"Bu tuhaf ve ürkütücü günlerde yapacağımız en iyi şey, yapmayı en iyi bildiğimiz şeyi en iyi şekilde yapmaya çalışmak olabilir mi? Hani o içe sinen, önce yapana, sonra da değdiğine mutluluk veren cinsten… İşte zorunlu karantina günlerinde, Nejat Yavaşoğulları’nın şarkısı Okaliptus’a Hakan Kurşun’la birlikte hayat verirlerken yapılan tam olarak buymuş. İkiliyle müzikleri, özlemleri, bildikleri ve bilmedikleri üzerine açık kalpli bir söyleşi yaptık."
27 Haziran 2020 13:37
"Bulutsuzluk Özlemi’nin “Şeyh Bedreddin Destanı” albümünün mastering’i için bir süredir birlikte çalışan Nejat Yavaşoğulları ve Hakan Kurşun tam çalışmalarına nokta koymaya yakınken malum virüs bu ikiliden çok güzel bir şarkı çıkmasına vesile olmuş. Nejat Yavaşoğulları’nın daha önce yazıp cebinde tuttuğu Okaliptus’a birlikte ses vermişler. Bu tuhaf günlerde, müzik dağarcığımdaki izleri çok kıymetli bu iki müzisyenle bir araya gelmek bana çok iyi geldi. Okaliptus’la da bir güzel ciğerlerim açıldı. Söyleşiyle sohbet arasında gidip geldik. Okaliptus’un gölgesinde bir sürü şey konuştuk. Dinamik, bol fikirli, tespitli, karşılaştırmalı, sorgulamalı, esprili ve ılık muhabbetimiz “kaç tık oyunu”yla başladı. Umarım kulaklarınızda canlanır. Ama önce Okaliptus’a kulak verin derim."
Nejat Yavaşoğulları: Kaç tık olmuş?
Hakan Kurşun: 83.079 tık olmuş [17 Haziran 2020, saat 14.40]. Ama söylüyorum size, sayısal veriler şu an herhangi bir kriter oluşturmuyor çünkü gerçekten ne olduğunu bilmiyoruz. Bunlar önemli değil.
“Okaliptus'un altında
Orda öyle oturmuşuz
Uzak diyarlardan gelmiş
Orda öyle tanış olmuşuz”
Deniz Koloğlu: Okaliptus’un altında neler oluyor, nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Nejat Y.: Şimdilik tepkiler çok olumlu. Sonuçta olumsuzu da olabilir. Mesela youtube’da kaç kişi beğenmemiş?
Hakan K.: Beğenmeyen 80, beğenenler 547 kişi. Yani %14 beğenmemiş.
Nejat Y.: Demek ki youtube’ta beğenmiyorlar.
Hakan K.: Bana da çok iyi tepkiler geliyor.
Nejat Y.: Bu şarkıyı yazarken, şarkıda bahsedilenlerle etrafımıza olanlar arasında bir çelişki ortaya çıksın ve insanlar yaşadıkları durumlar için “Hakikaten de böyle yaşanır mı,” desinler ve düşünmeye başlasınlar istedim. Çünkü sürdürülemez bir biçimde yaşıyoruz. Hatta parçanın finalinde sözleri değiştirmeye kalktım da Hakan beni isabetli bir şekilde engelledi. Bir mesaj kaygısıyla “Hayat sürdürülebilir olsun,” gibilerinden laflar söyleyecektim. Şimdi parça, benim düşündüğüm şekle uygun bir gelişme kaydediyor. Bu haliyle çok kişinin gözlerinden yaş getirdi, umut verdi. Yaşça çok genç olanlar da bundan etkilendiklerini hissettiren mesajlar atıyorlar.
“Arkamızda sıra dağlar
Önümüz Arşipel mavisi”
Deniz K.: Hepimizin tanımlamakta zorlandığı bu halde sizlerin bireysel varoluşlarınıza yönelik konuşmak isterim. Mesela “Bu böyle gitmez” demişsiniz ya; aslında sizler de, bu bilinmezle bildiğiniz yöntemle mücadele yoluna girdiniz; müzik yaparak, üreterek. Bir yandan da böyle gitmez derken aslında önce kendinize bir telkinde bulunuyorsunuz... Asıl sorum, siz nasılsınız, iyi misiniz?
Hakan K.: Teşekkürler, biz gayet iyiyiz. Bence önce bir etrafımıza, sonra içimize ve yanımıza bakıp sahip olduklarımızın farkında olmalıyız, değerini bilmeliyiz. Sabahtan akşama kadar tüketmemiz için dayatılan bilumum hayalden kurtulup kendi iç dünyamıza bakmamız gerekiyor, ki bence orada çok güzel şeyler var. Zaten onlara sahip çıkmadığımızda mutsuzluk başlıyor. Sahip olmadıklarımızın hayallerini kurarak bir ömür geçmez ki. İşte şarkı biraz bunun üzerine gidiyor, o yüzden seviyorum. Nejat Abi tartışmasız çok iyi bir şarkı yazarı ama bu şarkı da çok güzel. İnsan psikolojisini çok makro bir perspektiften olumlu bir şekilde gün yüzüne çıkarıyor.
