Meşhur bir meçhul: Montaigne ve Denemeler

"Türkçede Denemeler diye bilinen kitap aslında Sabahattin Eyüboğlu’nun kendi beğenisine göre seçip çevirdiği bölümlerden başkası değildi. Söz konusu seçki/çeviri, kendine göreliği göz önüne alındığında adeta Montaigne’in yapıtından apayrı bir kitaptı ve Denemeler’in bütününü kavramamız için yeterli değildi."

28 Şubat 2021 09:46

Yapıtında durmadan kendisinden söz eden bir yazar olduğu halde Michel de Montaigne’in (1533-1592) meçhul kalan nesi olabilir ki! Onun yüzyılları aşıp gelen Denemeler’i (Essais) dünyada olduğu gibi ülkemizde de okul kitaplarının vazgeçilmezi, aynı zamanda en çok anılan yapıtlardan biri değil midir? Öyleyse onu tanıyor ve hakkında her şeyi biliyor olmamızdan daha doğal ne olabilir? Peki, gerçekte öyle midir? Örneğin ortalama okur Montaigne hakkında neler biliyor ya da Denemeler’in tamamından ne kadar haberdar? Doğrusunu söylemek gerekirse pek az şey: Montaigne, denemenin babası. Ortalama okuru bir yana bırakalım, edebiyat öğretmenlerinin yüzde kaçı Denemeler’in tamamını görmüş ya da okumuştur? Ne yazık ki bu soruya da olumlu yanıt veremeyiz. Geçenlerde mesleğinde deneyimli üç edebiyat öğretmeni ile otururken söz Montaigne ve yapıtından açıldı. Bu edebiyat öğretmenleri Denemeler’in Fransızca aslının üç ciltten oluştuğunu ilk kez duydular. Meslektaşlarının pek çoğu gibi onlar da ülkemizde “Denemeler” diye bilinen Sabahattin Eyüboğlu seçkisini yapıtın tamamı sanıyorlardı. Öyleyse, Montaigne ve yüzyıllardır düşünce tarihini etkileyegelmiş Denemeler ülkemizde –sözün en hafifiyle– ‘eksik’ biliniyor diyebiliriz. Dünya edebiyatının en meşhur yazar ve düşünürü bizim için çoğu yönüyle meçhuldür.

Merak ve okuma eksikliği bir yana, bu bilinmezliğin baş nedeni Denemeler’in tam metninin dilimize çok geç çevrilmiş olması. Yakın zamana kadar Denemeler deyince hemen herkes Sabahattin Eyüboğlu seçki/çevirisini anlıyor/biliyor ve bu kitapta onlarca başlık altında toplanmış kısa metinlerin yapıtın aslı olduğunu sanıyordu. Montaigne’in dil özellikleri, sayısız Latince alıntı, devasa üç cildin caydırıcılığı çevirmenlerin de gözünü korkutmuş olmalı ki, Denemeler gibi benzersiz bir yapıt, Osmanlı dönemini geçtik, Cumhuriyet’in ilk 50 yılında bile Türkçedeki okuruna bütünüyle ulaşamadı. Bu yüzden Montaigne sadece adıyla var oldu aramızda; hakkında bir biyografi okuma gereği duymayan okurun uzağında durdu.

Montaigne’in ilk cildini 1580’de yayımladığı, üçüncü cildi yazarın ölümünden sonra, 1595’te basılan Denemeler, İngilizceye 1603’te çevrildi. Türkçede ise ilk kez 1940 yılında Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirdiği metinler, Tercüme Dergisi’nde tefrika edildikten sonra 1947 yılında Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Yayınevi 1970’lere kadar yeni basımlar yapmayı sürdürdü. Eyüboğlu her basımda kitaba yeni denemeler ekledi. 1980’lerden sonra Eyüboğlu’nun çevirisini Cem Yayınevi basmaya başladı. (Bu arada başka yayınevleri de bu seçkinin farklı sürümlerini yayımladı.) Türkçede Denemeler diye bilinen kitap aslında Sabahattin Eyüboğlu’nun kendi beğenisine göre seçip çevirdiği bölümlerden başkası değildi. Söz konusu seçki/çeviri, kendine göreliği göz önüne alındığında adeta Montaigne’in yapıtından apayrı bir kitaptı ve Denemeler’in bütününü kavramamız için yeterli değildi. Eyüboğlu seçkide herhangi bir izlek ya da sıra takip etmiyordu. Örneğin üç cildin farklı metinlerinden derlenip bir başlık altında sunulan denemeler vardı. Çiçek çiçek gezen balarıları gibi hoşlandığı metinlerden bölümler seçmişti Eyüboğlu. Metinler de kısacık tutulmuştu, oysa yapıtın aslında 70-80 sayfayı bulan uzun denemeler vardı.

