Hasan Güçlü Kaya'nın Ölümsüz kitabı, bir dizgenin, kapitalist paradigmanın söküm işlemine yeltenmiş bir metin. Dünya tarihinden ülke tarihine geçişlerle şairce bir şahitlik çabası
25 Mayıs 2017 14:00
Şiir tarihimizle ilgili çalışmaları incelediğinizde ağırlıklı olarak bakışın, kurulan nedensellik ilişkilerinin kopuş ve devam şiirleri bağlamında toplumsal, politik ve tarihî ortam ve dönem bilgilerine yaslanarak kurulduğunu görürsünüz. Oysa metin odaklı yapılmayan değerlendirmelerin indirgemeci, genelleyici yargılardan uzak durması zordur. Özellikle şiirden söz ederken, şairi, Tanzimat’tan bu yana dönemin başat yöneliminin, topluluğunun içine yerleştirme eğilimindeyizdir, bunu yapamıyorsak kopuş, itiraz toplamının göstergelerinden biri hâline getiririz onu. Karşıtlıklar içinde bir yere yerleştiremediğimiz her şairin adını da bağımsızlar hanesine yazarız. Hikâyemiz böyle sürer gider. Böyle böyle oluşturduğumuz bellek öyküsünden bir gelenek çıkarmaya, kuşaklar yaratmaya devam ederiz.
Bu tavra ilişkin çalışmaların da elbette bir kıymeti var. Bir kanon oluşturmak, sürekliliği olan bir hattı süreksizlikler, kırılmalar, kopmalar ve devamlar üzerinden tarihsel, dönemsel art alanlarıyla kurmak, anlamak ve çözmek, bu da kuşkusuz önemli. Ancak bu çaba, tek tek verimlerin metinsel özelliklerini çözmeden, doğrudan metne gitmeden yapıldığında hep eksik, güdük kalmaya, yanıltıcı olmaya mahkûm. Bugün metin odaklı, yazanın niyetinden bağımsızlaştırılmış, okur merkezli farklı bakış açıları ve yöntemlerle metinlere yaklaşma çabalarına en çok şairlerin/ yazarların ihtiyacı var. Aslında okurların haz niyetini aşan, geçen okumaları için de bu türden çalışmaların önemi var. Popüler, kitlesel, yığın edebiyatı dediğimiz üretimlerle edebiyat olanın niteliksel ayrımını yapabilmek, onları birbirinden ayırabilmek de bir kültür ve eğitim işi çünkü.
Bunları bana düşündürten Hasan Güçlü Kaya’nın Biri Yayınları’ndan Mart ayında çıkan, ilk kitap olma özelliklerini çoktan aşmış, Ölümsüz’ü oldu. Korolar bölümü ile başlayıp uzun bir şiire, Ölümsüz’e açılan kitap İsimsiz şiiriyle kapanır. Korolar ve Ölümsüz birbirine bağlanan şiirler. Sondaki İsimsiz ise ayrı, bağımsız durmayı seçmiş bir final şiiri. Diğer iki şiirin birbirini tamamlayan edasının dışında duran bir bağımsız. Ölümsüz’ün meselesini ve etkisini azaltmıyorsa da onun gölgesinde kendi derin anlamı ve parlaklığını zor ve tekrar okumalarda veriyor.
Ölümsüz, ilkin içeriğinden daha çok, bir üslup ve biçim denemesi oluşuna dair sorularını zihne bırakıyor. Epiği, tragedyaları, kahramanı ve kahramanlıkları, yüceyi tartışma alanına yeniden çağıran bir metnin burada ve şimdide bizim için söyleyeceği ne olabilir? Şair bize bu çağrı ile ne yapmak ister, ne göstermeye çalışır? Şiirde kendini duyuran seslerin çoğulluğu ne anlama gelmektedir? Yükselen, öne çıkan ses kimindir ve altta, şiir ilerledikçe kimin sesidir silinen? Dünyanın onarılamazlığı gerçeğiyle sersemlemiş, parçalanmış, kurtuluşsuzluğun içinde, kapanında kıvranan modern öznenin trajedisi… Aramak zorunda olduğumuz şey budur.
