Küçük Mitologya Sözlüğü 12 yıl sonra karşımıza genişleyerek aslında başka bir yapıya dönüşerek 100 Soruda Mitologya olarak çıkıyor. Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’ndeki kendi maddesinde Necatigil bunu “yenilenmiş basım” olarak açıklıyor
05 Mayıs 2016 14:00
Behçet Necatigil 9 Ağustos 1957’de yazmış; yine “Sevgili Eskimo” (Serin Mavi, s. 27) diye başlayan mektuplarından biri: “Ve bütün pınarlar kurumuşken, şiirsiz. Bize bağlı şiirler yazabildiğimizi –kaç sene var- hatırlamak kaldı. Sonra şimdilik Herakles, Zeus, Akhilleus vesaire vesaire.” Birkaç satır önce de: “Her şey yolundadır. Tanrı Helios’un güneş arabası gibi her günkü yolunda.”
Huriye Necatigil, çalıştığı okul tarafından bir aylığına Almanya’ya gönderilmiş. Gideli de bir hafta olmuş, hasret duyumsanıyor Necatigil’in mektuplarında, öte yandan yapıp etmeleri, çalışmaları da onun kendine özgü dil inceliğiyle girivermiş. Bu özlemin yanında bir-iki şiir yazma tasarısı var da, masasında her zamanki gibi çalışıyor, yeni kitabını yazıyor. Bu kitap da Küçük Mitologya Sözlüğü, o yaz bitirecek.
“Mitoloji” çok daha yaygın bugün; o dönem Necatigil gibi başkaları da “mitologya” biçimini seçmiş ancak Necatigil sıfat hâlini “mitolojik” olarak kullanıyor. Evet, mitoloji dediğimizde önce aklımıza Yunan-Latin geliyor. Özellikle de Yunan. Latin de zaten Yunan mitolojisinin hemen hemen aynısıdır, isimler değişmiştir, Latince adlar girmiştir. Belki birkaç çeşitleme daha; tabiî ki Latin şairlerin katkıları da yok değil.
Kuşkusuz bir gereksinmeden doğuyor Küçük Mitologya Sözlüğü’nü hazırlamak; büyük bir olasılıkla yayınevi yöneticisi, editör Yaşar Nabi Nayır’dan gelen bir öneri; belki de kendisinden. O zamanlar mitoloji konusunda çok fazla kaynak yok. Ataç’ın Mitoloji’si (Nurullah Ata adıyla, 1933), Cemal Tollu’nun Mitoloji’si (1957) başlıcalarından. Cumhuriyet öncesi de Nabizade Nâzım’ın Esâtîr (1893), Şemsettin Sami’nin Esâtîr (1895) ve 1913’te yayınlanan (hacimli) Esâtîr-i Yunâniyân[1] adlı kitaplar var.
Belli ki o sıralar, “Kitaplarda Ölmek” şiiri 1 Şubat 1957’de yayınlandığına göre, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü de bir şekilde Necatigil’in tezgâhında. Küçük Mitologya Sözlüğü 1957’de Varlık Yayınları’ndan çıkıyor. Çok daha sonra, yakın bir tarihte 2006’da ve 2011’de Sel Yayınları’ndan Mitologya Sözlüğü adıyla iki basım yapıyor. Oysa kitabın özgün adı Küçük Mitologya Sözlüğü. Necatigil sözlüğün başına yazdığı kısa önsözde bu çalışmasını “küçük sözlük” diye de tanımlıyor; ayrıca gerek Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü ile 100 Soruda Mitologya’da gerekse başka kaynaklarda örneğin Şefik Can’da (Klasik Yunan Mitolojisi), hep Küçük Mitologya Sözlüğü diye geçiyor.
