Kutlanacak bir ödül

2020 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Amerikalı şair Louise Glück yaklaşık altmış yıldır ender rastlanan bir sahicilikle yazıyor

Beklemediği iyiliklere, beklediklerinden daha farklı seviniyor insan. İşin içindeki sürpriz, beklentilerin teyidindeki tatminden daha geniş ve sanki daha kalıcı bir etki yapıyor, iyi ihtimallere olan güveniniz artıyor. Nobel Edebiyat Ödülü’nün Louise Glück’e verilmesi bende böyle bir etki yaptı, şaşırdım, sevindim, zor bir zamanda iyimser hissettim kendimi.

İsveç Akademisi’nin 2018 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü verememesine yol açan cinsel taciz skandalı, ardından geçen yıl iki ödül birden veren komitenin Peter Handke tercihinin —Handke’nin edebî gücünü teslim etmekle birlikte, kalemini ve konumunu soykırımı inkâr ve soykırımcılara destek için kullanmış bir yazarın ödüllendirilmesi “tek ölçü edebiyat” deyip geçilebilecek bir durum değildi— yarattığı infial, ödül komitesinin bu kez adını temize çıkaracak türden bir seçim (dolayısıyla politik ve popülist bir seçim) yapacağı beklentisini artırmıştı. Ödülün açıklanmasından önceki bahislere bakılırsa, Kenyalı yazar Ngugi Wa Thiong’o veya Antigua kökenli Amerikalı yazar Jamaica Kincaid gibi bir tercihle “doğru” politik mesajın verilmesi de mümkündü, Haruki Murakami veya Margaret Atwood gibi dünyanın her yerinde milyonlarca okuru (ve destekçisi) olan bir yazarın ödüllendirilmesi de.

77 yaşındaki Amerikalı Louise Glück’ün 2020 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alması bu hesapları boşa çıkarıyor mu, yoksa bir kadının, bir şairin (ve o yönü yeterince vurgulanmasa da iyi bir denemecinin) taçlandırılması hâlâ başlı başına bir hesap-kitap işi mi günümüzde, doğrusu emin olamıyorum. 

Nihayetinde, Macaristan’dan göç etmiş Yahudi bir ailenin Amerika’da doğan ikinci kuşağına mensup, New York’ta büyümüş, babası bir tür maket bıçağının yaratıcısı ve patent sahibi olarak zenginleşmiş, annesi Wellesley Koleji’nden mezun, kendisi diploma almasa da iyi okullarda okumuş (Sarah Lawrence Koleji ve Columbia Üniversitesi), yıllardır Yale’de mûkim yazarlık ve hocalık yapan ve, tabii, İngilizce yazan birinden söz ediyoruz. Böyle bakınca, Glück, edebiyatın müesses nizamının “her zaman göz önünde tuttukları” ile “kolaylıkla göz ardı edebildikleri” arasında bir yerde duruyor.

Fakat “tek ölçü edebiyat” ise eğer; edebiyatçının insanı ve evreni anlama ve anlatma çabasına kendine has bir sesle katılıp yeni sözler söylerken —veya aynı sözleri farklı biçimde söylerken— okurun muhayyilesini genişleten, algısını keskinleştiren, yaşama uğraşını kolaylaştıran bir etki yapabilmesiyse eğer ölçü, 2020’nin Nobel Edebiyat Ödülü’nü kutlamak için gayet iyi bir sebebimiz var bana göre. Louise Glück yaklaşık altmış yıldır bunu yapıyor zira, kendine özgü, kaya gibi sağlam ve sert ama mizahı ve müziği de olan, sorgulayıcı, sarsıcı ve bence sahici bir şiir yazıyor.

Ödül Komitesi Başkanı Anders Olsson’un Louise Glück için söylediği şu sözlerin, onun şiirini tanıyanlarda karşılığını bulduğunu sanıyorum:

samimi ve tavizsiz bir ses… berrak olma çabasından vazgeçmeyen bir şiir… şiddetiyle ve kolayca iman edilen kuralları kabullenmeye direnmesiyle Emily Dickinson’ı hatırlatan bir şair. 

Daha iyi söylenemezdi!

Louise Glück’ün şiiri ilk bakışta gayet dobra ve dolaysız; sanki her şeyi yüzeyde söyleyip tüketirmişçesine açık sözlü. Ancak şiiri davetkâr ve içine girilmesini kolay kılan bu doğrudanlığa, derine nüfuz etmek için okurun çaba göstermesini gerektiren katmanlar da eşlik ediyor; ilk anda karşınıza çıkan kaya, derinlerde her birini çiğneyip yutmanız gereken çakıl taşlarına dönüşüyor. 

Louise Glück’ün anne babası, ondan önce doğan ilk kızlarını küçük yaşta toprağa vermişler. Louise, ölen ablasını hiç tanımamış ve kendisinden küçük bir kızkardeşle birlikte büyümüş. Tanıklık etmediği bu ölüm Glück’ün hayatı kadar şiirini de belirlemiş. 

Bir denemesinde, “Ölümünü tecrübe etmedim ama yokluğunu tecrübe ettim. O öldüğü için doğabildim ben” diyor. Aile, ölen abla ve küçük kızkardeş, Glück’ün özellikle ilk dönem şiirlerinde ön planda. Aynı şekilde gençken mücadele ettiği anoreksiya, Glück’ün sık sık döndüğü insanın açlıkla ve bedeniyle ilişkisi temasında yansımasını buluyor.

