Mark Z. Danielewski: Ev, sadece bir mekân değil, okurun bilinçdışında da varlık gösterebilmesi amacıyla inşa edildi
29 Mart 2018 14:00
Yapraklar Evi, 2000 yılında yayımlandığında edebiyatta bir devrim yaratmıştı. Roman, yer yer üç dört ayrı dipnotta aynı anda ilerleyen örgüsüyle, büyüyüp küçülen, kimi zaman yok olan, belli yerlerde şifreli bir hâle bürünen formatıyla diğer romanlardan ayrılıyor.
Johnny Truant adlı bir dövmeci, kör ve yaşlı bir adam olan Zampanò’nun ölümünün ardından adamın evine girer ve bu arada bir kitap taslağı/ akademik metin bulur. Metin, olmayan bir belgesel hakkındadır: Navidson Kaydı. Bu belgeselde Navidson Ailesi bir eve taşınır ve sonrasında, evin dış ölçüsüyle iç ölçüsünün birbirine uymadığını fark ederler. Aile evi araştırmaya koyuldukça, evde gizemli birtakım olaylar meydana gelir. Ev büküldükçe, metin de görsel olarak eğilir, eve ayak uydurur, tekinsiz bir hâl alır. Ev ile metin arasındaki ayrım nerede başlayıp nerede biter? Metinde anlatılan belgesel gerçekte var mı? Kör bir adam, Zampanò neden bu belgesele sahiptir? Metni bulan Johnny’nin hikâyesi dipnotlarla devam ettikçe, hem eve hem Zampanò’ya hem Johnny’ye dair sorularımız çoğalır.
Şöyle tanımlıyor yayınevi Yapraklar Evi’ni: “Yapraklar Evi hem bir korku hem de bir aşk romanıdır; Yapraklar Evi hem hiçbir şeye hem de her şeye dair bir romandır; içinde kaybolduğunuz ve kurtulabilmek için bütün şifrelerini çözmeniz gereken bir labirenttir.” Gökhan Sarı’nın Türkçeye çevirdiği bu zorlu labirentle ilgili kitabın yazarı Mark Z. Danielewski’yle bir söyleşi gerçekleştirdik.
Elimizde çok farklı bir kitap var. Ben bu kitabın nasıl yayımlandığını sormak istiyorum öncelikle.
Otuza yakın yayınevine başvurdum ve tüm başvurularım olumsuz sonuçlandı. Nihayetinde, Pantheon bir maceraya atılmaya karar verdi ve Yapraklar Evi böylece yayımlandı.
Yazım aşaması ne kadar sürdü?
On yıldan uzun sürdü diyebilirim. Yazmaya başladıktan birkaç yıl sonra, dış ölçüleri içinden daha büyük bir ev fikri geldi aklıma aniden. Bu fikri bir yerde işlemeliydim; bir paragrafta, bir şiirde, kısa hikâyede. Fikir aklımda birkaç ay dolandıktan sonra, ancak o zaman, o âna dek yazdıklarımı aslında tam düzene oturtacak fikrin bu olduğuna karar verdim ve yazmaya devam ettim.
Kitabın özellikle formal anlamda öncüllerini çok merak ediyorum. Bu ölçüde bir meydan okumada kimlerden etkilendiniz?
İlginç bir biçimde bunun cevabını yine ve sadece kitapta bulabiliriz. Nihayetinde, Yapraklar Evi esinlenmelerin sorgulanması ve bu türden hikâyelerin kim olduğumuzu ya da neye dönüşeceğimizi nasıl belirlediğiyle ilgili.
Siz yazdığınız metni nasıl tanımlıyorsunuz?
Bu günlerde kendimi signiconic bir yazar olarak nitelendiriyorum. Sign (gösterge) ve icon (görüntüsel gösterge/ikon) kelimelerinin birleşimi. Aynı anda hem metni hem görseli kullanmaya dayalı edebî bir teknik. Sadece Yapraklar Evi’nde değil, Only Revolutions ve The Familiar da dâhil tüm metinlerimde görülebilir.
Bu tekniğin ne türden avantajları var? Şöyle söyleyeyim: geleneksel bir metinle uyandıramadığınız hangi duyguları uyandırmaya çalışıyorsunuz?
Bugün yaşadığımız dünya, 10 yıl öncesinde kolay rastlamayacağımız şekilde, sürekli imge ve metin arasında gidip geliyor. 10 yıl önce görüntüyü çoğaltmak, yaymak çok pahalıydı. Şimdiyse o kadar ucuz ki. Sürekli olarak bir görüntü akışı içerisindeyiz. Tabii ki internette daima metin akışlarının da içindeyiz fakat benim girişimim, görünürde zıt olan bu iletişim yöntemlerini birleştirmek ve görüntüsel ve dilbilimsel iletişimin ahenk içinde çalıştığı ve böylece zihinden daha fazla yararlandığımız, resimli kitapların, illüstrasyonların ötesine bir yere taşımak üstüne kurulu.
Postmodern tanımını kullanmıyorsunuz?
Kökleri kesinlikle postmodernizmde olsa da signiconic bir çalışma olarak görüyorum.
Yapraklar Evi’ni çevrilemez olarak gördüğünüz oldu mu?
