Bir tür karşı kutsal kitap: Kinyas ve Kayra

Emre Orhun, Hakan Günday romanını, kendi imgelemiyle “ezmiyor”. Teknik olarak “desenler” ve “resimler” olarak iki ana ebat, aciliyet ve işlevde okura, yazara, metne ve anlatıya refakat eden çalışmalar, ne yazar, ne okurla rekabete de giriyor

07 Şubat 2019 09:00

Ressam, illüstratör, fotoğraf sanatçısı Emre Orhun'un, ta çocukluktan dostluk kurduğu yazar Hakan Günday'la hazırladığı ve “oto-biyografi”' öğeler içerdiğini söylediği Kinyas ve Kayra, zaten en başında bir “resimli-roman” olarak tasarlanmış. Hatta Orhun, kitapta kendisinin Kinyas, Günday'ın ise Kayra olduğu yorumunda bile bulunmuş.[1]

Resimli roman (Graphic novel), günümüz popüler kültürünün ABD, Uzakdoğu ve Avrupa başta gelmek üzere üç ayrı kıtasında, onlarca tür ve içerikle bugün artık rüştünü yeterince ispat etmiş durumda. Kendi içindeki evrimi ile, çizgi film, gölge oyunu, dijital animasyon ve video sanatı gibi farklı yönlere de kıvrılan, hatta buradan kendi sinemasına doğru da yol almasını bilen resimli romanın, gördüğümüz bu örneği ise, beraberinde birçok sanat tarihsel kavram ve tespiti getiriyor.

Sözgelimi, Emre Orhun, Hakan Günday romanını, kendi imgelemiyle “ezmiyor”. Teknik olarak “desenler” ve “resimler” olarak iki ana ebat, aciliyet ve işlevde okura, yazara, metne ve anlatıya refakat eden çalışmalar, ne yazar, ne okurla rekabete de giriyor. Metin imgeye, imge de metne hürmet ederken, her bir yapıt kendi özerk ifade alanını koruyor. Ama bir yandan da okura nefes aldıran, “gel bak, hikâyeye buradan da bakabilirsin” dedirten alçakgönüllü önermelerde bulunuyor.

Orhun, sanat anlayışından konuşurken, yine şu arşivlik ifadelerde bulunuyor:[2]

“Çizgi romanlarda dünyada Scratchboard olarak bilinen, siyah mürekkep kaplı beyaz bir kartonu kazıyıp ışığı ve gölgeyi detaylı çalışarak ortaya beyaz resimler çıkarttığım nadiren ele alınmış minimal bir teknik kullanıyorum. Çizim tarzım ve dünyaya bakış açım yapıtlarıma tamamen yansıyor.

Realist olmak gibi bir niyetim asla yok, bence resim gerçeği yansıtmak zorunda değil. Konu çizdiklerim olunca ben kendimi insanların şekline şemaline, nesnelerin yapısına ve perspektife karar veren merci, yani adeta bir tanrı olarak görüyorum. Ekspresyonizm ve Sürrealizm arasında gidip geliyorum. George Grosz, Otto Dix, Jerome Bosch, Pieter Bruegel gibi isimlere her zaman büyük hayranlık besledim

Kendimi bir korku çizeri olarak görmüyorum ama absürd – grotesk – tuhaf imajları nedenini açıklayamacağım bir şekilde seviyor ve üretiyorum. Neden çiçek veya manzara resimlerinin beni çekmediği hakkında bir fikrim yok.”

Bu sözlerin üzerine yeni bir yorum eklemek, ne kadar haddimize, bilinmez. Ancak sanatçının eserlerine biz de baktığımızda, roman sayfaları arasına sıkıştırılmış yeteneğinin,  neredeyse bir ilahî metin halesi ile vücut bulmuş bu teslis-üçleme kitapta, gayet dengeli biçimde, bir görünüp, bir kaybolduğuna tanık oluruz: Bir tür, imgelendirilmiş bir karşı kutsal kitap gibidir bu.

Desenler, birer günlük olarak tecrübe edilen ve dahası ikiz sütun sürükleyiciliğinde okunan metni de boğmayacak şekilde, âdeta bu “günlüklerin” arasına anı fotoğrafları gibi siner. Bu mahrem çizgi - fotoğrafların kiminde, (s.73, 74, 102, 103, 157, 161, 252, 262, 290, 291, 322, 323) o “ân”ın unutulmamasından başkaca bir gaye taşımaz bir umursamazlık vardır. Bununla beraber o eksik kalışın ve amatörlüğün verdiği bir nevî sahicilik de birikir.

Ama, eserlerin kimi de, çok çarpıcı bir rûyayı birine anlatmaya kalkıp, hiç bir kelime yetmeyince bunu ancak resmederek paylaşmanın samimi el çabukluğuyla belgeselleşir (s. 184, 191, 255, 302, 307, 345, 346, 363, 366).

Orhun'un sanat anlayışı adına andığı sanat akımlarından Sürrealizm'e bu konuda yakından baktığımızda bilhassa, sanatçının eserlerinin Max Ernst, Rene Magrite, Giorgio de Chirico ve Ernst Fuchs gibi imzalarla imgesel ahbaplık kurduğunu da ileri sürebilmek, mümkün görünür. 

