Metin Erksan’ın gerçekleştiremediği projeleri

"Metin Erksan ruh emici, muhayyile öldürücü bir ortamda ne yazık ki çekmek istediği filmlerin, kafasındaki, gönlündeki projelerin çok azını hayata geçirebilmişti. On yıl önce kaybettiğimiz Erksan’ın, yapmaya imkân bulamadığı ve acılarını içine gömdüğü hayallerinden bazıları..."

21 Nisan 2022 11:29

Lütfi Akad, Işıkla Karanlık Arasında adlı kitabında, Şakir Sırmalı ve Metin Erksan’dan bahsederken, onları ‘büyük hayalciler’ olarak adlandırıyor.

“İkisi de büyük hayalci dehalar katındadırlar. Şakir Sırmalı’nın sinemayı bırakmasının bir kayıp olduğuna inanırım. Metin’e gelince… Yapmaya imkân bulamadıklarının acılarını içine gömerek savaşını sürdürüyor. Bazen kuşkuya düşer, kendime sorarım; Türkiye Şakir Sırmalı, Metin Erksan gibi büyük hayalcilere elverişli bir ortam değil midir diye… Başka bir ortamda dünya sinemasının büyük isimleri arasında olabileceklerinden hiç kuşku duymadım.”[1]

Türkiye’de farklı sanat dallarında kendisini var etmeye çalışan pek çok insan için söylenmiştir galiba bu. “Avrupa’da olsa…” ya da “Amerika’da doğsa…” diye başlanır cümleye, “Çok başka bir yerde olurdu”, “Dünyaya adını duyururdu” diye devam edilir. Zira bu ülke, Türkiye, sanatın ve sanatçının kıymetinin bilinmediği bir yerdir pek çoklarına göre. Yazarlar, ressamlar, oyuncular, yönetmenler… Bu ‘bereketli ama çorak’ topraklarda, bu ‘kısır’ kültür ortamında neşvünema imkânı bulamamış, güdük kalmış, sararıp solmuştur.

Belki bu yüzden Metin Erksan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sinema-TV Bölümü’nde okuduğum dönemde, kendisinden aldığım ‘Film Analizi’ derslerinde “Ben filmlerimi kafamın içinde çekiyorum. Tüm filmi gözlerimi kapatıp baştan sona izliyorum. Bu da bana yetiyor” derdi. Bir tür avuntu muydu bu? Bir tür kaçış mıydı?

Şimdilerde Sevmek Zamanı’nın Boyacı Halil’i geliyor aklıma sık sık. “Ben seni değil, resmini sevdim” derken, hakikat yerine hayali, sureti seçerken acaba o da avunuyor, kaçıyor, hatta korkuyor muydu? Filmin öyküsünün ve Halil’in bu sözünün tasavvufi derinliğini yok saymıyorum ama acaba Halil hakikatin tatsız, imkânsız, çapaklı varlığından da rahatsız mıydı? Boyacı Halil’in bir resme/surete âşık oluşuyla Metin Erksan’ın bir yerden sonra filmlerini kafasının içinde çekmeye başlaması arasında bir paralellik kurulabileceğini düşünüyorum. Bu düşünce, Erksan’ın söyledikleriyle beraber değerlendirince Halil’i adeta bir kehanete dönüştürüyor.

Metin Erksan kariyeri boyunca sansürle uğraşmış. İlk filminden TRT için çektiği son eserlerine kadar sanatı ve sanatçıyı denetleyen, ketleyen siyasal yetke ve kurumlarıyla başı beladaymış. Ancak en az sansür kadar, farklı işlere, özgün fikirlere direnen ticari sinema ve yapımcılarla da mücadele etmek zorunda kalmış. Susuz Yaz ve Yılanların Öcü’yle elde ettiği ve ‘göğüs kabartan’ uluslararası başarılar bile kendisine kredi verilmesine, özgürce üretebilmesinin önünün açılmasına yetmemiş. Kuyu ve Sevmek Zamanı filmlerini kısıtlı imkânlarla, cebinden harcederek yapabilmiş.

Kuyu’nun çekimlerine başlarken verdiği bir söyleşiden:

“Erksan star oyuncuların çok para istediğini, Anadolu’ya gitmekten kaçınıp adi piyasa filmlerinde oynamayı öngördüklerini, bu yüzden Kuyu filminde ünlü sayılan oyuncuların yer almayacağını söyledi.

Yönetmen, Türk sinemasının batağa doğru giden ve umutsuz görülen bugünkü ortamından kendini ayırdığını, özlenen anlamda bir Türk filminin yapılabilmesi için iyi bir senaryo, iyi bir yönetmen, iyi bir yapımcının gerekli olduğunu, bunlar gerçekleşse bile, sonunda bu kez işletmeci ve sinemacı engeliyle karşılaşıldığını, bu setin de ardından Sansür’ün göründüğünü söyledi.

Sansür kurumu için ‘Türk Sineması’nı en çok baltalayan oluşum’ deyimini kullandı.”[2]

Metin Erksan böyle bir ortamda, bu ruh emici, muhayyile öldürücü cenderede ne yazık ki çekmek istediği filmlerin, kafasındaki, gönlündeki projelerin çok azını hayata geçirebilmiştir.

