Türkiye'nin ilk kadın gazetecisi Sabiha Sertel, edebiyatımızın iki dev ismini, Nâzım Hikmet'le Sabahattin Ali'nin dostluğunu Roman Gibi kitabında anlatıyor...
06 Nisan 2015 14:00
Sabiha Sertel, Türkiye’nin ilk profesyonel kadın gazetecisiydi. 1895’te Selanik’te doğdu. Babası, annesini şeriat hukuku altında fevri bir sebeple boşadıktan sonra zor bir çocukluk geçirdi. 20 yaşındayken evlendi. Eşi Zekeriya Sertel, basın adamıydı ve ileride Cumhuriyet, Resimli Ay ve Tan gibi Türkiye’ye damgasını vuracak gazete ve dergiler kuracaktı. Sabiha, Zekeriya’nın etkisiyle gazeteciliğe yöneldi.
Sabiha Sertel, solcuydu. Komünist fikirlerle ilk yoğun tanışması, 1919-23 yılları arasında New York’ta, Columbia Üniversitesi’nde okurken oldu. Amerika’nın farklı yerlerinde Türk ve Kürt işçilerini örgütlemekle uğraştı. Türkiye’ye döndükten sonra Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali gibi yazarlarla yakın ilişkiler kurdu. Engels ve Lenin gibi düşünürlerin eserlerini Türkçeye çevirdi.
Sabiha Sertel, özgürlükçüydü. 1929 yılında, yazıları yüzünden mahkemeye verilen ilk Türk kadını oldu. En büyük kavgasını, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’de mantar gibi türeyen faşist yayınlara ve politikalara karşı verdi. 1945 yılında, devlet himayesindeki dinci ve faşist gruplar, Tan gazetesini ve matbaasını imha ettiler. Ama hapse atılanlar, Sertel’ler oldu. 1950’de Türkiye’den ayrıldılar. Sabiha bir daha dönemedi. 1968’de Bakü’de öldü.
Sabiha Sertel, Selanikli dönme bir ailenin kızıydı. Ama Türkiye’deki azınlıkların sorunlarını büyük ölçüde görmezden geldi. Kadınların ve işçilerin arkasındaydı ama katledilen, sürülen, mallarına el konan Gayrımüslimlerin, Kürtlerin, Alevilerin sözcüsü olmadı. Türkiye’nin çokuluslu gerçekliğini, cumhuriyetin ulusal vizyonu uğruna ikinci plana itti.
Sabiha Sertel’in otobiyografisi Roman Gibi, ilk kez 1969’da, ölümünden bir yıl sonra yayımlandı. Tek parti dönemi, İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye’deki basın-edebiyat akımları bu kitapta içtenlikle ve cesurca anlatılıyor. Şu an eşim Evrim Emir-Sayers’la birlikte Roman Gibi’yi İngilizceye çeviriyoruz. Baskısı tükenmiş bu kitaptan bir bölümü K24 okurlarına sunmaktan mutluluk duyuyorum.
Sabahaddin Ali Almanya’dan yeni gelmişti. Bir gün Resimli Ay’da yayımlanmak üzre bir hikaye getirdi. Nazım’la uzun boylu sanat ve edebiyat üzerine konuştular. Nazım hikayeyi okuduktan sonra:
–– Bu çocukta iş var dedi.
Bundan sonra Sabahaddin’in getirdiği hikayeleri dikkatle okur, Sabahaddin’le tartışırdı. Onun yazılarını romantik buluyor, ona daha realist hikayeler yazmayı öğüt veriyordu. Sabahaddin Ali Almanya’da ilerici edebiyatla temas etmiş, sosyalist eğilimleri olan bir gençti. Fakat kafasında sosyalizm henüz belirli bir şekil almamıştı. Nazım onu yalnız realist sanata değil, sosyalizme de çekmeğe çalışıyordu. Sabahaddin’i roman yazmaya teşvik eden Nazım Hikmet oldu. Sabahaddin’in ilk romanı Kuyucaklı Yusuf Resimli Ay matbaasında basılıyordu. Nazım her gün makinaların başında eserin basılmasını seyrederdi. İlk nüsha çıktığı gün sevinçle odaya geldi. Baskıyı hepimize gösterdi, gözlerinde adeta, bu romancıyı ben yarattım, der gibi bir ifade vardı.
Nazım, Sadri Ertem’i bir sanatçı, bir hikayeci olarak pek beğenmezdi. Onun edebiyat bilgisi ve sosyalizm eğilimleri, Nazım’ı kendisine pek dost etmişti. Sadri, Nazım’ın çok etkisi altındaydı. Resimli Ay’da açtığı “Putları Kırıyoruz” tartışmalarında Nazım’a yapılan hücumlara en kuvvetle cevap veren Sadri Ertem olmuştur.