Nejat Y.: Bu sabah Hakan, evinden 200-250 metre aşağıya yürüyüp oradan suya atlamış. Oysa bu yüzme isteğinin alternatifi bir arabaya binip trafiğe girip vardığı plaja girerken 100 TL vermek olmamalı. Bu sürdürülemez bir durum.
Hakan K.: Mesela Karadeniz kıyısının halka açık olması gereken sahillerinde denize girmek için para alıyorlar, olacak iş değil.
Nejat Y.: Kuşlar suya para, eve kira vermiyorlar. Hadi biz o kadar olmayalım ama bunlar mantıklı bir şekilde organize edilmiş olsa, elektrik şirketi de hem kendi işçisine maaş verir hem de kâr edebilir ve biz de bu kadar yolunmayız. Bu pandemi sürecinde ise bürolar kapalıyken astronomik elektrik, internet faturaları kestiler.
Hakan K.: Pandeminin sistemle ilişkisi ayrı, mevcut olan yönetimle ilişkisi ayrı, bireyler olarak bizimle ilişkisi ayrı bir konu ve pandemide toplum olarak bizim nasıl davrandığımız da ayrı bir konu. Orta Avrupa’daki gibi katı bir bireysellik olmadığı için Türkiye gibi aile kavramının daha önde olduğu toplumlarda, sistem kendini bir şekilde korumaya alıyor. Çünkü aileler kendilerini korumaya alabiliyor. Bütün bu olanlara, bu coğrafyaya münhasır bir tepki gösterdik. Bence şu andan itibaren bundan sonra ne yapmalı diye bakmalıyız. Bence herkesin oturup düşünecek vakti de oldu bu süreçte.
Deniz K.: Süreç devam ediyor aslında.
Hakan K.: Evet ve bu süreçten sonra ciddi bir aydınlanma olmasını bekliyorum.
Hakan Kurşun, Nejat Yavaşoğulları (fotoğraflar: Deniz Koloğlu)
Deniz K.: Bu süreçte sizlerin müzikal üretimlerinizle bağınızı ve ilişkilenme biçiminizi sorgulama haliniz oldu mu, örneğin pandemiye yakalandığınız halinizden memnun musunuz? Halinizden derken bunun içinde kendinin prodüktörü olmak var, çalgıcı, besteci, aranjör olmak var, otuz küsur yıldır bir grupla müzik yapmak var, hepsini aynı anda olmak var...
Hakan K.: Hem de sabahtan akşama kadar sorguluyoruz.
Nejat Y.: Pandemi süreci tabii ki hepimizin gelirinin düşmesine sebep oldu. Bulutsuzluk Özlemi’nin bu yazkiler hariç yirmi beş-otuz konseri yapılamadı. Bu bana iyi geldi ama tabii ki benim şahsıma özgü bir durum bu ve böyle devam etmemeli. Mimarlık işim ve bürom var; sabah erken saatlerden akşam geç saatlere kadar çalışıp eve döndükten sonra müzikle uğraşan bir tip olduğum için bu süreçte biraz rahatladım. Yazmış olduğum sözleri ortaya çıkardım. Okaliptus da geçen seneden beri sözlerini kafamda kurduğum, aşağı yukarı müziğini oturttuğum bir şarkıydı.
Deniz K.: Karantina olmasa Okaliptus, Bulutsuzluk Özlemi’yle mi şekillenirdi?
Nejat Y.: Evet, belki de. Şöyle bir şey de var, ben Hakan’ı her zaman ilgiyle takip ederdim. Onu ilginç ve yaratıcı bulurum. O yüzden Şeyh Bedreddin’in mastering’ini Hakan’la yapmak istedim. Onunla kafaca da uyuşuyoruz. Bu stüdyoda da çok güzel çalıştık gerçekten. Bu ortamda bir müzisyenin kafasında yarattığı her şey var.
Deniz K.: Şu an Hakan Kurşun’un kafasının içindeyiz.
Nejat Y.: Şu piyano, gitarlar, şurada duran yelkenli maketi, duvarda asılı olanlar… İnsanı dürtükleyen bir şey var burada. “Hadi parçayı açalım da şuraya davul çalalım” hissi yaratıyor. Müzik çalışırken bazen çok dinlemekten içinde kayboluyorsun. Arada bir mola verdiğin zaman başına oturduğunda daha objektif bakabiliyorsun. Albüm mastering’ine çalışırken bu şarkı için “Hakan şuna F diez minör bassana,” derken ordan işte böyle güzel bir şey çıktı.
Deniz K.: Albümü yayınlama takviminiz pandemiyle değişti sanırım.
Nejat Y.: Tabii süreç engel oldu. Normalde Mart’ın ortasında bitmişti ve Ada’dan yayınlanacaktı. Sadece telif işleri kaldı geriye, yoksa albüm hazır.