Bu yazıda size Cumhuriyet gazetesi arşivinde rastladığım bazı haber kupürlerinden yola çıkarak Metin Erksan’ın gerçekleştiremediği bu projelerin bazılarından bahsetmek istiyorum.[3] Bunlar Metin Erksan’ın, Lütfi Akad’ın kitabında bahsettiği, yapmaya imkân bulamadığı ve acılarını içine gömdüğü hayalleridir.

Susuz Yaz'ın çekimleri sırasında (solda), Metin Erksan, Koçyiğit kardeşlerle (sağda).

***

Sevmek Zamanı’nı çekmeden önce, 1965 yılı haziranında Metin Erksan bir projesini duyurur. Bu projenin ismi Dünyanın 10 Bin Senesi’dir. Homeros ve Shakespeare metinlerinden uyarlanan senaryo, Erksan’ın Susuz Yaz ve Yılanların Öcü filmlerinde de altını çizdiği toprak ve mülkiyet sorununu ele almaktadır.

 

Metin Erksan, Homeros’un İlyada’sını Türk toplumuna uyguluyor

Rejisör Metin Erksan, Homeros’un İlyada’sıyla Shakespeare’in Troilos İle Kressida adlı yapıtlarını moder­nize ederek Türk toplumuna uygulayan bir film hazırlıyor: Dünyanın 10 Bin Senesi.

İlyada, Yunanistan’da Miken şatosunda oturan Çoban Kral­ları Akaların, Anadolu’nun en büyük uygarlığı olan Troya’yı ilkel bir sömürücülük anla­yışıyla nasıl talan etmeye geldiklerini anlatır. 10 yıl süren Troya savaşlarında Menelos’un karısı Helena’nın kaçırılışından çok daha başka nedenler, tarih­sel gerçekler saklı durur. Yüz­yıllar önce Batı’dan Doğu’ya sömürgeci bir akım gelmiş, bir A­nadolu şehri olan Troya’yı yı­kıntıya uğratmış.

XVI. yüzyıl Fransız düşünürü Montaigne, birçok savaşların İlyada’dan ışık, örnek aldıkları­nı, Homeros’un kahramanlarına uymak istediklerini söyler. Ör­neğin İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, Papa II. Pius’a yazdığı mektupta “Ben şimdi Romalılardan Hektor’un öcünü alıyorum. Sen de Anado­lulusun. Bırak da senin de öcü­nü alayım” der. Yine Kurtuluş Savaşı’nda da Atatürk’ün Kocatepe’de “Dumlupınar’da Yunanlılardan Troyalıların da öcünü aldık” şeklinde konuştuğunu bir emekli albay anlatır.

İşte Erksan, İlyada’daki eko­nomik itmeyi ele alıp sömürücülük terimini bugünün toplumu­na uygulayarak toprak sorunu­na değiniyor. “Bugün Türkiye’­nin en büyük problemi top­rak sorunudur bence. Toprak re­formunun yapılmasını sanat yo­luyla sonuna kadar savunacağım” diyor. Yılanların Öcü ve Susuz Yaz’da ilk kez köy ger­çeklerine değinen yönetmen, gerçek Türk filminin de köyden ge­çeceğine inanıyor.

Çanakkaleli olan Metin Erk­san, Dünyanın 10 Bin Senesi filmini Çanakkale’de, Kazdağı’nda çekecek. Film, toprak sorununun ışığı altında konar-gö­çerlerle, yani Türkmenlerle yer­leşik bir köy arasında geçen bir savaşı hikâye edecek. Senaryo­su Metin Erksan-İsmet Soydan tarafından hazırlanan filmin re­jisörlüğünü de Erksan, kendi fir­ması olan Troya Film hesabına yapacak. Filmin foto direktörü Mengü Yeğin.

Çok kalabalık bir oyuncu top­luluğu bulunan, bu arada yerli halktan da figürasyon olarak yararlanılacak filmde Truvalı Helen rolü için yepyeni bir yıl­dız aranıyor. Truvalı Halime ro­lü için Erksan, Susuz Yaz’da olduğu gibi yeni bir kabiliyet bulup yaratacak. Akaların Başbu­ğu Agamemnon, Afşaroğlu; Truva Başkomutanı Hektor, Halil o­lacak. Bu rolü Kadir Savun can­landıracak. Aleksandr Paris’in adı Ali, Troilos’un Tahir, Kressida’nın Kezban, Troilos’ın sevgi­lisi Kassandra’nın Kadriye ola­cak. Bunu Ayfer Feray oynaya­cak. Hektor’un karısı Andromak, Aliye; Dionedes, Davud; Aias, Ahmet; ünlü Odisseus, Osman; Aşil, Akkoyunlu olarak Türk ad­larına uygulanacak.

Filmin konuşmaları Shakespeare’in piyesinden alınıyor. Se­naryo hazırlanırken de İlyada’nın A. Kadir ve Azra Erhat’ın Bugünkü Dille İlyada adlı çe­virilerinden yararlanılmış. Filmde Baki Tamer, Bülent Ufuk, Zerrin Arbaş, Talat Gözbak gibi sanatçılar da yer alacak.

