Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan "Şiirin Çizdiği" adlı derlemede İlhan Berk'in 1939-1945 dönemine ait 21 yazısına yer verildi. Özdemir İnce bu kitaptaki yazıların Berk'e ait olamayacağını savunan bir yazı yazdı. Kitabı yayına hazırlayan Yalçın Armağan'ın İnce'ye cevabını yayınlıyoruz
12 Aralık 2019 16:30
Özdemir İnce’nin “Bir Muamma...” başlıklı yazısına bir cevap yazarak Cumhuriyet Kitap’a gönderdim. Ancak derginin yayın yönetmeni Turgay Fişekçi yazdığım cevabın yayımlanmayacağını bildirdi. Cevap hakkımı kullanmamı engelleyen Fişekçi, yazdığı e-postada Şiirin Çizdiği’ni kendisinin de okuduğunu söyleyip derlenen yazılarla ilgili şöyle demiş: “Bu yazıları yazan her kimse birileriyle eğlenmek istemiş sanırım”.[1] Bir dergi yöneticisinin tartışmanın taraflarına konuşma hakkı vermesi, tartışmayla ilgili takdiri okura bırakması gerekir. Turgay Fişekçi cevap hakkına engel olmanın yanı sıra Özdemir İnce’nin dayanaksız iddiasını, “birileri eğlenmek istemiş sanırım” diyerek paylaşıyor.
Cumhuriyet Kitap’a gönderdiğim cevabı hiçbir değişiklik yapmadan aşağıya alıyorum. Cevap hakkımı kullanmama imkân tanıyan K24 ekibine teşekkür ederim.
***
Cumhuriyet Kitap’ın 5 Aralık 2019 tarihli sayısındaki “Bir Muamma...” başlıklı yazısında Özdemir İnce, yayına hazırladığım Şiirin Çizdiği kitabında yer alan 1939 ile 1945 arasında yayımlanan 21 yazıyı İlhan Berk’in yazmasının "imkânsız olduğunu" iddia etti. İnce’ye göre, “İlhan’ın 1938-1939 yıllarında nerede olduğunu ve ne yaptığını bilmiyoruz. Emin olduğum şu: Henüz Fransızca bilmeyen İlhan’ın bu yazıyı, Servet-i Fünun’da yayımlanan öteki yazıları yazması olanaksız.”
Her ne kadar Özdemir İnce İlhan Berk’e ait olmayacağını söylese de, bu yazıların Berk’in adıyla yayımlandığını reddetmiyor. Yazısının sonunda bu durumun “failinin Servet-i Fünun dergisi” olduğunu belirtiyor. Aslında bu noktada yayıncının ve yayına hazırlayanın sorumluluğu açısından tartışma kapanıyor. Çünkü bir yazarın adıyla (hattâ bazıları fotoğrafıyla) yayımlanan yazılara onun külliyatı içinde yer vermek edebiyat tarihi açısından bir zorunluluktur. Her ne kadar yayına hazırlayanı ve yayıncıyı sorumlu tutacak bir nokta olmasa da İnce; beni, editörü ve yayınevini suçlamaktan geri durmuyor. İnce’nin bilgi yanlışlarıyla dolu iddialarına, Şiirin Çizdiği üzerinde bir şüphe oluşmaması için kısaca cevap vereceğim.
Kitapta yer alan 1939-1945 arasındaki 21 yazının İlhan Berk’e ait olamayacağıyla ilgili Özdemir İnce’nin kanıtı hayli şaşırtıcı. 1956 ile 24 Ağustos 1990 arasında İlhan Berk’le çok yakın olduğunu dile getiren İnce, eğer bu yazıları yazsaydı Berk’in mutlaka bundan kendisine söz edeceğini söylüyor. İnce’ye göre eğer Berk bu yazıları yazsaydı, “Ağız dalaşı yaptığımız zamanlarda, mutlaka ‘Lan oğlum ben bu konuları Servet-i Fünun’da yazdığım günlerde sen ananın sütünü emiyordun!’ derdi.” Tekrarlanırsa: İnce’nin kanıtı, İlhan Berk’in bu yazılardan kendisine hiç söz etmemesi.
Özdemir İnce’nin başka bir iddiası da, İlhan Berk’in “iyi düzeyde Fransızca bilmediği, yeterli donanıma sahip olmadığı.” İnce’ye göre “sadece İlhan değil o yılların şairleri böylesine yazıları yazamazdı. Yazsa yazsa Ahmet Hamdi Tanpınar yazabilirdi.” Ancak Berk’in bu dönemde yazdıklarının çoğu kısa dergi ya da gazete yazısı, hattâ bazıları yalnızca kitap tanıtımı. Dolayısıyla İnce’nin sözünü ettiği gibi akademik nitelikli yazılar söz konusu değil.
