Rus edebiyatında nesrin küçük türlerinin 20'nci yüzyıl sonuna doğru artışını, yazarın manevi arayışına, ifade sanatını yenileme, zenginleştirme çabasına, yaratıcı bireysel sanat gelişimine bağlayabiliriz
05 Ekim 2017 14:30
Ateş ve Karıncalar
Ateşe çürümüş bir kütük attım, içinin silme karınca dolu olduğunu fark edememiştim.
Kütük çatırdayınca karıncalar dışarı fırladı, ne yapacaklarını bilemeden koşuşturup koşuşturup kütüğün üstüne çıktılar ve alevlerin içinde büzülerek yandılar. Kütüğü kaptığım gibi kenara fırlattım. Yandaki kum ve çam yapraklarına koşan çoğu karınca kurtuldu. Ama tuhaftır; ateşten kaçmıyorlardı. Korkularını yener yenmez yönlerini değiştirdiler, kendi etraflarında dönmeye başladılar. Bir güç onları geri, terk ettikleri vatanlarına döndürmüştü. Birçoğu yanan kütüğe doğru atıldı, üstünde oraya buraya koştular ve orada öldüler…
Karaağaç Kütüğü
Odun kesiyorduk. Karaağaç tomruğunu aldığımızda şaşkınlıktan çığlık attık. Geçen sene karaağacı kesip traktöre yükledik, onu doğrayıp mavnalarla taşıdık, istifledik, yere indirdik. Ama tomruk dirençli çıkmış ve bir filiz salmıştı, yeşerecek büyük dalların habercisi olan küçücük bir filiz…
Karaağaç tomruğunu tıpkı cellat kütüğüne koyar gibi hızara yatırdık, ama kesmeye elimiz varmadı. Yapamadık, nasıl yapabiliriz ki! Baksanıza ne kadar da hayata bağlı! Hepimizden daha fazla…
Karabaş
Bizim avluda çocuğun birinin daha küçücük enikken aldığı zincire bağlı karabaşı vardı. Bir keresinde ona hâlâ sıcak ve buram buram kokan tavuk kemikleri götürmüştüm. Tam da o sırada sahibi, zavallıyı dolaşması için serbest bıraktı. Avlu diz boyu yumuşacık karla kaplıydı. Karabaş kâh ön ayakları, kâh arka ayakları üstünde tavşan gibi zıplıyor, avlunun bir ucundan diğerine, öbür ucundan bu ucuna koşturup duruyor, suratını karın içine sokup çıkarıyordu.
Bana koştu, tüy yumağı zıplayarak etrafımda dolandı, kemikleri şöyle bir koklayıp gerisin geri karlara atıldı! Ne yapayım sizin kemiklerinizi, der gibiydi. Özgürlük verin, yeter!..
Sudaki Yansıma
Baktığında, hızla akan suyun yüzünde ne yakın ne de uzaktaki şeylerin yansımalarını ayırt edebilirsin. İster duru ister köpüksüz olsun, bu sürekli titreşen dalgacıklarda ve dinmek bilmeyen akıntıda yansımalar belirsiz, yanıltıcı, anlaşılmaz…
Nehirden nehre geçip kendine geniş bir ağız bulduğunda ya da duracağı küçücük bir birikintiye rastladığında ya da suyun oynamadığı bir göle ulaştığında, kıyıdaki ağacın her yaprağını da, incecik bulutların her telini de mavi mavi dökülüp duran gökyüzünün derinliklerini de işte, yalnızca orada ayna şeffaflığıyla görürüz.
Aynen senin gibi, aynı benim gibi. Ölümsüz gerçeği hâlâ göremiyor ve yansıtamıyorsak hâlâ bir yerlere akıp gidiyoruz demek değil midir? Hâlâ yaşıyoruz demek değil midir?
Aynen senin gibi, aynı benim gibi. Ölümsüz gerçeği hâlâ göremiyor ve yansıtamıyorsak hâlâ bir yerlere akıp gidiyoruz değil mi? Hâlâ yaşıyoruz değil mi?
(“Sudaki Yansıma”nın şiir çevirisi - çev. Uğur Büke)
Hızla akıp gidiyorsa su,
Fark edilmez yansımalar,
Ne uzaktaki ne yakındaki.
Hayal meyal ve güvenilmezdir,
Ve anlaşılmaz,
İster duru, ister köpüksüz
Hızla akıp giden dalgalarda yansımalar.
