"Temizlikçilik, görünmez olduğu kadar duyulmaz ve okunmaz da bir iş koludur. İtiraf etmeliyim, Türkçe literatürde bir temizlikçiye nadirattan rastlanması, Lucia Berlin’in kitabını benim için daha kıymetli kıldı."
04 Kasım 2021 11:00
“Kumru, İstanbul’a geldi geleli, İsmail Bey de içinde olmak üzere, tüm kentlileri başka bir insan türünün örnekleri gibi görüyor, onları herhangi bir eleştiri, öfke ya da imrenme konusu olamayacak ölçüde kendinden uzak buluyordu. Aynı tutumu gündeliğe gitmeye başladıktan sonra da sürdürdü: bu insanların kendileri gibi, evleri de onun bildiklerine hiç benzemiyordu. [...] Aynı biçimde, camekânlarındaki hiç kullanılmayan gümüş kapları, insanın gözlerini kamaştıran renk renk, biçim biçim bardakları ve sürahileri, ağır mı ağır halıları, eğilip saç taranacak kadar parlak cilalı döşemeleri için de en ufak kıskançlık uyandırmadı: Kendi dünyasından baktı hepsine, bu nedenle hepsini de kalın bir camın ardından görür gibi gördü.”
Tahsin Yücel, Kumru ile Kumru
Kumru, Tahsin Yücel’in “gündelikçi” veya “temizlikçi” olarak tanımladığımız iş grubuna dahil insanların edebiyatımızda ana karakter olduğu en iyi örneklerindendir. Köyden şehre gelin gelmesi; gündelikten aldığı paraları, kendisinden beş kalıp iri kocası Pehlivan’a bir şey olursa ortada kalma korkusuyla yatağının altında biriktirmesi; “harfleri bilirim, rakamları bilirim ama çakıştıramam" sözleriyle, “Ağbime, hocama sorayım” korkusundaki Bir Başkadır’ın Meryem’i gibi; “Ben Zafer olmadan nasıl kimlik alayım?” diye soran, kocası olmadan kendini kimliksiz hisseden Fatma gibi canlı bir karakterdir. Yolda görsek tanırız, çayına kaç şeker atar, akşam ne pişirir, biliriz. Ama görmezden geliriz.
Peyami Safa, “Kadın kısmı böyledir, aşkı daima birinci planda, açlığın bile önünde görür”[1] cümlesiyle aklıselim bir kadın karaktere hasret kaldığımız Yalnızız romanındaki hizmetçi Hasibe’yi kasteder. Hasibe, sevdiği Haydar’a yasadışı işler yaparken bile yardım ederken, başka bir dişinin varlığına tahammül edemez, Selmin ile ilişkisi olduğunu anladığında polise ihbar etmesiyle Besim’in bu yorumunu “hak etmiştir”.[2] Ama Hasibe’nin sesini duymayız, ne düşünür bilmeyiz; odalara girer çıkar sessizce.
Temizlikçi kadınların çıkardığı ve sığındığı en büyük sesin elektrikli süpürgenin sesi olduğunu Lucia Berlin’den okursak, “Diğer yanımsa, kadının cevabını duymamak için derhal elektrikli süpürgenin sesini açtı”[3] cümlesine ilişir gözümüz. Aynı yazarın kadınlık müessesesinde ayrı bir yere sahip olan buzdolabı temizliğine dair anlatımı tat ve koku duygularına hitap ederken, buzdolabının raflarının sıralaması gibi, evin sahibesi kadınla aralarındaki hiyerarşiye dair gözlemleri okunmaya değerdir:
“Sonradan aklına gelmiş gibi, buzdolabının buzlarını eritmemi, ardından içini amonyak ve vanilyayla temizlememi tembihledi bir de.