Böylece Resimli Ay, yeni doğmakta olan bir edebiyatın beşiği olmuştu. 1930 senelerinde Nazım’ın “Bahri Hazer”, “Salkım Söğüt” şiirleri, The Viva Tonal Kolombiya firması tarafından plağa alındı. Türkiye’de şiir ilk defa plağa alınıyordu. Nazım’ın plağa alınan şiirleri kahvehanelerde, lokantalarda çalınmaya başladı. Hükümet telaşa düşmüştü. Polis hemen kahvehanedeki plakları toplattı. Çalınmasını yasak etti.
Bir gün Erenköy’ünde Nazım ve birkaç arkadaş bir kahvehanede oturuyordu. Masalarda tektük insan vardı. Daha çoğu yapı işçileri. Civarda bir yapıda çalışıyorlarmış. Kahveci, Nazım’ın şiir plaklarını gramofona koydu. Az sonra boş duran masaların hepsi doldu. Nazımın gözlerinde ateşler yanıyordu.
–– Yirmi beyanname yayınlasam, bu kadar işçiye okutamazdım, dedi.
Arkadaşlardan biri sordu:
–– Kolombiya müessesesinden bu plaklar için kaç para aldın?
–– Aldığım paranın önemi yok. Acaba ben Kolombiya müessesesine kaç para vermeliyim? Böyle bir propaganda yapabilmek için şiirlerimi bedava vermeğe hazırım. Param olsa, üzerine para da veririm.
Sadri Ertem bu münasebetle, Resimli Ay’ın Ağustos 1930 tarihli nüshasında bu şiirler hakkında şöyle diyordu:
“‘Bahri Hazer’, modern tekniğin bugün için erişebildiği en yukarı zirvedir. ‘Bahri Hazer’de diyalektik materyalizmin şiirleştiğini görüyoruz. Diyalektik materyalizmin şiire girmesini müdafaadan önce, Nazım’ın bu harikulade işi yapmakla bize temin ettiği faydayı söyliyelim.
“Malumdur ki, diyalektik materyalizm muayyen bir ‘cihan anlayışı’ tarzıdır. Şimdiye kadar diyalektik materyalizmi izah için, idealist diyalektikçi Goethe’nin ‘Faust’ şiirinden parçalar alıyorlardı. Bugün Türkiye’deki diyalektik materyalistler için, kendisi de bir diyalektik materyalist olan bir şairden, Nazım Hikmet’ten numune almak mümkündür. Mevlana Celaleddin Rumi’nin tasavvufu idealizmden başka bir şey midir? Abdülhak Hamid’in ‘Makber’ ve ‘Ölü’sünü okudunuz, temel taşı idealist felsefe değil midir? Sembolizmin ve sürrealizmin candan taraftarlarını tanımaya başlamışsınızdır. Onların da felsefeleri, şiirleri ile beraber Hegel ve Bergson’un felsefesinden mülhemdir. Şu halde diyalektik materyalist bir şairin şiirinde onun felsefi temayülünü görmek kadar tabii ne vardır?
“İdealizmin şiirde yeri var da, diyalektik materyalizmin yeri yok. Bu ne laf? ‘Salkım Söğüt’ şiiri de bunu yaptı. ‘Bahri Hazer’, ‘Salkım Söğüt’, yüreğinin bütün heyecanı ile tek ve muayyen hedefe doğru giden, dolu dizgin giden, bir kafilenin içinden lalettayin birinin, düşmanın kara kurşunu ile yere serilenin haleti ruhiyesidir.
“Nazım, nasıl mesela ‘Berkeley’de felsefenin ana hatlarını çizmiş, ‘Bahri Hazer’de diyalektik materyalizmin eşsiz numunesini vermişse, her şiirinde de bize olduğu gibi görünmüştür. Yoksa bazılarının ters anladığı gibi değil.”
Sadri Ertem’in bu yazısı Nazım’ın tashihinden geçtiği için onun fikirlerini de aksettirmektedir. Nazım yalnız muhtevada değil, şiirde, şekilde de bir devrim yapmıştır. O zamana kadar Türk edebiyatının temel taşı olan aruzun, hece vezninin de kalıplarını kırmış, serbest nazımda şiir yazmıştır. Nazım, serbest nazmın savunmasını diğer bir yazısında kendisi yapmıştır.