Geniş bir ağızda,
Irmaktan ırmağa geçip geldiği,
Ya da küçücük bir birikintide
Yorulup dinlendiği,
Ya da kucağında dingin bir gölün,
Görürsün yansımalarını
Ayna şeffaflığında
Kıyıdaki her ağaç yaprağının,
Her telini incecik bulutların
Ve mavi mavi dökülen
Gökyüzü derinliklerinin.
Aynı sen, aynı ben.
Göremiyorsak,
Ve yansıtamıyorsak ölümsüz gerçeği,
Değil midir bir yerlere akıp gitmekliğimiz
Ve hâlâ yaşadığımız?
***
Gulag Takımadaları, İvan Denisoviç’in Bir Günü, İlk Çember, Kanser Koğuşu, Matryona’nın Evi, Kızıl Tekerlek gibi eserlerin yazarı Aleksandr Soljenitsın’ın “Minyatürler” diye adlandırdığı dizisinden yukarıdaki örnekler, okura yazarın sanatına farklı bir açıdan bakmayı sağlar mı? A. Soljenitsın'ın “Minyatürler” diye adlandırdığı bu eserleri dizi hâlinde iki farklı dönemde yazdığını görüyoruz: 1958-1963 ve 1996-1999 yılları arasında. 30 yıla yakın zaman aralığı ve Soljeintsın’ın yeniden minyatür türüne dönüşü ilginç bir tespit. SSCB’de yaşadığı yıllarda kaleme aldığı ilk dizide 17 minyatür eser yer almaktadır. 14 eserden oluşan ikinci diziyi Sovyetlerin yıkılmasıyla vatanına geri döndükten sonra yazan Soljenitsın, “Rusya’ya döner dönmez kendimde bunları yazma gücü buldum, orada bunları yazamazdım…” der. Yazarın minyatür eserleri yazma konusundaki bu yorumu, türün kendisi için önemli olduğunu göstermekle kalmaz, yazarın bu eserleri yazdığındaki bazı etkenlerin bulunduğu mekânla doğrudan ilgisini de gösterir. Bu durumu, M. Dostoyevski’nin Rusya’nın dışına çıktığında yazma konusunda zorlandığını söylemesi misali algılamak mümkündür.1
Polonyalı Slavist B. Kodzis, Soljenitsın’ın bu eserlerini şöyle yorumlar. Soljenitsın, “Rus edebiyatında Sovyet döneminde uzun süre arka plana atılan lirik minyatür (ya da şiirimsi düzyazı) türünü, Turgenyev, Prişvin, Bunin’in deneyimlerini yaratıcı benimseyerek ve kurgu, belgesel türe özgü elemanları, anı türünün özelliklerini ve tarihî bilgileri ustaca birleştirerek, ona yeni ve son derece mobil bir karakter kazandırmak suretiyle bu türü yeniden canlandırdı.” 2
1970 Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Aleksandr Soljenitsın, Türkiye’de yoğun ilgi gören 20'nci yüzyıl Rus yazarlarındandır. Bu ilgi, siyasî nedenler dolayısıyla yazarın edebiyat eserlerinin önüne geçmiş olsa da, yaşadığı dönemin toplumsal ve siyasî sorunlarını gündeme taşıyan ve çözüm önerileri talebinde bulunan Soljenitsın siyasî değil, yazar kimliğiyle vurgulanmaktadır. Genç araştırmacı Badegül Can Emir, A.Soljenitsın’ın üzerine Türkiye’deki çalışmaları değerlendirdiği yazısında bu durumdan şöyle bahseder:
Yaşamının 20 yılını vatanından ayrı, sürgünde geçirdikten sonra, Mihail Gorbaçov’un yurttaşlık haklarının geri verilmesi doğrultusunda çalışmaları ve sürgünü ile ilgili kararı 1991’de kaldırmasıyla, Soljenitsın 1994 yılında ülkesine döner. Yazar kimliğiyle birlikte matematikçi, fizikçi, tarihçi, filozof, politikacı ve insan hakları savunucusu gibi görülen Soljenitsın, insanları hür bir birey olarak değerlendirir ve insanlar üzerinde baskıcı bir yönetimi dışlar. Soljenitsın’ın eserlerinin merkezinde Rusya’nın sosyal politik ve ekonomik değişim ve dönüşüm dönemi ile ilgili gerçekler uzanmaktadır. Soljenitsın gerek yaşamı süresince gerekse ölümünün ardından, Stalin