmesi ve ancak üçüncüsünde başarılı olması gibi özellikler üçe dayalı formun birkaç örneğidir. Memê Alan destanında aşkın başlamasını sağlayan Tavbanû, Heyvbanû ve Stêrbanû adında üç peri olup bunlar içinde en küçüğü olan Stêrbanû’nun isteği ile Zîna Zêdan’ın tahtı Cizre Botan ülkesinden Mem’in sarayına getirilir. Mem’in Zîn’e ulaşmasında ona yardımcı olan Hasan, Çeko ve Qara Tacdîn adındaki üç kardeştir. Mem, bu kardeşlerin evinde üç gün kalır. Çünkü Kürtlere göre bir kişi üç gün bir evde misafirdir. Dördüncü gün artık ev sahibi kabul edilir. Bu yüzden Mem’in Cizre Botan ülkesine geliş sebebini Hasan, üç gün geçtikten sonra sorar. Mem’in Zîn’e kavuşmasını engelleyen de Beko adında fitneci üçüncü şahıstır. Bölgede oldukça yaygın olan Mîrza Mihemed masallarında genelde Mîrza Mihemed, bir padişahın üç oğlunun en küçüğü olarak anlatılır ve tüm masal onun üzerinden anlatılarak üç kardeşin çıktığı yolda başarılı olan tek kişi kendisi olur. Zeynika Zêra masalında yedi kardeşini bulmak için yola çıkan Zeynika Zêra’ya annesi topraktan “bir eşek/kera hirînî” yapar. Her seferinde “hoyş/dur” dendiği için bozulan topraktan eşek, ancak üç kere yapılabilmektedir. Bu yüzden Zeynika Zêra, iki kere yıkılan eşeği annesi üçüncü kez yaptığında amacına ulaşıp yedi ağabeyine ulaşabilir. Devi öldürüp yedi karısıyla evlenen ağabeyleri, yedi eşini mağaraya getirdikten sonra devin intikam almak isteyen büyük karısı, Zeynika Zêra’nın yemeğine devin üç kılını koyarak karnında üç yılanın büyümesine neden olur. Bir başka masal olan Potê’de ise masal kahramanı olan Potê, gece dağda arkadaşlarıyla yolunu kaybedince bir cadının ateşini fark edip oraya gider. Potê, kendisini yemek isteyen üç kızı olan cadıdan ancak üçüncü kızın yardımıyla kurtulur. Cadının kızı onu cadıdan kurtarmak için üç şey “tarak, sabun ve iğne” verir. Kosî û Şivan (Kaplumbağa ile Çoban) masalında padişahın kızıyla evlenmek isteyen kaplumbağaya padişah üç şart sunar. Ayrıca bu gibi üç sayısı etrafında oluşmuş imgesel anlatımları diğer birçok masalda görmek mümkündür ve bütün bu masallarda ancak başarı üçüncü denemede, üç şartın yerine getirilmesiyle ya da üçüncü kişinin yardım etmesiyle elde edilir.

Üç sayısı Divan ve Halk edebiyatı klasik aşk hikâyelerinde üçüncü şahıs yani ağyar/rakip olarak görülür. Divan edebiyatında üçüncü kişiler, âşık ile maşuk ikilisi arasında âşığın maşuğa kavuşmasını engelleyen, âşığın nazarında kötü olup olumsuz ve fitneci biri olarak kabul edilir. Halk hikâyeleri ve mesnevîlerin ikili aşk hikâyelerinde üçüncü şahıs “ağyar” yani rakip, âşığın bir türlü ulaşamadığı vuslata nail olan, sevgiliyi elde ederek âşığın ona kavuşmasını engelleyen kimsedir de. Leylâ ile Mecnûn mesnevîsinde İbn-i Selâm, Leylâ’nın vuslatına eren üçüncü kişidir. Ancak her zaman üçüncü kişi, vuslatı elde eden olmaz. Bu üçüncü kişi iki âşığın kavuşmasına engel olan kötü kimse de olabilir. Bu tarz bir algı, yukarıda da değindiğimiz üzere “Rab, kul ve şeytan” üçlemesinin imgesel bir yansımasıdır. Üçüncü kişiler, tıpkı şeytan gibi sevgilinin cennet yurdundan sürülmesine sebep olduğu gibi iki âşığın birbirine her yaklaştığında araya engeller koyarak ayrılığı derinleştirmektedir de. Leylâ ile Mecnûn’da Leylâ’nın babası, iki âşığın kavuşmasındaki en büyük engeldir. İki âşığın aşk macerasından haberdar olduğunda Leylâ’yı okuldan alıp eve kapatır. Mecnûn’un deliliğini bahane edip âşıkların kavuşmasına mâni olur. Mem û Zîn’de Leyla’nın babasının rolünü Beko üstlenir. Memê Alan destanında Mem’i kızıyla evlendirmek için sihir ve efsunlar yapan Beko, Mem u Zîn mesnevîsinde içi, kin ve fesatla dolu vezir olarak karşımıza çıkar. Beko’nun küçük hesaplar, iktidar hırsı, iki âşığın kavuşması yolundaki en büyük engeldir. Hüsrev ile Şirîn’de iki âşığın kavuşmasını engelleyense Hüsrev’in oğlu Şîrûye’dir. Hüsrev’in ilk karısından olan Şîrûye, Şirin’in güzelliğine vurulur ve gerdek gecesi, yatak odasına sızarak Hüsrev’i hançerleyerek öldürür. Ferhat ile Şirin hikâyesinde ise üçüncü kişinin rolünü Hüsrev üstlenir. Şirin’e kavuşmaması için ona imkânsız bir görev verir. Bir usta olan Ferhat’a Bisütun dağını delmesini ve oradan saraya su akıtmasını ister. Ferhat, dağa Şirin’in suretini çizer ve surete her baktığında aşk ile gürzünü/külüngünü sallar. Dağı deleceğini anlayan Hüsrev, Ferhat’a bir acuze göndererek yalandan Şirin’in ölüm haberini verir. Aşkını kaybettiğini düşünen Ferhat, gürzünü/külüngünü başına vurarak âşıklar içinde ilk aşk şehidi olur. Kerem ile Aslıda Ermeni keşiş/Kara Sultan âşıkların kavuşmasını engelleyen üçüncü şahıstır. Aslı’nın babası olan Ermeni keşiş/Kara Sultan, kızını Kerem’e vermemek için ondan kaçırır. Kerem, Aslı’yı her bulduğunda onu yine kaybeder. Nihayet Ermeni keşiş/Kara Sultan, kızını Kerem’den kaçıramayacağını anlayınca evlenmelerine razı olur. Ancak bu sefer kızına efsunlu bir elbise giydirerek âşıkların kavuşmasına engel olmaya çalışır. Kerem, gerdek gecesinde Aslı’nın giysisini çıkarmak için düğümleri her çözdüğünde çözülen düğümler yine düğümlenir. Sabrı kalmayan Kerem, bir “ah” çeker ve Aslı’yla beraber tutuşup yanar.