Asla. Çevirmenlere büyük saygı duyuyorum. Onlar sıra dışı bir simya ile donatılmış büyük sanatçılar.
Bir korku hikâyesi midir Yapraklar Evi?
Bu soruyu size sormalıyım çünkü ev, okur eve ne getiriyorsa ona dönüşüyor. Bu yüzden kimileri benim küçük canavarımı bir korku hikâyesi olarak görebilir, kimi canlandırıcı bir öge olarak, kimi kendini keşfetme hikâyesi ya da kısaca aşk hikâyesi olarak görebilir.
Ev bilinçdışımıza göre şekilleniyor o hâlde?
Ev, sadece bir mekân değil, okurun bilinçdışında da varlık gösterebilmesi amacıyla inşa edildi.
Evin içinde hareket etmeden önce bir rota belirlememiz gerekiyor mu?
Kendi evinizde hareket ederken bir rota belirlemeniz gerekiyor mu?
Bu deneyim korkutucu ya da en azından okuması güç olarak görülebilir.
Tabii ki. Farklı ten rengine sahip birisi de insanları ürkütebilir. Başka bir dil de. Ya da bilinmeyeni tanımlayan her türden farklı yol birini ürkütebilir. Bu korkularımızın üstüne gitmemiz gereken bir çağda yaşıyoruz; kişisel cesaretimizi geliştirmek için: kişiliğimizin bir kimlikten, bir topluluktan, bir devletten çok daha fazlası olduğunu göstertebilmek için.
The Familiar’ı yazıyorsunuz şu aralar. Bu yeni kitap hakkında bilgi verebilir misiniz?
27 kitaptan oluşması beklenen The Familiar’ın henüz beşinci cildi yayımlandı. Televizyon dizisi şeklinde diyebiliriz. Her beş kitap bir sezonu oluşturuyor. Birinci sezonda, epilepsi hastası genç bir kız sıra dışı bir kediyi kurtarıyor. Sonrasında başkalarının hayatı gibi onun da hayatı değişiyor.
Kitapta Zampanò’nun ölümünün ardından kedilerin başına korkunç olaylar geliyor. Evin de evcil hayvanlara karşı bir tepkisi var. Abartıyor muyum yoksa kedilere bir takıntınız mı var?
Takıntı demeyelim de hayranlık diyelim. Ve geceme gündüzüme eşlik eden iki kedinin de arkadaşıyım. Bir gün tekrar İstanbul’a gelip sokaklarda dolaşan kedilerinize eşlik etmeyi çok isterim. Bir keresinde gri bir kedi beni unutamayacağım bir yere sürüklemişti.
Sohbetin sonunda size İstanbul kedileriyle ilgili bir belgesel önerebilirim.
O belgeseli iki kere izledim! Türk bir arkadaşım bana önermeden çok öncesinde bilgim vardı belgeselle ilgili.
Kitapta sinematografik ögelere, teorilere de rastlıyoruz. Sinema geçmişiniz var mı?
Babam hem bir yapımcı hem de sinema–tiyatro bölümünde okutman. Onunla saatlerce, hikâyesinden görüntüsüne, renk düzenlemesinden kurgusuna, film analizi yaptığımızdan ötürü ona bir teşekkür borçluyum. Kitaptakiler de bunun sonucu.
Evi Tarkovski’nin Stalker’ındaki Bölge’ye benzetebilir miyiz?
Stalker’ı tekrar izledim! Bilemiyorum… Sadece, Tarkovski’yle kahve içmek isterdim. Birbirimizle iyi geçinebilecek miyiz diye merak ediyorum. Sohbetimiz bir yere varacak mı? Ya da tabaklar önümüzdeyken gevezelik yapıp hesap üstüne kavga mı edeceğiz?
Kitap üstüne, ev üstüne bir sürü teori üretiliyor. İnternette okuyup güldüğünüz teoriler var mı?
Bu zor bir soru çünkü sürekli gülüyorum. Özellikle de kendi teorilerime.
Yani internette dolanan fakat sonrasında onayladığınız teoriler var diyebilir miyiz?
Beklenmedik bir teoriyle karşılaştım diyemem. Yapraklar Evi’ndeki metinler, sonrasında yazılacak metinleri öngören metinler.
Kitabın indeksinde “ve” gibi, “henüz” gibi, “yine” gibi kelimeler görüyoruz. Bu kelimeler okurun aklını karıştırmak için mi?
Karışık konular bazen okura kafa karıştırıcı görünebilir ama biraz odaklanma ve hayal gücüyle, bir düşünce akışıyla cevap bulunabilir. O ipe ulaştıklarında ipi takip ederlerse ip onları sonuca götürecektir. Orada, o eski tuzaklardan kurtuldukları yeni bir perspektife kavuşacaklar. Sonrasındaysa, tuhaf bir zıtlıkla, eski düşünme tarzının kafa karıştırıcı olduğunu düşünecekler. Geleneksel düşünme tarzı çoğu zaman hayatı açık, âdilane, sevgi dolu yaşamanın önünde engel.
Daha geleneksel bir metin yazma gibi bir planınız var mı?
Bir gökbilimci, güneşin dünyanın etrafında döndüğüne tekrar inanır mı?