döneminin karanlık perdesini cesurca aralayan bir yazar olarak dünyada büyük ilgi görmüş, eserleri birçok dile tercüme edilmiştir. Dünya çapında büyük bir yankı uyandıran yazarın Türk okurlarıyla buluşması ise siyasî havanın oldukça karışık olduğu 70’li yılların Türkiye’sine denk düşer. Ancak Türk okuru ve yazınını Soljenitsın’ın edebî yaşamını öğrenme ve araştırma noktasında bazı sıkıntılar bekler. Bunlardan ilki yazarın Türkçeye çevrilen eserlerindeki tercüme sıkıntıları ve edebî yaşamına dair çok az verinin mevcut oluşudur. Soljenitsın, bir yazardan ziyade siyasî kimliğiyle ön plana çıktığı için, çok defa politik malzeme edilmiştir. Bu durumdan yazarın edebî söylemleri olduğu kadar, politik söylemlerinin oluşu da pay sahibidir… Türkiye, Nobel Ödüllü yazarın ün yakaladığı, çok okunduğu ülkelerden biridir. Türk okuru Soljenitsın ile ülkenin siyasî anlamda karışık olduğu bir dönemde tanışmış, fikir dünyalarına göre yazarın yanında ya da karşısında yer almışlardır.”3
A. Soljenitsın’ın küçük türlerde eser vermesi nasıl yorumlanabilir? Aslında Rus edebiyatında yazarların tür konusunda bir sınırlaması olmamıştır. İvan Bunin öykülerle yazarlık hayatına başlar, öykülerin yanı sıra fevkalâde güzel şiirler yazar, daha sonra povest ve roman türünde eserler verir. Boris Pasternak bir şair iken, kendisine dünyaca ün getiren tek düzyazı eseri Doktor Jivago romanını yazar. 20'nci yüzyıl Rus edebiyatında önceki yüzyıldan farklı olarak sanatın ve sanatçının değerini belirlemede büyük türler ve özellikle de roman yazmak bir ölçü, emsal olmaktan çıkmış, küçük türler de geleneksel bakışla “artçı” olmaktan sıyrılıp önem kazanmaya başlamıştır. İvan Bunin’e yazdığı bir mektubunda bu durumun A. Çehov’u kahrettiğini hatırlatmak isabetli olur: “Şimdi tadını çıkararak keyifle öykü yazabilirsiniz. Zira buna herkes alıştı. Ben bu küçük türe yol açtığımda beni çok tartaklamışlardı… Roman yazmamı talep ediyorlardı, aksi hâlde yazar diye kendimi bile tanıtamazmışım…”4
20'nci yüzyılın tanınmış öykü yazarı Yuri Bondarev’in küçük türlerle ilgili açıklaması, büyük hacimli eser yazmanın bir yazarlık emsali oluşu düşüncesine farklı bir yorum getirerek “Kısa tür, yazımı en zor edebî türlerdendir”5 yönündedir. Rus yazarı Yuri Kazakov ise kısa türden vazgeçemediğini şöyle açıklar: “Öykü kısalığıyla caziptir, insanı farklı şeyler edinmeye alıştırır. Örneğin, yaşamı izlenimcilerin gördüğü gibi anlık ve net olarak görmeyi öğretir. Belki de bu yüzden ondan vazgeçemiyorum. Bu iyi mi kötü mü, onu da bilmiyorum. Fakat bir fırça vuruşu, bir dokunuş ve yaşamın kendisine eşdeğer ebediyete benzeyen bir an.”6 Küçük türleri “aklamaya” çalışan bir başka isim Isaac Singer de “Benim öyküye yüksek değer vermemin sebebi yazarın romanda değil, sadece öyküde mükemmelliğe vardığını düşünmemdir. Roman yazdığınızda, özellikle de büyük roman, kendi metninizi kontrol edemiyorsunuz, bu 500 sayfalık bir yazının planını çizip onu gerçekleştirmek için de geçerlidir. Ama öyküde gerçekten bu olanağı mükemmel şekilde gerçekleştirebiliriz” diye yazar.7 Boris Tomaşevski, öyküdeki kurgunun temel prensibinin “tasarruf ve amaca uygun motifler (olay, karakter veya eylem) olduğunu, bir yazarın affedilemeyecek yönünün ise metni aşırı doygunluğa vardırması, aşırı