Amonyak ve vanilya mı? Ona duyduğum nefret kursağımda kaldı. Ne kadar da basit bir şey! Kadının sahiden de ev gibi bir ev istediğini, çocuklarının sırtına gereksiz suçluluk duygusu yüklemek istemediğini görebiliyordum. O gün daha sonra bir bardak süt içtim, sütten amonyak ve vanilya tadı geliyordu.” [4]
“Bolluk dokunur insanın kanına”
“Kendimi asla temizlikçi kadın olarak düşünmem, ama işverenler öyle der size, onların kadını veya kızısınızdır.” [5]
Aradaki hiyerarşiyle dalga geçmek istercesine, evin hanımlarının evdeki temizlikçiyi denemek için oraya buraya bıraktıkları bozukluklardan para almak şöyle dursun, üzerine biraz daha para koyması, kimin kime üstün olduğunu yapılan işin mi, başta taşınan aklın mı belirlediğine dair bizi düşündürür. Ve şu iddiadan çekinmez Lucia Berlin:
“Temizlikçi kadınlar her şeyi bilir. Temizlikçi kadınlar çalmasına çalar. Ama yanlarında çalıştığımız insanların çalınmasından o pek korktuğu şeyleri değil. Sonunda o bolluk dokunur insanın kanına. Yoksa o küçük küllüklerdeki bozukluklarda filan gözümüz yoktur bizim.” [6]
Temizlikçilik, görünmez olduğu kadar duyulmaz ve okunmaz da bir iş koludur. İtiraf etmeliyim, Türkçe literatürde bir temizlikçiye nadirattan rastlanması, Lucia Berlin’in kitabını benim için daha kıymetli kıldı.
Siren Yayınları sayesinde Türkçede ilk kez okuduğumuz Lucia Berlin, Berlin’i soyadında, New York, New Mexico, California, Colorado gibi birbirinden farklı onlarca şehri de satırlarında taşır. Jack London, George Washington, Betül Mardin, Lucia Berlin.
Bir şehri soyadında taşımak başka zenginleştirir insanı. Hele bir kadın için “Bir şehri arkama aldım, konuşuyorum” der gibidir sanki.
Biyografik öykülerden oluşan Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı’nda hasta olan arkadaşı için ağlarken “Don’t Cry For Me Argentina”[7] şarkısına gönderme yaparken, 1959 yılında Albuquerque’de sokakta bebeğini pusetine koyup yürüyüş yaptığı zamanlarda tanıştığı ilk “beatnik”[8] olan Beau’yu da[9] satırlarındaki edebi cazibeyi kaybetmeden anlatır.
Bir şehri soyadında taşımasına rağmen hiçbir şehre ait hissetmez kendini Berlin. Davet edildiği Etnik Feminist Yazarlar panelinde, moderatörü “Ben bir feminist değilim, bir WASP[10] de değilim, birçok ülkede bulundum ama hiçbir şekilde kategorize edilmek/sınıflandırılmak istemiyorum”[11] sözleriyle uyarır. Ne bir şehre ait hissetmiştir kendini ne de tek bir erkeğe. Çok sayıda kocası, sayısız sevgilisi olmasının altında belki de “ait olma”ya ait olamaması yatıyordur. Ama dört çocuk ve alkol bağımlılığı ona aittir.
Bu satırları yazarken Berlin konserini dinlediğim Agnes Obel’in “The Curse” şarkısındaki gibi, alkol bağımlılığı, hayatının lanetidir. Hayatı boyunca mücadele ettiği bu lanet ona kanseri getirirken, satırlarındaki edebi deha ne yazık ki hak ettiği edebi ünü getirmez. Altı kurgu kitabı o hayattayken yayımlanırken, başyapıtı Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı’nın yayımlanması için ölümünün üzerinden on bir yıl geçmesi gerekir.