Özdemir İnce, İlhan Berk’in 1945’ten önce Fransızca bilemeyeceğini söylese de, İlhan Berk 1937’den itibaren Servet-i Fünun, Varlık ve Gündüz’de bir hayli şiir çevirisi yayımlamış. Tüm metinleri sıralamaya gerek yok ama birkaç örnek verilebilir: Servet-i Fünun’un 26 Ağustos 1937 tarihli sayısında Charles Baudelaire’in “Göç” şiirini Cahit Sıtkı’ya ithaf ederek çevirdiğini görüyoruz. Yine Baudelaire’den “Spleen” çevirisi de aynı dergide 7 Temmuz 1938’de yayımlanıyor. 1938’deki sayılarda René Bizet, Henry Bataille, Valéry Larbaud’dan yaptığı çeviriler yer alıyor. Benzer biçimde Varlık’ın 1 Sonteşrin [Kasım] 1937 sayısında Baudelaire, 15 İkinci Kanun [Ocak] 1938 sayısında Valéry’den yaptığı çeviriler yayımlanmış. Gündüz dergisinin Mart ve Haziran 1938 sayılarında Baudelaire’den birer çevirisi yer alıyor Berk’in. 1930’ların sonundaki dergiler tarandığında, Şiirin Çizdiği’ndeki yazıların öncesinde İlhan Berk’in Fransızcadan yaptığı çevirilerle dergilerde göründüğü açık hâle geliyor. Belli ki Berk, bu çevirilerden de Özdemir İnce’ye söz etmemiş.
Berk’in 1945’ten önce Fransızca bildiğine dair kanıtlar bununla da sınırlı değil. Şiirin Çizdiği’nde yer alan yazılarda İlhan Berk, önceki yazılarına referans veriyor. “Aynı seri”den yazdığı yazıları, bunları yayımladığı dergileri belirtiyor. Berk’in “aynı seriden” dediği yazıları dipnotlardan takip etmek mümkün. Ayrıca, kitapta yer alan “Deliorman Münasebetiyle” başlıklı ve 1942 tarihli yazısında “Bir gün geldi ki (üç sene yastık kitabım olduktan sonra), Paul Valéry’nin bir daha elime almamak üzere bütün ciltlerini bir kitapçıya götürüp sattım” (s. 385) diyor. 1939’da Valéry üzerine yazan ve Özdemir İnce’nin “yazılamaz” dediği metnin kaynağı olan Valéry’nin “bütün ciltleri”nin başucu kitabı olduğunu Berk açıkça dile getiriyor. Şair kendi yazılarına sahip çıkarken, Fransızcadan çeviri yaparken ve Fransızca kitapları okuduğunu söylerken nasıl olur da bu yazıların İlhan Berk’e ait olmayacağıyla ilgili bir şüpheye kapılabilir, bir muammadan söz edebiliriz?
Ayrıca 1940’ları “içerden” anlatan bir metin olarak büyük bir kıymet taşıyan Salâh Birsel’in Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu kitabında İlhan Berk’in tüm parasını Haşet’ten aldığı Fransızca kitaplara yatırdığı bilgisi verilir (Sel Yayınları, s. 151). Salâh Birsel, İlhan Berk’in henüz ilkokul öğretmeni olduğu, yani Fransızca öğretmenliğine başlamadığı 1945’ten önce görev yaptığı Giresun’un Espiye ilçesinden İstanbul’a geldiğini söyler. Birsel’in kitabından, 1940’lı yılların edebiyat ortamına dair pek çok bilgiye ulaşmak mümkün olduğu gibi, Berk hakkında başka bilgilere de ulaşılabiliyor. Aşağıda başka bir örnek vereceğim.
Benzer biçimde Papirüs dergisinin 1981 tarihli 2. sayısında yayımlanan, Cemal Süreya ve Ece Ayhan’ın sorularına cevap verdiği kapsamlı söyleşide İlhan Berk liseden itibaren Fransızca öğrendiğini dile getiriyor. İlhan Berk, maddi sorunlar nedeniyle eğitim hayatının kesintilere uğradığını ama edebiyata olan tutkusu nedeniyle “tersinden giderek” Fransızcasını geliştirdiğini söylüyor. Şöyle diyor şair: “Benim çağımda Batı’yı bilmek, öğrenmek önemli bir olaydı. Kim şiirimle ilgilense dil öğrenmemi öneriyordu. Özellikle İzmir’deki öğretmenlerim. Öğretmen okullarında iken Fransızca öğrenmeye başladım” (s. 85).
