Fatma’nın yanından ayrıldıktan sonra odasında soyunurken babasının söyledikleri aklına gelir. Babasına göre “bazı mendebur istisnalarıyla her kadın mubahtır”
05 Aralık 2019 12:00
1949 yılında, İkinci Dünya Savaşı sonrası yayımlanan Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, siyasi çekişmelerin ortasında kalan bireyin, parapsikolojik ve metapsişik olaylarla içine düştüğü girdabı ve buradan kurtuluşunu anlatır. Yüksekkaldırım’daki karanlık pansiyondan Ada’daki aydınlık konağa doğru uzanan roman, yaşadığı hayatı materyalizm ve pozitivizm ile açıklayamayan Ferit’in tereddütlerinden sıyrılmasını konu edinir.
Aklın ve pozitif bilimlerin yetersizliklerinin anlatıldığı kitapta Ferit önce inançsız, zevk düşkünü olarak belirirken ikinci bölümde yaşadığı mistik bir deneyimle bu halinden uzaklaşarak huzura kavuşur. Modern bireyin var oluş krizi romanda, yüzünü Tanrı’ya dönmekle son bulur. Bunlar yaşanırken Ferit, bazen etrafındaki kadınlara rehber olmak, onları tahakkümü altına almak ister, bazen kadın, arzularının maddi karşılığı olur, bazen de kadını kendine rehber edinir. Nitekim ruh ve şuur arasında kalan Ferit’in kendini bulma yolculuğunda Matmazel Noraliya, Nilüfer, Selma, Necmiye Teyze ve Fatma bu kadınlar arasındadır.[1]
Üniversite öğrencisi Selma, Ferit’in sevgilisidir. Ferit romanın ilk bölümünde Selma’yı “odaya atmak” istediği bir cinsel nesne olarak görür, hatta ona duyduğu arzuyla onu merdiven aralığında sıkıştırıp öper. Bu hareketinden sonra ikisi arasında ruh, maddiyat ve arzu odaklı konuşma geçer. Konuşmada bir ruhu olduğuna Ferit’i ikna etmek için uğraşan Selma, başarılı olamaz. Ferit, kadınların ruhlarından önce bacaklarını gösterme meraklısı olduğunu düşünür ve Selma’nın kendisini tahrik ettiğini söyler: “Sen boyadığın ve süslediğin vücudunla bende hangi duyguya hitap ediyorsan ondan cevap alıyorsun.” (s.74) Selma’nın Meryem Ana rolü oynadığını ifade eden Ferit, kadını nesneleştirmeye devam eder: “Söylesenize bana, lokantada piliç kızartmasına niçin ipekli don giydirmiyorlar? İştah niçin aleni de şehvet gizli?” (s.76) Ferit’e göre Selma’nın kendisine karşı koyması “cemiyetin ahlâkından ve geri bir namus telakkisinden” (s.86) gelmektedir. Yani ona göre kadın, başkalarının kurallarıyla hareket eden, düşünemeyen, bu sebeple de söylediklerinin karşılığı olmayan bir nesnedir. Kadının ruhu yoktur, sadece erkekte şehvet uyandırır, haliyle erkek nefsine hâkim olmak zorunda değildir.
Merdiven aralığında Selma’yı öptükten sonraki süreç, Ferit’in engellenemez bir arzuyla onu aramasıyla geçer. “Etlerin birbirine değmesini” bir ebedilik olarak gören Ferit, düşlerinde Selma ile sevişir. Yaptığı hareketten dolayı pişmanlık da duyar, hatta bu sebepten ikilikler yaşar, ne yaptığını bilemez halde sokaklarda dolaşır. Selma’yı bulup ondan özür dilemek, onu sevdiğini söylemek ister fakat bunu düşünürken kendi kendine kurduğu cümleler de oldukça serttir: “Arzu bıçaklanmasından gelen haksız ve geçici bir öfke” haliyle hareket ettiğini düşünen Ferit, sevdiğini söylemekten (ama öpmekten asla değil) utanır. Üstelik öyle utanır ki bunu gizlemek için kendini veya Selma’yı öldürebilir. (Daha sonra bunun Selma’ya tatbikini yanlış bulsa da mizaç bakımından doğruluğunu kendinde onaylar.) Kadına sevdiğini söylemek zordur erkek için, şiddet gösterebilmek ise meşru. Arzusu kadın tarafından doyuma ulaştırılamadığında öfkelenmek, hakaretvari ifadeler kullanmak da serbesttir. Bu noktada Selma, aşktan çok, cinsel zevkleri tatmin etmekle yükümlü kişi olarak gösterilir.