Necatigil bu sözlüğü hazırlarken, büyük ölçüde Almanca bir kaynaktan Otto Hiltbrunner’in Kleines Lexikon der Artike (Bern 1946) adlı çalışmasından yararlanmış. Gerekli gördüğü yerleri kısaltmış, özetlemiş; bazı maddeleri de 1946’da Suat Yakup Baydur’un çevirdiği Eckart Peterich’in Küçük Yunan Mitologyası’ndan yararlanarak yazmış. Sözcüklerin yazımını da Latin alfabesine geçmiş biçimiyle ele almış. Yanılmıyorsam bu da Fransız bilimcilerinin ve dilcilerinin 20. yüzyıl başında yaptıkları bir dönüştürme. Bu konuda bizde bir kural var; Latin alfabesi kullanmayan dillerdeki sözcüklerin okunduğu gibi yazılması. Necatigil bu kurala uymamış; gerçi bu kuralın ne zaman konduğunu da doğrusu bilmiyorum. O tarihten önce mi, sonra mı? Günümüzde, mitolojideki daha çok eski Yunanca’dan gelen adların yazımında bu iki eğilimi birden görüyoruz. 100 Soruda Mitologya’da (1969) da aynı anlayışı uyguluyor, bir tek Troya sözcüğü hariç. Sözlük’te “i” ile yazarken, burada okunduğu gibi, “Troya” olarak yazmış; bunun için de not düşmüş ancak nedenini açıklamamış. Herhalde bu düzeltmeyi sözcüğün yaygınlığından yapmış olmalı. Sözcüklerin yazımında Yunanca’ları temel almış ama Latince’sini de parantez içinde vermiş.
Küçük Mitologya Sözlüğü 12 yıl sonra karşımıza genişleyerek aslında başka bir yapıya dönüşerek 100 Soruda Mitologya olarak çıkıyor. Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’ndeki kendi maddesinde Necatigil bunu “yenilenmiş basım” olarak açıklıyor. Sözlük bu yeni kitabın içine giriyor. Gerçek Yayınları’nın “100 Soru” dizisi yayıncılık hayatımızda önemli bir yer tutar. Adından da anlaşıldığı gibi soru-yanıt şeklindedir. Tabiî ki editörün yönlendirmesi, önerileri vardır; ama soruları da Necatigil yazmış. Kitabın ilk 12 sorusu ile 5 sorusunun dışındaki bölüm, işte Sözlük’ün gelip yerleştiği bölümdür (13-95). Buradaki açıklamalar bir-iki eklemeyle hemen hemen aynı. Görebildiğim kadarıyla da bir-iki ad da eklenmiş (Dia, soru 26). Ne var ki sözlüğün doğal olarak alfabetik giden akışı burada başka bir hâl almış; bir metodoloji de buluyoruz. Ama didaktik ve katı değil; anlatımcı bir biçimle yazılan sorular, öncelikle “okur”un metin ile daha yakın bir ilişki kurmasını sağlıyor. Soruların sıralanması yâni yol alması diyelim, biraz Binbir Gece Masalları’nın ilermesine benziyor, bir soru ötekini doğuruyor, öteki de bir başkasını. Kuşkusuz mitoloji, içeriği itibarıyla bunlara uygundur ama herhalde belirleyici olan Necatigil’in seçimidir.
İlk 12 soru mitolojiye ilişkin genel konuları içeriyor. Mitoloji nedir, niye bilinmesi gereklidir, kısaca Türk-Orta Asya mitosları, destanları; Homeros, Hesiodos gibi ilk mitoloji yazarları, klasik Yunan tragedya-komedi yazarları özlüce anlatılıyor. Son 5 soru ise mitolojinin edebiyatımızdaki etkisini, konuyla ilgili kitapları; mitoslardan yararlanan, etkilenen yazarlarımızı ve şairlerimizi içeriyor. Bu kitap için kaleme alınmış sorular, Sözlük’ten gelen yapının taşıyıcıları; ancak soruların sıralanışı, biçimi ve 17 sorudaki yeni bilgiler, karşımıza yeni bir kitabı çıkartıyor. Kendisinin alçakgönüllülükle “yenilenmiş basımı” dediği de bu.
