Çınar Yayınları'nın yeni başladığı "Kara Çınar" dizisinin ilk kitabı Steven L. Peck’in yazdığı ve Yosun Erdemli’nin çevirdiği Kısa Bir Cehennem Ziyareti'nden tadımlık bir bölüm fantastik-korku okurları için...
Usta iblis geniş, yüksek sırtlı kırmızı deriden iskemlesinde rahatça geriye yaslandıktan sonra önünde oturan dehşet içindeki beş konuğundan beriye, arkasındaki pencereye döndü. Oda iyi aydınlatılmıştı, uzun tüp biçiminde ampuller tavan boyunca fonksiyonel çiftler halinde uzanıyor, odaya yumuşak, profesyonel bir hava veriyordu. Zevkli biçimde oraya buraya yerleştirilmiş saksı bitkileri odada orantı ve düzen hissi sağlıyordu. Buraya ait görünmeyen tek şey o iblisti.
Canavarın sarı gözleri, masasının arkasındaki duvarı kaplayan geniş çerçeveli pencereden düşünceli biçimde dışarı bakıyordu. Camın arkasında, oynaşan kızıl bir parlaklıkla aydınlatılmış geniş bir mağara vardı. İblis içini çekti ve siyah uçlu toynaklarından biriyle bacağını kaşırken altındaki sahnede yavaşça kaynayan şeker şurubunu andırırcasına koyu kabarcıklar çıkaran eriyik lava yatağını izledi. Ateş gölünden ara sıra alevli bir fıskiye şiddetle patlayarak geniş mağaranın tavanını sıcak lavayla sıvıyor, ardından lava tekrar iri damlalar halinde yavaşça muazzam magma gölüne damlayarak yüksek, koyu şapırtılarla parlak turuncu sıvı bir kaya oluşturuyordu. Gölün içinde, ıstırapla haykıran, feryat eden insan gruplarının havuzda ilerlemeye çalıştığı görülüyordu ve çığlıkları kalın cam pencereden içeri sızmasa da yüzlerindeki sessiz acı ve korku, durumun dehşetini oturan beş konuğa anlatıyordu. Beşi de titriyordu ve soluk soluğaydı.
Gölün kenarında ufak gölgemsi iblisler, çentikli deri kamçıları ve uzun, paslı yabalarıyla, umutsuzca havuzdan çıkmaya çalışan bu ruhları kaynayan merkeze geri püskürtüyorlardı. Sarı gözlü iblis kendisine korkudan irileşmiş gözlerle bakan üç adam ve iki kadına döndü. İnsanlar kaba ketenden kalın beyaz cübbeler içindeydi. Ayakları çıplaktı ve hareket ettikçe gürültülü biçimde gıcırdayan dengesiz gri metalden katlanır sandalyelerde oturuyorlardı.
Heybetli iblis uzun boyluydu, iki buçuk metre kadar. İri keçi bacaklarındaki kaba, kalın tüyler ona klasik Pan’ın çekiciliğine sahip olmayan bir satir havası veriyordu. Göğsü son derece kaslıydı, yüzü gibi itfaiye aracı kırmızılığındaydı ve zehirli, kükürtlü bir koku salan ince bir nem katmanıyla kaplıydı. Biçimli kolları orantısız biçimde uzun görünüyordu ve ellerinde tehlikeli, kama benzeri pençeler vardı. Muazzam kafası, alev çıkaran geniş burun delikleri ve kendi iç ışığıyla parlar görünen iri, sarı kedi gözleriyle bölünmüştü. Kafasının üzerinde antilobunkine benzer bir çift iri boynuz, hafif bir spiral çizerek bir metre kadar yukarıya yükseliyordu. Kabarık yelesi, sinekkaydı çenesi ve yanaklarıyla çarpıcı bir zıtlık oluşturuyor, kafasının iki yanından çıkan parlak kırmızı renkte sivri yarasa kulakları bir dobermanınki gibi dik ve dikkatli duruyordu. Dişleri sivriydi, korkunç çehresine ayrıca iki aşırı büyük, kötücül köpek dişi eklenmişti.
Gülümsedi; acımasız, şeytani bir tebessümle değil, gerçekten memnun ve mutlu bir sırıtışla. “Eh, ne diyebilirim ki… hoş geldiniz. Cehenneme hoş geldiniz.