O zamanlar bu edebiyat tartışmaları daha çok bizim evde yapılırdı. Şiirler okunur, üzerinde tartışılırdı. Küçük kızım Yıldız, her gece bu şiirleri dinleye dinleye serbest nazmın ahengini kavramış. Hasta olduğu bir gün yataktan kalkmak istiyor, büyük annesi buna izin vermiyor. Yıldız bu üzüntüyle bir şiir yazıyor. Nazım’a bu hikayeyi anlattık. Ve şiiri okuduk. Nazım Resimli Ay’ın Ekim 1930 tarihli nüshasında serbest nazmın hayata ne kadar uygun olduğunu anlatmak için şu satırları yazmıştır:
“Yıldız yedi yaşındadır. Fırıl fırıl dönen gözleri, çok şeyler düşünmüşe benziyen geniş, beyaz bir alnı vardır. Yıldız geçenlerde hastalandı. Büyük annesi onu yorganlara sardı. Odadan bir adım bile dışarı çıkarmak istemiyor. Halbuki dışarda güneşli, ılık bir hava var. Yıldız dışarı çıkmak, karda, sokak aralarında koşmak ister. İster ama, ninesi bırakmıyor. İşte yalnız ninesi mi, evde kim varsa. İşçi kadından tutunuz da 13 yaşındaki ablası Sevim’e kadar herkes Yıldız’ın başında...
“Yıldız üzülüyor, dışarı çıkmak, durup dinlenmeden koşmak istiyor. Yıldız kızıyor, küçük kafasının içinde alabildiğine uçan bir bisikletin hayali var. Yıldız düşünüyor ve kendisini ziyarete gelen şair Nail V.’ye:
–– Ne olur, ben söyliyeyim, siz yazınız, diyor.
Nail V. soruyor:
–– Ne yazayım Yıldız?
–– Şiir yazacaksınız.
–– Kimin şiirini?
–– Benim şiirimi.
–– Vay, sen şiir mi yazıyorsun?
–– Evet.
Nail V. gülüyor. Yıldız’ın şiir yazması, çok tuhaf bir şey olacak.
Yıldız yedi yaşındadır.
–– Haydi söyle bakayım. Yazıyorum.
Ve Yıldız Nail V.’ye şiirini imla ettiriyor:
Hastalık
yatakta
bir hasta var.
Bu hasta
İstiyor ki,
bir bisiklete binip
uzaklaşmak.
Eğer, bir bisiklete binip
uzaklaşırsa:
arkasından bağıranlar
çok.
Yedi kişi:
–– koşma!
hastasın,
uzaklaşma!
hastasın.
aldıran kim?
ben
kaçıyorum:
yıldırımlar
gibi.
Yıldırım.
“Yedi yaşındaki Yıldız’ın şiiri bitti. Nail V. hayrettedir. Nasıl hayret etmesin ki, bu şiir kendisine, yeni şiir tekniğinin bütün incelikleri nazarı itibara alınarak imla edilmiştir. Yıldız satırbaşına, satır ortasına ve satır kuyruğuna ne zaman geçilmesi lazım geldiğini ihtar ederek şiirini imla ettirmişti.
“Hiç şüphesiz ki yedi yaşındaki Yıldız çok istidatlı, çok zeki bir kız çocuğudur. Fakat Yıldız’ın bu büyük zaferinde yeni şiirin de muazzam bir zaferi gizlenir. Yeni şiir tekniği o kadar hayata yakındır ki, o kadar canlı konuşma lisanından alınmıştır ki, yedi yaşındaki Yıldız onu çabucak kavrayıvermiş, ve mükemmel bir şiir numunesi vermiştir.
“Bu neyi gösterir? Bu herşeyden evvel yeni tekniğin, suni, uydurma bir teknik olmadığını... Elbise gibi değil, deri gibi bugünün lisan cevherine sarılmış bulunduğunu isbat eder. Biz, yeni şiir tekniği ile yazı yazanlar, Yıldız’ın nesli bizimledir. Ve onlar bizim başladığımız işi sonuna kadar götüreceklerdir.”
Nazım’ın dediği gibi serbest nazım bugün yeni yetişen nesillere maloldu. Aruz, hece vezni değerini kaybetti. Bugün Türk edebiyatında şekil ve muhteva bakımından en değerli eserleri verenler, Nazım’ın sanatından, düşünüşlerinden, felsefe görüşlerinden ilham alan şairler ve ediplerdir.
Nazım, böylece yalnız Türk edebiyatına değil, Resimli Ay’a da yeni bir ruh getirdi. Bütün ilerici şairler, edipler Resimli Ay’da toplandı. Yazılarda memleketin sosyal konuları daha kuvvetle ele alındı.
*
Editörün notu: K24 olarak baskısı olmayan, çok önemsediğimiz Roman Gibi'yi bir gün yeni baskısıyla okuyabilmeyi ve yayınevlerinin dikkatini çekebilmeyi umut ediyoruz.