Ölümsüz bir parodi metin. Koro: Erkekler, Veteranlar, Yağmur Bekleyen Kadınlar, İşçiler, Mandolin Çalan Kızlar, Gölgelere Uzanan Şövalyeler, Devlet Adamları, Müttefikler… Telaşlı, öfkeli, küstah, alaycı, … sesleriyle konuşur bizimle. “Erkekler:/ Şükürler olsun golf toplarına,/ Şükürler olsun tenis fanilama!/ Başımı özgücümle ayıkladım/ Ezdim bitlerini, koydum yanına;/ Şimdi yalnız sanadır dualarım/ Ey, ölü deniz!/ Ve sırtında gezdirdiğin/ Itırlı, hafif akşama.”
Burada koro, tragedyalardaki kolektif olanı taşıma işlevinden uzaklaşmıştır. Parçalanmış benlerin çoklu sesleri bir kakofoni yaratmak içindir. Vicdanın, adaletin, ahlakın, iyinin, doğrunun haklı sesi değildir bu. Burada konuşanlardan kitabın hâkim öznesi, şair personası azade midir? Bir vakitler dünyayı kurtarmak, kurtuluş müjdesini halklara, insanlara vermekle görevli, yücenin hâkimi ya da koruyucusu kahraman kimdir ve neye dönüşmüştür? Savaşlardan, kıyımlardan geçe geçe kurtuluşun imkânsızlığı, dünyanın onarılamazlığı gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalan için kahraman/lık çoktan bitmiştir. Benlik parçalanmış, tarihselliği içinde muktedirler ve diğerleri dünyaya kendi yazgılarıyla ve bu yazgıları değiştirme cüreti ile saçılmıştır. “Bilmiyorum şu bunak aklım/ Tutabilecek mi kıvamını özün/ Tartmaya yetecek mi sonsuzu/ Kararlı bir kafiye/ Dayanabilecek mi gövdem/ Adımlarımın şiddetine// Bir gölge bile değilim ama/ Muhteşem olsun istiyorum yürüyüşüm// Deneyelim hele bir/ Hele bir kararmaya başlasın hava/ Hiçlik yapışsın yakama/ Tavsasın bendeki hüzün/ Başlayalım şu acıklı şarkıyı/ Ölümlülerin dilinde yontmaya//…”
Ölümsüz, hem dünya tarihi hem de kendi coğrafyasının tarihini dikey ve yatar örüntülerle kurarken insanı tarihselliği içinde tüm yanılsamaları, tanrılaşma sanrıları içinde bir alegorik dünyanın içine hapseder. Cehenneme… Dünya denilen cehenneme. Çoktan ölmüş, çoktan çürümüş olan burada, ölmemeye, acısından kurtulamamaya mahkûmdur o. Bu bitimsiz kötülüğün içindeki cinnetin nedeni ölümsüzlüktür. Kitap, tersten bir okumayla da kendini ölümsüz, yüce, yenilmez ve tek hissedenlerin dünyayı cehenneme çevirişlerinin anlatısıdır. Ki şiir, Dante’nin İlahi Komedya’sından, Cehennem bölümünden bir alıntıyla başlar: “Dedim ki: Usta bunca yakınmalarına yol açan acının kaynağı ne?/ Yanıt verdi: Kısaca söyleyeyim dinle/ Bunların ölmek umutları kalmadı/ öyle aşaılık ki karanlık yaşamları/ Kıskanırlar başka her yazgıyı.”