Diğer yanda, Emre Orhun'un kimi Kinyas ve Kayra desen ve illüstrasyonları ayrıca, 18'nci yüzyıl sembolist ve romantik İngiliz şair, ressam ve çevirmeni William Blake'in yapıtlarını da anımsatır.[3] Yine bu çalışma akla, İngiliz çocuk edebiyatı klasiği, yazıldığı tarihten bu güne, 153 yılda onlarca desenli versiyonu üretilmiş Alis Harikalar Diyarında ile, 1605 ile 1615 tarihlerinde yazılmış bir diğer Dünya edebiyatı klasiği, Mançalı Don Kişot’u ve nice illüstrasyon çalışmasını getirir. Kaldı ki bunlardan biri de, 1949 tarihli yorumu ile, yine bizzat Sürrealist sanatçı Salvador Dali'ye aittir. Dali ayrıca, Dante'nin İlahi Komedya’sı ile, yine Alis Harikalar Diyarında’ya görselliğini katmıştır.[4]

Sanat ve kültür akımlarından bahis açılmışken, Hakan Günday'ın romanı Kinyas ve Kayra’da, yine sanat tarihine büyük katkı ve etkisi bulunan “Kuralsızlık” akımı Dadaizm'in de rüzgârının estiği düşünülebilir. Keza Dadaizmin de, Sürrealizm'in kapısını araladığı düşünülünce, taşlar yerine daha bir oturur. Bu açıdan gerek Günday, gerekse Orhun'un kişilik ve üretimlerini kendinde buluşturduğu düşünülebilecek bir diğer sanatçı Dadaizm ve Sürrealizm akımının aktif üyesi, Man Ray'dir.

Hatırlamak gerekirse bu edebiyat ve sanat akımı, Birinci Dünya Savaşı ertesindeki boğuntu ve dengesizliğin yarattığı bir üretimi ortaya çıkarmıştı. Andre Breton ve Louis Aragon ile Paul Eluard gibi kalemleriyle de bilinen, Tristan Tzara'nın Şubat 1916'da Larousse ansiklopedik sözlüğünde bir sayfayı rastgele açarak bulduğu, Fransızca “Dada/Oyuncak tahta at” ifadesiyle kendini isimlendirmiş bu savaş karşıtı anarşist akım, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmaz bir felsefî yapıya dayanıyordu. Yine, bu akımın plastik sanatçıları arasında Marcel Duchamp ve Hans Arp ile, Hannah Höch, Hugo Ball ve Kurt Schwitters başı çekiyordu.

Bu yönüyle Kinyas ve Kayra, daha yaklaşık 20 yıl öncesinden, bugün için ve bugünkü Türkiye ile dünya koşulları karşısında acıyla kanıksadığımız, bencilce tecrübe ettiğimiz ve kurnazca hem eleştirip, hem de yollarını aradığımız bir şeylerin zaptını sanki çoktan tutmuş gibidir. Kitap sanki, “yeni” Türkiye'nin yaşadığı bunalım karşısında varoluşçu, hedonist, siyasal ve ekonomik ya da etik vb., gerekçelerle zorunlu beyin göçüne zorlanmış bireyleri haber veren bir “avangart”lık taşır, karanlık bir kehanet, bir başvuru, bir “kıllanma kılavuzu” gibi de, gerek imge, gerekse kelimelerin rehberliğinde, küresel bir anlam(sızlık) yolculuğu misali ibretle okunabilir. Eserin zaman içinde yaptığı onlarca baskı da, bu talebin, hedonist, kolektif eğilimin bir diğer yansıması olarak alınabilir.

Bir diğer okuma ile Kinyas ve Kayra, yazarının iradî tuzağıyla, kendi içindeki sekans/ara bölümleriyle “yayına sık sık ara veren”, bir oturuşta kalkılmadan izlenmeye kalkılsa, insanı aptallaştırabilecek bir TV kanalı gibi işler. Kitap, taşıdığı aşırı enformasyon ve hayat dersi yüküyle, hem kendini, hem karakterleri ve hem de okurunu, sürekli olarak sado-mazoşist bir narsisizm, bir nefis sınavından geçirir. Tıpkı, kutsal kitapların yaptığı gibi, hem iyiyi, hem kötüyü, hem doğruyu, hem yanlışı, hem karanlığı ve hem de aydınlığı, ya da hem akla uygunluğu, hem de deliliği aynı anda okur ve karakterlerin önüne serer. Gerisini okura ve kahramanlarına bırakır, karışmaz. Böylece resimler de bu atmosferden nasibini alır ve özgür kalır. Bu özgürlük de olduğu gibi kitaba tıpkı sunî teneffüs misali içten, hayati ve ölüm kalım samimiyetinde görsel bir nefes aldırır.


[1] http://www.sanatatak.com/view/emre-orhun-gercegin-ustu-karanligin-dibi 

[2] http://www.sanatatak.com/view/emre-orhun-gercegin-ustu-karanligin-dibi   

[3]http://blakearchive.org/ 

[4] https://www.artsy.net/collection/salvador-dali-don-quixote