Tabii bu durum, Selma’nın Ferit’in yanından kaçışı, “tepesinden tırnağına kadar Selma dolu” (s.109) olan Ferit için ayrı bir zevk kaynağı olur. Selma’nın yokluğu, ona ulaşamaması Ferit’in arzusunu daha çok şiddetlendirir. Bu süreçte Ferit, Selma’nın “bacakları ve ruhu arasında tereddüde düşmeye” başlar, çünkü artık kitaplar ona cevap vermemektedir. Var oluş sorgulamalarına giren Ferit, düşüncenin “maskara bir mana avcısı” olduğunu söyler: “Eğer insanın aradığı mânâ kendi icadı değilse, mânâya mânâ veren kendisi değilse, bu Allah’ın hikmetinden başka nedir?” (s.194)
Ferit’in sorgulamaları Matmazel Noraliya’nın koltuğu ile yaşadığı metafizik deneyimden sonra yerli yerine oturur ve Selma’ya karşı olan hislerinde nefsine hâkim olmayı öğrenir. Merdivendeki öpüşme Ferit’in ilahi bir ders almasına, “hayvanlıktan kurtulmasına” olanak sağlayan olaylar dizisinin ilk adımı olur.
Selma, Ferit’i var oluş sancıları içine sokar, yeni bir benlik yaratmasında ön ayak olur, kadını sadece fiziken değil ruhen de kabul etmesine olanak sağlar. Bu iyi bir adım gibi görünebilir, fakat Peyami Safa, Ferit’in Selma ile olan ilişkisini, Selma’nın erkeğe (Ferit’e) muhtaçlığı üzerinden çizmiştir diyebiliriz. Nitekim Ferit’in Nedime ile konuşmasından, Selma’nın tek ümidinin Ferit olduğunu, eğer Ferit onu bulmazsa üzüntüden ölebileceğini öğreniriz. Yine başka yerde Selma’nın, Ferit’i âdeta tanrısallaştırarak koruduğunu okuruz. Yazar kitabın sonunda Selma’yı arzularıyla az da olsa konuşturur: Selma alınganlığının sebebinin kendisine bir eşya gibi davranılması olduğunu, Ferit’in yanında kendini çıplak hayal ettiğini, koynuna sokulduğunu söyler. Fakat bir ara evlenmeyi düşündüğü adamla Ferit’i kıyaslarken kurduğu cümleler Ferit’in tanrısallığının nişanesi olur: “[…] bak ne kadar samimiyim, senin hizmetçin olmayı onun karısı olmaya tercih ederim.” (s.284)
Selma kitabın sonunda Ferit’in gözünde arzu nesnesi olan halinden ruhu da olan bir bireye dönüşür. Bu dönüşüm ise erkeğin istekleriyle şekillenir. Selma, “ben o kadar mutaassıp değilim” diyerek Ferit’e yaptığı hareketi (öpüldükten sonra kaçmayı) “çiğlik” olarak değerlendirir, değiştiğini, hatta bazen geceleri düşünde, çırılçıplak soyunup yanına yattığını söyler. Yani erkeğin istediği arzunun esasen kendisinde de var olduğunu ifade eder. Her ne kadar Ferit yaşadığı mistik deneyim sonucu eskisi gibi düşünmese de kitabın sonunda Selma’nın yanına gelmesine sevinir. Çünkü Ferit dine salt bir dindarlıkla bağlanmaz, Selma’ya karşı duyduğu arzu devam eder; sadece bu sefer metalaştırmaz.
