Küçük Filozoflar Dizisi'nin on ikinci kitabı Bendeniz Jean –Jacques Rousseau'nun yazarı Edwige Chirouter'le felsefenin çocukların hayatında neleri değiştirdiğini ve felsefeden uzak eğitim sistemini konuştuk.
11 Ekim 2018 13:47
Ölüm, yaşam, cinsellik, özgürlük vb… İnsanlığın düşünsel tarihine yön veren, dünyaca ünlü pek çok filozofun fikir yürüttüğü bu kavramlar, çocukların da ilgi alanına giriyor. Hayatı anlamlandırmaya çalışan körpe zihinlerin art arda sorduğu ne, neden, nasıl soruları yetişkinleri kimi zaman usandırsa da felsefenin kapısını aralıyor. Metis Yayınları’nın Küçük Filozoflar Dizisi de 9-14 yaş aralığındaki çocuklara filozofların hikâyelerini anlatarak felsefeye zevkli bir giriş yapmalarını, kendi sorularının peşinden gitme alışkanlığı kazanmalarını amaçlıyor. Sokrates, Marx, Kant, Descartes, Lao-Tzu, Einstein, Diyojen ve daha birçok filozofun hikâyesini, farklı yazarlar ve illüstratörlerle anlatan dizi, 23 kitaba ulaştı. Dostoyevski, Newton ve Nietzsche’yi anlatan kitaplar ise yayınevinin yayın programında yer alıyor.
İllüstratör Miyumi Otero’nun resimlediği, Ayşe Deniz Temiz’in Türkçeye kazandırdığı ve dizinin on ikinci kitabı olan Bendeniz Jean- Jacques Rousseau’nun (2017) yazarı Edwige Chirouter, geçen hafta Sainte Pulchérie Fransız Lisesi’nin davetlisi olarak geldiği İstanbul’da eğitimciler ve öğrencilerle buluştu. Atölye öncesi bir araya geldiğimiz Edwige Chirouter’le felsefe ve çocuklar üzerine konuştuk. Fransızca gerçekleştirilen söyleşinin çevirmenliğini de Can Çocuk'un editörü Mehmet Erkurt yaptı.
Dünyanın birçok yerinde çocuklar, gençler ve eğitimcilerle felsefe atölyeleri yapıyorsunuz. Bu yolculuğunuz nasıl başladı?
Üniversite eğitimim felsefe üzerineydi zaten. Felsefe öğretmeniydim ama çocuklarla felsefe yapmaya 2001 yılında başladım. Büyük kızım, o yıllarda dört yaşındaydı. Ve tabii ki sorular gelmeye başlamıştı. “İlk insanın da annesi var mı, masaya neden masa diyoruz, ölümden sonra ne oluyor?” gibi sorularla karşılaşıyordum. Kızım sayesinde çocukların felsefî sorular sorduğunu ve onlarla bu sorular üzerine konuşabileceğimizi anladım. Beni çocuklarla felsefe çalışmaya ikna eden kızım oldu. Daha sonra, eğitimcileriyle, kuramcılarıyla ve bunun uygulayıcılarıyla böyle bir dünya keşfettim. Asteriks’teki Büyüfiks’in kazanına girmiş gibi oldum.
On yedi yıl çok uzun bir süre. İlk günden bu yana neler değişti?
İlk yıllarda pek çok zorlukla karşılaştım çünkü Fransa’da felsefe kesinlikle çocuklarla buluşturulmuyor. Felsefe dersi sadece ve sadece lise son sınıfta veriliyor. Bu yüzden, felsefenin çocukla buluşabileceğini kimsenin aklının almıyordu.“Mümkün değil,” diye tepkiler aldım ilk zamanlar ama şimdi farklı farklı ülkelerde çocuklarla bir araya geliyorum, 2016 yılından beri de Nantes Üniversitesi bünyesinde kurulan UNESCO Çocuklarla Felsefe Uygulamaları Kürsüsü’nün başkanlığını yapıyorum.
Tüm bu atölyeler kendi çocukluk yıllarınızda da olsaydı hayatınızda ne değişirdi?
Öncelikle, çocuklarla felsefeyi çok daha erken yaşta keşfederdim. Çocuğun felsefeye erişemeyeceğine dair bütün o önyargılardan azade olurdum. Öğretmenlik hayatımın başlarında da çok farklı olurdum. O alışılagelmiş öğretmen davranışlarını benimsemezdim. Felsefe yapma bakış açım çocuklarla birlikte çok değişti çünkü.
