Meraklıydı, merakı üstelik çoğu insanın gözünden kaçırdığı keskin ayrıntılar üzereydi. Arkadaşları, bir çevresi vardı, ama gene de seçilmiş bir yalnızlığın içinde yaşadığı belliydi
02 Mart 2017 14:20
Egemen Berköz’ün Cumhuriyet’te çıkan yazısından öğrendim: İsa Çelik, Mustafa Öneş’in ölümü üzerine yaptığı duyuru afişinin köşesine “şair, eleştirmen, sessiz fırtına Mustafa Öneş — onu kaybettik” yazmış; bu benzetme Mustafa’nın yalnızca yaşamına değil, ölümüne de yakışıyor: Yapayalnız bir çizginin kırıldığı noktada daha da yalnız bir final.
Kendi kaleminden yazarlık künyesini on cümlede toplamıştı: “1935 yılında Giresun’da doğdu. Ortaöğrenimini Erzurum ve Giresun liselerinde tamamladı. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünü bitirdi. Memurluk (vergi dairesi, banka), kitapçılık, değişik yayınevlerinde ve Milliyet Sanat Dergisi’nde redaktörlük yaptı. Yazın yaşantısı şiirle başladı. Varlık, Yelken, Alan 67, Papirüs, Soyut, Felsefe vb. dergilerde şiirleri yayımlandı. “Yeni Dergi Eleştiri Yarışması”nı kazandıktan (ödülü Mehmet H. Doğan’la bölüştü) sonra eleştiriye yöneldi. Özellikle şiir değerlendirmesi alanında etkinlik gösterdi. Bilinen nedenlerle zaman zaman kesintiye uğrasa da, çalışmalarını sürdürüyor. Yayımlanmış kitapları: Şair-Şiir Yazıları (1996), Şiir Kuşatması (2006, Memet Fuat İnceleme/ Eleştiri Ödülü), Şiirsiz (2011). "
Bu çerçeve 2013’de Tülây Ferah ile ortak yayınladıkları şiir kitabı Tekne Kazıntısı’nın girişinden.
Mustafa’yla ne zaman, nerede tanıştığımı anımsamıyorum. Buna karşılık, 1989’da geçirdiğimiz biriki saatlık buluşmayı unutmadım: Rumelihisarı’nda sık gittiğim bir çay bahçesinde birbaşıma kukumav oturduğum bir sonbahar sabahıydı, birden yanımda bitiverdi, rastlantı bu ya, oradan geçiyormuş. Kelimeleri yutardı Mustafa, söylediklerini yakalamak için dikkat kesilmek gerekiyordu her an. Ne çok soru sormuştu o gün! Meraklıydı, merakı üstelik çoğu insanın gözünden kaçırdığı keskin ayrıntılar üzereydi. Arkadaşları, bir çevresi vardı, ama gene de seçilmiş bir yalnızlığın içinde yaşadığı belliydi. Her durumda, tam anlamıyla nev-i şahsına münhasır adamdı.
Şu içbükey metin (Suya Seng, CLX14), 2006 yılından:
”Mustafa Öneş’in, edebiyatçıların metin yazarı olarak çalıştığı bir reklâm ajansındaki odasının duvarlarını, arkalarına tükenmez kalemle ‘birşeyler’ çizdiği kibrit kutularıyla kapladığını Fatma Tülin’den duyduğumda, içimdeki küreğin define sandığına temas ettiğini hissettiydim.
Ertesi gün aradım Mustafa’yı. Kimbilir kaç yıl olmuştu karşılaşmayalı. Beni dinledi ve noktayı koydu: “Kaybolmuştur onlar herhalde, birkaçını bulursam seni ararım”.
Merakımın kabarmasında, az da olsa Mustafa Öneş’i tanımış olmamın payı vardır sanırım: Tanımayana, görmeyene anlatılması güç bir insan. Herkes biriciktir, bazıları daha biricik onlardan biri.