“Mavi üstünde beyaz köpük
Mavinin üstü binbir güneş
Deniz kokusu var havada
Turunç kokusu dağların kokusu”
Deniz K.: Pandemiden bağımsız olarak, günümüz müzik koşullarında albüm yapma kavramını nasıl ele alıyorsunuz?; tekli yayınlamanın alıp yürüdüğünü ve online dinleme platformlarının müzik dinleme alışkanlıkları üzerindeki etkisini göz önünde bulundurduğumuzda albüm dinleme alışkanlıkları da epey değişti. Bulutsuzluk Özlemi’nin ise yeni albümü yolda. Hakan Bey, sizin de yakında bir albümünüz yayınlanacak sanırım. Bu konudaki eğilimleriniz görünür fakat yine de fikriyatlarınızı duyabilir miyiz?
Nejat Y.: Esasında bu tekli güzel bir şey. Ben kendi adıma son yedi sekiz yıldır radyolardan, televizyondaki müzik kanallarından kopmuş vaziyetteyim. Çünkü artık onların tavrını çekemiyorum. Adama gönderiyorsun klibi, o da “Bunun gitarının üstünde savaşa hayır yapışık,” veya “Şimdi Bulutsuzluk Özlemi’ni çalarsak hükümetten zılgıt yeriz,” diyor. Sosyal medya da giderek geliştiği için madem öyle biz de orada yayınlarız diyoruz. Zaten konserler veriyoruz, ki hayatın gerçeği konserler. Bir an önce konser verebilmek istiyoruz.
Hakan K.: İşte bu parçadan sekiz tane daha yaparsak bir albüm olur.
Nejat Y.: 1900’lü yıllarda bir yere kapanıyorlardı ve o gün sadece o şarkıyla uğraşıyorlardı. Sting’in ekibiyle Fransa’da bir şatoya kapanıp kaydettiği öyle bir albümü vardı. İdeal çalışma bu aslında, yani herkesin konsantre olabildiği çalışma ortamı ve biçimi. Ben mesai harcanarak yapılan albümleri seviyorum. Fakat günümüzde herkesin başka bir işi oluyor. Kimi öğretmen, kiminin bir iş yeri var, öbürü davul dersi veriyor vs. Çoğu zaman bir araya gelmek neredeyse imkânsız oluyor.
Deniz K.: Bir başka sorun da kimi müzisyenler kayıtta çaldıkları ekiple herkesin ayrı bir trafiği olmasından ötürü konserde birlikte çalamıyor. Mesela Hakan Bey, siz albümünüzde her şeyi kendiniz mi çalacaksınız?
Hakan K.: Evet, tekrar o moda dönüyorum.
Deniz K.: Bu konuştuğumuz sebeplerden mi yoksa estetik bir tercih mi?
Hakan K.: Tamamıyla estetik nedenlerden dolayı, ki bu da bir tür albüm anlatımı. Neticede bundan ortaya çıkan ses bütünlüğü çok başka bir şey. Bir de bunu başkalarına bağımlı olmadan yapabiliyorsunuz; gecenin üçünde de, sabahın beşinde de kalkıp çalışabiliyorsunuz. Zaten Nejat Abinin de dediği gibi bu dönemde birlikte çalışmak çok zorlaştı.
Nejat Y.: Senin bu söylediğini yapan da çok.
Hakan K.: Çok evet. Multienstrümantalizm 70’li yıllardan beri kayıt teknolojilerinin gelişmesiyle ve bu teknolojilerin eve girmesiyle çok gelişti. Bizler aslında bu furyanın ikinci posta multientrümantalistleriyiz. Şimdi ise çok çok daha fazla var. Hatta şimdi multienstrümantalist, filmmaker, webdesigner, coder, marketing genius işletmeci tipler çıktı ortaya. Önemli olan, bu zincirde en az bir halkadan çok iyi anlamak. Albüm kavramına geri gelirsek, albüm aslında bir dönemin yansıması. Bir dönem olarak tanımladığınız süre dahilindeki yaratımlarınızın bir seçkisi. Bunu ister dokuz tekli halinde bir yılda yayınlayabilir, sonra da dokuzunu da paketleyip “Dokuz tekli yaptım şimdi de bunu adı bilmem ne” diyebiliriz, ister dokuzunu bir anda kaydedip bir bütün olarak da yayınlayabiliriz. Ama bir zaman periyodunda yaşadıklarınızı bir üst başlık altında toplamak, sonra ona bir ad koymak bence çok hoş bir davranış formu. Güzel de bir ifade şekli.
Nejat Y.: Bir yandan da o konsept albümler devri biraz eskilerde kaldı. Eski klasik dönem rock gruplarında, diyelim ki Pink Floyd’da hep bir tema vardır veya King Crimson’da. Bütün bu gruplar da o dönemleri yansıtıyor aslında. O şarkıları yaptıkları dönem de o albümlere geçiyor. Mesela bizim “Yol” [1998] albümüne gittiğimiz birçok yer, o hareket halimiz kesin yansımıştır. Yaparken düşünmedik belki bunları ama insan sonradan düşündüğünde farkına varıyor. Tabii günümüzde dinleyici de çok değişti. Zaten müziğin ana dinleyicisi bence teenage dediğimiz kesim.