Bu atölyeler için karşılıklı öğrenme biçimi diyebilir miyiz o zaman?
Elbette diyebiliriz, ama asıl öğrenciler kendi aralarında öğreniyor, birbirine öğretiyor, düşündürüyor. Öğretmen daha ziyade kolaylaştırıcı. Masalar ve sandalyeler kalkıyor, çocuklar çember oluşturarak yere oturuyor. Öğretmense sadece moderatörlük yapıyor. Bir nevi sorgulama topluluğu oluşturulmuş oluyor. Bazen filozoflar bazen de kavramlar üzerine konuşuyoruz. Klasik anlamda bilgi aktarıcılığı yine var, ama esas olan eleştirel aklı geliştirmek. Bu düşünme becerilerinin geliştirilmesi de demokratik bir ortam içerisinde oluyor. Birlikte araştırıyor, birlikte öğreniyoruz.
Okullardaki ders işleme yöntemlerinden çok farklı…
Hem öğretmen hem de öğrenci için denge bozucu. Öğretmenin kendi alıştığı pratiğinin dışında. Sorduğu soruya tek doğru yanıt almayı bekleyen öğrenci için de farklı.
“Çocuklarla felsefe yapılamaz” önyargısının asıl nedeni tüm bu dengeleri değiştirdiği için olabilir mi?
Evet tabii ki ama ne yaparsanız yapın çocuklar bu soruları soruyorlar ve soracaklar. Yapılması gereken şey o sorulara eşlik etmek, cevaplanmasına yardımcı olmak. Cevap bulunamadığında da “Bu soruların cevabı yok,” demek yerine, “Bir cevap var, ama sen kendi cevabını kendin üretebilirsin,” deyip yol göstermektir. Amaç, o atölyenin sonunda bir görecelik içinde kaybolmak değil, birçok cevap var duygusuyla ayrılıyor çocuklar atölyelerden.
Çocuklar çok soru sorduğu zaman yetişkinler tarafından genelde susturulur. Türkiye’de “felsefe yapma” diye bir deyim vardır ve bu olumsuz anlamda kullanılır. Benzer şeylerle karşılaşıyor musunuz?
Tabii ki. Çocuğun olgunlaşmamasının ve yetişkinin mutlak otorite anlayışının getirdiği bir durum bu. Yetişkinlerin o soruları cevaplamayı bırakın, daha kendisinin o soruları sormadığı, o yüzleşmeyi yaşamadığı durumlar oluyor. Özellikle ölüm ve cinsellik hakkındaki sorular. Felsefî sorular sormak her zaman risk içerir. Matematik gibi değildir. Her zaman zor sorularla hatta kaygı uyandıran sorularla karşılaşma riski var. Yetişkinleri de hazırlamak, yetiştirmek çok önemli bu sorulara hazırlıklı olmaları için. Öğretmenlerle de konumlarını, ifade edişlerini, duruş biçimlerini konuşmak gerekir. Ama bu kolay değil, kabul ediyorum. Bu, gerçekten kendi konfor alanından, Platon’un mağarasından çıkmak gibi bir şey.
Platon, felsefe eğitimi için yaş sınırı da koyuyor...
Evet, filozofların bir kısmı felsefe yapmak için belirli bir entelektüel seviyeye erişmek gerektiğini savunuyor. Ama bir grup felsefeci de felsefenin şaşırmayla başladığını söyler. Ve şaşırma çocuklarda bir hayli var. Hayat karşısındaki şaşkınlık ya da merak, yaş ilerledikçe azalıyor. Bu yüzden, erken yaşlarda çocuklarla felsefeyi buluşturmak gerekiyor. Descartes’a göre yolun sonunda felsefe var. Başka bir görüş ise, bizim benimsediğimiz de bu, bütün bilimlerin başında felsefe olduğunu savunuyor. Bugün eğitim kurumlarında benimsenen görüş ise Descartes’ın savunduğu.
Felsefeden uzak eğitim sistemi nedeniyle bu kitapların okullarda okutulması zor olmuyor mu?
Genel politikalar tabii ki var ama bir de bunlardan ayrışan öğretmenler ve okullar var. Bu kitapları küçük yaşlarda okutan okullar var. Bir ülkede eğer çocuklar için böyle kitaplar yayımlanmaya başlanmışsa çocuklara dair bakış zaten değişiyor demektir. Fransa’da da 20 yıl önce böyle eserler yoktu. Şimdi ise çocuklar için felsefe kitapları katlanarak artıyor. Toplumda da önyargılar değişiyor.
