Funda Şenol Cantek: "Biz, kadın bedeninde fazlalık olan ve eksikliği hissedilen her şey için başvurduğumuz mekânların kitabı olsun istedik bu elinizdeki kitap"
17 Ağustos 2017 14:08
İletişim Yayınları’ndan çıkan, Funda Şenol Cantek’in derlediği Aynanın Önünde Cımbızın Ucunda kitabını bir süredir beklemekteydim, beklediğime değer bir kitapla karşılaştım. Makalelerin dilleri akıcı ve anlatılanın ciddiyetini, derinliğini kaybettirmeyecek ölçüde mizahiydi. Bunun okumayı kolaylaştırdığı kesin. Klasik bir derleme kitapta kişiyi makalelerin bazılarını seçmeye yönlendiren bir yapı olur, ancak bu kitap böyle değil: Kitaptaki kadınların kendi hikâyeleri ve yapılan saha çalışmalarıyla birleşen deneyimleri, her bir yazıda zihin açan özellikte ve okuru sürekli bir yaratıcı düşünme seansı içine sokuyor. Kent mekânında, taşra mekânında, trans ve natrans kadınların beden inşaları, toplumsal cinsiyet ve cinsellik kurguları oldukça tene dokunan cinsten işlenmiş.
Günümüzde kadınlara yönelik saç bakımı, vücut bakımı gibi işlemler için açılan mekânlar oldukça çeşitlenmiş durumda. Özellikle gelişen teknoloji ile birlikte bakım hizmet mekânlarının ağda salonu, güzellik merkezi, lazer klinikleri gibi isimlerle özelleşen pratiklere ayrıldığını düşündüğümüzde, kuaförlerin işlevselliği (hem pratikteki müşteri sayısı açısından hem de toplumsal cinsiyet inşası açısından) mekânsal olarak etkilenmiş midir? Bu gelişmelerin, kuaför salonlarını araştırma sahası olarak seçmenizde ve alan araştırmasında etkisi oldu mu?
Funda Şenol Cantek: Aslında beni böyle bir derleme hazırlamaya sevk eden süreci anlattım. Ama kuaför ve saç (daha genel olarak da özbakım) meselesini neden dert ettiğim sorusunun cevabı, feminist olmam ve toplumsal cinsiyet rollerinin inşasında, kadınlık- erkeklik performanslarında bedenimizle ya da başka bedenlerle kurduğumuz ilişkinin önemli olduğunu düşünmemde saklı. Hepimizinki gibi, kuaför salonları, benim de cinsiyet kimliğimi inşa ederken maruz kaldığım bir mekân ve kültür. Sınıfsal mensubiyetim, karakterim, çevresel baskılar, aile baskısı vb. beni kuaför salonlarını keyif mekânı haline dönüştürmekten alıkoydu. Hep bir yetersizlik hissiyle, güzellik kriterlerine uyamama kaygısıyla, demode olma telaşıyla gittim o mekânlara. Hepsi erkek olan kuaförlerden de bu olumsuz hislerimi ve ön yagılarımı pekiştirecek muamele gördüm diyebilirim. Benim akademik çalışmalarım hep geçmişimle hesaplaşma içeriyor, adeta insiyaki biçimde... Bu çalışma da böyle bir çalışma oldu.
Kitabın adı Kuaför Kitabı ama tabii kaçınılmaz olarak senin bahsettiğin epilasyon merkezleri, güzellik salonları, klinikler gibi mekânlara da düştü yolumuz. Bu tür mekânlara topluca kuaför dememizin sebebi, yaygın kullanımı olmasından. "Kuaföre gidiyorum" veya "kuaför zamanım gelmiş" dediğimizde, aslında bahsettiğin tüm işlemleri içeren bir bakım sürecinden bahsediyoruz. Hâkim güzellik, sağlık ve estetik kriterlerinin dayatmalarını yerine getirmemek için fazla mazeret kalmadı günümüzde. Daha az kıllı, daha parlak saçlı, daha dolgun dudaklı, daha ince vs. olmaktan kaçmak zor.
Yazarlara ulaşırken ve derlemeleri yaparken, sahanın sınırlarını çizmeye dair nasıl bir yol izlediniz?
