"Girişimci gazetecilik medya sektörünün her alanında kural haline getirilmeye çalışılan güvencesiz ve esnek çalışmayı sahiplenerek bunu bir avantaja çevirmeye çalışmaktadır. Ancak bu avantaj yatırım alanının ve hedef kitlenin sınırı nedeniyle çok az sayıda patron için olumlu, çok büyük sayıda güvencesiz çalışan içinse olumsuz bir sonuç doğuracaktır."
28 Ocak 2021 19:00
“Hükmedenlerin özgünlüğü, kendilerine özgü olma yollarını evrenselmişçesine kabul ettirebilmelerinde yatar.”
Pierre Bourdieu [1]
İnternet ortaya çıktığından beri gazeteciliğin ne zaman öleceği üzerine binlerce yazı yazıldı. Daha aklıselim yorumcular matbu gazetelerin yakın bir tarihte yok olup yerini dijitalde gazeteciliğin yeni bir türüne bırakacağını iddia ederken, teknolojik yenilik karşısında bariz bir heyecana kapılıp gazetecilik mesleğinin sonunun geleceğinden söz edenler de oldu. Gazetecilik hiç ölmeyecek belki ama internetin gelişmesinin ve yeni iletişim teknolojilerinin yaygınlaşmasının bu alanda ciddi dönüşümlere yol açtığı kesin.
Bu dönüşüm yaygın bilinenin aksine, okurların dijitale göçmesiyle başlamadı. Sosyal medya şirketlerinin hedef yönelimli reklamcılık hizmeti ilk önce reklam verenleri bu avantajlı alana çekti. Potansiyel müşterileri tüketim alışkanlıkları başta olmak üzere birçok kişisel özelliğiyle sınıflandırabilen dijital reklamcılık henüz 2000’lerde matbu gazetelerin reklam payını aşarak gazeteciliğin 150 yıllık reklam tabanlı gelir modelini tahrip etmeye başladı.[2] Bu dönemde gazeteler kaybettikleri tirajları gazete fiyatlarını artırarak sübvanse etseler ve okurlardan gelen gelirin miktarını korumayı başarsalar da, gelirlerinin büyük kısmını oluşturan reklamların ellerinden gitmesi onları yeni yollar aramaya yöneltti. 2008 ekonomik krizi de hem toplam gelirlerin düşmesi hem de on binlerce gazetecinin işsiz kalması nedeniyle bu dönüşüm için bir milat olarak kabul edilebilir.
2008 sonrası dönemde gazetecilik alanında temel olarak iki akımın hız kazandığından söz edebiliriz. Birincisi, yukarıda değindiğimiz gibi, eskinin büyük medya kuruluşlarının dijitale yönelik yatırımlarını artırmasıdır. Bunu Türkiye medyasının dönüşümünde siyasal iktidar kaynaklı zorun rolü ile birlikte düşünmek gerekir. Batı’da büyük kuruluşlar dijital yayınlarını güçlendirirken, Türkiye’de ana akımdan kovulan gazetecilerin yapageldikleri işi dijital alana kaydırdıkları, yeni iletişim teknolojilerini kendi habitusları çerçevesinde daha etkin kullanmaya başladıkları söylenebilir.
İkinci akım ise start-up gazetecilik ya da girişimci gazeteciliktir. Bu model start-up kültürünün işleyişi içerisinde kurulmuş, temel olarak teknolojik imkânlara dayanan, bu imkânlar sayesinde gazeteciliğin güncel sorunlarını çözme iddiasında bulunan bir modeldir.[3] Bu modelin özneleri çoğunlukla geleneksel medya içerisinden gelmeyen ve yeni teknolojilerin dilinden anlayan genç girişimcilerdir.
İlk akım halihazırda birçok sorunla karşı karşıyadır. Bunlar kendi haber sitelerine reklam almaktaki zorluktan, Google reklamlarından elde edilen gelirin giderleri karşılamamasına, ciddi bir editörlük ve muhabirlik için gereken kaynağın ayrılamamasından, sosyal medyada görünür olmak için çeşitli etik dışı yöntemlere mahkûm olmaya kadar bir çırpıda sayılabilir. Ancak bu yazıda teknoloji ve gazetecilik tartışmaları bağlamında daha az tartışılan ikinci akıma eğileceğiz.