Tabiat güzellikleri de bol bol yansıtılacak. Dünyanın 10 Bin Senesi filmi turistik yönden de yararlı olacak. Köy folkloruna da geniş yer verilecek. Yerli ses­ler banda alınarak fon müziği kullanılacak.[4]

 

Temmuz ayı başında Halime rolünü dönemin Turizm ve Tanıtma Bakanı Zekai Dorman’ın manken olan kızı Ülkü Dorman’ın oynayacağı duyurulur. Hatta Dorman’la sadece bu filmde değil, kısa süre içinde çevireceği iki filmde daha çalışacağını söyler Metin Erksan. Bu filmlerden biri Beklan Algan’la oynayacağı Sevmek Zamanı, diğeri yine gerçekleşmemiş bir proje, Cüneyt Arkın’la başrolü paylaşacağı Sonbahar Âşıkları’dır.

Temmuz ayı başında Erksan, filmi çevireceği bölgelerde günlerce süren incelemelerden sonra, çevreden büyük çapta yardım sağlayarak İstanbul’a dönmüştür. Filmde yerli halktan da binlerce figüran kullanılacağı için hasat mevsimi olan bu aylarda film çevirme işi güçleşmiş ve iki ay sonraya bırakılmıştır.

Bu yüzden Troya Film bu iki aylık süre içinde başka bir film çevirecektir. (Bu film Erksan’ın en önemli eserlerinden biri olan, yukarıda da ismi geçen Sevmek Zamanı’ndan başkası değildir.)

***

Sevmek Zamanı’nın çekimlerini tamamladıktan sonra Metin Erksan Dünyanın 10 Bin Senesi yahut Sonbahar Âşıkları’nı rafa kaldırmıştır belli ki, iki yeni projesinden bahseder. Bunlar Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir İleri ve Jön Türkler’dir.

 

Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir İleri

1966’nın ulusal filmini, Troya Film adına re­jisör Metin Erksan hazırlıyor. Dokuz Dağın Efesi’ni saymazsak, bu Erksan’ın bu türde ilk filmi olacak. Yapımcı-yönetmen, yeni filmi için “Batı sömürgeciliğine karşı ulusal kurtuluş savaşını yapmış olan Türk Ordusu’nun ilk gerçek savaş destanı” diyor.

Ordular İlk Hedefiniz Akde­niz’dir İleri filminde büyük Atatürk’ün kendisi gösterilmeyecek ama adım adım onun kud­reti, üstünlüğü, varlığı duyuru­lacak. Erksan gerek dışarıda ge­rekse bizde Atatürk rolünü oy­nayacak bir sanatçının yaşadığı­na inanmıyor. Ata’nın tarihin akışını değiştiren büyük emrinden adını alan film, bir avuç Türk süvari birliği bozguna uğra­mış düşmanı denize dökerek şanlı Türk sancağını Akdeniz’in dalgalarına dikerken son bula­cak. Yeni filmi için Erksan şöy­le diyor:

“Kurtuluş Savaşı’nı iyice an­latan ne bir roman, ne de bir in­celeme kitabı, ne de bir anı, ya da biyografi yazılmadı. Herkes kendi açısından aldı bu savaşı. Bilimsel ve gerçek bir açıdan bakılamadığı için de, savaşın amacını tam anlamıyla yansıtan bir film çıkamadı ortaya.

Türk sinemasında bizim çıkış noktamız ne olacaktı? Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun te­melinde var bu çıkış noktası. Büyük Millet Meclisi Orduları, Batı kapitalizmine ve sömürge­ciliğine karşı dövüşürken, salta­nat ve hilafete karşı da dövüşü­yordu. Türk sinemasının egemen tutumu ve alfabesi bence her za­man bu olacaktır. Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir İleri fil­mini de bu açıdan aldım.”

 

Jön Türkler

1966’nın yine Türk tarihine ait ikinci filmi Metin Erksan’ın re­pertuarında. Adı Jön Türkler. Toplumun özgürlüğü ve bağım­sızlığı ile savaşın acısını tek ba­şına duyan bir aydının yalnızlı­ğı anlatılıyor filmde. Jön Türkler’in serüveni, bir aşk öy­küsünün çevresinde geliştiril­mektedir. Konu Abdülhamit devrinde geçer. Filmde Abdülha­mit, Abdülaziz, V. Murat, Mithat Paşa, Ziya Paşa, Namık Kemal görünmektedir. Jön Türklerden ünlü bir kadın kahramanın öy­küsü de yer almaktadır. Erksan bu filmi için “Türkiye gerçekle­rine sadık kalmak için o çağın belge ve arşivlerini bir bir ince­ledim. Değişik bir yapıt ortaya koyacağım” demektedir.[5]

Sevmek Zamanı hezimetine, kendi parasıyla, kendi şirketi Troya Film hesabına çektiği filmini hiçbir işletmeci ve sinemacıya satamamasına rağmen moralini bozmamıştır Erksan. İki yeni, hem de iddialı filmle devam etmek istiyordur yola. Ne yazık ki bu iki filmi de hiçbir zaman çekemez. Bu filmlerden geriye sadece birkaç gazete haberi kalır.

***

1967 başında yine çok çarpıcı bir projesinden bahseder. Pierre Loti’nin Aziyade romanından uyarlanacak bu filmin senaryosunu, bir ay kadar önce Yılanların Öcü filmiyle katıldığı, yarıştığı ve altın madalya kazandığı Kartaca Film Festivali’nde tanıştığı Christiane Rochefort ile yazacaktır. Uluslararası başarıların ve iç piyasadaki başarısızlıkların etkisiyle olacak, bundan böyle filmlerini evrensel düşündüğünü, dünya için hazırlayacağını söylemektedir.