Funda Şenol Cantek: En zoru bu oldu aslında. Daha kitap sadece parlak bir fikirken, kitabın yazarlarından Ezgi Sarıtaş bana iskeleti oluşturmakta çok yardımcı oldu. Biz, kadın bedeninde fazlalık olan ve eksikliği hissedilen her şey için başvurduğumuz mekânların kitabı olsun istedik bu elinizdeki kitap. Senin de bahsettiğin gibi, bir iki kuşak önceki gibi güzellik ve bakım için gidilen tek mekân kuaför değildi artık. Ağda, manikür-pedikür, epilasyon, takma tırnak, kaş tasarımı ve benzeri akla gelmedik birçok uygulama için ayrı mekânlar var günümüzde. Tabii bunların hepsini aynı çatı altında yapan devasa güzellik merkezleri de. Bunların her biri bir yazı konusu olsun istedim. Ama aynı zamanda bu mekânları kendi içlerinde ayrıştırarak da ele almayı düşündüm. Müşteri profili kültürel, sınıfsal ve yaş olarak birbirinden farklı, ama temelde aynı hizmetleri veren mekânların hikâyeleri birbirinden hem çok farklı, hem de çok benzer oldu. Bir Antep kuaförüyle bir İstanbul kuaförü, sınıfsal olarak aynı kitleye hitap etse de kültürel olarak çok farklıydı mesela. Pavyon şarkıcıları ile seks işçilerinin müdavimi oldukları bir kuaför salonu, bir kuaför salonundan çok başka bir şeydi. Bunları hesaba katarak, saha çalışmasında zorluk çekmeyeceğini düşündüğüm, sosyal becerileri gelişkin, toplumsal cinsiyet duyarlılığı olan ve de bu meseleyi dert eden, çoğunluğu genç arkadaşlara teklif götürdüm. Saha çalışması içerdikleri için kitaptaki metinler, veri toplama ve yazım süreci oldukça uzun sürdü. Ama değdi diye düşünüyorum. Masa başı yapılabilecek bir iş değildi. Yazıların üslubu da, kuru bir akademik üsluptan çok farklı dikkatini çektiği gibi.
İkili cinsiyet sisteminin kitapta anlatılanlar gibi o sancılı, bunaltıcı, acı verici inşası sürecindeki mekânlarda saha çalışması yapmak, sahanın "yerli-antropoloğu"1 olmak nasıl bir deneyimdi?
Merin Sever: Toplumsal cinsiyet normlarına, heteronormativiteye muhalif biri için, o kodlara pek muhalif olmayan, hatta hayatını aslında bu kodları yeniden üreterek kazanan kişilerle konuşmak biraz zorlayıcı aslında. Çünkü orada bulunma amacım onu yargılamak ya da onu dönüştürmek değil, onunla konuşmak, onu dinlemek. Ancak elbette toplumdaki bireylerin çoğu, sisteme itirazı olmadığı sürece -bunu amaçlamasa bile- güzellik hakkında konuşurken aslında “kadın”ı da “erkeğin zıddı/ erkek olmayan” olarak kodlayarak bunun üstünden bir güzellik anlayışı, söylemi geliştiriyor. Kuaförlerin direkt olarak “kadını güzelleştiren” bir iş yaparken toplumsal normlardan çok uzak olmalarını beklemek zaten mümkün değil, neyin güzel olduğunu da sonuçta toplum belirliyor. Ben de soruları sorarken bu bilinçle sordum, zaman zaman -yargılayıcı olmaktan özellikle kaçınarak- “Peki ama şu da şöyle değil mi?” gibi karşımdaki kişiyi farklı noktalar üstünden konuşturmaya çalıştım.