detaylar, zorunlu olmayan ayrıntı yığınıyla doldurması olduğunu şöyle ifade eder: “Ama bu durum istenmese de çok sık görülmektedir. Garip olan da bu hususların oldukça dürüst ve özenli kişilere özgü oluşudur. Bu yazarlarda her metinde maksimum şey söyleme isteği doğar. Eserin konusu nedir? Her şey. Yaşam ve ölüm, insan kaderi ve insanlık, Tanrı ve Şeytan vs. Burada iyi olan nedir? Birçok esere yetecek kadar ilginç buluşlar, insanlar, olaylar. Hepsinin bir metinde olması ise sıkıntı doğurur.” 8
Rus edebiyatında, yazarların tür konusuna her zaman özgün yaklaşımları izlenmektedir. Bu özgünlükten kastedilen, tür konusuna yaratıcı yaklaşarak onun sınır ve parametrelerinin dışına çıkmalarıdır. Edebiyat da bu vesileyle her yazarda kendisini yeniden bulmakta, yeni baştan yaratılmakta, ifade edilen içerik bireysel olarak yenilenerek anlatıcının üslubuyla tekrar edilmezliğe bürünmektedir. Edebiyatta gelenek ve sürekliliğin devamı tür konusunda yenilikleri gündeme getirir. Günümüzün bir fenomeni sayılmakta olan küçük türler her ne kadar öyküyle bağlantılı açıklamalara dayalı tanımlansa da, konuyla ilgili tartışmalar bu türleri çeşitlendirmekte, onların kavramsal, içerik ve sınır çizgilerini belirleme konularında tartışma yaratmaktadır. Rus filozof ve edebiyatçı Mihail Bahtin bir yazar için önemli olan şeyin “Gerçekleri türün gözünden görmeyi öğrenmeyi başarmak” olduğunu söyler ve bunun gerekçesini şöyle açıklar. “Gerçeklerin belirli yönlerini anlamanın, algılamanın yegâne yolu onu ifade etme aracının kullanımına ve seçimine bağlıdır.”9
Küçük türlerin ön plana çıkışını, hızla gelişen teknik ilerlemeler, insanların aşırı yoğun oluşu ve zaman sorunu gibi konularla açıklayan görüşler vardır. Konuyla ilgili Türkiye’de de bir tartışma ve farklı yorumlar görülmektedir. Prof. Dr. Gürsel Aytaç: “Günlük hayattan bir kesit sunmak konusuna gelince: Kesit-bütün ilişkisi, sanırım, 20'nci yüzyıl tabiat bilimlerindeki her alana el atan bilimsel yaklaşımın eseri. Bir doku hakkında bilgi edinmek için nasıl küçük bir kesiti mikroskop altına almak yetiyorsa, hayatın ne olduğunu, insanların mizacı vb. için de büyük olayları beklemek, izlemek gerekmiyor, günlük yaşayıştan küçük bir zaman dilimi, güzel sunulmuşsa, çok şey anlatabiliyor.”10 Prof. Dr. Şârâ Sayın: “Büyük kentli okurun zaman darlığı ve içinde yaşadığı aşırı hızlı temponun, dergi ve magazin yayımcılarını kısıtlı uzunlukta öyküleri yayımlamaya zorladığı bir gerçek” der. 11
Küçük türlerin öyküye benzetilmesi; bir olay veya durumdan bahsetmesi, detayların sembolik aktarımı, anlatıda netlik ve minimal sayıdaki karakter, alegorik anlatım, dinî içerik gibi bu türdeki eserlerin temel özelliklerindendir. Bu eserlerdeki olayların veya durumların ayrı ayrı karelerde ele alınışı aslında romanı yeniden kavrama yöntemi olmaktadır. Genel olarak kimlik, zaman ve hafıza küçük türün temel konularıdır. Günümüz yazınında “aleniyet ve bitmemişlik,” romana özgü konuların birbirine refakat etmesi ve konuların birbirine destek vermesi, dizi hâlindeki öykülerin ortaya çıkması buna işaret eder. Buradaki her öykü, bu dağınık bütünsellikten sadece bir parça, bir fragmandır. Kurmaca ve belgelere dayalı anlatı arasındaki sınırların aşınması türlerin evrimindeki bir kademe sayılabilir.