Aynı söyleşide Berk, dil öğrenmeye başladıktan sonra Fransız Kitaplığı’na çok sık gittiğini de belirtiyor. Kitabevlerinde bulunmayan ya da alınamayan kitaplara nasıl ulaştığının bilgisini de veriyor (İnce’nin “Fransızca kitaplara nasıl ulaşmış olabilir?” sorusu da böylece cevaplanıyor). İnce, İlhan Berk’in 1918 ile 1945 yıllarındaki hayatını yalnızca kendi biliyor ve sanki şair bilinçli biçimde bu dönemi karanlıkta bırakıyormuş gibi bir “gizem” yaratsa da Papirüs’teki söyleşide Berk, Özdemir İnce’nin neredeyse tüm sorularına cevap veriyor.
Özdemir İnce yazısının sonunda, bazı kitapların yayın tarihlerini vererek bu yazıların İlhan Berk tarafından yazılamayacağını kanıtlamaya çalışıyor. İnce’nin bu bağlamda verdiği bilgiler de yanlış ve eksik.
İnce’nin yazısının sonuna koyduğu ve en çarpıcı etkiyi yaratacak nitelikte olan Şolohov örneği, açık biçimde yanlış bilgiye dayanıyor. Şiirin Çizdiği’ne alınan yazıda İlhan Berk, Şolohov’la ilgili şöyle demiş: “Sanat büyük kitlelerin malıdır. Ancak bu mana içinde hayatiyetini kazanır [...] büyük yığınların malı Şolohov’un Durgun Don Üzerinde, Uyandırılmış Toprak adlı eserlerinde [...] bu noktayı görmek mümkündür” (s. 79). İnce, Durgun Akardı Don’un Fransızcaya 1959-1965 arasında, Türkçeye 1965’te çevrildiğini, dolayısıyla Berk’in bu romanı hangi dilde okumuş olabileceğini, 1944’te romandan nasıl söz edebileceğini soruyor. İnce’nin dikkat etmediği bir nokta, yazıda, Türkçeye hayli erken çevrilen Uyandırılmış Toprak’tan söz edilmesi. Şolohov, 1938’de Mustafa Nihat tarafından Türkçeye çevrilmiş, Türkiyeli okur 1938’den itibaren Şolohov’u tanıyor. Daha önemlisi Durgun Akardı Don, 1959-1965’te değil, Rusça yayımlanmasından iki yıl sonra Sur le Don paisible adıyla Fransızcaya 1930’da V. Soukhomline ve S. Campaux tarafından çevrilip Payot tarafından da yayımlamış. Zaten İlhan Berk’in kitabın adını “Durgun Akardı Don” biçiminde değil de, Fransızca çevirideki gibi “Durgun Don Üzerinde” olarak vermesi kitabın Fransızcasını gördüğüne işaret ediyor. Ortada bir “muamma” kalmıyor.
Özdemir İnce’nin “vukuat” olarak sunduğu başka bir bilgi de Virginia Woolf’un Deniz Feneri (To the Lighthouse) kitabıyla ilgili. İnce, bu kitabın 1945’te Türkçeye çevrildiğini ama İlhan Berk’in bu kitaptan 1943’te söz ettiğini söylüyor. Ancak İnce’nin dikkat etmediği önemli bir nokta var. İlhan Berk, kitabın adını “Fenerde Gezinti” biçiminde vermiş. Bu da yine kitabın Fransızca çevirisini görmesinden kaynaklanıyor. The Reception of Virginia Woolf in Europe’da yazarın Deniz Feneri kitabının 1929’da Fransızcaya La promenade au phare adıyla çevrildiği ama bu adın sorunlu olduğu, sonrasında nispeten daha iyi olsa da yine sorunlu biçimde Voyage au phare adıyla yeniden çevrildiği belirtiliyor (Continuum, s.59). Kitabın Fransızca adında yürüyüş/yolculuğa işaret ediliyor, sorun denen bu. Bu çeviri sorununu İlhan Berk’in “Fenerde Gezinti” adlandırmasında görmek, Berk’in Fransızca kitaba referans verdiğini anlamak için yeterli. Ayrıca –rastlantıya bakın ki– Salâh Birsel, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu’nda Woolf’un bu kitabını İlhan Berk’e ödünç verdiğini söylüyor. Salâh Birsel de tıpkı Berk gibi kitabın sorunlu bulunan Fransızca çevirisindeki ada referans vererek “Deniz Fenerine Yolculuk” diyor. Böylece hem Berk’in hem Birsel’in kitabın İngilizcesini değil, 1929 tarihli Fransızca çevirisini gördüğü ortaya çıkıyor. Bir “muamma” daha çözülüyor.