Sabahattin Eyüboğlu çok istediği halde yapıtın tamamını çeviremedi. Ama bir şeyi, Türkçede Montaigne’i ve deneme türünü sevdirmeyi başardı. Eyüboğlu’nun çevirisi Montaigne’le ve yapıtıyla öyle özdeşleşmişti ki, uzun yıllar onu yeniden çevirmek isteyenleri başarısızlık korkusuyla bu girişimden alıkoydu. Denemeler’in tam metni nihayet 2006’da, ilk kez Hüsen Portakal’ın çevirisiyle Cem Yayınları tarafından dört cilt halinde yayımlandı. İkinci tam metin basım Temel Keşoğlu çevirisiyle, 2010’da Doruk Yayınları tarafından üç cilt halinde yapıldı. 2011 yılında ise Say Yayınları, Engin Sunar’ın çevirisiyle Denemeler’in tamamını yine dört cilt halinde yayımladı. Dolayısıyla artık dilimizde Denemeler’in Fransızca aslından yapılmış üç farklı tam metin çevirisi bulunuyor. Yapıtın bütününden eksiksiz bir Montaigne portresine ulaşmamızın önünde bir engel kalmadı.

Denemeler’i bir otobiyografi olarak da okuyabiliriz

Montaigne “Kitabımın konusu bizzat benim” demişti. Bu durumda kendini anlatmasından daha doğal bir şey olamazdı. Onun en büyük derdi doğru anlaşılmaktı.

“Bu hatıralarda her şeye rağmen yakından bakılırsa, her şeyi söylediğim ya da gösterdiğim görülecektir. İfade edemediğimi parmağımla gösteriyorum.”

“Geçicilik Üzerine” adlı denemesinde başkalarına söz bırakmak istemediğini açıkça yazmıştı:

“Kendimle ilgili öğrenilecek ve merak edilecek hiçbir şey bırakmıyorum. Bir şeyden söz edilmesi gerekiyorsa, bunun doğru ve gerçeğe uygun biçimde olmasını istiyorum. Beni olduğumdan başka türlü takdim edecek birini –bu beni onurlandırmak için bile olsa– yalanlamak için öteki dünyadan gönüllü geri gelirdim.”

Kendinden niçin çokça söz ettiğini ise ikinci kitabın altıncı bölümünde açıklar:

“Başkasına değil, kendime ders veriyorum. (…) Kendinden söz etmeyi kötü görmek yanlıştır. (…) İnsanın kendinden söz etmesinin kötü sayılması bence yalnız halkın düşeceği kaba hatalardan dolayıdır. Bu tür kurallar aptallara vurulan dizginlerdir. (…) Bence insan ne olduğunu bilmekte dikkatli davranmalı, iyi taraflarını da, kötü taraflarını da aynı şekilde ortaya koymalıdır.”