Merve Öztürk: Bizim makalenin konusu gelin başıydı. Özellikle kuaförlerde çok sık rastladığımız “sen anlamazsın, bu sana yakışmaz” tavrı, söz konusu gelin başı olunca iyice belirginleşiyordu. Örnek vermek gerekirse, büyük burunlu bir kadına asla sıkı topuz yapmayacağını çünkü o “kusuru”nu daha da belirginleştireceğini söyleyen bir kuaför vardı. Burada kadının burnuyla bir problemi olup olmaması onun için önemli değil; nasıl güzel gözükeceğine, hatta nasıl güzel hissedeceğine bile karar verme yetkisini görüyor çünkü kuaför kendinde. Ancak bunu direkt olarak erkekliğe bağlamaktan kaçındık, çünkü işin içine bir de uzmanlıktan kaynaklanan “en çok ben bilirimcilik” giriyor. Yine de, erkekliğin de hiç payı yoktur diyemeyiz tabii. Bir de gelin başını kimin ödediğini sorduğumuzda, bazısı çok gereksiz bir soru sormuşuz gibi bir tavırla “Elbette damat tarafı” derken, daha genç ve diğerlerine göre daha “marjinal” ve yenilikçi olan başka bir kuafördekiler ise “Yok artık, hâlâ böyle şeyler oluyor mu ya?” diye bize sordular. Bu algının az da olsa aşınmış olduğunu görmek güzel tabii.
Örnek vermek gerekirse, büyük burunlu bir kadına asla sıkı topuz yapmayacağını çünkü o “kusuru”nu daha da belirginleştireceğini söyleyen bir kuaför vardı. Burada kadının burnuyla bir problemi olup olmaması onun için önemli değil; nasıl güzel gözükeceğine, hatta nasıl güzel hissedeceğine bile karar verme yetkisini görüyor çünkü kuaför kendinde.
Gökçe Çöçel: Kendimi bildiğimden beri, bu inşa sürecine dâhil oluyorum, görüyorum, hissediyorum, dolayısıyla ben o sahada yaşıyorum, o sahayı hep deneyimliyorum. Bu sürecin olmadığı mekân var mı? Ben hep o mekândayım yani. Ancak araştırmacı olarak kendimi çok kurdum bu süreçte, tekrar tekrar inşa ettim. Saha bu anlamda zor, sürekli yeni bir şeyle karşılaşınca araştırmacı da kendini yeniden kuruyor. Bu zaman istiyor, bazen yıpratıcı oluyor.
Kuaförde benim uykum gelir, ciddi anlamda esnerim, sevmem ben kuaförü. Dolayısıyla ben kuaförlüğün kendisine odaklandım, çünkü bilmediğim çok pratik var. Bunu bilmemek de biraz ürkütmüş olabilir sahaya girişte. Ancak kuaförler de genelde benim gibiydi, rahatladım.
Araştırmamı sürdürürken ben de kuaförler için nasıl bir kadınım, bunu merak ettim. Bakımsız bir kadın çıkmış araştırma yapıyor, "Bu araştırmacıların da işi yok, boş beleş işler yapıyorlar" filan diye düşündüler herhalde. Ben onların araştırmacı algısını pekiştirmiş olabilirim; yani el işi yapmayan, boş gezen, sandalet- şort veya yırtık kot- spor ayakkabı giyen. Ama şive veya ağız beni kurtardı çok yerde. Kadın algılarında biraz fark yaratmış olabilirim ancak. Belki de beni çok kadın görmediler. Aslında ben o kadınlarla veya erkeklerle kendi aramda bir özdeşlik, paralellik kuramadım.
Araştırma için sahaya girişin nispeten kolay olacağı, tanıklığın veya tanışıklığın olduğu mekânlar tercih edilmiş, ancak bu tercihleri yaparken genel olarak konuyu bir nevi oto-etnografiden2 yola çıkarak politik söylemlerle birleştirmenizin mekâna bakışta ve yazma aşamasındaki analizlerinizde ne gibi etkileri oldu?