Girişimci gazeteciliği tanımak
Girişimci gazetecilik kavramı, yukarıda da değinildiği gibi, 2008 krizi sonrasında ABD medyasında ve gazetecilik okullarında yaygınlaştı. Buzfeed, Vox, First Look Media gibi başarılı örneklerin de sağladığı popülerlikle birlikte, girişimci gazetecilik ABD’deki gazetecilik okullarının müfredatında daha fazla yer alırken, bu alana özel kurslar da açıldı. Türkiye’de de Nişantaşı Üniversitesi 2018 yılında Girişimci Gazetecilik başlığıyla bir ders açtı. Bu dersi de bekleneceği gibi, bir gazetecilik akademisyeni değil, bir işletme mezunu vermeye başladı.
Girişimci gazetecilik özetle bize şunu vaat ediyor: Bir yerde sabit bir maaşla çalışmak yerine, eskimiş medyanın kasvetli iş ilişkilerinin dışında, teknolojik yeniliklerin üzerinde yükselen bir iş modeliyle kendi işimizin patronu olabiliriz. İnternetin sağladığı olanaklarla okur veya izleyici kitlesine ulaşmanın maliyetinin bu kadar düştüğü bir dönemde, etkili ve kâr eden bir medya işletmesi kurmak için tek ihtiyacımız orijinal ve yaratıcı bir fikir. Tabii bu fikrin olağanüstü olduğuna ikna edebileceğimiz bir melek yatırımcı ya da çok önemli bir sosyal sorunun çözümü için çalıştığımıza dair raporlar sunabileceğimiz, fon veren bir kuruluş da işin kapsamını büyütmek için gerekli.
Başarılı bir start-up kurduğumuzda hem kendi gelirimizi düşünmek zorunda kalmayacağız hem geleceğin gazeteciliğinin yollarını döşeyen isimlerden birisi olacağız hem de kamu yararı için büyük bir hizmet sunmuş olacağız. Tabii eğer gazeteciliğin kamusal bir sorumluluğu olduğunu düşünüyorsak…
Buraya kadar her şey güzel görünüyor olsa da, girişimci gazetecilik modelinin beraberinde getirdiği birçok sorun da var. Nicole S. Cohen girişimci gazeteciliği eleştirel bir perspektifle ele aldığı makalesinde girişimcilik ve gazeteciliğin dengeli bir şekilde bir araya gelmediğini, burada girişimcilik kültürünün temel belirleyen olduğunu anlatır. Öyle ki, gerek ABD üniversitelerindeki ders içerikleri, gerekse haber start-up’larının oluşturduğu söylem neredeyse bütün kavram setini girişim kültüründen almaktadır.[4] Başarılı bir gazetecilik girişimcisinin ideal özelliklerini sıralayan Jeremy Caplan’ın saydığı özellikler arasında gazetecilikle ilgili bir nitelik yoktur mesela: Karizma, para istemeye istekli olmak, belirsizliği tolere edebilmek, vs.[5] Yani burada gazeteciliğin dijitale uyum sağlaması, onun başka araçlarla yaşamaya devam etmesi çabasından çok, gazeteciliğin start-up için bir yatırım alanı olarak işe koşulması söz konusudur. Şimdiye kadar oluşan girişimci gazetecilik literatürü gazetecilik çalışmalarıyla değil, işletme, şirket yönetimi ve pazarlama çalışmalarıyla iç içedir.
Start-up kültüründe temel amaç o güne kadar ekonomik işleyişe dahil olmayan alanları kârlı bir iş sahasına çevirmektir. Örneğin Spotify ve Netflix internetin erken döneminden itibaren bedava bir şekilde dolaşımda olan müzik ve film dosyalarını bir telif sistemine bağlayabildikleri için başarılı olmuşlardır.[6] Yemeksepeti o güne kadar herhangi bir ekonomik değeri olmayan yemek sipariş etme işini kârlı bir alan olarak yeniden tanımlamıştır. Bu açıdan gazetecilik alanına yatırım yapan girişimciler de, güçsüzleşme tehlikesiyle karşı karşıya olan profesyonel gazeteciliğe alan açmaktansa, piyasanın ödüllendireceği, kamusal bir katkıdan ziyade kâr getirecek fikirlerle meşgul olmaktadır. Buzzfeed’in dünyayı saran listeleme çılgınlığının gazetecilik alanına ne kattığı düşünülmelidir.
Gazetecilikten ziyade girişimcilik motivasyonunun ağır bastığı bu modelde gelir kaynaklarını çeşitlendirmek ve büyütmek temel uğraş haline gelmektedir. Bu nedenle sonu gelmez yeni projeler, yeni ürünler, yeni network’ler, yeni yatırım alanları birbirini kovalar. 140Journos’un yurttaş gazeteciliği iddiasıyla ortaya çıkıp Ali Babacan videosu çekmesine ve talebe göre PR videoları üreten bir ajans kurmasına giden yol aslında bu girişimcilik kültüründen geçmektedir.[7] Mark Fisher’ın dediği gibi, neo-liberalizmde başarı simgelerine, başarının kendisinden daha çok değer verilmektedir.[8] Girişimci gazetecilikte de, gazetecilik alanına dair başarılardan çok bu şirketlerin iş büyütmesi, yeni anlaşmalar imzalaması, yeni yatırımlar alması başarı simgeleri olarak her zaman daha fazla ön plandadır. Bir start-up’ın başarısı iş hacmini büyütmesiyle ölçülür.