Hakan K.: Bu arada albüm yapmakla ilgili son bir şey daha söyleyeceğim. Albümdeki toplam çalma süresi de bir bütün kompozisyon olarak ele alınabilir. Ben bir albüm kurguladığımda hem parçaların kendi içlerindeki bütünlüğünü hem de parçaların sözlerinin kendi aralarındaki ilişkilerini kurguluyorum. Dolayısıyla her parça aslında bir bütünün parçası. Ayrıca her parçanın sözü bir bütün olarak yine başka bir ifadeye de evrilebilir. Bu birkaç taşı yan yana koyduğunuzda uzaktan bakınca bir resim oluşturmasına benziyor. Albümü dinlerken de onu bir bütün olarak dinlersiniz.
Deniz K.: Albüm dinleme pratiklerinizi de merak ediyorum.
Nejat Y.: Ben eski model bir dinleyiciyimdir. Biraz da, bu işleri yapan bir adam olduğum için “Adam o makaradan o makaraya niye geçti, ha sonradan anlaşılıyor bak,” diyerek teknik bir şekilde dinlemek istiyorum. Bir de diyelim ki bir Bulutsuzluk Özlemi’yle bir albüm yapacağız, o zaman oturup değer verdiğim tüm grupların son çıkmış işlerini dinliyorum. Müziklerinin sound’unu anlamak için davullarını, gitarlarını dinliyorum. Tabii bir de başkaları gibi kendini bırakıp dinlemek var… Bugün şarkıları tekli gibi yayınlamak daha mı pratik ve rasyonel, çağımıza daha mı uygun bilemiyorum. Mesela longplay döneminden önce gruplar iki-üç ayda bir, bir 45’lik çıkarıyordu. Şimdi bu tekli hikâyesi biraz ona döndü sanki. John Lennon’ın “Bir şarkı yaptığım zaman onu haber bülteni gibi hemen yayınlamak istiyorum. Günün koşullarında oluşan o şarkıyı yapıp hemen arkadaşlara dinletmek, insanların beğenisine sunmak çok güzel bir şey” gibi bir ifadesi vardı.Benim için Okaliptus de öyle biraz. Birden sıcak ve unutulmuş şeyleri hatırlattı sanki, en azından ben öyle hissettim.
Deniz K.: Sanırım mutfaktan doğrudan sofraya gelmesinin de sevilmesinde etkisi var.
Nejat Y.: Bu çalışma hakikaten organik bir ürün oldu.
Hakan K.: Organik bir parça oldu evet ama bayağı sistematik çalıştık.
Deniz K.: Heh! Ben de bu parça özelinde o halinize değinmenizi rica edecektim; o disiplinli olma haliyle akışkan olma halinizi –sanırım ikinizin de müzikal oturuş kalkışı bu şekilde– tarif edebilir misiniz, o ince çizgiyi nasıl çekiyorsunuz?
Nejat Y.: Hakan’ın ya da benim, belli noktalara gelmemizi sağlayan ortak bazı özelliklerimiz var. Öncelikle, disiplinli olmazsan hiçbir iş iyi yapamazsın hayatta. İkincisi vizyon meselesi; “Bu parça burada bitmeli arkadaş,” diyebilirsin veya ben besteci olarak Hakan’a diyorum ki “Burada sözleri şöyle değiştireceğim,” o da “Yapma, ne yapıyorsun?!,” diyor. Bu sonunda güzel bir alışverişe dönüşüyor ve birikimlerimiz sayesinde esneyerek ortak bir karara varabiliyoruz.
Hakan K.: Özgürlüğün disiplini diyelim. Zamanı bir çerçeveye alıyorsun. Soyutsun ama aslında bir sınırın var.
Nejat Y.: Mesela bir albüm çalışması benim için ne zaman bitiyor biliyor musunuz? Mikser başında uğraştığımız, benimle çalışan adamı da uğraştırdığım “Şu gitarı biraz daha açsana,” vs. diyerek tatmin olmaya çalıştığım sürecin sonunda öyle bir noktaya geliyorum ki, artık daha fazlasını öneremiyorum. Daha iyi olması için aklıma hiçbir şey gelmiyor. Belki ileriki yıllarda daha farklı da düşünebilirsin.
Deniz K.: Aslında şahsiyetlerimizin akışkan bir yapısı var.
Hakan K.: Kontrol etmemiz gereken bir yapı.
Nejat Y.: Tabii havanın kapalı ya da açık oluşuna göre de değişiyor. Mesela ben farkına vardım ki cebime para girdiği zaman daha rahat oluyorum. Öyle çok büyük bir paradan bahsetmiyorum. Yok ödemeler, yok bilmem ne vergisi, üzerimizde bir sürü yükümlülük var. Cebine para girdiği zaman insan güvende hissediyor kendini.
Hakan K.: Kesinlikle katılıyorum.
“Hem konuşuyor hem dinliyorduk
Gitar çalıp düş kuruyorduk.”
Deniz K.: Buradan, pandemiyle birlikte müzisyeni, sesçisi, ışıkçısı, rodisi, müzik mekânıyla tümden tıkanan müzik sektörüne bağlanırsak; daha çok yapımcılar, müzisyenler, besteciler, yorumcular etrafında şekillenen meslek birliklerinin bu süreçte performansları, tutumları sizce nasıldı? Bir video söyleşinizde sivil toplum örgütlerinin işlevsiz kaldığından bahsediyordunuz.