 

Piyer Loti’nin Aziyade’si çevriliyor

Türk dostu, büyük Fransız yazarı Pierre Loti’nin, konusu İstanbul’da geçen ünlü romanı Aziyade, rejisör Metin Erksan tarafından renkli, sinemaskop olarak filme alınacaktır. Aziyade’nin senaryosunu Erksan, tanınmış Fransız kadın romancısı Christiane Rochefort ile beraber hazırlayacaktır. Kartaca Sinema Günleri Festivali’nde Metin Erksan’la tanışan Cannes Film Festivali Düzenleme Komitesi Başkanı, Fransız yeni kuşak yönetmenlerinin senaryocusu olan Rochefort, mart ayı içinde İstanbul’a gelerek Metin Erksan’la senaryo çalışmalarına başlayacaktır. Şimdiye değin özellikle Truffaut ve Vadim’in film senaryolarını yazan Rochefort, Aziyade’den başka Doğulu adlı, Doğu insanının dramını anlatan bir film senaryosu da hazırlayacak, bunu da Metin Erksan filme alacaktır. Fransız senaryocu, Aziyade’nin çekim süresinde de hazır bulunacaktır. Erksan bundan böyle filmlerini evrensel düşündüğünü, dünya için hazırlayacağını söylemektedir.

Filmik şiir

Aziyade romanı, 1876 da İslam Bey adıyla Türk ordusuna gönüllü yazılıp 1877’de Kars istihkâmları içinde şehit düşmüş bir İngiliz deniz subayının notlarından ortaya çıkmıştır. Bu kişi gerçekte, deniz subayı olarak Türkiye’de bulunmuş Pierre Loti’nin ta kendisidir. Melankolik ruhlu Loti, Gladiateur gemisiyle Selanik’e geldiği zaman Aziyade adlı bir Türk kızını sevip onun peşinden İstanbul’a gelmiş, bu serüveni anlata anlata ‘Loti Edebiyatı’nın sönmez mensur şiir topluluğu olan Aziyade’yi yaratmıştır. Aziyade, Loti’nin sadece aşkının romantize edilişi değil, İstanbul füsununun da bir övgüsü olmuştur. İstanbul’da hamama giden, yüz yıllık çınarların altında nargile içen, kahvehanede çalgı dinleyen, fes giyip elinde tespihle gezen Loti, Türkçe dersler alacak kadar Türkleşmiş, bizden olmuştur.

Kökten değiştirdi

Aziyade’yi yeniden yorumlayarak filme alacak olan Metin Erksan bu konuda şöyle demektedir:

“Pierre Loti diye bir kişilik vardı. Bunu tanımlıyorum. Eseri kökten değiştiriyorum. Pierre Loti, Fransız değil Türk oluyor. Aziyade ise, romanın kahramanının Loti zamanındaki yaşantısını bir kere yaşamak isteyen Batılı bir kız haline geliyor. Bu kızın rolünü İsveçli, Fransız ya da Alman bir artist canlandıracak. Türkiye’ye gelen kız, Aziyade’nin mezarına gidip ‘Ben geldim Aziyade. Senin hayatını bir kere daha yaşayacağım’ demekte ve kamera serviler arasından eski çağlara dönmektedir. Böylece Modern Türkiye ile Osmanlı Türkiyesi’nin panoraması bir arada, bir ondan, bir öbüründen sahnelerle gösterilecektir.

Doğu özlemi

Aziyade’yi İstanbul’da bir kere daha yaşamak isteyen Batılı genç kızda, yüzyıllarca Batının bilinçaltında birikmiş Doğuyu tanıma özlemi yatmaktadır. Avrupalı yeni Aziyade, serbest olma bunalımını, eski Aziyade ise, haremdeki kadının tutsak olma bunalımını verecektir. Aziyade, Bin Bir Gece Masalları’ndan sonra, Doğudaki kadın-erkek ilişkilerinin en güzel ve doğru anlatımıdır. Batılı kadın Aziyade olmak istemektedir. Doğulu gibi seven ve aşkından ölen Aziyade, Batılı kadın için sevgisinin ta kendisidir. Erkek kahraman Pierre Loti tipini ise 6-7 kadar çeşitli erkek canlandıracaktır. Loti’nin her ayrı görüntüsünü başka artist oynayacaktır.

Niçin Aziyade?