Ferit’in arayışlarını nihayete erdiren, hayata bakışını değiştiren Matmazel Noraliya, on sekiz yaşına kadar babaannesi tarafından Müslüman inanışına göre yetiştirilir, babaannesinin ölmesiyle annesi Matmazel Giannetti’nin yanında yaşamaya başlar. Roma’ya giderken gemide tanıştığı Yorgo’nun ölmesiyle “oynatan” Noraliya, bir zaman sonra iyileşir ve annesiyle Ada’daki konağa yerleşir. Annesi öldükten sonra da burada yaşayan Noraliya, dünya nimetlerinden elini çeker, bir döşemeciye yaptırdığı koltukta tam otuz iki sene oturur. Şifa verdiğine inanılan Noraliya o koltukta oturarak hastaları iyileştirmiş, hatta kendi ölüm zamanını bile bilmiştir. Hayatı boyunca hiçbir arzusu gerçekleşemeyen Noraliya, kendini Allah’a adamış, benliğinden sıyrılarak yaşamını anlamlandırmıştır. Ona göre Allah’ın hikmetini bilmeyenler için “her felâket abestir” (s.256). Allah’ın verdiği akıl ve şuuru en büyük hazine gören Noraliya, fâni zevklerin peşinden koşmaz. Allah’ın kendisine bahşettiği nuru, ondan mahrum olanlara pay etmesi için canını feda etmek ister:
“Yarabbi! Bana ihsan eylediğin nuru, andan mahrum olanlarla paylaşabilmekliğim için ne lazımsa anı yapmayı bana talim etmeni de niyaz ediyorum. İnsanları benliklerinin bu azgınlığından, bu kazanç ve menfaat iptilalarından kurtarmak için hisseme düşen fedakârlığı ifaya âmâdeyim. Yarabbi! Meramımı hakkiyle ifade edemiyorum, beni anla.” (s.265)
Matmazel Noraliya, dünyevî zevklerden uzaklaşarak Allah’a sığınmış, ruhunu iyileştirmiştir. Bu yönüyle Ferit’in kendisini bulma yolunda bir rehber görevi üstlenmiştir. Nitekim Ferit bu vesileyle pozitivist ve materyalist dünya anlayışından dine yönelerek sıyrılmış, sancılarını dindirmiştir.
İlk karşılaşmalarından itibaren Ferit kendini “tuhaf bir dünya”nın içinde hisseder, “uzviyetinin yükünden” kurtulur: “Eskiden gördüğüm ve bildiğim her şeyin üzerine bambaşka bir mânâ yapıştı.” (s.231) Noraliya’nın koltuğunda geçirdiği dakikalar ise Ferit’in ruhî gelişiminin bir tezahürü olur:
“Asıl koltukta geçirdiğim anlar… […] Ben kendimden geçtim, fakat şuurumu kaybetmedim. Daha doğrusu şuuru kaybetmedim. Çünkü bu artık benim şuurum değildi. Ben yalnız o şuurun belki şahidi olarak vardım. […] Fakat o, her şeyi kucaklayan bir aşk anıydı. ‘O’nu göreceksin’ demişti hayalet. O kim? Bu ışık mı? Işık kim? Allah! Kendisi veya sembolü.” (s.234)
Bu deneyimden sonra kendisi için “ben artık o eski züppe değilim,” (s.280) diyen Ferit, mesuttur. Ruh ve madde çatışmasının ortasında Noraliya’nın koltuğu ile hidayete erer. Var oluşunu tamamlayan Ferit, dine yöneldikten sonra kadının ruhen de var olduğuna inanır. Bu da Selma ile yeni bir hayata başlamasının kilidi olur.
Noraliya’nın kitaptaki önemi, “erkek rehberliği” olmadan doğru yolu bulan, “maddi zevklerin esiri olamayan kadın” olması ve nihayetinde erkeği ehlileştirmesidir. Tabii bu ehlileşmek sorgulanabilir seviyede kalmıştır. Nitekim kız kardeş Nilüfer, sorumluluk adı altında ağabeyinin tahakkümüne maruz kalmaya devam eder.
Ferit’in ruhî meselelerini sarihleştirdiği kitabında kız kardeş Nilüfer, korumaya ve erkek rehberine muhtaç bir kadın olarak çizilir. Maddi anlamda Nilüfer’e bakmakla yükümlü olduğunu düşünen Ferit, daima veremli kardeşinin etrafındadır.