Hakan K.: Evet varlar ama zaten yeterince etkin değillerdi. Pandemiyle birlikte aralarındaki eşgüdüm iyice yetersiz kaldı. Bir yandan da Nejat Abi de ben de üye olup telif aldığımız için meslek birliğimiz bize özel sağlık sigortası yaptı bu dönemde. Bu bir bonus. Diğer yandan bugün benim bir sürü tanıdığım besteci veya besteci olmak isteyen insan meslek birliğinin ne olduğunu bile bilmiyor. Tabii bu sadece onların değil, biraz da eğitim sisteminin suçu. Beste nedir, bestecilik nedir, hak nedir, meslek birliği ne işe yarar, ben kimim, ne yapmak istiyorum… Bunları da sorgulamak lazım.
Nejat Y.: Mesela ben de şu adamlardan biriyim: Yıllardır bürom nedeniyle vergi mükellefiyim. Şimdi ise sorsan “muhtasar” neydi diye, cevap veremeyebilirim. KDV veya SGK ayın kaçında ödeniyor, bunlar hep karışır bende.
Hakan K.: Bunu benim muhasebeciye söyleyeyim çünkü her ay benimle uğraşıyor ve sadece benim böyle olduğumu zannediyor.
“Biz ne güzel arkadaşlardık
Biz ne güzel arkadaşlardık”
Deniz K.: Pandemi sebebiyle toplumsal olarak hepimiz farklı şiddetlerde mağduriyetler yaşıyoruz. Ama en azından buradaki biz üçümüz için, farkındalık yaşayabilme şansına, ortamına sahip olan azınlıktan olduğumuzu söyleyebiliriz.
Hakan K.: “Altruizm”, bir bütün olarak bir diğerinin iyi olmasını düşünmek. Bencilliğin tam karşıtı. Ama bir diğerinin, aslında bütünün iyi olmasını sağlayabilmemiz için öncelikle kendimizin iyi olması lazım. Bunun içinde en iyi bildiğimiz şeyi yapmak iyi bir yöntem olabilir. En iyi bildiğini yapamıyorsan da ona yakın olanı yapmak. Tabii bu bir öneri sadece.
Deniz K.: Okaliptus’u yaparken bildiğiniz yöntemle mücadele ettiğinizi söylerken bunu kastediyordum. Peki müzik sektörüne baktığımızda üretime devam edebilmek, dayanışmayı sürdürülebilir kılmak için neler yapılabilir sizce?
Hakan K.: Zaten biz hayatta hep en iyi bildiğimiz şeyi yapmaya çalıştık. Dolayısıyla böyle bir dönemde de yaptıklarımızda bir farklılık olmadı.
Nejat Y.: Evet bizim formasyonumuz bu, üretmek. Üreterek yapabildiğimizi yapıp bu dünyadan böylece gelip geçmek. Bu ise, bir geçiş dönemi. İspanyol gribi gelmiş geçmiş bu dünyadan. Bu da bizim başımıza geldi.
Hakan K.: Sürdürülebilirlik konusu… Öncelikle örgütlenmek şart. Ama bir yandan örgütlerin yönetilmesi başka bir konu, örgütler arası iletişim başka bir konu. Örgütler arası iletişimde sınıfta kaldığımız gibi örgütlerle devlet arasındaki iletişimde de kesinlikle sınıfta kaldık.
Nejat Y.: Ayrıca örgütlerle müzisyenler arasında da sorun var çünkü pastayı yiyenler keseri kendine yontuyor.
Hakan K.: Bu örgütlerin genç ve tecrübesiz olması da ayrı bir konu.
Nejat Y.: Türkiye’de bir şarkıya enstrüman çalarak katkıda bulunmuş müzisyenlerin alması gereken pay yok denecek kadar az. Bestecilerin söz ve müzik hakkı daha garantiye alınmış vaziyette. Halbuki yurtdışında bir grubun elemanları her zaman daha fazla para kazanmıştır. Mesela the Beatles’ın davulcusu Ringo Starr’ın belki iki-üç bestesi var ama bütün albümlerde yer aldığı için o da pay sahibi. Bir Paul McCartney gibi değil ama gayet rahat yaşayabiliyor.
Hakan K.: Her meslek grubunun, mesela sahne teknolojileriyle ilgili her birimin kendi meslek birliği olması lazım. Özetle, o mesleği yapmak istiyorlarsa mesleklerine sahip çıkmaları gerekiyor. Böylece resmileşirler ve sigortalı olarak çalışmaları mevzu bahis olur. Hatta o meslek gelişir. İnsanlık 5000 yıldan beri bu sahnelerde tepiniyor ve açıkçası sahne sanatlarının yok olma gibi bir olasılığı yakın gelecekte görmüyorum ben. Dolayısıyla her birim artık kendi meslek birliği kursa hiç fena olmaz. Pandemi de en geç iki-üç yıla çözülecek. O zamana kadar da dişimizi sıkmamız gerekiyor. Eğlence endüstrisindeki tüm meslek birimleri bu süreçten örgütlenerek çıksa ne kadar bu olumlu bir şey olur.