Özdemir İnce’nin “vukuat” olarak gösterdiği başka bir örnek de Kafka’nın Dava kitabıyla ilgili. Transforming Kafka: Translation Effect’in “French Kafka” bölümünde 1928’den itibaren Kafka’nın Fransızcada yayımlanmaya başlandığı, Dava’nın da 1933’te Alexandre Vialatte tarafından çevrildiği bilgisi veriliyor (University of Toronto Press, s. 19). Berk’in 1943 tarihli yazısında özetini verdiği ve “Mahkeme” adıyla andığı Dava’ya 10 yıl önce yayımlanan Fransızca çeviriden ulaştığı açık.
Şolohov örneğindeki gibi yanlış bilgilerle birtakım iddialarda bulunan Özdemir İnce, yazılardan alıntılar yaparken de bilgileri çarpıtıyor.
1941’de yayımlanan “Halis Şiirin Esaslarını Ararken” hakkında şunları söylüyor İnce: “İlhan Berk 23 yaşında. Şimdi yazının ilk cümlesini okuyalım: ‘Henri Bremond’un şiire dair kitabını bundan altı sene kadar önce Ahmet Haşim’in bir makalesinden öğrenmiştim...’ Cümlenin gerisini okuyun. Ama daha önce yaşını hesaplayın: 23-6=17. Sizin dikkatinizi çekmiyor mu?”. Nedir dikkati çekmesi gereken, 17 yaşında birinin Ahmet Haşim’in bir makalesini okuması ve bu makaleden yabancı bir yazarın adını öğrenmesi mi? Üstelik 17 yaşındaki bu genç, Güneşi Yakanların Selamı (1935) diye bir şiir kitabı da çıkarmış. İlk kitabını çıkaran bir gencin dönemin önemli bir şairinin yazısını okuduğunu söylemesinde niçin dikkate ihtiyaç var? Asıl dikkate ihtiyacın olduğu kısım İnce’nin “Cümlenin gerisini okuyun” demesi. Okuyalım: “Ahmet Haşim o kitabı Halis Şiir diye tercüme ediyordu. Ancak üç sene önce okuyabildim, bu sene tekrar okudum.” Özdemir İnce’nin alıntısını kesip hesaba giriştiği yerde Berk, kitabı sonrasında okuduğunu söylüyor. Ancak İnce, kendi iddiasını kanıtlayacağını düşündüğü kısmı alıntılamakla yetiniyor, metni çarpıtmakta bir beis görmüyor.
Özdemir İnce’nin yazısını bir eleştiri, bir kitap tanıtımı olarak değerlendirmek hayli zor. Ortada ne bir muamma ne bir vukuat ne de bir “mahremin ifşası” var. “Muamma” denen İnce’nin 1930’ların sonundaki dergi koleksiyonlarından habersiz olması, “vukuat” denen İnce’nin bilgi yanlışları ve “mahremi açıklamak” denen ise zaten İlhan Berk’in söyleşilerinde dile getirdiklerinin tekrarlanmasından ibaret.
Not:
[1] Turgay Fişekçi 11 Aralık 2019 tarihli epostasında şu iddiaları dile getirip Özdemir İnce’nin adına cevap vermeye çalışmış:
“Özdemir İnce’nin yazısından sonra ben de kitabı okudum. Özdemir İnce’den farklı olarak yazıların Türkçe özelliklerine dikkat ettim. Bu yazılarda İlhan Berk’in Türkçesini göremedim. Ünlü deyişle, bu yazılar için 'İlhan Berk’in elinin ürünüdür' diyemem.
Bu yazıları yazan her kimse birileriyle eğlenmek istemiş sanırım.
Sayfa 66’da şöyle bir paragraf var: 'Benim de herkesin bilmesini istediğim taraflarım var: Kahveyi çay bardaklarıyla içtiğimi, yatakta okuyup yazdığımı, yorgan ve çarşafların daima mürekkeple dolu olduğunu söylemek isterim.' Bu paragrafı birisi bana okuyup kimin dese, Ataç’ın derdim. Burada anlatılan insan Ataç çünkü.
Hemen altında da, 'Şu üç aydır kitaplarımı satıyorum. Son A. Malraux külliyatını sattım' demiş. 24 yaşında bir insan A. Malraux külliyatını ne zaman almış da ne zaman satıyor olabilir.
Sayfa 67’de de, 'Genç neslin hikâyecilerinden olan Sait Faik' diyor. Böyle konuşabilmek için yazarın Sait Faik’ten büyük olması gerekmez mi?
Sayfa 93’te 'W. H. Auden, şiirlerinde olsun, On the Frontier, The Ascent of F6 gibi tiyatrolarında olsun' diyor. İlhan Berk’in 1960’ların başlarında Ankara’da İngiliz Kültür’e giderek İngilizce öğrenmeye başladığını düşünürsek 1950’de Auden’ın oyunlarını nasıl okumuş olabilir?
Birlikte Ezra Pound çevirdikleri Güven Turan’a sorulursa İlhan Berk’in İngilizcesinin düzeyi konusunda bilgi verebilir.”