Aziyade, Batının Doğuya bakışı, Doğuyu tanımaya çalışmasıydı. Aziyade’nin kişiliğinde Doğu örnekleştirilmişti. Aziyade, Batı ile Doğunun birbirini sevmesiydi. Emperyalist Fransa’nın romantik deniz subayı Pierre Loti, Aziyade’de Doğuyu sever ve onu Batıya sevdirmeye çalışır. Aziyade, Batının açtığı ve bütün Doğunun göründüğü bir penceredir. Pierre Loti, bütün hatalarına rağmen insanca ve dürüstlükle bakmasını becerebilmiş bir Batılıdır. Batı, Doğuya karşı yüzyıllarca acımasız davranmıştır. Kendini haklı çıkarmak için hep Doğuyu kötülemiş ve alçaltmaya çalışmıştır. Uygarlık beşiği Doğuya uygarlık götürme sloganı büyük bir yalandır. Hıristiyanlık ve onun devamı olan hümanizma, Aziyade’de günah çıkarır. Batı uygarlığı, kendinden daha eski olan Doğu uygarlığından Aziyade’de af diler. Doğuya karşı uzun yıllar acımasız davranan Batı insanının, Aziyade’de Doğu karşısında alçaldığını görürüz. İşte Aziyade filmi, bu düşüncelerin ışığı altında Türk perdesine kazandırılacaktır.”[6]

 

İnsana “Keşke bu –Metin Erksan tarafından kaleme alındığı aşikâr– haber metni uyarınca bir senaryo yazılsa ve hemen çekilse” dedirtiyor okudukları. (Zararın neresinden dönülse kârdır.) Türk edebiyatının temel izleklerinden biri olan Doğu-Batı arasında kalış, bu iki kültür, iki kavram ortasında bocalayış üzerine çok güzel ve yaratıcı bir film olacakmış Aziyade. Erksan, Loti’nin eserine çarpıcı bir anlam katmanı eklemiş. Ne yazık ki, sanırım bu ve aşağıdaki haberlerden ibaret projeye dair elimizde kalanlar.

Evet, iki sene kadar sonra Aziyade’nin ismi bir kez daha geçer. Metin Erksan 1969 yılına geldiğimizde de umutludur, projesini er geç geçirebileceğini düşünüyordur.

 

Aziyade romanı Türk perdesinde

Yerli sinemanın bozuk tutumuna karşı çıkıp yıllardır tek başına savaşan Erksan, Sevmek Zamanı filmini hâlâ satamayışı, Kuyu filmini de beş ayda bitirişinden sonra “Bundan böyle on beş günde film çevireceğim. On altıncı günde sette yokum” demiş, Akün Film sahibi İrfan Ünal’la üç filmlik bir anlaşma imzalamıştır.

Erksan, Acı Hayat’tan sonra eylül ayında da, Fransız yazarı Pierre Loti’nin bir Fransız deniz subayının İstanbul’da, bir Türk kızıyla aşkını anlatan Aziyade romanını renkli olarak filme alacaktır.

Aziyade’de Cüneyt Arkın, Hülya Koçyiğit başrolü oynayacaktır.

Erksan’ın Akün Film’e üçüncü kordelası, Anadolu’da geçen bir avantür hikâyeye dayanan Kurt İzi’dir. Bunda da Cüneyt Arkın, Nil Göncü oynayacaktır.[7]

 

Kısacık ama Metin Erksan’a dair ne çok bilgi veren bir haber!

* 1962 tarihli, büyük gişe başarısı elde eden filmi Acı Hayat’ı baştan çekmeye hazırlanıyormuş. Maalesef, –belki de ne mutlu ki– böyle bir yeniden çevrim hayata geçirilmiyor.

* 1966 başında tamamladığı Sevmek Zamanı’nı halen satamamış.

* Yeşilçam’ın iki üç haftada bir film bitirdiği, adeta bir film fabrikası gibi işlediği 1968 yılında Kuyu’yu tam beş ayda çekmiş.

* Bu durumdan ötürü adı çıkmış ve bu haberde on beş günde film bitirebileceğini, yine avantür, ticari filmler yapabileceğini vurgulama gereği duymuş.

* Aziyade halen gündemde. Ancak muhtemelen İrfan Ünal gibi işe daha ticari bakan bir prodüktörü tavlamak için İsveçli, Alman ya da Fransız jön damdan vazgeçilmiş, Aziyade’yi Hülya Koçyiğit’in oynaması düşünülmüş.

* Kurt İzi adlı gerçekleşmemiş bir projenin daha ismini öğreniyoruz. Bu filmde oynaması düşünülen Nil Göncü, Kuyu’da başrol oynamıştı. 1969 yılında üç film daha çevirecek ve yirmi yaşına bile basmadan bağırsak düğümlenmesi yüzünden ölecek.

***

Aynı yıl bir uluslararası film daha çekmeyi planlar Metin Erksan. Dahası, bu da bir yeniden çevrimdir. Bir türlü satamadığı, izleyiciyle buluşturamadığı, ancak hikâyesine çok güvendiği Sevmek Zamanı’dır söz konusu olan. Metin Erksan, Sevmek Zamanı’nı bir kez daha çekmeyi düşünüyordur.

 

İtalya’dan yıldız ithal edeceğiz

Erksan Sevmek Zamanı’nı yabancı artistlerle yeniden çevirecek

Tanınmış yönetmen Metin Erksan, 1965-1966 yılında çevirdiği Sevmek Zamanı filmini önümüz­deki sonbaharda renkli olarak yeniden filme alacak, başrollerinde de yabancı artistleri oynatacaktır. Sev­mek Zamanı çevrilişinden bu yana üç yıl geçtiği halde ülkemizde gerekli ilgiyi görememiş, hâlâ oyna­tılacak bir sinema salonu bulunamamıştır.