Yapıtında kendini bu denli ortaya koyan bir yazarı en iyi kendi yazdıklarından öğrenebiliriz. Bu durumda Denemeler’i pekâlâ otobiyografik bir yapıt olarak da okuyabiliriz. Başka hiçbir kaynağa başvurmamış olsak bile, Montaigne bize kendisi hakkında hemen her şeyi cömertçe anlatır. Denemeler’in tamamını okuduğumuzda karşımızda çok renkli bir Montaigne portresi belirir: Atadan varlıklı, iyi eğitimli, yer yer huysuz ama sevimli, zor beğenir, kendisiyle ha bire çelişen, hoşgörülü, eğlenceli, alçakgönüllü, keyfine düşkün, garip alışkanlıkları olan, çokça kuşkucu bir filozof ve yazar… Yüzyıllardır hakkında (hemen her dilde) binlerce inceleme ve biyografi yazılan Montaigne’i kendi kaleminden tanımak, üstelik bu portreyi yapıtın üç cildine yayılmış ayrıntıları uç uca ekleyerek bütünlemek biraz sabır ve zaman gerektirse de, hayli eğlenceli bir serüven olacaktır.

Montaigne, Montaigne’i nasıl anlatır?

Sahi, kendi anlatısına göre Montaigne nasıl biridir? “Kendini Beğenmişlik Üzerine” başlıklı denemesinde karakterine, yaşam tarzına dair pek çok ayrıntıyı dillendirir Montaigne. Daha denemenin başlarında, “… En taze çocukluğumdan beri,” der, “bende bilmem hangi davranışın ve boş ve aptalca bir böbürlenmenin fark edilmiş olduğunu hatırlarım”. Sonra insanın kendisiyle bütünleşmiş, ne duyumsayabildiği ne de teşhis edebildiği bu tür tutum ve eğilimlere sahip olmanın pek de kötü olmadığını söyler. Bedenin, bilincimizin ve rızamızın dışında bu türden birkaç kıvrımı muhafaza edebildiğini yazar. Yani “hoş karşılanmayacak, benim bile fark etmediğim birtakım kusurlarım varsa, bunları pek önemsemeyin” demeye getirir. İlerleyen sayfalarda kişiliğinin kusurlarını açık yüreklilikle sayıp dökmeye, alışkanlıklarını ve tutumlarını anlatmaya durur. “Kendimi sıradan, ama aynı zamanda da ne hoşgördüğüm ne de kabul ettiğim, en aşağı, en bayağı birisi gibi sayarım. Ve de kendime bildiğim değerimden daha fazla değer biçmem” diyerek şöyle tamamlar sözü:

“Eğer kendimi beğenmişliğim varsa, bende yüzeyseldir bu ve bana ihanet eden mizacım dolayısıyla içime işlemiştir.”

Aklı ve deneyimi yüceltir Montaigne, duygulara pek yüz vermez. “… Bu şiddetli tutkulara ben pek az kapılırım. Kolay kolay heyecanlanmam; tasayı kabuk içinde gizleyip düşüncelerle katılaştırır” der, “Keder Üzerine”başlıklı denemesinde. Bir yerde de fizikî portresini çizer: “… Ama benim yine de sağlam ve tıknaz bir bedenim var ve yüzüm yağlı değil ama dolgun; mizacım melankoli ile neşeli olma arasında, yüzüm sıcak ve kanlı.”

Yazdıklarından Montaigne’in keyfine düşkün, zora gelmez, belirli rutinleri olan ve risk almaktan çekinen bir mizacı olduğunu biliyoruz. Büyük bir arazinin ve bir işletmenin sahibi olan, emrinde bir sürü uşak ve işçi çalıştıran Montaigne sanmayın ki tarım işlerinden, üzüm bağlarından, sebzelerden anlıyordur. Hesap kitap konusunda da beceriksizdir:

“Oysa ne fişlerle ne de kalemimle hesap yapmayı bilirim, paralarımın çoğundan haberdar değilim; bir tahıl tanesinin bir diğerinden farkını, eğer bu fark pek büyük değilse ne tohum ambarında ne de tarlada anlayabilirim; bahçemdeki lahanalarla marulların arasındaki farkı zorlukla tanırım. Hatta ev aletlerinin adlarının ne anlama geldiğini bile bilmeyip çocukların dahi bildiği en başlıca tarım kurallarından anlamam.”