Nilüfer, teyzesi Necmiye ile aynı evde yaşar. Teyzesi bir gün Nilüfer’i sevgilisi Orhan ile “fena halde” yakalar. Bu olaydan sonra araları bozulur; aynı evde birbirlerine düşman olurlar. Evde bir “barut fıçısı” gibi gezen teyze, Nilüfer için aşılması zor bir mesele haline gelir. Ferit’in bu olay karşısındaki ilk tepkisi, eğer kardeşini rahat bırakmazsa teyzesini öldürmek olur. Bu düşüncesi hayalinde bile devam eder. Nilüfer’i düşündüğünde aklına ilk gelen şey, teyzesinin kalbine bıçak saplamaktır. Üstelik bunu yüceliğine bağlar:
“Biraz Nilüfer’i düşünsem yine bıçağı alıp teyzemin kalbine saplayabilirim. Bunu hayalen bir defa bile yapmış olmak insanda bir cinayet istidadı olduğunu göstermez mi? Şüphesiz her büyük ruhta bu istidat vardır. Orada kinin nispetleri de büyüktür. Büyük ruh? Şüphesiz benim büyük bir ruhum var.” (s.137)
Bu “büyük ruh” bununla da kalmaz, teyzeyi öldürmenin var olmakla eşdeğer olduğunu söyler. Kardeşini korumak adına şiddeti meşru gören Ferit, teyzesini öldürürse adaleti de sağlayacağına inanır:
“Bıçağı teyzesinin kalbine bir daha soktu. Tamam. Bıçak girerken varlığının şuuru artıyordu. Hayır, şuuru değil. Bıçağı bir daha soktu. Varlığı, varlığının kendisi artar gibi oluyordu. Herhangi bir iş yapmak iktidarından mahrum olduğunu sanan bir adamın şüphesi varlığının kesafetine, dolgunluğuna ait bir şüpheye benziyordu. Bıçağın kalbe girerken ispat ettiği şey bu dolgunluktu. Ben teyzemi öldürürsem varım.” (s.118)
Kardeşini koruma düşüncesiyle şiddeti mümkün kılan Ferit, teyzesinin ölümüyle rahatlayamaz. Ruhun da var olduğunu idrak etmeye başlayan Ferit, ölüm karşısında merhamet duymaya başlar. “Ölümün bütün kusurları temizleyen banyosuna" (s.173) teyzesi de girer.
Teyze romanda, ölene kadar, “yüce erkeğin” varlığını ispatlaması için bir nesne olur. Eğer teyze öldürülürse hem kız kardeş kurtulacak hem de ağabeyliği tescillenecektir. Fakat dine yöneldikten sonra işler değişir. Necmiye Teyze hakkında düşündükleri vicdanını sızlatır. Böylelikle Ferit teyzeden değil, teyze Ferit’ten intikam alır hâle gelir.
Ferit, teyzesinin dışında Aziz Hoca’ya karşı da Nilüfer’i koruyan bir tavırla yaklaşır. Kitabın sonunda Aziz Hoca’nın Nilüfer’e yakınlık duyduğunu öğrenen Ferit, kardeşine “aptallık etme, nikâhtan sonra” şeklinde uyarıda bulunur. Nilüfer kendisine ahlâk dersi vermemesi gerektiğini söylerken ona şunu der: “Asıl sana vereceğim, Selma gibi tehlike anında, kaçmayı da bilmezsin sen.” (s.288) Burada iki şey ortaya çıkar: Selma’ya yaptığının bir tehlike olduğunun farkındadır ama arzuları galip geldiği için kendini alıkoymamıştır; üstelik bu onun için bir suç değildir, hem Selma da kendini koruyabilmiştir. Söz konusu kardeşi olunca ise işin içine erkekle kadının yan yana olmasını onaylayan evlilik girer. Şayet böyle olursa hem toplum tarafından ilişkileri meşru sayılacak hem de kız kardeşi bir erkek tarafından kullanılmayacaktır.
İki farklı Ferit: Ağabey ve sevgili; her iki sıfatta da tahakkümcü ve mutlu.
Pansiyondaki kadın için de durum farklı olmayacaktır.
Yüksekkaldırım’daki pansiyonda hizmetçilik yapan Fatma, şuur ile arzunun karşı karşıya gelmesi, arzunun kazanması ve neticesinde Ferit’in babasının gözünde olumlanması bakımından önemlidir.
Ferit bir gün pansiyonda karşılaştığı ve kim olduğunu bilmediği çıplak vücutlu kadını bulmak için dolaşır ve Fatma’yı odasında uyurken görür. Arzunun şuuru aşındırdığı bu anlarda Ferit erkekliğiyle, erkeklik zevkleriyle sınanır.