Fakat otobiyografik özellikler taşıdığı bariz olan şiirlerinde dahi “günah çıkaran” bir ruh haline ve üsluba kapılmamak için direnen bir şairle karşı karşıyayız. “Gelin, size içimi dökeyim” demiyor bize. Sevimli, veya oyunbaz, veya tanıdık olmak istemiyor. Bu tuzaklardan yeterince kaçamadığına inandığı zamanlarda kendisine kızdığını gizlemiyor üstelik. 1968’de çıkardığı, o dönem büyük ses getiren Firstborn (İlkdoğan) —ölen ablayı ima ediyor elbette— kitabındaki şiirlerin bir bölümü için tam da bu sebeple sonradan pişmanlık belirttiğini okumuştum.


Glück, 1968.

Belki de bu “tuzaklardan kaçış” çabasının diline yansıttığı ölçülülük nedeniyle, Glück’ü gardını hiç düşürmemekle, okurun önünde yeterince soyunmamakla, aşırı bir kontrollülükle eleştirenler oldu yıllar içinde. Yine de, şiirinin çok katmanlı, sert, yoğun yapısına ve bu “mesafelilik, ölçülülük” eleştirisine rağmen, Glück ülkesinde baş tacı edilmiş ve geniş okur kitlesine sahip bir şair. Klasik eğitiminden gelen mitoloji bilgisiyle, mitleri meselleri dönüştürerek şiirinde kullanmasının; tanrıların, çiçeklerin, dağların, erkeklerin ve hayvanların sesiyle konuşabilme kıvraklığının; hayatı ve ölümü, ev hallerini ve evlilik hallerini ti'ye alabilen muzip yönlerinin farklı okur kesimlerine hitap etmesini kolaylaştırdığını düşünüyorum.

Ben Glück’ün şiiriyle, 1984’te lise son sınıftayken, Firstborn kitabını bize mısra mısra okutan edebiyat hocamız sayesinde tanıştım, yani Glück daha o zamanlar Amerikan okullarına “ders” olarak girmiş bir şairdi. Sonraki yıllarda çıkardığı kitaplar hep ses getirdi. Başka birçok ödülün yanı sıra, The Triumph of Achilles (Akhilleus’un Zaferi —1985) ile Ulusal Kitap Eleştirmenleri Ödülü’nü; benim en sevdiğim kitabı olan The Wild Iris (Yaban Süsen— 1993) ile Pulitzer’i ve William Carlos Williams Ödülü’nü; ve daha yakınlarda Faithful and Virtuous Night (Sadık ve Erdemli Gece — 2014) ile Ulusal Kitap Ödülü’nü kazandı.

Glück ayrıca, 2003 ve 2004 döneminde ABD’de “Poet Laureate” (bir nevî şair-i âzam) olarak görev yaptı ve 2015’te Başkan Obama’nın elinden Ulusal Beşerî Bilimler Madalyası’nı aldı. Velhâsıl, Amerikan nazım kanonunun merkezinde bir şair. Ancak şiiri, Avrupa dilleri dışında çok da fazla bilinmiyor. Türkiye’de her şeye rağmen şanslıyız, Yapı Kredi Yayınları 1994’te, o zamana dek yayımlanmış bütün kitaplarından yapılmış bir seçkiyi Güven Turan’ın Türkçesiyle yayımlamıştı. Bu ödül vesilesiyle yeni kitaplar, yeni çeviriler de yapılacaktır kuşkusuz.

Bitirirken, İngilizce bilen ama Glück’ü hiç okumamış olanlar için güzel bir tanışma olacağını düşündüğüm bir videonun linkini bırakıyorum buraya. Ve sözü, Louise Glück’ün şiirini bence iyi yansıtan, onun huzursuzluğu kadar korkusuzluğunu da ortaya koyan bir şiirle noktalamak istiyorum.

Güvenilmez Konuşmacı

Bana kulak asma; benim kalbim kırıldı.
Tarafsız bakmıyorum hiçbir şeye.

Biliyorum kendimi; bir ruh hekimi gibi dinlemeyi öğrendim. 
Tutkuyla konuştuğum zamanlar,
en çok da o zamanlar, güvenilmezim.

Çok üzücü hakikaten: hayatım boyunca övüldüm durdum
zekâmdan ötürü, dili kullanma gücümden ötürü, içgörümden ötürü. 
Sonunda, hepsi boşa gitti —

Hiç gözümde canlandıramıyorum kendimi,
evin önündeki basamaklarda, kızkardeşimin elini tutarken.

Bunun için de işte hesabını veremem
onun kolundaki, gömleğin bittiği yerdeki çürüklerin.

 Kendi zihnimde görünmezim ben; bunun için de tehlikeliyim.
Benim gibi insanlar, hep başkalarını düşünür gibi görünenler,
sakat olan biziz, yalancı olan biz;
biziz gözden çıkarılması gerekenler
hakikat uğruna. 

 Ben sessiz kaldığım zaman belirginleşir hakikat.
Berrak bir gökyüzü, beyaz elyaf gibi bulutlar.
Altında, küçük gri bir ev, açelyalar
kırmızı ve parlak pembe.

Hakikati istiyorsan, kendini kapatmalısın
yaşça büyük olan kızına, onu dışarda bırakmalısın:
bir canlı bu şekilde,
en derinlerine kadar incindiğinde,
işlevi tamamen değişiyor.

 Bu yüzden de işte güven olmaz bana.
Çünkü kalpte açılan bir yara
aynı zamanda zihinde açılmıştır.

(Çeviren: Yasemin Çongar / Şiirin İngilizce aslı da burada.)