Nejat Y.: Türkiye’de bu çok zor çünkü kimse buna öncelik vermiyor.
Hakan K.: Tabii ki pandeminin toplum üzerindeki etkisi çok büyük, çok hassas bir konu bu. Endişemiz aslında yaratıcı ekonominin gerilemesinden dolayı birçok insanın işsiz kalacak olması ve bu yaşananlardan ağır etkileniyor olması. Eğer yaratıcı ekonominin, sürdürülebilir olmasını, bu tip kriz ortamlarında kendi içinde kendini koruyabilecek mekanizmalara sahip olmasını istiyorsak özellikle de söz yazarları ve bestecilerin söylediklerini hükümetin dinlemesi lazım.
Deniz K.: O halde bu temenniyi bir şişenin içine koyup denize atıyorum ben…
“Orda içtim Mindos Gazozu
Üzüm suyumuz Dimitrakopulo
Paralar bitince boşları sattık
Az tükettik çok yaşadık ölmeden önce
Rüzgârlı tepelerde
Yürüdük yel değirmenlerine”
Nejat Y.: Bu arada kaç tık oldu? [saat 15.30 civarı]
Hakan K.: Dur bakayım, 83.824 olmuş.
Nejat Y.: Söyleşinin başından beri 700 kişi falan dinlemiş.
Hakan K.: Buraya takılmayalım bence. Ben şu an info stream olarak instagram’ın daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bizim dinleyicimiz orada.
Deniz K.: Sosyal medyanın bir zemin olarak birleştiriciliğinden bahsedebilir miyiz? Farklı kesimlerden insanların aynı içeriğe ulaşabiliyor olması mesela.
Hakan K.: Sosyal çeşitlilik var ama o ağlar kümeleri birbirine yakınlaştırmıyor. Hatta sosyal ağlar arasındaki ayrım aşırı katı.
Deniz K.: Yani Okaliptus’u çok farklı kesimden insanın dinleyebileceği bir alan değil mi internet?
Hakan K.: Şu an en büyük sorunsalımız da bu. Şarkımıza sadece Nejat Yavaşoğulları’nı, Bulutsuzluk Özlemi’ni ve beni bilenler ulaşıyor.
Deniz K.: Bunu aşmak için ne yapmak lazım?
Hakan K.: Bunun için iller arası ve illere münhasır pazarlama stratejileri geliştirmemiz lazım.
Nejat Y.: İşte bunlar hep Hakan’ın uzmanlık alanları. Nasıl oluyor bu iller arası?
Hakan K.: Karadeniz bölgesini ayrı, Orta Anadolu’yu ayrı, Güney Anadolu’yu ayrı çalışacaksın. Modelleme yapmalısın. Oradaki insan davranışlarını gözlemlemen lazım. Mecran yine sosyal medya olacak ama kısmen de olsa yerel gazete, yerel radyo, yerel televizyon gibi dış alanlara da eğilmelisin.
Deniz K.: Hâlâ onlara ihtiyacımız var yani.
Hakan K.: Kesinlikle. Mesela Okaliptus Karadeniz’deki “X” TV’de yayınlansa kötü mü olur! Başka türlü oradaki insanın nasıl haberi olacak ki? İşte bu bağlamda interneti kırmak lazım. Çünkü internet bizim o nefret ettiğimiz ve korktuğumuz hiper kapitalin ta kendisi. Net bizi her zaman sadece uygun gördüğü yerde bulunduracak.
Nejat Y.: Herkes kendi içbölgesinde takılıyor. TRT’nin tek kanal olduğu günlerde bir şarkı çaldığında Kars’taki de, Edirne’deki de onu dinliyordu. Şimdi daha kendi içine kapalı, parça parça topluluklar var.
Hakan K.: Alt kültürler ve onların üzerinde kurulmuş sosyal ağlar var ve birileri de bundan para kazanıyor. Ticaret, klasik bir “böl ve algıyı yönet” şekline dayalı. Bizim ihtiyacımız olan şey, insanların müziğimizle rahat bir anlarında rastlantısal bir şekilde karşılaşmaları. Mesela bir televizyon yayınında rastlantısallık vardır. İnternet öyle bir ortam değil; geçmiş tüm arama sistematiklerinle o an çağırdığın verileri eşleştiriyor. İnsan orada geçmişini tanıyan bir mantık sistematiği içinde dolanıyor. Ama bir yandan da interaktif bir ortam.
Deniz K.: Okaliptus’un dolaşıma girmesi için bahsettiğiniz anlamda bir girişimde bulundunuz mu?
Hakan K.: Şimdilik sadece kişisel ilişkilerimizi kullanıp tanıdıklarımıza haber verdik. Henüz yerel radyo ve televizyonlara da yazmadık. Aslında tam da buna ihtiyacımız var, ki bunun üzerine çalışacağız. Ayrıca arayıp “Böyle böyle bir parça yaptık,” diye haber verince de çok seviniyorlar.