Eşine ender rastlanan, olağanüstü güzellikte bir fotoğ­raf tekniğine sahip olan bu fil­mini çok seven Erksan, onu bu kez renkli olarak çekip Avrupa’ya satmaya karar vermiştir. Hangi nedenle olursa olsun, henüz Türkiye’de oynamamış ve ona karşı halkın tepkisinin ne olacağı bilinmeyen bir filmin ikinci kez çevrilmesine neden ihtiyaç duyduğunu Erksan şöy­le anlatmaktadır:

Sevmek Zamanı’nın konusuna çok inanıyorum. Böyle bir fil­min çok para yapacağını sanı­yorum üstelik. Hikâyeyi yeni­den yazdım. İlk hikâye düzeninde, işlenmesi gereken birçok sorunu kaçırmışım. Daha ilgi çekici olacak ikincisi. İlkini Büyükada çamlıklarında ve Belgrad ormanlarında çekmiştim. Yenisini Boğaz’ın Anadolu yakasında, eski yalılarda çevireceğim. Böylelikle İstanbul’un romantizmini daha iyi vermek mümkün olacak.”

Fransızca diyaloglarını Christiane Rochefort’un hazırladığı Sevmek Zamanı’nın başrollerinde İtalyan yıldızı Nicolette Machiavelli ile Richard Harris’i oy­natmak istediğini ve bunlarla temas halinde olduğunu söyleyen Erksan, bu tutumunun, savu­nucusu olduğu ‘Ulusal Sinema’ anlayışıyla bağdaşamayacağı ve ona tümüyle aykırı düşeceği yolundaki sorumuza şöyle kar­şılık vermiştir:

Sevmek Zamanı’nın konusu ulusal olmakla beraber evren­seldir ve insanı anlatmaktadır. Oyuncuları filmde plastik materyal olarak kullanacağım için ha Türk oynamış, ha Fransız, ha İtalyan, fark etmez.”

Erksan’ın birçok yapıtında olduğu gibi bir tutku, bir kara sevda filmi olan Sevmek Za­manı ayrı iki toplum katından gelmiş bir genç kızla, onun resmine âşık olan bir delikanlı­nın öyküsünü ve onların acıklı sonunu anlatmaktadır. Konusu­nu klasik halk hikâyelerinden alan Sevmek Zamanı’nda Müşfik Kenter, Sema Özcan, Süleyman Tekcan, Fadıl Garan oy­namışlardı.[8]

 

 

Sevmek Zamanı’nın hiçbir zaman gerçekleşmeyen bu ikinci çevrimi, Erksan’ın Türk sinemasına kırgınlığını ve bu sebeple kendisini uluslararası bir ortamda var etme çabasını ortaya koyuyor bence. Erksan bir çıkış arıyor, kendisini, güvendiği hikâyelerini var etmek için uğraşıyordur.

***

Tüm bu süreçte, yani ‘60’lı yıllar boyunca farklı yapım şirketlerine ticari başarı getirmesi öngörülen, ısmarlama filmler de yapar. 1964’te Belgin Doruk-Zeki Müren’li İstanbul Kaldırımları, 1965’te Kartal Tibet-Nilüfer Koçyiğit’li Ölmeyen Aşk, 1967’de Türkan Şoray-Ediz Hun’lu Ayrılsak da Beraberiz… Ancak bu üç filmin ikisini tamamlayamaz. Gönülsüzdür, belki bu yüzden ve/veya titizliğinden çekim programına sadık kalmayan, kalamayan bir Erksan vardır sette.

Onun Yeşilçam’la, star sistemiyle ilişkisi hep problemli olur. Hatta filmleri gişede başarısız olunca ya da salon bulamayınca ve Erksan büyük şirketlerle anlaşmalar imzalayınca gazete ve dergiler adeta sevinerek onun star sistemine boyun eğdiğini müjdeler.

 

Metin Erksan tekrar star sistemine döndü

Son yıllarda Yeşilçam’ın star sistemine karşı duran ve oyuncularını adı duyulmamış amatörler, ünsüz kişiler arasından, tiyatro sahnesinden seçen rejisör Metin Erksan bunun çıkar yol olmadığını görerek yeniden star sistemine dönmüş ve sinemanın aslarıyla anlaşmalar imzalamıştır.

Erksan’ın yaz sezonunda çevireceği altı filmde oynatacağı artistlerden Nilüfer Koçyiğit’le iki film, Hülya Koçyiğit’le bir, Türkan Şoray’la bir, Ajda Pekkan’la bir, Muhterem Nur’la bir film anlaşması vardır. Bunlardan Nilüfer Koçyiğit’i, tıpkı ablası Hülya Koçyiğit gibi ilk kez filminde Erksan oynatmış, 1961 yılında çevirdiği Çifte Kumrular (Çocuk Hırsızları) filminde çocuk rolüne çıkarmıştı. Nilüfer Koçyiğit haziran ayında çevrilecek iki filmde genç kız rolüne çıkarılacaktır.

Metin Erksan’ın geçen yıl yalnız bir film yapmasına karşılık, bu yıl sadece üç ayda altı film yapımına girişmesi Yeşilçam’da hayret uyandırmıştır. Erksan, filmlerinin adlarının meslektaşları tarafından çalındığından yakınmakta ve ancak senaryoları Sansür Kurumu’na onaya gönderdikten sonra açıklamaktadır. Çevrilecek altı filmin adları şöyledir:

Vur Hançeri Kadınım, İntikam Saati, Aşk Acısı, Yasak-Günah, Merhametsiz Dünya, Şeytanın Emri.[9]

 

1966 yılında yahut sonrasında bu filmlerin hiçbirini çekmez/çekemez Metin Erksan.