Ancak diğer start-up’lardan farklı olarak gazetecilik start-up’larında ya da sosyal girişimlerde bu kâr amacını örten bir kamusal misyon perdesi de vardır. “Eski” gazeteciliği verimsiz ve köhnemiş bulan girişimciler yine de gazeteciliğin kutsal bir meslek olduğu anlayışını muhafaza etmektedir. “Çalışanların kendilerini kutsal bir amaca hizmet eden insanlar gibi görmelerini sağlamaya yönelik”[9] bu kutsallaştırma bu şirketlerde yaşanan birçok emek ihlalini perdelemekte, çalışanları daha fazla fedakârlık yapmaya teşvik etmekte, büyüme ve yatırım hırsının üzerine bir maske giydirmekte, şirkete ise sosyal bir marka kazandırmaktadır.
Girişimci gazeteciliğin genel söylemi teknolojik belirlenimcidir. Bütün sorunları teknoloji eksikliğine, bütün çözümleri ise teknolojiye dayandıran bu söylem, gazetecilik başta olmak üzere birçok olguyu siyasal, ekonomik ve kültürel bağlarından ayırmaktadır. Aslında bu yeni bir şey değildir. Teknolojinin ideoloji haline gelmesi neo-liberalizmle bütünleşik bir olgudur:
“Teknolojinin her şeye kadir olduğu inancı geç kapitalizmde burjuva ideolojisinin özgül biçimidir. Bu ideoloji mevcut toplumsal düzenin tüm kriz risklerini yavaş yavaş ortadan kaldırma, tüm çelişkilerine teknik bir çözüm bulma, asi toplumsal sınıfları entegre etme ve politik patlamalardan kaçınma yeteneği olduğunu iddia eder.”[10]
Aslında bu inovasyon fetişi tam da teknolojinin tabi olduğu piyasa koşulları nedeniyle çoğunlukla söylem düzeyinde kalmaktadır:
“Yaratıcı endüstriler yaratıcılıktan yoksundur. Kültür ürünleri çoğunlukla daha yerleşik başka tür ve eğilimlerin küçük ama pazarlanabilir farklar içeren tekrarlarıdır.”[11]
Burada kullanım değeri değil, değişim değeri ön planda olduğu için, “yaratıcı” fikirler kârlı icatlara doğru tek tipleşmektedir. Snapchat ve Tiktok’un formatlarının en büyük sosyal medya platformları tarafından kopyalanması bunun en görünen yüzüdür. Ancak dünyada aynı fikrin etrafında gezinen binlerce start-up kurulup ciddi bir çoğunluğu kısa sürede batmaktadır. Türkiye gibi ülkelerde ortaya çıkan teknolojik girişimlerin neredeyse tamamı Batı’daki girişimlerin yerli uyarlamalarıdır. Gazetecilik açısından baktığımızda, Türkiye ile Batı ülkelerinin medya sistemleri arasındaki fark bu uyarlamaların ülkedeki gazetecilik alanının gerçek sorunlarını tespit edebilmesinde ve buna uygun çözümler geliştirebilmesinde bir dezavantaj yaratmaktadır.
Teknolojik belirlenimciliğin diğer bir olumsuz etkisi de, araca veya formata o araçla yapılabileceklerden daha fazla anlam yüklenmesi, aracın sürekli bir gündem haline getirilmesidir. Söz gelimi son yıllarda yaygınlaşan podcast formatı birçok gazeteci ve kültür üreticisi için verimli bir alan açmıştır. Ancak podcast’in olanakları ve biçimi üzerine üretilen sözle podcast ile üretilen söz arasında bir dengesizlik vardır. Sürekli podcast üzerine konuşan girişimci çevreler, podcast’in kendisini –bir teknik olarak– başlı başına değer haline getirmeye çalışırken, başarılı podcast programlarını hayata geçirenler yine geleneksel gazetecilik alanından çıkan isimler olmuştur.