Nejat Y.: Hani dedim ya başta, çeşitli bahanelerle bizlere yer açmamalarına canım sıkılıyor diye, belki ondan dolayı bir bıkkınlık, kopukluk oldu bende. Bir yandan da açık söylemek gerekirse mesela Gezi olaylarına katıldık diye TRT bize “küs”. Diğer televizyon kanallarının müzik programları da bize kapalı. Bizim kafada olan bazı haber kanallarının da müzik programları yok. Öyle olunca da kendi sosyal medya hesaplarımıza düşüyor iş. Halbuki Adana’daki yerel bir radyo bizim parçayı çalsa ne iyi olacak. Ama işte beni takip etmiyorsa haberi olmuyor ki. Bundan on sene önceye kadar, diyelim ki Adana’daki radyocu, beni kendi arardı. Aklıma, bunu çalabilecek yayın anlayışına sahip bir tek Açık Radyo geliyor şimdi. Kimin yayınlayıp yayınlamadığını da bilmiyorum ama o kadar da iplemiyorum artık. Dönemden dolayı yayın organları mı değişti yoksa benim uzak durmamdan mı böyle hissediyorum, kestiremiyorum. Şimdi böyle bir şarkıyı yayınlayabileceğimiz bir kanal var mı? Kral TV kapanmış. Rock FM, Kuran radyosu oldu. Geçen gün şehirlerarası yolda giderken TRT FM’de bir müzik programına rastladım, hani şimdi tutucu bir iktidar var, bakalım ne diyorlar şarkılarda diye. Duyduğum bütün şarkılarda “Cesaretin varsa çık karşıma,” gibi laflar ediyorlardı. Hep kızlar söylüyor bunları, “Oh olsun sana, sana daha çok çektiricem” falan. Anlaşılan çok özgür bir hayat yaşıyorlar, heriflere de posta koyuyorlar. “Aferin be!” dedim. Ama ortada müzik yok. Bol bol kullanılan laf, “Aşşşşk!”. Onu da bir tuhaf telaffuz ediyorlar zaten. Şarkıyı söyleyen erkek ise, o da kızın tam tersi şeyler söylüyor. İşte “Seni elde etmek mi? Oh olsun! Bi daha yüzünü görmek istemiyorum” gibi şeyler. Başka bir konu yok.
Hakan K.: Bu arada aklıma geldi de hiç TikTok’a baktınız mı?
Deniz K.: TikTok’um yok ama arada başka mecralara düşenlere denk geliyorum.
Hakan K.: Bence inceleyin. Anadolu’daki mizah duygusu, Türkçe kullanımı, kullandıkları tüm o müzikler ve performanslarıyla yeni bir eğlence anlayışı bu ve çok ilginç. Resmen yeni bir iletişim biçimi kurmuşlar kendi aralarında.
“Biz ne güzel arkadaşlardık
Biz ne güzel arkadaşlardık
[Okaliptus Orda dursun]”
Deniz K.: Okaliptus’tan beklentiniz nedir somut olarak?
Hakan K.: Yaz hit’i.
Nejat Y.: Benim herhangi bir beklentim yok. Kaç kişi izlemiş diye sormak işin oyun tarafı ve çok keyifli. Ama şu var ki her geçen dakika sayı artıyor.
Hakan K.: Bu parça çok hoş bir mesaj içeriyor bence ve dinleyenlere de iyi gelecek diye düşünüyorum.
Nejat Y.: Bu çok enteresan çünkü böyle olmasını hesaplamış değilim. Bizim klip olarak çektiğimiz şeyden tut da parçayı oluşturmamıza kadar kendi aramızda bir çalışma yapar gibi kaydediverdik bu parçayı. Grubumuzun davulcusu Mert de [Alkaya] gelip çaldı. Sonuç olarak bu kendiliğinden, organik iş, birçok insanın ruhunu okşadı. Onlara insancıl ve yumuşak geldiğini düşünüyorum. Ayrıca Bulutsuzluk Özlemi çevresinde toplaşmış müzikle ilişkisi derin olan bir dinleyici grubu var. Ticari müzik yapmıyor oluşumuz o insanlar tarafından anlaşılıyor.
Hakan K.: Zaten ilk adresimiz onlar.
Nejat Y.: Diyelim ki hamburgercide çalışan bir kız Bulutsuzluk Özlemi Dinliyor. Ona “Zaten sizin için yapıyorum bu müzikleri” diyorum espriyle karışık ama gerçek. İnsanların algıda seçicilik yapıp ihtiyacı olan şeyi bir yerlerden bulup dinlemesi bana çok anlamlı geliyor.
“Biz ne güzel arkadaşlardık
Biz ne güzel arkadaşlardık”
Hakan Kurşun, Nejat Yavaşoğulları, Mert Alkaya (fotoğraf: Ömer Kurşun)
Deniz K.: Karşılıksız müzik dediğimde zihninizde neler çağrışıyor?
Hakan K.: Beklentisiz müzik diye bir konser yapmıştım bir keresinde. Beklentisiz, yani kimse o müzikle ilgili benden bir şey beklemesin. “Ben bunu dinleyince kendimi iyi hissedeceğim,” demesin. Ben ise, sadece çalayım.