Böylece özet biçiminde mitlerin coğrafyasını okuyoruz; önce bu coğrafyanın (dünyanın) oluşumu ya da yaradılışı yâni theogonia denilen bölümü görüyoruz; ardından bu coğrafyanın içindeki karakterlerin –ki bunlar ya Tanrı, Tanrıça’dır ya da yarı Tanrı, yarı Tanrıça’dır– doğumunu, ortaya çıkışını buluyoruz. Kuşkusuz ölümlüler de var ama çok fazla değil. Bu karakterlerin konumları, birbirleriyle ilgili üst-ast ilişkileri de yer alıyor. Akrabalık bağları, dolayısıyla soy’ları görüyoruz. Tabiî ki daha çok Zeus’un geldiği ve merkez olduğu soy ön planda. Mitolojide bu soylar çok fazladır, isimler de öyle; 30 bin civarında Tanrı-Tanrıça adı olduğu söylenir. Bu âlemin, nasıl diyelim bir anlamda yaşam biçimini, yiyeceklerini, âdetlerini, bu dünya içine girmiş hayvanları, doğa üstü yaratıkları, bu varlıkların işlevlerini, birbirleriyle mücadelelerini ve entrikaları görüyoruz. Sorulardan bir-iki örnek:
“Zeus’un kızı tanrıçalar kimlerdir ve nedir öyküleri?” (21) sorusunun altında yâni yanıtında Afrodite, Artemis ve Athena’yı okuyoruz. Sözlük’te doğal olarak A harfinde abc’sel olarak yer alıyor. Benzer şekilde, “Mitologyada adları geçen belli başlı tapınaklar nerelerdeydi?” (50) sorusunda da yine Sözlük’te abc’sel yerlerinde okuduğumuz Akropolis, Delfoi gibi tapınakları buluyoruz.
“Zeus’un karısı Hera’nın çok kıskanç olduğunu öğrendik; çok mu çapkındı Zeus?” (26) Burada da Europe, İo, Leda, Semele gibi Zeus’un âşık olduğu ya da çocuklarını doğuran kadınları görüyoruz. Örneğin bu maddenin başında ancak Sözlük’te “gerek” olmayan bir açıklama da var. Bu açıklamada, Tanrılar’ın da insanlar gibi zaaflarının ve yasak aşklarının olduğu gibisinden bir paragraflık bilgi veriliyor.
Necatigil 98. sorunun yanıtında, mitoslardan etkilenen şairler arasında kendisini de sayıyor. Zaten bazı söyleşilerinde buna açıklık da getirmiş. Bunların arasında, Necatigil’in şu şiirleri sayılabilir: “Birey” (Akhileus-Oğuz Kağan); “İkindi Çayı” (Sirenler); “Kuğulu Göl” (Zeus-Hera); “Derler” (Sisifos); “Nilüfer”; “Panik”; “Venüs Çizgisi” (Venüs); “Seni” (Tantalos); ilk dizesi “Yaşlıların büyük bencilliklerini” olan başlıksız şiir (Hades). “Nilüfer” ile “Panik” ilk akla gelenler kuşkusuz. İlkinde Hero ile Leandros, ikincisinde de Pan mitos’undan yola çıkarak yazmış.
Bu şiirlerin tarihleri, Sözlük’ün yayınlandığı 1957’den sonra; Sözlük çalışmasındaki yoğunlaşma belli ki şiirde de uç vermiş. Ancak Necatigil bu tarihten önce mitolojiyle ilgileniyor. Örneğin “Sahipsiz Gölge” şiirinin yayın tarihi Şubat 1956. Bir konuşmasında da “İlk kitabım Kapalı Çarşı’da (1945) henüz masala değil, mitosa, masal diline ve dinî lejandlara yönelmiştim” diyor. “Sahipsiz Gölge”de Tanrılar tarafından cezalandırılan Tantalos’un adı geçer ama bu şiirde Yunus da geçer; Âşık Paşa’dan da iki dize vardır. Tantalos ayrıca Gece Aşevi (1965) adlı radyo oyununda da karşımıza çıkar; dahası alt metinde var. Çok iyi bilindiği gibi, şiirinde yalnızca Yunan-Latin mitolojisinin değil, Doğu mitoslarının, masalların da izini sürmüş, yararlanmış. Ancak onları, ortaya çıktığı dramatik yapı ve öğeleriyle aynen taşımamış; oradaki evrensel temaları kendi çağına, gününe göre yazmış. Özcesi mitosları olduğu gibi görmeyiz, daha çok günümüz insanına –o evrensel temanın- sinmiş biçimiyle görürüz.