Girişimci gazeteci
Girişim kültürü neo-liberal ideoloji tarafından şekillendirilmiştir. Bu ideoloji insanın kendi benliğini bir yatırım alanı haline getirmesini, herkesin kendisini “özünü geliştiren girişimciler”[12] olarak görmesini salık verir. Neo-liberal özne piyasanın taleplerine göre kendisini hızla organize eden, uyum sağlayan, esnek, oyuncu, kendini sürekli geliştiren, 7/24 iş’le iletişim halinde, network ve iş kovalayan kişidir: [13]
“Neo-liberal arzu üretimi şimdiye dek var olmamış ya da kapitalizmin yalnızca küçük bağımsız alanlarında var olmuş arzuları, mutlu bir şekilde çalışma arzularını, ya da doğrudan kendi terminolojisiyle söyleyecek olursak, işyerinde ve işiyle ‘kendini geliştirme’ ve ‘kendini gerçekleştirme’ arzularını büyük ölçekte üretmek gibi özel bir görev üstlenir.”[14]
Freelance emek üzerine çalışmalarıyla bilinen Nicole S. Cohen girişimci gazetecilik modelinin sadece şirketleri değil, kişileri de girişimci olarak kodladığını söylemektedir. Yeterli sermayesi olmadığı için bir start-up kuramayan büyük çoğunluk kendi hayatını bir şirket gibi idare ettirmelidir. Esnek, serbest, uyum sağlayan, yeni teknolojileri ânı ânına takip eden girişimci gazeteci öncelikle kendi ismini bir marka haline getirmeli, sosyal medyada bir değer üretmeli, kaşesini yükseltmek için kendini geliştirmelidir. Bunu başaramamak bireysel bir problemdir. 140 Journos’un kurucusunun şu sözleri de bu minvaldedir:
“Herkesin özgür düşünceyi aradığı şu dönemde Türkiye’de para kazanamayan bir gazeteci varsa problem kendisindedir.”[15]
Aslında freelance emek gazeteciler için 17. yüzyıldan beri söz konusudur. Ancak o günden bugüne kendi özerk çalışma düzenini kendi lehine olacak bir şekilde düzenleyebilen gazetecilerin sayısı çok azdır. Serbest emeğin neredeyse kural haline geldiği bugünlerde de değişen bir şey olmamıştır. Hatta ABD’de içeriklerin tıklanma sayısı üzerinden ücret almak gibi yeni “yaratıcı” uygulamalarla bu alan baştan ve gazetecinin aleyhine şekillenmektedir. Serbest emek küçük bir azınlık için kendi çalışma hayatını özerk bir şekilde düzenleyebilme imkânı olarak görülse de, büyük bir kesim için bunun karşılığı güvencesizliktir. Eskinin işverenle çalışan arasındaki istihdam ilişkilerinin girişimcilik dünyasında ticari anlaşma düzeyine taşınması, serbest çalışan gazetecilerin en ufak bir pürüzde iş alamaması anlamına gelmektedir. Bu kaygılarla birçok mecradan parça başı “iş bağlamak” zorunda olan gazeteci için kurumla “uyum” daha fazla önem kazanır. Serbest emeğin özgürleştirici olup olmadığı bu açıdan değerlendirilmelidir.
Başka bir gazetecilik
Özetle, girişimci gazetecilik medya sektörünün her alanında kural haline getirilmeye çalışılan güvencesiz ve esnek çalışmayı sahiplenerek bunu bir avantaja çevirmeye çalışmaktadır. Ancak bu avantaj yatırım alanının ve hedef kitlenin sınırı nedeniyle çok az sayıda patron için olumlu, çok büyük sayıda güvencesiz çalışan içinse olumsuz bir sonuç doğuracaktır. Start-up modeli işleyişi, hiyerarşik yapısı, ekonomik çerçevesi nedeniyle, bugüne kadar şikâyetçi olduğumuz şirket/holding modeline alternatif bir model değildir. Gazeteciliğin bugüne kadar sıklıkla tartışılan sorunlarının en büyük kaynağı, üstlendiği kamusal görev ile içerisine sıkıştırıldığı mülkiyet yapısı arasındaki çelişkidir. Girişimcilik kültürüyle inşa edilen yeni kurumlar bu çelişkiyi devam ettirmekte, Cohen’in dediği gibi, medya alanındaki egemen güç ilişkilerine dokunmamaktadır. Özellikle Batı ülkelerinde şimdiye kadar ortaya çıkan örneklerinden de gördüğümüz gibi, bu şirketler profesyonel gazeteciliğe dişe dokunur bir alan da açamamıştır. Aksine, neo-liberal ideolojiye sıkı sıkıya bağlı girişim kültürü gazeteciler için eski medya düzeninden de daha güvencesiz ve esnek koşulları sahiplenmiştir. Gazetecilerin güvencesizliğinin gazetecilik faaliyetinin niteliğine nasıl bir etkisi olacağı da açıktır sanırım.