Bu haberden bir ay önce çıkan ve Hasan Kazankaya’nın kurduğu film şirketi için film çekecek yönetmenler arasında Erksan’ı da anan bir haber, onun star sistemiyle ilişkisinin kırılganlığını ortaya koyar. Metin Erksan’ın bu şirket hesabına çekeceği iki filmin adları (Yine gerçekleşmeyen iki proje: Büyük İsyan ve 5 Cengâver) verildikten sonra parantez içinde “Artistleri rejisör sinema dışından kendi seçecek” notu yer alır.

Mutsuzluğunu verdiği demeçlerde açıkça dile getirir.

“Sinemada hiçbir şeyi gerçekleştiremedim. Yapmak istemediğimle armağan aldım. Bir de yapmak istediğimi gerçekleştirebilseydim kim bilir ne olurdu?” diye sorar.[10]

Aynı haberin devamında Erksan’ın 1968 senesinde gündeminde, masasının üstünde, aklında yer alan projeler bir kez daha sayılır ardı ardına.

Aziyade, Troyalı Halime, Vur Hançeri Kadınım, İstanbul’un Fethi, Jön Türkler, Aşk Acısı, Yasak-Günah, Turnalar, Sonbahar Âşıkları.

Haberin sonunda yine Metin Erksan’ın sözlerine yer verilir. “İyi film yapıyorum diye beğenilmiyorum. Oysa onlar iyi film istemiyorlar. Bu yüzden anlaşamıyoruz ve bana film çevirtmiyorlar. Dikensiz gül bahçesi istiyorlardı, oldu işte” demektedir.

‘70’lerin başında Yeşilçam’la, star sistemiyle daha az didişen, daha doğrusu sanırım didişmeye madden ve manen gücü kalmamış bir Metin Erksan vardır. Hulki Saner için Emel Sayın’ın başrolünde yer aldığı beş ‘şarkılı film’ çevirir. Sonra ardı ardına Reyhan, Keloğlan ve Cankız, Sevenler Ölmez, Dağdan İnme ve Şeytangibi ‘hafif’ filmleri yönetir.

***

Derken Metin Erksan’ın televizyon serüveni başlar. 1974 senesinde TRT, dört yönetmenden Türk edebiyatından televizyon için uyarlamalar yapmasını istemiştir. Buna göre Lütfi Akad beş Ömer Seyfettin öyküsünü, Halit Refiğ Aşk-ı Memnu’yu, Atıf Yılmaz Kiralık Konak’ı ve Metin Erksan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Memduh Şevket Esendal, Sadri Ertem’in birer öyküsünü uyarlayacaktır.

Kısa süre içinde öykü sayısı altıdan beşe iner. Orhan Kemal, Memduh Şevket ve Sadri Ertem’in eserleri seçkiden çıkar ve yerlerine Kenan Hulusi Koray ve Samet Ağaoğlu’nun birer öyküsü gelir.[11]

Metin Erksan’ın Orhan Kemal’den uyarladığı öykü “Uyku”dur ve ne yazık ki o da gerçekleşmemiş projeler arasındaki yerini alır. Memduh Şevket ve Sadri Ertem’in hangi öykülerini uyarlamak istediğini bulamadım ne yazık ki… Ancak Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Erksan tarafından uyarlanan öyküsünün başlangıçta “Geçmiş Zaman Elbiseleri” değil, "Abdullah Efendi'nin Rüyaları"  olduğu bilgisine rastladım.

Yazım sürecinde sansüre uğrayan, değiştirilen öykülerin yayını sırasında da kıyametler kopar. “Müthiş Bir Tren” komünizm propagandası yapıldığı iddia edilerek gündeme getirilir. TRT, Sabahattin Ali’nin “Hanende Melek” ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Eski Zaman Elbiseleri” öykülerinden uyarlanan filmleri sudan sebeplerle ekrana getirmez bir yıl kadar.

Aynı süreçte Metin Erksan’ın TRT’ye birkaç proje daha sunduğu ortaya çıkar.

 

İlk Türk dizi filmine izin çıkmıyor

Türk edebiyatı öykücülerinden uyarladığı Beş Hikâye adlı dizi filmi TV’de yayınlanmaya başlanan yönetmen Metin Erksan, 1976’da TV’de üç ayrı tasarıyı ekranlara getirmeye çalışmaktadır. TRT Genel Müdürlüğü’ne önerilen ve olumlu bulunan bu tasarılar şunlardır:

    1. Üç Kıta Bir Devlet: Üç kıta üzerinde egemen olmuş Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetiminde kalan 37 devletin içinde çekilecek. Türk-İslam uygarlığının etkilerini içeren 37 bölümlük belgesel bir yapıt.
    2. Katliam: Bin yıldan bu yana Türk ulusuna yapılagelen katliamları anlatan, içinde son Kıbrıs katliamının da yer aldığı, dış kaynaklı belgelere dayanan bir dizi film.
    3. Medine Savunması: 1916-19 yılları arasında Medine’de İngilizlere yapılan savunmayı anlatan konulu bir film.