Pandora ile ilgili sorunun yanıtında ilginç bir karşılık var ki Sözlük’ten aynen geliyor. Mâlûm şu ünlü “kutu” meselesi. Yalnız Necatigil buna “fıçı” diyor. Bir tek onda gördüm okuduğum kaynaklar arasında. Evet Pandora’nın Kutusu çok yaygın, çok bildik mitolojik bir motif, mitosu aşmış bir kültür kalıtı; hani su gibi içilen bir deyim. Sözlük’te de, 100 Soruda Mitologya’da da Necatigil, Hesiodos’un İşler ve Günler kitabına gönderme yapıyor. Bu konuyu işleyen şiiri, 29-30 sayılı, 1945 tarihli Tercüme dergisinde Azra Erhat’ın çevirdiğine ilişkin not da düşmüş. Ne yazık ki derginin o sayısını görmedim; ancak Erhat çevirdiği bu şiiri kendi hazırladığı Mitoloji Sözlüğü’ne almış, orada “kutu” olarak geçiyor. Erhat ilk çevirisinde fıçı mı kullandı, sonra düzeltti, bunu da bilemiyorum. Belki de Necatigil’in kaynağında “fıçı” geçiyor; ya da fıçı karşılığını kendisi buldu. Bence –sezgisel olarak- kendisi buldu. Pandora’nın Kutusu kolay kolay çıkmamak üzere yer etmiş ve kutu sözcüğü de daha estetik görünüyor; ancak “fıçı” karşılığı mitosların bağlamını düşünürsek sanki daha tutarlı. Yeri gelmişken, bir çağrışım; bugünlerde kutu’da ya da fıçı’da kalan o ümit’e çok ihtiyacımız var...
Bir başka mesele de şu: 100 Soruda Mitologya bence çok önemli bir el kitabı, bir kılavuz. On yıl kadar önce bir üniversitenin tiyatro bölümünde ders veriyordum. Bu kitabı da okutmuştum ve çok yararını gördüm, öğrenciler de benimsemişlerdi. Başka kitaplar da okutuyordum ama 100 Soruda Mitologya yazılış biçimiyle mitolojiye başlamak için birebir. Oyunculuk atölyelerinde de okuttum, benzer ilgiyle karşılaştım. Öğrenciler hem sevdi hem de çok şey öğrendi. Ne yazık ki günümüzde basımı yok. Şimdi burada, “deneme”yi hem tür hem eylem olarak kullanıyorum: özcesi bu kitap yalnız kalmış bir deneme!
Bir kez daha o günlere, o yaza dönelim; 20 Ağustos 1957. Hava da sıcak, Necatigil sözlüğe çalışmakta; biraz bunalmış mı ne! Huriye Necatigil de gideli 18 gün olmuş:
“Sen gideli mitologya sözlüğünü bitirmeye çalışıyorum, sen dönmeden bitirmek istiyorum. İki liralık kitap olmayacak ya, dur bakalım. Zorla büyütemem ki. Ne kadar olursa. Zaten hoşlanarak yaptığım da yok. Bitsin bir an önce, tatil bitmeden bir iki şiir yazmak için bol vaktim olsun.” (Serin Mavi, s. 31)
Görüldüğü gibi can sıkıntısı var; bu, belki tasarlanan şiirlerin yazılmamasından, belki sıcaklardan ama bence daha çok Huriye Necatigil’den uzak kalmaktan, yâni hasret’ten!