Montaigne’in en belirgin kişilik özelliklerinden biri sınırlarının farkında oluşudur. Haddini bilmeyenlerin aptallığına inanır o. Çocukların Eğitimi Üzerine başlıklı denemesinde doğal yeteneklerinin yükü altında belinin büküldüğünü yazar:

“Kavrayışım ve düşünme gücüm el yordamıyla, sendeleyerek, kararsızlıklar ve yanlış adımlarla ilerliyor ancak.”

“Kimse bana bir şey öğretmeyi başaramadı”

Pek çok sanatta, hatta zanaatta ve görevde pekâlâ başarılı olabilecekken, sırf sıkıldığı için ya da canı istemediğinden bu işlerden yüz çevirmiştir Montaigne. “Kendini Beğenmişlik Üzerine” adlı denemesinin ilerleyen sayfalarında yeteneklerinin kısıtlı olduğunu açıkça yazar:

“Müzik konusunda güzel bir sese sahip olmadığım gibi, çalgılarda da kimse bana hiçbir zaman bir şey öğretmeyi başaramadı. Dansta, top oyununda, güreşte ancak çok sınırlı bir beceri kazanabildim; yüzme, eskrim, parende atma, atlayıştaysa hiçbir şey. Pek beceriksiz ellere sahip olup kendi kendime yazı bile yazamam; öyle ki, karaladığım şeyleri kendim dahi sökmekte zahmet çekerim. (…) Bir mektubu gerektiği gibi katlayıp kapatmayı beceremem; ne bir kalem açmayı, ne masada düzgün biçimde et kesmeyi, ne bir ata koşum vurmayı, ne bir avcı kuşu bilekte taşıyıp uçurmayı, ne de köpeklerle, kuşlarla, atlarla konuşmayı öğrenebildim. (…) Zahmete karşı dayanıklıyım; ama kendi başıma taşıyorsam ve canım isterse buna katlanırım.”

Montaigne kusurlarını sayıp dökmeye başladığında tahmin ettiğinizden de cömert davranır. Bazı şeyleri öğrenme konusundaki yetersizliğini açıklamaktan çekinmez; kendisine ‘kalın kafalı’ demekten de…

“Kafam ağır ve battal çalışır, en ufak bir tehlike belirtisi onu yolda durdurur. (…) Aklın payının olduğu satranç, iskambil, dama ve daha başka benzeri oyunlarda ancak en temel kuralları anlarım.”

Anlayışının yavaş ve karmaşık olduğunu söyler ama “bir şeyi bir kez kavradı mı iyi kavrar ve onu muhafaza ettiği uzun süre boyunca tümden sıkıca ve derinliğine tutar.” Söylemeye bile gerek yok, Montaigne’dir bu, sık sık kendisiyle çelişmekten, kendini yalanlamaktan geri kalmaz. Garanticidir, orta yolcudur, basit ve yalın olanın peşindedir. “Kendini Beğenmişlik Üzerine” denemesinin sonlarına doğru şöyle diyecektir:

“Herkes canlı ve çabuk bir aklın ününü ararken, ben düzenli bir aklın peşine düştüm; göz kamaştırıcı ve dikkat çeken bir eylemden ya da özel bir yetiden bekleneni ben kanılardaki düzenden, ahenkten, ılımlılıktan ve tutumumdan beklerim.”

Kuşkusuz, bir zihin insanıdır o

Şunu demek istiyordur Montaigne: İstesem her şeyi pekâlâ yapabilirim ama canım istemiyorsa kılımı kıpırdatmam. Kimse de bana bir şey yaptıramaz! Bütün bunlar onun Thomas Bernhard’ın yapıtlarında sık sık sözünü ettiği “zihin insanı” türünün bir üyesi olduğuyla açıklanabilir. Evet, Montaigne tıpkı ‘eski ustalar’ gibi her şeyi “kafasının kalabalığında” yaşayan bir ‘düşün insanı’dır. O bu durumu özgür bir ruha sahip oluşuyla açıklamaya çalışır:

“Sadece kendi kendine ait olan, keyfine göre davranmaya alışmış bir ruha sahibim. Şimdiye kadar ne üstüm ne de başıma konmuş bir amirim olduğundan pek uzağa yol aldım ve hoşuma giden adımları attım. Bu beni gevşetip başkalarına hizmete yeteneksiz kıldı; beni sadece kendime yarar yaptı.”