Ölümsüz öncelikle parodi yoluyla bir üsluplaştırma denemesine kalkıştığı için önemli ve dikkat çekici bir metin. Dante, Goethe,T. S.Eliot, Nietzsche… Bazen biçimsel, zaman zaman içerikle ilişkili noktalarda metnin katmanlaşmasına, aynı zamanda okuruna daha rahat açılmasına olanak veren izlekler olarak kitapta yerlerini bazen apaçık bazen dolayımlarla almış. Bu nedenle metin okurundan bir arkeolog gibi davranmasını bekliyor. Ne kadar derin kazı yapılırsa ve bu kazı ne kadar yatay bir eksene yayılırsa metin o kadar konuşkanlaşıyor. Bu açıdan bakıldığında parodi kurgu kaçınılmaz olarak metinlerarasılığın içinden – bu metinlerarası göndermelere Kapital de dâhildir- bir melezlikle bizi karşı karşıya bırakır.
“Eğer başka bir türün edebî araçlarının açıkça ortaya konulması komik yorumlama ile gerçekleştiriliyorsa o zaman o eserde parodi var. Parodinin birçok işlevi vardır fakat alışılagelmiş işlevi ise muhalif bir edebî grup ile alay etmek, onun estetik sistemini yıkmak ve onu ortada bırakmaktır.”1 Burada parodisi yapılan eski dünyanın yücesi, kahramanı, tragedyalarıdır. Parodisi yapılan alttaki metnin dili, üslubu ironiyle dönüştürülerek üst sesin hâkimiyeti altına girer. Parodisi yapılanın sesi, parodiyi kuranın sesi ve bunlara kimi zaman sızan şairin sesi. Hasan Güçlü Kaya nasıl bir metin yaratmak istediğinin net bilgisi ve bilinciyle şair personasının ara ara metne sızmasına özellikle izin vermiş görünür. Bu bölümler metnin gevşekliğine değil, şairin arzusuna teslim olmuş bölümlerdir. Ki şimdiki zamana ilişkin modern öznenin parçalılığını anlatmak açısından da şiire başka bir boyut katmayı sağlamıştır. (“Ne yalan söylemeli korktum birden/ Yazılmış yazılacak ne varsa hepsinden/ Oyunun en çözümsüz yerinde/ Unutulmuş bir ölünün anısı…”), (“Doğru değil bunlar biliyorsun sevgilim/ Şiirimi kentli bir berber gibi bitirmek amacım”)…
Bir yabancılaştırma aracı olarak parodi, eskimiş, arkaikleşmiş, hatta tedavülden kalkmış bir biçim, ses ve duyuşu taklit yoluyla nasıl bir yeninin alanına fırlatmakta? Modern özne bu arkaikleşmiş formun içinde, onun üslupsal dönüşümleriyle, şimdiki zamanda, burada, varlık oluşa, var oluşa, oluşa dair nasıl bir başkalaşım geçirmiştir? Koro kimin bilinci olarak konuşur?
