Notre Dame’ı yıkan yangın simgesel düzeyde, hem Jung’ın kolektif mistik ruhunda hem de Freud’un bilinç katmanlarında başlamış bir yangının ilk habercisi olabilir...
18 Nisan 2019 11:00
Yapımı 12’nci yüzyılda başlayan ve tamamlanması 14’üncü yüzyılın ortalarına kadar süren, zaman içinde şahit olduğu tüm felaketleri çok fazla hasar almadan atlatan, yıkılması bizzat Victor Hugo’nun Notre Dame’ın Kamburu adlı kitabı ile önlenen Notre-Dame de Paris, dün itibariyle yandı. Söz konusu ülke Avrupa sınırları içinde yer alan Fransa olduğu için, hepimizin aklında aslına sadık kalınarak yeniden yapılandırılacağı olsa da, yaşamının uzunca bir dönemi sonsuza dek sona erdi. Vitrayları, heykelleri, freskleri, payandaları kusursuz bir biçimde yeniden yapılsa bile artık hiçbiri 800 küsur yaşında olmayacak. Bizler için ihtişam büyük ölçüde zamana meydan okumakla ilgilidir ve Notre Dame Katedrali artık yalnızca eskisinin bir kopyası olarak yaşamak zorunda kalacak. Zamanın her yapı parçasında, her süslemede bıraktığı izle birlikte oluşan ruh artık yalnızca geçip gitmiş zamanın geri döndürülemeyecek anlarında yaşayacak.
Avrupa, Türkiye gibi az gelişmiş -ve gelişmeye dair tüm umutları da her gün yere seren- bir yaşantıya sahip tüm ülkelerde olduğu gibi bir tamamlanmışlık hayali ile kabulünü varlığında aynı anda taşır. Avrupa’nın meydanlarında, parklarında, caddelerinde, sokaklarında yürürken bütünü oluşturan her parçanın zamanda geriye ve ileriye doğru hep “orada” olduğunu düşünürüz. İkinci Dünya Savaşı’ndan çıktığı hâlde yüzyıllara meydan okuyan yapılarıyla Avrupa, kurduğu düşü tüm dünyaya yaymayı başarmış ve aynı zamanda bir düş olmaya da devam etmekte.
Belki Avrupa’yı daha iyi anlayabilmek için Avrupa-olmayan’ın resmini de çizmek gerekir: Bireylerin bir tür sorumsuzluk duygusu ile davrandığı, bunun en büyük sebeplerinden birinin de cezasızlık olduğu ve bunun kimseyi gerçekten öfkelendirmediği, hatta neredeyse herkesin işine gelen açık seçik bir işbirliğinin hüküm sürdüğü bir yerde kimse yapması gerekeni yapılması gerektiği gibi yapmaz. Yatayda ve dikeyde bu sorumsuzluk öyle eşit bir uzlaşımla bölüşülmüştür ki ister bir tren kazası olsun, ister bir yangın, ister bir madenci katliamı ister yalnızca yanlış yazılmış bir resmî belge, herkes ceza almayacağını bilir. Kaç kişinin öldüğü, kaç yıllık tarihin yok olduğu, kaç paranın hiçe sayıldığı hiç kimsenin gerçekten umrunda değildir. Çünkü esas olan süreklilik değil, gelip geçiciliktir.
Avrupa ve Avrupa-olmayan öylesine kabul görmüştür ki orada yaşanan bir yıkım dünyanın hiç de düşündüğümüz gibi sürekli ve güvenli olmadığını bir tür dehşete kapılma duygusu aşılayarak verir. Şam’ın ya da Palmira’nın yıkılması -hem de dolaysız olarak Avrupa’nın dış politika stratejileri ile- Notre Dame Katedrali’nin yanması karşısında olağandır çünkü Doğu’da yıkım gerçekten de olağandır. Onun bir kaza sonucu mu, bir ihmal yüzünden mi, bir savaşla mı yıkıldığı önemli değildir. Çünkü bu onun doğasıdır. Doğu yanılsamanın bir kelimeden ibaret olmadığı bir dünyadır. Orada “olan” aslında “orada değildir” çünkü bir gün mutlaka yanacak, havaya uçacak, yıkılacak ve yok olacaktır. Ancak şimdi, Notre Dame’ın külleri altında kalan tek şey tarih değil, Avrupa’nın da hayalidir. Öyle ya, onun en ünlü ve eski yapılarından biri, hem de bir restorasyon sırasındaki bir ihmal sonucu yanabiliyorsa bu hayal ne işe yarar? Sır perdesi kalkmış, bunun gerçekten bir tasarı olduğu ortaya çıkmıştır.