Bu şansı büyük ölçüde içine doğduğu koşullara, varlıklı ve üzerine titreyen ailesine borçludur. Babasının ölümünden sonra mülkün ve işletmenin sorumluluğu üzerine kaldığında onu nasıl idare edeceğini bilemez. Kendince bu alandaki beceriksizliğine bir kılıf da bulmuştur:

“Doğuştan bizim olan koşulun içinde tutunmakla yetinmek makuldür, onu daha iyiye götürmek gibi belirsiz bir umut için elden kaçırmanın ise çılgınlık olduğu düşüncesindeyim.”

Şöyle diyor gibidir kendi kendine: Yetin senin olanla!

Zihin insanıdır ama bir kusurunun da bellek sorunu olduğunu itiraf eder. “Ben bellekten tamamen yoksunum” der, yine “Kendini Beğenmişlik Üzerine” denemesinde:

“Eğer bana bir şey açıklamak istenirse bu küçük parçalar halinde olmalı; çünkü birçok önemli noktayı içeren bir sunuma yanıt verme yeteneğinde değilim. Küçük kâğıt parçalarına not etmeksizin yerine getirilmesi gerekli görev kabul etmem; verilecek önemli bir söylevim olduğu zaman, eğer bu uzun soluklu olmak zorundaysa, belleğimin bana kötü bir oyun oynaması korkusu içinde, rahatlık ve güven yoksunluğundan dolayı söylemem gerekeni kelimesi kelimesine ezberlemenin bu aşağılık ve yoksulca gereksinimine katlanırım.”

Montaigne unutkanlık konusunda da eşsiz olduğunu söyler. Hizmetinde olan kişilerin adlarını aklında tutmakta güçlük çeker; onları görevlerinin ya da ülkelerinin adıyla çağırma yolunu seçer. “Eğer çok uzun zaman yaşamak zorunda olsaydım,” der, “eminim ki kendi adımı da ötekilerin başına geldiği gibi unutacaktım.” Zamanını eski çağların filozofları ve onların yapıtlarıyla dolduran o zihin insanı, ince zevkler sahibi Montaigne en sonunda dilinin altındaki baklayı çıkarır. Etrafına, olup bitene ilgisizliğinin, hatta kendini horlayışının nedenini açıklar:

“Belki de eski çağın kavramlarıyla sürekli alışverişim ve geçmiş zamanın şu güzel akılları konusundaki düşüncem beni başkalarından ve kendimden tiksindiriyor. Ya da belki biz ancak son derece yetersiz şeyler üreten bir yüzyılda yaşıyoruz.”

Montaigne boşuna her çağın yazarı olmamış ve hep yeni kalmamıştır. İnsan doğasının değişmez yanlarını anlatırken, insanın erklerle mücadelesinin de değişmezliğini ortaya koyar. “Deneyim Üzerine” başlıklı denemesinde, “Yasalar ekseriyetle aptallar tarafından, daha çok da eşitliğe düşman, adaletten yoksun kişiler tarafından yapılmıştır – bu kişiler, her zaman boş ve istikrarsız kişilerdir” der. Ve ‘adil bir yargıç’ kimliğiyle tamamlar sözünü:

“Hizmet ettiğim yasalar parmağımın ucunu tehdit etse, orayı hemen terk ederdim ve gidip neresi olursa olsun başka yasalar arardım.”

Bugün çoğumuzun dilindeki cümleyi Montaigne’in yüzyıllar önce yazdığını görmek insanı iyiden iyiye kederlendiriyor:

“Yasalar kadar ağır ve onlar kadar geniş ve onlar kadar yanılabilen başka hiçbir şey yoktur.”

Ne demiştik, zamanınız ve sabrınız varsa eğlenceli bir serüvendir Montaigne okumak.

 

NOT:


Alıntılar, Denemeler’in Say Yayınları, 2019 basımı Engin Sunar çevirisinden yapılmıştır.