Haberin devamında bir yıldır yerli film evreniyle ilişkilerini gevşeterek çalışma alanını TV film yapımına kaydırdığını söyler Metin Erksan. Ancak TRT’de de henüz istediğini bulamamış, önemlerinin altlarını tek tek çizdiği bu üç projesini kuruldan geçirememiştir.

Özellikle Medine Savunması projesinden bahsederken söylediklerinin bir kısmını, ileri görüşlülüğünü ortaya koymak adına alıntılamak istiyorum.

“Bu film çerçevesi içinde bugünün Ortadoğu sorunlarına da değinilecek. Bugün dünya politikası Ortadoğu’da hallediliyor. Büyük bir alan, bir arena Ortadoğu. Petrol sorununu da içeren, büyük bir film olacak. Eğer TRT bu filmlerin çekimini erken ya da pahalı bulup ertelemeye kalkarsa ne mi olacak? O zaman TV için daha başka filmler yapma olasılığım var. Örneğin Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Huzur, Mahur Beste’si gibi. Yeşilçam sinemasıyla da merhabam kesilmedi. Bugün film çevirmiyorsam kabahat bende değil. Sinema, sinema yapmıyor ki...”[12]

Ortadoğu’nun öneminin ve problematiğinin farkında, Tanpınar’ı çok önceden keşfetmiş bir Metin Erksan.

Aynı ileri görüşlülükle 1965 yılında, yani Yeşilçam’ın yükselişini sürdürdüğü, yapımcıların tabiri caizse para bastığı bir süreçte Türk sinemasının uçuruma doğru gittiğini de görmüş, dile getirmiştir Erksan. Selmi Andak’a verdiği söyleşinin başlığı “Türk Sineması Çıkmazda…”dır.

Yine de kötümser değildir, her zamanki gibi bilimsel düşüncenin ışığında bir çıkış arıyordur.

 

“Türkiye’de gene de bu ortam içinde, en başarılı filmleri yapmış bir yönetici olduğunuza göre, bütün çelişmelere ve tepkilere, hatta yakışıksız durumlara rağmen, mücadelenizi yapıyor ve bir şeyler ortaya koyuyorsunuz. Filmleriniz ne kadar övülse ve yerilse de gene ortada bir gerçek: Sizin özelliği olan bir yönetici olduğunuzda herkes hemfikir. Şu halde nasıl oluyor da kötümsersiniz?”

“Hayır, kötümser değilim. Karamsarlığım yok. Ancak, durumu kötü görmemin sebepleri ortadan kalkmalı ki, iyi iş görülsün.”

“Demek ki Türk sinemasını olumlu yoldan alıkoyan nedenler var.”

“Evet. Her şeyin başında bilim gelir. Türk sinemasına bilim hâkim değil. Önce prodüktörler, ticaretin bile ne olduğunu bilmiyorlar. Çünkü en ilkel ekonomik kurallara bile aldırış etmiyorlar. Hatta bundan haberleri yok. Bu yüzden arzuladıkları kazançlara da varamıyorlar. Sinema sanatçıları da yaptıkları işi ‘sinema sanatı’ ve ‘bilim’ yolundan bilmiyorlar.”

“Durumu ne kurtaracak?”

“Demin söylediğim gibi, bilim yolu ile Türk sinema sanatını ele alacakların belirli bir tutumları, sanat anlayışları olmalı, çevreyi ve dünyayı iyi tanımaları gerek.”

“Her şeye rağmen başarının sırları?”

“Ben, her şeyden önce yaptığıma ve onu seyredecek olana saygı duyarım.”[13]

 

Her zaman, her şeyden önce işine, izleyicisine saygı duyan, saygıdeğer hocamı hasretle anarken, bu yazının kısıtlı çerçevesi içine sığdırmaya çalıştığım gerçekleşmemiş projelerini bir kez daha hatırlatmanın, ismini yâd ve umarım ruhunu şad etmenin mutluluğunu duyuyorum.

 

NOTLAR: 


[1] Lütfi Akad, Işıkla Karanlık Arasında, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2004, s. 42-43.

[2] Cumhuriyet, 3 Ağustos 1968.

[3] Cumhuriyet gazetesini seçmem, tesadüf ya da kendi tasarrufum değil. Metin Erksan’ın gazetenin sinema haberlerini hazırlayan Turhan Gürkan’la bir bağı, yakınlığı varmış anladığım kadarıyla. Çünkü bu yazının konusu olan ‘yeni projeleri’ hakkında neredeyse sadece bu gazeteye bilgi veriyor. 

[4] Cumhuriyet, 5 Haziran 1965.

[5] Cumhuriyet, 23 Mart 1966.

[6] Cumhuriyet, 15 Ocak 1967.

[7] Cumhuriyet, 10 Şubat 1969.

[8] Cumhuriyet, 8 Nisan 1969.

[9] Cumhuriyet, 30 Mayıs 1966.

[10] Cumhuriyet, 8 Temmuz 1968.

[11] Atıf Yılmaz’ın Kiralık Konak  projesi de gerçekleşmez. Kiralık Konak’ı 1979 yılında Hüseyin Karakaş çekecek, yapım beş bölüm halinde yayınlanacaktır.

[12] Cumhuriyet, 6 Ocak 1977.

[13] Cumhuriyet, 24 Şubat 1965.