Deniz K: Bu konserde beklentisiz de olsa dinlemesini beklediğimiz insanlara ihtiyacınız var. Peki dinleyiciyi nasıl konumlandırıyorsunuz?
Hakan K.: Evet onlara ihtiyacım var ama müziği bütün beyinlerini boşaltarak, boş bir sayfayla dinlemelerine de ihtiyacım var.
Nejat Y.: Sanırım Hakan önyargısız demek istiyor. Zaten dinleyici kendisine iyi gelen bir şey bulursa mutlu oluyor. Bulmuyorsa da onu etkilememiş oluyor o müzik. Karşılıksız müzik, zaten olması gereken bir şey. Şarkıda da “Gitar çalar, düş kurardık” diyor. Bunlar para kazanacağım diyerek yapılan şeyler değil. Müziği yapan kişi sadece müziğini ortaya koymalı. İnsanlar da onda kendine ait bir şeyler buluyorsa, o şarkı onda bir duygu uyandırıyorsa bu yeterli. Manevi doygunluğu ise kendi müziğini yaparak zaten elde ediyorsun.
Deniz K.: Müziği oluşturan şeylerden birinin de onu paylaşacak olmanın heyecanı olduğunu söyleyebilir miyiz? Yani o müziğin bir kişi tarafından bile dinlenecek olması onu oluşturan unsurlardan biri fikrime katılır mısınız?
Nejat Y.: Yapan insan olarak paylaştığında öncelikle kendini rahatlatıyorsun. “Oh be! Benden çıktı,” diyorsun. Ben mesela hep “Bunu doğurduk şimdi yenilerine bakalım,” derim. Bu belki doğal bir tutum olmayabilir. Ama meslek icabı böyle bir gerçekliğim var. Ayrıca belli bir noktaya gelmişsen senden “Acaba ne yapacak,” gibi beklentiler oluyor. Bununla ilgili başka bir şey anlatacağım: Beyoğlu Hayal Kahvesi’nde çalarken İngiliz bir adam geldi “Sizin albümünüz var mı?” dedi. O zaman da Uçtu Uçtu [1990] ve Güneşimden Kaç [1992] albümlerimiz yayınlanmıştı sanırım. “Niye albüm yapıyorsunuz, amacınız meşhur olmak mı? Halbuki müziği burada çalıp burada bitirebilirsiniz. Albüm malbüm yapmayın. Burada yaşandı, burada bitsin,” dedi. Sonuçta adamın felsefesi bu. Böyle tipler de var.
Hakan K.: Adam uçmuş!
Nejat Y.: Fakat onu ciddiye alıp kendime kendime sormuştum; mimarlık yapıyorum, bir yandan bestelerim var. Sürekli “Ben ne yapacağım?” diyorum. Kimileri “Bu şarkılar adam olmaz” falan diyor... O zaman bas çalan arkadaş çaktırmadan kayda almış bizi. Bodrum Mavi’nin sahibi Haluk’a dinletmiş – ki tanışmıyorduk daha. O da beni arayıp “Merhaba ben Haluk. Mavi’de gelip çalmanızı istiyorum,” dedi. Ben de tıpkı o İngilizin ağzından konuştum. “Öyle deme, bu şarkılara başkalarının da ihtiyacı var,” dedi. Ben de “İşte bu güzel bir bahane!” dedim; bir rock star olma veya meşhur bir grup olma fikrindense toplumsal bir amaç için bunu yapmamız lazım diye bana bir cesaret gelmişti.
Hakan K.: Lise son veya üniversite birde 1985’ten veya sonrasından falan bahsediyorum, daha Bulutsuzluk Özlemi ortada yokken – sizin kayıtlar mimarlıkta okuyan arkadaşların birinden bize ulaştı...
Nejat Y.: Hadi ya!
Hakan K.: Tespit kariyerin temelidir. O İngilizin dediğini çürütmek için de gerekli ayrıca. İstediğiniz kadar konser çalın eğer tespitiniz yoksa işe yaramaz. Kayıt altına almak, arşivlemek, yazmak çok önemli.
Nejat Y.: Rüzgâra üflenmiş laflar, şarkılar uçar gider.
Hakan K.: Nejat Abi düşünsene, sizin o kayıtlar daha başka kim bilir nerelere gitmiştir… Kaydetmezseniz kimsenin haberi olmaz. Evet, tespit ve sahnede olmak çok önemli ama kendi müziğini yapmak da bir o kadar önemli. İnsanlar kendi seslerini ortaya koymalı.
Nejat Y.: Bu şarkıyı da aslında biz kendimiz için yaptık. Ama bizim bu yaptığımız da başkalarının frekansını titreştirdi. Ayrıca paylaşarak bu şarkıya başkalarının da ihtiyacı olduğunu görmüş olduk. Mesela benim o çizdiğim resmi gören genç bir ressam hayal kurmuş ve bana diyor ki “O sırtı dönük kızı kendim olarak düşündüm”. Sonra hayalinde, insanların ortasına çizdiğim köpeği dolaştırmış, güneşi yavaş yavaş batırmış, çizdiğim kuşları uçurmuş. Sadece bu örnek bile başkalarının da bu şarkıyla bir paralellik kurduğu anlamına geliyor.
•