Yeni iletişim teknolojileri gazeteciler açısından birçok avantajı barındırmaktadır. Özellikle alternatif medya ve radikal medya kuruluşları bu teknolojiler sayesinde kendi gündemlerini insanlara taşıyabilmiştir. Ancak burada eleştiri konusu yaptığımız girişimci gazeteciliğe ana rengini veren zaten teknoloji değil, neo-liberal girişim kültürüdür. İnternetin beş şirketin sultasında tekelleşmesinin de gösterdiği gibi, teknoloji de bir siyasi mücadele alanıdır ve ilerleyen yıllarda bu alan sınıf mücadelesinin temel mekânlarından birisi haline gelecektir.
Gazetecilik her şeyden önce kurumsal ve kolektif bir faaliyettir. O nedenle neo-liberalizmin bireyselleştirici kültürünün vaat ettiği gibi teknoloji dâhisi, süper kahraman gazetecilerle kurtulabilecek bir alan değildir. Sorunları ve çözümleri bireylerin üzerine yüklemek anlamsızdır. Dayanışma ve kolektif bir mücadele ile gazetecilik alanı bir bütün olarak yükseltilemediği takdirde hiçbir müthiş fikir bu mesleğin itibarını kurtaramayacaktır. O nedenle, Batı’ya bakarken sadece girişimci gazetecilik furyasına değil, vakıf, kooperatif, kâr amacı gütmeyen medya ortaklığı gibi, çalışanların ve okurların da hisse/söz sahibi olduğu, alternatif medya modellerine de dikkat kesilmeliyiz. [16] Kapitalist gerçekçi “çözüm”lere mahkûm değiliz. Gazeteciliği neo-liberal işleyişten azade kılabildiğimiz, gazetecilerin güvenceli ve örgütlü bir çalışma yaşamına kavuşabileceği başka bir gazetecilik üzerine kafa yormalıyız.
•
[1] Pierre Bourdieu, Eril Tahakküm, çev. Bediz Yılmaz, Bağlam Yayınları, 2014, s. 82.
[2] Tolga Çevikel, Dijital Çağda Gazeteciliğin Krizi ve Finansmanı, Um:ag Yayınları, 2020, s. 21.
[3] Nicole S. Cohen, Entrepreneurial Journalism and the Precarious State of Media Work, South Atlantic Quarterly, 114(3), 2015, s. 513.
[4] a.g.m., s. 519.
[5] “Başarılı bir gazetecilik girişiminin liderinde olması gereken nitelikler”, NewsLabTurkey
[6] Bu konuda bkz. Cory Doctorow, Özgür ve Bedava: İnternet Çağında Bilgi, çev. Berkan M. Şimşek, Koç Üniversitesi Yayınları, 2017, s. 41.
[7] 140Journos üzerine dönen tartışmalarda gördüğümüz gibi, girişimci gazetecilik şirketlere yeri geldiğinde gazetecilik kimliğini kullanma, eleştirilerden kaçmak gerektiğinde ise bu kimliği reddetme imkânını tanımaktadır.
[8] Mark Fisher, Kapitalist Gerçekçilik, çev. Gül Çağalı Güven, Habitus Kitap, 2011, s. 52.
[9] Oğuzhan Taş, Gazetecilik Etiğinin Mesleki Sınırları, İletişim Yayınları, 2012, s. 237.
[10] Ernest Mandel, Geç Kapitalizm, çev. Candan Badem, Versus Yayınları, 2008, s. 251.
[11] Max Haiven, Hayali Sermaye: Popüler Kültürde ve Gündelik Yaşamda Finansallaşma, çev. Yasin Emre Kara, Koç Üniversitesi Yayınları, 2016, s. 46.
[12] Haiven, a.g.e, s. 22.
[13] Cohen, a.g.m., s. 517.
[14] Frederic Lordon, Kapitalizm, Arzu ve Kölelik, çev. Akın Terzi, Metis Yayınları, 2013, s. 76.
[15] Engin Önder’le söyleşi, NewsLabTurkey
[16] Bu konuda bkz. Julia Cage, Medyayı Kurtarmak, çev. Murat Erşen, İş Bankası Kültür Yayınları, 2016.
GİRİŞ RESMİ:
1976 yapımı All The President's Men (Başkanın Tüm Adamları) adlı filmden alınmış bir kare. Filmde Watergate skandalını ortaya çıkaran Washington Post muhabirleri Bob Woodward ile Carl Bernsztein'ı Robert Redford ile Dustin Hoffman canlandırıyordu.