Merin Sever: Aslında kadınların kuaförleri tanıdığı, tanıklıklarının fazla olduğu ve bu tarz mekânları seçtiği fikri çok geçerli mi, emin değilim, zira kitapta kuaför salonlarından hiç hoşlanmayan kadınların da yazıları var. Ama kendi adıma, ben kuaför salonlarına düzenli giden ve seven biri olarak biraz bunu kullanmış olabilirim; kuaförlere aşina olmak, onlara yöneltecek soru bulmada sıkıntı çekmemeyi ve cevapları hem müşteri kimliğiyle, hem araştırmacı kimliğiyle gözden geçirebilmeyi sağlıyor. Ayrıca tanıdık demek, sorulan sorulara daha detaylı ve samimi cevaplar alabilmek demek. Fakat bana tanıdık olanlarla konuşmak daha riskli, daha zor geldi. Çünkü aslında onunla yer yer tamamen zıt görüşlere sahibim ve o, beni o anda “tanıdık” olarak görüp cevaplar verirken, bense her zaman olduğum “müşteri” kimliğimle sohbet etmiyordum. Mesela normalde kadınlar hakkında yapacağı bir yoruma “Ya öyle denir mi, bak şimdi şöyle düşün” deyip itiraz edebilecekken, görüşme maksadıyla konuştuğumda bunu yapmam uygun düşmezdi. Bunun dışında, tanıdık ya da tanımadık kişilerle konuşurken, “bildiğimi” düşündüğüm kuaför salonlarına elbette farklı bir gözle bakmaya başladım, çünkü konu sadece “kadınlar” ve “güzellik” meselesi değildi; işin içine emek tarihi de girdi, sınıf çatışması da, erkeklerin kendi aralarındaki “erkeklik” kavgaları da… Bu açıdan bakınca, benim kendi hayatımdaki tecrübelerimle birlikte bu konulara olan ilgim yazıyı yazmaya başlamamı sağladıysa da, görüşmeler sayesinde ben de toplumsal cinsiyet meselesine dâhil olan, ama kendi tecrübemin dışında kalan deneyimleri öğrenmiş oldum. Yani sadece “bilip de yazan” değiliz sonuçta, konuşurken bizim de konuya bakışımız genişliyor, çünkü bu aynı zamanda öğrenme süreci oluyor.
Sizin kendi hayatınızda deneyimlediğiniz yerlerin dışında kalan mekânlara girdiğinizde gözlemlediğiniz olgular, olaylar nasıl değişti ve buralardaki pratikleri nasıl gözlemleme yolu buldunuz?
Merve Öztürk: Biz gelin başı konusu için farklı semtlerdeki kuaförlerle görüşürken, başörtülü gelin başı yapan yerlerle konuşamamamız yazının eksikliği oldu. Birçok kez denedik, ama her seferinde görüşmek istemediklerini söylediler. Eğer konuşma imkânı bulabilseydik, elimizde daha zengin bir malzeme olacaktı, ancak bilgilerini paylaşmayacağımızı söylememize rağmen istemediler. Mekân olarak diğer kuaförlerden –en azından görünürde- bir farkı yoktu buraların, ama “Birkaç soru sorabilir miyiz?” dediğimizde kaba değil, ama çok kesin bir üslupla reddedildik.
Merin Sever: Hafızayı da bir mekân olarak düşünürsek, örneğin bir “erkek” olarak kadın kuaförü müşterisi olanları dinlemek, onların tecrübelerine dinleyerek dâhil olmak bana biraz önce bahsettiğim biçimde “bilmediğim deneyimleri” keşfetme imkânı sundu. Bunun dışında, somut mekânlar için Merve’nin bahsettiği durum var.
Belki de bu minvalde en zihin açıcı örnek Şenay Yılmaz ve Funda Şenol Cantek’in yazısı. Görüşmeleri ve gözlemleri yaparken kuaföre gelen kadınlarla sizin aranızda nasıl karşılaşmalar yaşandı? Sahada araştırmacı konumunuzu nasıl sağladınız? Sahaya girerkenki konumunuz ile saha içerisindeki konumunuz arasında farklılıklar oldu mu?