Küçük türlere özgü olan hususlar: sembolleştirmelere eğilim, felsesefî genelleme, insanın iç dünyası ve manevi evrimine göndermeler, alegori, imalar, kapalı anlatım, olay örgüsünün şart olmayışı, detaylardan kaçınma, gerçek dışı ve fantastik etmenlerin varlığı şeklinde sıralanabilir.
Uzun tartışmalardan sonra öykünün bir alt türü olmadığı, içerik, kapsam ve sınırlarıyla özgün bir tür olduğu kabul görülen “minyatür” tür, 1960’lı yıllardan itibaren Rus edebiyatında roman, povest ve öykü gibi türlerin yanı sıra ön plana çıkarak yaygın kullanımıyla dikkatleri üzerine çekmektedir. “Minyatür” kelimesinin bir tür olarak tanımlandığını ilk kez 1925 yılında yayımlanan “Kısa Edebiyat Ansiklopedisi”nde görüyoruz.12 Konu yazarı edebiyat bilimci V. Dınnik, burada edebî terim olarak minyatür türün resim sanatından edebiyata geçtiğini belirterek onun kavramsal çerçevesini belirtir. Dınnik, İvan Turgenev’in “Şiirimsi Düzyazı” diye adlandırılan türdeki eserlerinin lirik tür örneği olduğunu, minyatürün ise epik ve dramatik türe özgü olduğunu söyleyerek “minyatür”ü ilk kez özgün ve bağımsız şekilde tür tabelasında yerleştirir ve konuyla ilgili tartışmalara nokta koymak ister. Fakat 1934 yılında yayımlanan 10 ciltlik “Edebiyat Ansiklopedisi”nde çıkan yoğun tartışmaların hedefi hâlinde olan bu türle ilgili eleştiri yazısında, onun “tarihî gerçeklerden yoksun içeriğiyle ‘minyatür’ teriminin bilimsel değeri yoktur” denilir. 13 1967 yılında yayımlanan “Kısa Edebiyat Ansiklopedisi”nde araştırmacı L. Levitski “minyatür türünün belirtileri göreli olup terimin kendisi de önemli ölçüde farazidir” diye yazar.14
Bu tartışmalar 1950’li yıllara dek sürer ve edebî eleştiri minyatür türünü kendi başına bir tür olarak kabullenmez, onu öykünün bir çeşidi olarak tanımlar. 1970’li yıllardaki araştırmalarda, daha fazla örnekler üzerine yapılmış incelemelerde, minyatürün bir tür olarak ilgi çekici, önemli ve zengin biçimiyle öyküden farklı olduğu belirtilerek onun tür özelliği ve sınırları çizilmeye başlanır ve minyatür, Rus edebiyatında bir tür olarak kabullenilir. Bir sosyokültürel sürecin yansıması, gerçeğin bir ifadesi olarak çağın ruhunu yakalayan ve aktaran örnekleriyle günümüz Rus edebiyatında nesrin küçük türleri arasında yer eder. Yazarların edebî tür kurallarının sınırlarını zorladığı, duygu yüklü veya entelektüel ifade güçlerinin olanaklarını aktardığı, deneyimlerini sanat değişimleriyle denediği, kurgusal kurallardan özgür kurgulamaya yöneldiği bireşimli tür yapısı, minyatürü okurlar nezdinde de farklı kıldırdı. Lirik ve epik karışımlı yapısı, şiirle nesir arasındaki yeri, yazarın kendisinin ön plana çıkışı ve olayların anlatıcı açısından aktarımı, geneli özelin örneğinde aktarma, lirik-felsefî anlatım, günlük yaşamın şu veya bu sorununu gidermeye yönelik olması, türün temel özellikleri olarak kaydedildi. Minyatür tür nesirle şiirin hudut kapısıdır, sınırıdır. Nesirden anlatım araçlarını, mecazi anlatımı, karakter betimlemesini, şiirden ise ifade araçlarını, kurgudaki özgürlüğü, yazar veya lirik anlatıcı gibi özellikleri içeriğine katar.
Her geçen gün küçük türe olan ilginin artması, bu türle ilgili düzenlenen festival, yarışma ve diğer etkinliklerin türün yaygınlaşmasına etki ettiğini gösterdiği gibi, çağı ve arz talep konusundaki gündemi iyi değerlendirmenin de göstergesi sayılabilir. Bu anlamda aralıklarla düzenlenen “Edebiyatta Küçük Türler” adlı festival ve yarışmalar çok sayıda yetenekli yazar ve eserleri okurlarla buluşturmaktadır. Günümüzde minyatür türünde eser veren isimlerden, özellikle sosyal medya ve edebiyat bloglarında tanınan, yarışma ve festivallerde eserleri sunulan yazarlardan örnek göstermek gerekirse, Svetlana Zagotova, Henrik Sapgir, Valeri Zemski, Sergey Kiroşka, Konstantin Pobedin, Elina Sventsitskaya, Mihail Nilin ve onlarca isim sayılabilir.