Ne oldu da bu değişim başladı peki? Felsefenin yokluğunu nasıl hissettik?
Âdetler, gelenekler ve kültürün değişmesine bağlı. Çocuğa masum, küçük ya da doğuştan kötü bir varlık bakışından psikoloji ve psikanalizin de gelişmesiyle çocuğun özne olduğu fikrine gelindi. Demokrasi adını verdiğimiz bir sistem içindeysek çocukların hiç sorgulamadan sadece kendilerine verileni aldıkları bir eğitim sisteminin sürdürülemeyeceği ortada. Çocukların felsefeyle buluşması, demokrasi için direniş adacıkları yaratır. Rousseau, “Bir diktatörün istediği şey çocuklara körü körüne itaat etmesinin öğretilmesidir. Bunun olmaması için de düşünmeyi öğretmek gerekir,” diyor. UNESCO, 2015’teki Charlie Hebdo saldırısından sonra Nantes Üniversitesi’nde Çocuklarla Felsefe Uygulamaları Kürsüsü’nün kurulmasını istedi. Felsefe, başımıza gelen felaketlerden sonra çare olarak görüldü.
Mevcut eğitim sisteminden ayrışan, felsefe atölyelerine önem veren okullar olduğunu söylediniz. Türkiye’de de böyle, daha ziyade özel okullarda bu eğitimler yapılıyor. Her okulda bu kitapların olmaması sınıfsal bir mesele aslında. UNESCO’nun çocuklarla felsefe atölyeleri yapması fırsat eşitsizliğini ortadan kaldırmaya yetiyor mu?
Çocuklarla felsefe atölyeleri ya da bu kitaplar elit bir zümrenin ulaştığı bir şey maalesef. Bunun yayılması ve erişilebilirliği için öğretmenlere ve kütüphanecilere bu eğitimin verilmesi gerekiyor. Amacımız öğretmenlerin bunu günlük pratik hâline getirmelerini sağlamak. Bunun için de ben ve başkaları eğitimler düzenliyor ama bunlar tek tek bir işe yaramayabilir. Önemli olan öğretmenlerin kendilerini geliştirmeleri. Sivil toplum kuruluşları da çocuklarla felsefe atölyeleri düzenlemeye destek oluyor ama önemli olan devletin ikna edilmesi. UNESCO’nun logosunu görmek kapıları açıyor, bir güven oluşturuyor. Bugüne kadar Kanada, Senegal, Lüksembürug, Belkiça gibi ülkelerde öğretmenler için atölyeler yaptım. Ocak ayında da sekiz günlük bir eğitim için Mali’ye gideceğim.
Dünyanın pek çok yerinde çocuklarla da bir araya geliyorsunuz. Merak etmeyen çocuk yoktur, ama merak ettikleri konular ya da kavramlar yaşadıkları ülkelere göre değişiyor mu?
Hayır, çok evrensel. Ölüm, aşk, adalet, özgürlük ve kimlik. Özellikle ergenlik çağında sorulan kimlik soruları asla değişmiyor. Sorularda da cevaplarda da beni en şaşırtan şey evrensel bir kardeşliği hissetmem. Farklı kıtalardaki okullar arasında, Monaco’yla Senegal mesela, felsefe yazışmaları yaptırıyoruz, merak edilen soruların ortak oluşu çok şaşırtıcı.
Çocuklar için felsefe kitapları yazmak nasıl bir deneyim peki? Çocuğa görelilik dediğimiz dili felsefe anlatırken nasıl yakalıyorsunuz?
Bu kitapları yazmaya başlamadan önce 10 yıl boyunca çocuklarla atölye yaptım. Dolayısıyla çocukların sorularına ve onların diline aşinaydım artık. Çocuklarla felsefe yapmak için metne ihtiyacımız var. Bunu filozofların metinleriyle yapamayacağımız için çocuk edebiyatından faydalanıyoruz. Çocukları sadece gece uyutan kitaplar yetmez, sabah uyandıranları da olmalı.
Didaktik olmamak da önemli…
Tabii. Çocuk kitaplarıyla felsefe anlatabilir miyim diye baktığımda derya deniz buldum. Çocuk edebiyatının iyi örnekleri varoluşsal ve felsefik çok sağlam sorular sorduruyor. Öyle iyi örnekler var ki Madam Bovary’nin düşündürdüklerini düşündürtüyor.