Şenay Yılmaz: Ben yüksek lisans tezimde doğrudan seks işçiliği– mekân üzerine araştırma yapıyordum, tez danışmanım da Funda Şenol Cantek'ti. Ankara'nın uzun yıllardır seks işçiliği yapılan sokaklarında kadınlarla bir alan araştırması yapmıştım. Bu deneyim bize büyük bir pratik kazandırdı. Bu konuyla ilgili çalışmaya başlamadan önce de, görüştüğümüz kadınlara ve translara danışarak hangi kuaförlerle konuşacağımıza karar verdik. Her iki çalışmada da oldukça gündelik bir dil ve üslup seçtik. Bilimsel bir dilden ziyade gündelik sohbet dili üzerinden iletişim kurduk, ki bu onlar için çok daha rahat oldu. Görüşülenler dışındaki kadınların da sık sık sohbete katılabildiği kalabalık görüşmeler yaptık. Bu nedenle, araştırma öncesinde biraz tedirginlik varken sahadayken görece rahat çalışma olanağını yakaladık. Yine de ufak tefek tereddütler, yanlış anlamalar oldu tabii.
Son olarak kitapta yaratıcı düşünmeye sevk edildiğim noktalardan birisi de, Burcu Hatipoğlunun değindiği "parmaklarını hissetmek istiyorum" tecrübesinden yola çıkarak, kuaförlerdeki kadınlar arası ilişkiler meselesi oldu. Özellikle salonlarda ağda yaptırırken, mahremiyet sınırlarının aşıldığı, tüm vücut ya da kitaptaki deyimle “paket ağda” seanslarında kadın kadına ilişkilenme nasıl örülüyor? Mekânın pratiksel kurgusu homoerotizme olanak sağlar mı?
Burcu Hatipoğlu: Paket ağda aslında tüm vücut ağdasından farklı olarak sadece genital bölge ağdası için kullanılan bir şifre. Çünkü güzellik salonunu arayıp randevu alırken kalabalık bir yerdeyseniz “paket” dediğinizde başkaları ne dediğinizi anlamaz ama telefondaki anlar. Güzellik salonuna, müşteri olarak önce aranızdaki bu sırla gidersiniz. Dolayısıyla kuaför ile güzellik salonu ayrımı randevu alma aşamasından başlıyor. Güzellik salonlarında ağda işlemi güzellik uzmanı ile müşteriyi bir odada ya da paravanlı bir bölmede yalnız bıraktığı için, o süre iki kişi için de özel zamana dönüşüyor. Güzellik uzmanı ve müşteri sohbet etmeye istekliyse, kuaföre nazaran daha samimi bir sohbet gelişebiliyor. Ancak ağda can yakan bir uygulama olduğu için müşteri çabuk bitmesini ister, güzellik uzmanı da yeni müşteriye yetişmek için elini çabuk tutar ve sohbet sıkışık bir anda yapılır. Bu yüzden ağda anında müşteri- çalışan ilişkisi kendini hissettirir.
Nihayetinde güzellik salonları bir işletme, güzellik uzmanları da esnaf. Hele ki bu esnaflık taşrada icra ediliyorsa reklamınız size gelen müşterilerin diğerlerine anlattıkları üzerinden ilerler. Bu yüzden taşradaki ve benim saha çalışmasını yaptığım, kendince muhafazakâr bir şehir olan Kütahya’daki güzellik salonlarının toplumsal cinsiyet normlarının dışına çıkmaması çok önemlidir. Çıkarsa, mekânın adı “kötüye çıkar”. Bu da müşteri kitlesinin çok daralmasına ve güzellik salonunun kapanmasına yol açabilir.
Diğer yandan, kitapta güzellik uzmanının ağzından dinlediğimiz, müşterinin paket ağda sırasında güzellik uzmanından eldivenini çıkarması talebi ve parmaklarını hissetmek istediğini söylemesi, homoerotizmden ziyade taciz olarak değerlendirilebilir. Farklı cinsiyet ya da cinsel yönelimde olma hâli tacizi değiştirmiyor çünkü. Ayrıca bu durumu homoerotizm olarak adlandırırsak lezbiyenlerin/ biseksüellerin her kadına ilgi duyabileceği gibi bir varsayımı kabul etmiş oluruz, ki bu incitici bir değerlendirme olur. Arz- talep prosedüründe, ücrete bağlanmış bir iş içinde bile cinsel yönelimin ortaya çıkma hâli ise aslında o müşterinin toplum içinde ne kadar sıkışmış olduğunun da göstergesi. Öyle sıkışmış ki, taşrada kimliğinin ifşa edilmesi riskini göze almış.