Svetlana Zagotova
***
Bir keresinde âşık olduğumu anladım. Kendi düşmanımı sevdim. Ben onu tanıdım. Peki, o? Ben onu dar bir sokakta takip ettim. Çevresine dönüp bakarak yürüyordu. Adımlarını hızlandırdı. Koşmaya başladı, ben de koştum. Ay uçurumun kenarına çömeldi. O, Ay’ın arkasına saklanmak istiyordu, ama Ay’ın arkasında bir yankı duyuldu. Kanatların nerede sevgili düşmanım? Nerede onlar?
Küçük türde ağırlıklı olarak şiirimsi havası ve ritmiyle dikkatleri çeken Henrih Sapgir’in bu minyatürü büyük ilgi görmüştür. Yazarla ilgili jürilerin yorumu da ilginçtir: “Henrik Sapgir’in bu anlamda başarılı bir yazar olduğunu söyleyebiliriz. Sapgir konudaki fragmanları öyle itinayla budamaktadır ki metin tamamıyla hafiflemiş olarak okura sunulur. O, tumturaklı anlatım ve uzantıları acımasızca söküp atar.”
Tesadüfî kelimeleri al ve atla
Tesadüfîleri al ve kelimeleri boş ver
Kelimeleri al ve tesadüfleri geç
“Kelimeleri kelimeleri kelimeleri” al.
Kelimeleri al ve “almayı” boş ver
Ve kelimeleri de boş ver.
Yazarın “Aralık Sabahı” diye adlandırdığı bir diğer minyatüründe noktalama işaretleri esere farklı bir hava katmaktadır.
Aralık Sabahı
Sabah karanlıktı… Bir çocuk gibi: her iki ayağı pantolonun sol bacağına soktu, sağ bacak ise yan tarafta sallanadurdu. Koskocaman adam, ama işte böylesine ufak bir can sıkıntılı hatacık. Bir de bununla uğraş dur. Ama yine de neler olmuyor ki!
… Bir kadının da başına gelebilirdi. Ama onlar eteği başlarından aşağıya giyerler. Peki, yukarıdan çektiklerinde tam aşağıya dek indiği, ona ayaklarıyla bastıkları olmuyor mu? Bir suya basar gibi, soğuk olup olmadığını dener gibi?
… Genelde kendi yaptıklarına bakmalısın.
… Başkasının yaşamına bir hamlede sokulmak gibi, hatta denemeden. İki ayağını pantolonun bir bacağına sokar gibi… Kendi kendine gülümsedi.
… Hatta pantolonu yeniden giydiğinde, evet şimdi oldu dediğinde bile bir sıkıntı duyabilirsin. İşte bu. Her şey bir birine karıştı. Gece sabahı kovalayarak gündüze dönüştü. Ve rüyada gördüklerin hâlen gerçeklere karışıp dururken. Gerçekten sevgilisinin karanlık ve dar dairesinde bulundu mu? Bunu hatırlamak bile tatlı ve mest ediciydi. Veya şimdi o bir eş olarak hayatına girecek ve dünkü tartışmayı anmak bile istemediği mi gerçekti? Çalışma odasında uyuyakalmıştı.
Karanlığın bir nedeni de vardı. Kar yoktu. Üstüne üstlük. Masadaki küpe benzer bardak doluydu, ışıkla mı, sıvıyla mı, içerisinden ışık saçılıyordu.
Sergey Kiroşka
***
Sarışın yakışıklı çocuk bir gol attı. Beğenilme tutkunu insana özgü dişlerinin hepsinin göründüğü tebessüm yüzüne yayıldı. İstediği her şeyi yapıyor ya. Gol nedir?“Her şeyi yapabilirsin”in kanıtı. Başka türlüsü mümkün mü zaten? Attığı gole seviniyor. Bir de her şeyi yapabildiğine. Bir de genelde şanslı olduğuna.