On dördüncü yüzyıl Avrupa'sında milyonlarca insanı öldüren Kara Ölüm’le yüzleşmiş ve bundan sağ kurtulmuş insanlar dünyanın sonunun geldiğini düşünüyordu. Hiç şüphesiz ki II. Dünya Savaşı sırasında yaşayan insanlar da aynı düşüncelere sahipti ve aslında bir yandan da haklılardı. İnsan türü hayatta kalmayı başarmış olsa da dünyanın bir dönemi tamamen sona ermişti. Bilinen dünyanın sonu gelmişti. Şimdi, 21’inci yüzyıl insanları olarak önümüzde duran felaket ise -enerji sorunu, iklim krizi, yağmur ormanlarının yok olması, buzulların erimesi, güneşin salınımlarında gerçekleşen periyodik düşüş dönemine girilmesi, vs.- yeni bir Dünyanın Sonu’nu müjdeler nitelikte. Uğursuz çan seslerine kabuslardan fırlamış bir senfoni eşlik ediyor ve Titanik batarken çalmaya devam eden neşeli orkestranın sesi de bu kaotik müziği tamamlıyor.
Žižek, Titanik batmadan önce batan bir Titanik hikâyesinin çoktan yazılmış olduğunu belirtir. Her şey gibi medeniyet de kendi sonuyla birlikte var olur. Çünkü dünyanın en büyük transatlantiğini yapmaya başladığınızda onun batışını da çoktan başlatmış olursunuz. Çünkü “kaza” sadece, yeteri kadar zaman geçtiğinde mutlaka gerçekleşecek bir olasılık sorunudur. Avrupa ve bizzat onun öz çocuğu olan Amerika da dünyanın en büyük okyanusaşırı gemisinden başka bir şey değildir. Medeniyet Avrupa’da başlamamıştır; neredeyse eşzamanlı olarak Çin, Hindistan ve Mezopotamya’da başlamıştır ancak onu sahiplenen ve bunu tüm dünyaya kabul ettirip meşalenin ateşini söndürmeden taşımayı başaran O’dur. Uzakdoğu’dan Amerika’nın batısına kadar tüm dünyanın yüzeydeki görüntüsünün Batı Medeniyeti’nin bir yansıması olmasının sebebi de budur. Batı Medeniyeti kendisinden ortaya çıkmadığı hâlde tüm gelişmeleri sahiplenmiş ve bunu da kabul ettirmiştir.
Ancak her şeyin bir sonu olduğu gibi onun da bir sonu olmak zorundadır. Bu illâ ki yıkılıp yok olmak biçiminde gerçekleşmek zorunda değildir. Hastalık her şeyi ele geçirmeyi başardığında artık bir hastalıktan söz etmek mümkün değildir sadece, o kadar… Batı medeniyeti tüm dünyayı öylesine büyük bir iştahla ele geçirmiştir ki artık ona ihtiyaç kalmamıştır. Ancak, belki de kendi hastalığını tüm dünyaya bulaştırırken kendisi de konakladığı bedenden bir hastalık kapmıştır. Bir yandan bir Avrupa Ordusu’ndan söz edilirken bir yandan dağılma emareleri göstermesi, Brexit gibi hamlelerin ortaya çıkması tasarının hem çökmesi hem de hayatta kalmaya devam etmeye çalışması ile ilgilidir. Tüm dünyayı kendine benzetirken kendisi de dünyaya benzemeye başlamıştır.
Notre Dame Katedrali’ni saran alevlere bakarken gördüğümüz sahneye inanamamızın sebebi, bu yangının bir restorasyon sırasında başlamış olmasından ve bunun da Avrupa’yı Avrupa yapan değerlerle açıklanamaz oluşundan kaynaklanıyor. Ve açıklanmaya çalışılacak olan yıkım ihtimali daha en başında olduğu için bir miktar abartılı kehaneti de kendisinde taşımalıdır: Notre Dame De Paris’in bir ihmal sonucu yanması ya her şeyin çoktan başladığını ya da şimdi başladığını gösterir. İki türlü de başlayan başlamış, yaklaşmakta olan yaklaşmaktadır.
Dünyanın geri kalanı için yıkım alışılagelmiş bir gerçek olsa bile günümüz Avrupalı İnsan’ı onunla tarihe meydan okumuş simgesel bir yapının ihmal sonucu yanması ile tanışmış oldu. Bir meydanda toplanıp Ave Maria’yı yüzlerinde oynaşan alevlerin dansı ile okuyan batılılar belki de her şeyin sonsuza dek yeniden değiştiği bir çağa erken ağıt yaktılar. Bu ağıt hem bir gidenin ardından hem de bir gelenin ardında bırakacakları için yakılmış olabilir. Notre Dame’ı yıkan yangın simgesel düzeyde, hem Jung’ın kolektif mistik ruhunda hem de Freud’un bilinç katmanlarında başlamış bir yangının ilk habercisi olabilir.
Çünkü tarih bize Babil’den beri bunun böyle sürmeyeceğini öğütler.**
Not: Yazı bir aşırıyorum parodisi olarak yazılmıştır. Ancak her aşırıyorum gibi tamamıyla gerçeklere dayanmaktadır.
*Ahmet Karcılılar’ın çift anlamlı kitap adı
**Twitter’daki defnetanaz adlı kullanıcıya ait bir söz.