“Asla yalan söylemem”
“Biri ölümcül bir hastalığa yakalandığında zamanın o yatıştırıcı ritmi paramparça olur. Çok hızlı, zaman yok, seni seviyorum, şunu bitirmem lazım. Bunu ona söylemem. Dur bir dakika! Veya zaman sadistçe yavaşlar. Siz önce akşamı, sonra sabahı etmek için kıvranırken ölüm etrafınızda öylece siftinip durur. Her gün azar azar veda edersiniz.”[12]
Hastalık ve ölümün onun etrafında siftinip durduğu gibi, o da hastabakıcılık yaptığı zamanlarda hastaların etrafında dönüp durur. Hastanede, ambulansta hastaların etrafında yaşadığı deneyimlerin yanında, hastalığı bizzat deneyimlemiş olması da satırlarındaki gerçekliğin ana sebebi olabilir. Hemen her kadının çantasında bir ayna vardır. Lucia Berlin, aynaların tozunu alırken, bu aynayı elinden hiç düşürmemiş gibidir:[13]
“Bunca sene hastanelerde çalışmanın bana öğrettiği bir şey varsa, o da hastanın durumu ne kadar ağırsa sesinin de o kadar az çıktığıdır. İşte bu yüzden hastaların bas-konuş çağrılarına hiç kulak asmam… Önemsediğim yegâne çağrılar konuşmayanlardan gelenlerdir. Işık yanar, butona basarım. Sessizlik. Muhakkak söylemek istedikleri bir şey vardır.”[14]
Lucia Berlin, Colorado Üniversitesi’nde ve liselerde ders vermekle beraber, hastabakıcılık, santral operatörlüğü ve temizlikçilik gibi görünmez birçok iş kolunda çalışmıştır. Bu iş kollarında tüm farkındalığıyla var olması ve hem tüm sınıflara dahil hem de hiçbir sınıfa ait olmadan geçirdiği hayatı, gerçeği bütünüyle görmesine sebep olur. Arkadaşının Lucia Berlin için kullandığı “hemen her şeyi okumuş gibiydi”[15] ifadesi ve satırlarındaki referansları onun gerçek bir okur olduğundan şüphe duymamamızı sağlar. Şu sözü, satırlarında tümüyle “gerçek”ten beslendiğine dair bir itiraf değil midir? “Abartırım, kurguyu yakalarım, ama asla yalan söylemem.”[16]
Kitaba ismini veren “Temizlikçi Kadınlar için El Kitabı” bölümü, kitabın olduğu gibi gerçekçiliğin de başyapıtı niteliğindedir. Hane içinde olduğunda resmî bir iş kolu bile sayılmayan temizlikçi kadınları yetiştirir gibi, “Temizlikçilik 101” niteliğindeki satırları, en mahrem alanda, evde ve toplumdaki gerçek gözlemlerine dayanır. Temizlikçi kadın ne yapar? Ev sahibinin hastalıklarını, günahlarını, sevaplarını toplar evin her yanından...
“Temizlikçi kadınlara tavsiye: Bir sürü özgürleşmiş kadın çıkacak karşınıza. Özgürleşmenin ilk aşaması bilinçlendirme grubu, ikinci aşaması temizlikçi kadın, üçüncü aşaması da boşanmadır.”[17]
•
NOTLAR:
[1] Safa, Peyami, Yalnızız, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2000, s. 11.
[2] Melike Uzun, "Muhafazakâr Edebiyat ve Kadın", Ayrıntı Dergi
[3] Lucia Berlin, Temizlikçi Kadınlar için El Kitabı, çev. Aylin Ülçer, Siren Yayınları, s. 38.
[4] a.g.e., s. 38.
[5] a.g.e., s. 43.
[6] a.g.e., s. 32.
[7] ‘Ağlayamam mi Argentina’ derdi Mercedes. “Ama kalbim ağlıyor. Önümde sonunda ağlayacağımızı bildiğimiz için gayri ihtiyari kendimizi duygusuz olmaya zorluyoruz.’ a.g.e., s. 409.
[8] Brooklyn şivesiyle konuşan Yahudi.
[9] a.g.e., s. 151.
[10] WASP: White Anglo-Saxon Protestan: ABD’de yaşayan, beyaz ırktan olan Anglo-Saksonların Hıristiyanlığın Protestan mezhebine mensup olanlarına verilen isimdir.
[11] Rebecca Bengal, "But I Don’t Ever Lie: On Lucia Berlin", Paris Review
[12] a.g.e., s. 408.
[13] “Kokain çektikleri aynayı Camsil’le siliyorum.” s. 34.
[14] a.g.e., s. 108.
[15] Rebecca Bengal, “But I don’t Ever Lie Lucia Berlin”, Paris Review
[16] Rebecca Bengal, “But I don’t Ever Lie Lucia Berlin”, Paris Review
[17] a.g.e., s. 38.