Gözümün önünde belirdi kaplı duvarlar. Kibrit kutusunun sırtı, Tekel kibritlerini kullananlar bilir, not defteri işlevi görmüştür yıllar yılı: Adres, telefon numarası, aranacak kişinin adı, ayaküstü (ya da dizüstü) oraya yazılırdı. Arif Dino çok severmiş onlara çizmeyi. Minör için ideal alan, ideal boyutlar.
Besbelli, bir tür “ham sanat” panosu yaratmıştı Öneş. Arasıra resim de yaptığını söyledi o gün, telefonda. Bir ara buluşacağız.
Hırsın, show-biz performansının, tüccar-terziliğin had safhaya tırmandığı sanat ortamında, birinin bu kaygıların hepten dışına çıkarak, kendisi için bir şeyler yapmasının anlamı başka. "
*
Dört yıl sonra, Tekne Kazıntısı’nı imzalayıp göndermişti. “Enis Batur’a; şiirler ‘kibrit kutusu’ döneminden kalma… Şimdi kağıtları bu tür ‘çiziktirmeler’le doldurmaktayım. Sevgi ve saygılarımla… Mustafa Öneş, 20 Haziran 2010”.
Kitaptaki yaklaşık 50 ‘çiziktirme’yi dikkatle inceledim. Arka kapakta “Böylece, Mustafa Öneş’in resim olup olmadığı tartışılabilecek bazı çizimlerini biraz küçülterek sergileme olanağı bulduğunu da eklemeliyiz” yazıyor. “Bazı çizimler” denmesinden de anlaşılıyor ki, bir seçme bu. Egemen Berköz, ardından yazdığı yazısında konuya değiniyor. “Cepleri kibrit kutularıyla dolu olurdu. Konuşurken arada bir, bir kibrit kutusunun üzerine desenler çizerdi. Yüzlerce desen çizilmiş kibrit kutusu olduğunu söylüyordu. Biz de, bütün arkadaşları, bir kibrit kutusu desenleri sergisi açmalısın demeye başlamıştık ilerleyen yıllarda”.
Bilenler, münzevi Mustafa Öneş’in son yıllarında daha da içine kapandığını aktarıyorlar. Bir tür ‘yaşlılık depresyonu’ geçiriyor olabilirdi. Uzaktan, içine kapanmaktan çok içine kapaklanmak olarak adlandırmayı yeğliyorum o evreyi. Kibrit kutusunun ufarak alanı gündelik sıkıntı toplarını (Mustafa Irgat gibi) atmak için daha bir uygundu; buna karşılık, ‘çiziktirme’leri A4 boyutlarında kağıtlar üzerinde gerçekleştirdiği, sıkıntı perdesini genişlettiği anlaşılıyor. İçbükey metnimde “Ham Sanat”tan sözedip geçmişim, oysa hısımlık hat safhada. Mustafa’nın Art Brut’çüleri tanımış olduğunu sanmam, onlar biribirilerini zaten tanımamışlardır! Hısımlığın temel belirtisi, tek hücrelik boşluk bırakmaksızın oluşan yüklü istiflerdedir, ki Mustafa'nın bütün ‘çiziktirmeleri’nde görülüyor aynı eğilim: Boşluğu, “beyaz”ı saplantılı bir üslûpla doldurmak.
‘Çiziktirme’ şüphesiz “iddia” taşımamanın belirtkesi olarak seçilmiş, benimsenmiş. Bir küçülme var da işin içinde, küçültme yok. Şiirlere eşlik etmeleri rastlantısal mı? Bana kalırsa, herbirinin “görsel şiir” gizilgücünü sezmişti(r) Öneş.
Kitaplar, hele yayımlanmış olanlar, kolay kolay kaybolmuyor; Maldoror’un Şarkıları’ndan beri biliyoruz.
Ben ‘çiziktirmeler’den yana tedirginim: Kimsesiz Mustafa Öneş’in ardından uçup gitmesin hiçbiri.