Aşk mesnevîleri ve hikâyelerinde görülen bu üçüncü şahıslar, Freud’un “id”, Jung’un “gölge/shadow” olarak tanımladığı insanın ilkel ve karanlık yönüne bir işaret olduğu gibi âşığın manevî yolculuğunda olgunlaşmasını, beşerden başlayıp kemale uğrayarak aşkın ilahi bir nitelik kazanmasını sağlayan güçtür. Üçüncü kişi/rakibin bu yönünden dolayı Ehmedê Xanî, aşkın kemale ermesi için üçüncü kişinin elzem olduğunu ve âşığın kaderinin bir parçası olarak kabul eder. Aslında aşk hikâyelerinde rakibe yapılan vurgu ve ona biçilen rol ile insanın cennetten kovulmasına da bir gönderme bulunmaktadır. İnsanın mutlak sevgili olan Allah’tan kopuşu şeytan yüzünden olduğu gibi sürgün edildiği bu dünyadan tekrar var edicisine ulaşması da şeytana karşı vereceği mücadeleyle mümkün olacaktır. İnsan, şeytanın hilelerine karşı korundukça manevî olarak yükselecek ve maddî dünyadan bağını koparıp daha üst gerçekliğin kapılarını aralayacak, maşuk ve âşık mutlak sevgiliye kavuşacak, kaybettiği konumu yeniden elde edecektir. Bu bağlamda mesnevîlerdeki üçüncü kişiler, üç sayısının temel özelliği olan tamamlayıcı ve olgunlaştırıcı özelliği içinde barındırarak âşığın maddeden manâya, kendini süflî arzulardan kurtarıp saf aşkı elde etmesinde bir vasıtadır. Hatta denilebilir ki âşığın, vuslat macerasında minnet duyması gereken biridir.

Görsel: Youqing (Eugene) Wang
KAYNAKÇA
Başçetinçelik, Ayşe, “Adana Halk Kültüründe Kısmet Açma”, http://turkoloji.cu.edu.tr/CUKUROVA/ sempozyum/semp_3/bascetincelik.php
Çıblak Coşkun, Nilgün, “Tahtacılarda Üç Sayısı ve Üçleme”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi
Veli Araştırmaları Dergisi, 2010/56.
Çoruhlu, Yaşar, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2010.
Durbilmez, Bayram, “Nahçıvan Türk Halk İnanışında Mitolojik Sayılar”,Turkish Studies
Volume 3/6 Fall 2008., “Kırım Türk Halk Anlatılarda Sayı Simgesi”, Milli Folklor, 2007, 19, Sayı: 76.
Güvenç, Ahmet Özgür, Kırk Sayısının Halk Edebiyatı ürünlerinde Kullanımı Üzerine Bir
İnceleme, A.Ü. Türk Dili Araş. Ent. Dergisi, Sayı: 41, Erzurum 2009.
Olrik, Axel, Halk Anlatılarının Epik Kuralları Ankara 2003.
Sakaoğlu, Saim, Masal Araştırmaları, Akçağ yayınları, Ankara 1999.
Schimmel, Annemarie, Sayıların Gizemi, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2011.
Yılmaz, Ebru Burcu, “Hikâye ve Romanlarda Sembol Dilinin Görüntüleri Üzeri
Değerlendirme”, Bilig, Kış 2011, Sayı:56.