Valeri Zemski
Sakura’nın Çiçek Açma Anı
O sevdiğini söylüyor. Kırıntılar bağrından silkiyor. Bembeyazlar içinde. Belki küldü? Balkon uzaktadır, tam olarak seçemiyorum. Kayboldu. Kayboldular. İki kadın duruyordu. Kız kardeşi mi, kız arkadaşı mı, teyzesi mi? Halı balkonda kaldı. Kenarları yeşil çizgili vişne renkli halı. Vişne rengi. Bahçede vişnelerin çiçek açışı, dağlardan akan şelaleler. Burada ne şelale, ne dağ, ne vişne ağacı var. Vişne ne zaman çiçekler? Bilmiyorum. Pencerenin altında idris ağacı çiçek açmış. Üvez ağacı beyaz çiçeklere bürünmüş. Halının üzerinde pembemsi bir şey var. Havlu mu?
Yine balkondalar... ama o değil, kız arkadaşı. Kıvır kıvır dans ediyor elindeki elmayı ısırarak. Sarı giysili kızıl sarı kız. İşte üç kişi oldular. Bense yalnızım. Şarkı söylemeyi bilmem. Onların üstten aşağıya elmanın kalan kısmını nasıl attıklarını ve saklandıklarını izliyorum.
İşte yine onlar. Onlar değil, o da değil. Birden ortaya çıktı. Hâli benden de kötü görünüyor. Kafası takatsizce halıya eğiliyor. Ona dokunmayın… o henüz… Hâlen kafasını silkiyor. Yüzünü ovalıyor… Neden onun yanaklarına vuruyorsun, leylaki! O daha iyi durumda. Peki ben? İşte şöhret, aşk, dünya, baş ağrısı böyle geçip gidiyor.
***
Günümüzde de nesrin küçük türleri üzerine tartışmaların devam ettiğini görmekteyiz. Rus göçmen yazar Yu. Drujnikov, “Politik konjonktürden uzaklaşarak, bir eserin sınırlarını çizmekte teorik açıdan da zorlukların olduğunu itiraf etmeliyiz. Çünkü her türün özelliklerinin sabit olmayışı konusundaki haklı söylentilere sıkça rastlanmaktadır. Burada söz konusu ölçüsüzlük değil, içerik ve tür arasındaki uyumdur. Başka bir deyişle, Surikov’un Morozova Hanımefendi resminin çerçevesinin içine küçük bir kitap resmini yerleştirebilir miyiz? Veya tam tersi, duvarı tam kapsayan ölçüdeki bir kumaşı fotoğraf için kullanılan masa üstü bir çerçeveye koyabilir miyiz”15 diyerek konuyla ilgili tartışmaları yine soruyla bitiriyor.
Sonuç olarak, küçük tür kavramı, yazarların bir sanat arayışının ifadesi olmaktadır. Minyatür tür, gazete yazıları, kısa belgesel yazıları, temelde en yaygın bilinen ve bir zamanların küçük türü sayılan öykü, belgesel, novel gibi çeşitli edebiyatlarda öne çıkıp daha sonra diğer edebiyatlara da yayılan türlerin değişimi mi? Bu değişimin çizgileri nasıl belirlenmiştir? Edebiyat teorisyenleri ve eleştirmenlerinin ilgisi bu türler üzerinde ne kadar yoğunlaşmıştır? Küçük türlerin genel olarak bu anlamda merkez konuma alınmayarak arka planda kaldıkları bilinen bir gerçek. Fakat bahsettiğimiz 20'ncü yüzyılın son çeyreği ile yeni yüzyılda küçük türlerdeki artış, yaygınlaşma oranı ve küçük türlere yönelen ilgi, onların da edebiyat arenasında hak ettikleri yer konusunu gündeme taşımıştır. Rus edebiyatında nesrin küçük türlerinin 20'nci yüzyıl sonuna doğru artışını, yazarın manevi arayışına, ifade sanatını yenileme, zenginleştirme çabasına, yaratıcı bireysel sanat gelişimine bağlayabiliriz. Bu artışı, günümüz insanın yaşamındaki çokyönlü yoğunluğun, yaşamın dünü, bugünü ve geleceğiyle ilgili manevi ve sosyal sorunların edebiyata yansımasıyla ilintileyebiliriz. Günlük yaşamın mozaik yapısını yansıtmattıkları, “yaşamın hızlı akışını bir kesit olarak sun”dukları ve mobil özelliğinin hızla yayılmalarını sağlaması ise küçük türlere özgü bu tartışmalarda ortak bir kanaattir.