Fatma, Ferit’e ölen kocasını rüyasında gördüğünü, onu çıplak karşıladığını söyler, cinsel arzularından bahseder. Ferit ilk önce kadınla ilgilenmez, biraz sohbet ettikten sonra ona erkek lâzım olduğunu söyleyerek odadan ayrılır. Fatma’nın yanından ayrıldıktan sonra odasında soyunurken babasının söyledikleri aklına gelir. Babasına göre “bazı mendebur istisnalarıyla her kadın mubahtır” (s.50). Yine babasının “kırklık Arap karısını nasıl gebe bıraktığına dair” (s.50) anlattıkları onu harekete geçirir. Çünkü babası olsa Fatma’ya merhamet duymaktansa yanındaki zamanı “ustaca kullanır”dı.
Ferit de öyle yapar, nihayetinde “babasının oğludur”; Fatma’nın odasına çıkarak kadının yanına Hüseyin’miş gibi yatar. Artık “babasının gözlerinde salak” değildir. Ferit bunu sadece babasının gözünde olumlanmak için yapmaz; kendini cinsel anlamda tatmin etmek de ister. Çünkü kadının yanına çıkmadan önce “kendi elini kadının eli farz ederek ilk gençlik veya bekâr odası fantezilerinde” ilerlemektedir. Düşününce bunu Fatma ile yapmanın bir mahsuru olmadığını kendine söyler. Fatma ile geçirdiği gece sonrasında kadın hakkında düşündükleri de Fatma’yı sadece cinsel bir nesne olarak gördüğünü kanıtlar niteliktedir:
“Selma niyetine Fatma’nın yanağını öperken katırın burnu realitenin kazığı gibi gözümün içine girdi. […] Fatma ile yattıktan sonra seviyen düştü. Hüseyin gibi bir şey oldun.” (s. 54, 56)
Ferit, babasının nezdinde kendini olumlamaktan, kendiyle gurur duymaktan memnundur ama yaşadığı gecenin de bir hüsran olduğunu vurgular:
“Şoför Hüseyin’in yaladığı bir ten üzerinde senin dudakların. Bütün o kaba yüzün maskara teferruatını, zift kaşları, havuç burnu, yorganın kirlerini ve yırtıklarını, şiltenin altında davul gibi gümbürdeyen gaz sandıklarını gözün görmedi ama için gördü ve kaydetti. Bunlardan her biri, senin zevkin ve gururunla kendi arasındaki mesafeyi kısaltmak için seni kendisine doğru geçiyor ve bayağılaştırıyor.” (s. 58)
Ferit için daima babası haklıdır, bu sebeple fırsat olarak gördüğü Fatma’yı “kullanmaktan” kendini alıkoymaz. Böylece hiç göremediği, nerede olduğunu bilmediği babasının bir gün bunları duyunca kendisiyle gurur duyacağını düşünür. Fatma, erkeğin cinsel doyumunda bir araç olarak belirir.
***
Toplumsal tahakküm kodları içinde itaat, bu tahakküm ilişkisinin bedenselleşmiş halidir. Ferit’in babası, yanında olmasa dahi, onun için rehber konumundadır. Baba arzularıyla, kadına bakışıyla egemen ve meşru olandır. Bu sebeple de Ferit, kendisine atfedilen “olması gereken” erkek rolüne kolayca girmiş, aynı itaatkâr tavrın çevresindeki kadınlar tarafından kendisine gösterilmesini istemiştir. Zira Ferit babasından öğrendikleriyle dilini cinsiyetlendirilmiş ifadeler üzerine kurmuştur: Fakat bir kadın, Ferit’i girdiği bu güç heyulasından koparıp almıştır: Noraliya.
Ada’da geçirdiği mistik deneyimle Ferit, kendine bir kapı aralamış, kendiyle yüzleşmiştir. Böylelikle egemen erkek - tam anlamıyla değilse de - ehlileşmiştir:
“Kadınlar yüzyıllardır, erkek görüntüsünü gerçek boyutlarının iki katında gösterebilen büyülü ve enfes bir güce sahip birer ayna görevini yerine getirmişlerdir.” Virgina Woolf
Kaynakça
[1] Bu isimlerin dışında kitapta yer alan kadınlardan (Suzy, Feriha, Suat, Neriman, Atiye Hanım, Nedime, Eda Hanım, Fotika, Nazire, Zehra, Seniha, Behice, Sadberk Hanım) Ferit’in üzerinde çok büyük bir tesir bırakmadıkları, sadece yan karakter olarak yer aldıkları için bahsedilmeyecektir.