Bir dokuma tezgâhının yukarıdan aşağıya inen gergin ipleri türün biçimsel özelliklerini kendinde tutarken yatay örüntü, üsluplaştırma denemesi bu çift sesliliğin içindeki yeniyi duyurur. Eski olana yeninin sesiyle hayat kazandırma, eskinin söylemine dair bir yıkıcılık taşır. Biçim, üslup içeriyi kuran ve yıkan bir eleştirellikle Ölümsüz’de yeniyi taşır. Yüksek-yüce olanın alçağa, aşağıya indirilmesidir bu. Tanrıların, yarı- tanrıların, dokunulmazların çağdaşlaştırılarak temsil seviyesine indirilmeleri, metinde yaşam seviyesindeki temsilleriyle karşılığını bulur. Dile ve dünyaya dair farklı bir tutum alış metinde doğrudan temsilin içinde ve yaşanan gerçeklerle alay etme yoluyla kendini dışa vurur. İlk metinle şimdinin gerilimi, “alayın mesafeyi yok etmesi”yle yeniden yana taze bir söyleyişe şiirin kapısını aralar. Karşımıza çıkan şiddetle bozulmuş ve çarpıtılmış bir dünya sunumudur. Bu açıdan Ölümsüz için dünyayı ters yüz etmeye yeltenen bir metindir diyebiliriz. Her şey ölmek için yeniden doğar; bu, Ölümsüz’ün trajediyi alayın, hicvin içinde malzemesini gezdirerek trajikleştirme biçimidir. “Kortej ve konfetiler ve bayraklar ve askerler sarayın önünde durdu/ Kız Meslek Lisesi öğrencisi Bayan Ülker kolundaki/ papatya sepetleriyle imparatora doğru yürüdü/ çiçekler sunarken evrenin sonsuzluğunu anlatan kendi yazdığı şiiri okudu/ Getirilen tahtaya ırmakları, gölleri, iç düşmanları ve dış düşmanları önem sırasıyla listeledi/ Altın ve elmas iki iri küpesi yanaklarından ışıldarken/ Gümüş ve bakır bileziklerini bileklerinde büyüten ufak bir dans gösterisi sergiledi/ Malatya ve Kongo kauçukları hakkında bir araştırma raporu okudu/ Demiryollarıyla küçülen dünyayı, buharın getirdiği barışı anlatan bir piyese hazırlanıyordu ki/ Yaver ilerleyip yaşaça sıktı kolundan, coşkuyla sarılır gibi yapıp sarsarak omuzundan: 'Baksanıza küçük hanım,' diye fısıldadı/ 'Temsili burada kesiverin/ İmparatorumuz ölesiye acıktı.'”
Bu şiirlerin öznesi/ anlatıcı ben bir şairdir. Şahitliğini, tarih yazıcılığını dünyayla, şeylerle ilişkisini belli bir mesafede tutarak kurmaya çalışır. Bu bakış kendisi dâhil her şeyi dış gözlemle kaydeden bir bakıştır öncelikle. Kaydını gündelik ilişkilerin, eşyaların içinden geçerek tutar. Ama, aynı zamanda benin savrulduğu, bilinçdışı/ altı olana söyleyişi bıraktığı yerler de görülür. Dokunun ince zara dönüştüğü bu yerlerden sızanlar büyük ölçüde şair dolayımıyla günümüzün paramparça ve kurtuluşsuz öznesinin tipolojisini çizer. Hem burada ve aslında daha çok da Koro bölümünde konuşan özneler, Ulus Baker’in Kanaatlerden İmajlara2 metninin giriş bölümünde yer alan toplumsal tipler kavramsallaştırmasını da bize hatırlatır. Ona göre edebiyat ve sinema toplumsal tiplerin yaratıldığı alanlardır. Şiir, modern zamanın yeni toplumsal tipleriyle de karşılaştırır bizi. Hasan Güçlü Kaya Ölümsüz’le çağın güç ilişkilerine dair eleştirel bir anlatı kurarken, şimdiki zamanın yeni toplumsal tiplerini de çizmeyi başarmıştır. Koro bölümü bir kez de bu bakış açısıyla yeniden okunabilir. Bu bakışla “yeniden” okuma aynı zamanda arzu ekonomisinin bireyden topluma geçişleri, gerilimleri ve yıkıcı etkileri üzerine de yeniden düşünmenin bir olanağını okura verebilir.
Parodi metinler elbette yalnızca içeriğin değil, dil ve biçimin de taklit yoluyla yeniden üretimiyle oluşturulurlar. Kitap bu konuda da diliyle ayrı bir dikkati hak ediyor. Dış, nesne, gerçeklik ilişkisi bağlamında metin T.S Eliot’ın nesnel bağlılaşık kavramına dair dikkat çekici örüntülerle kurgusunu oluşturmuş. Ölümsüz imgesi odağında dış gerçeklik için duyusal-düşünsel tasarımlarının dışavurumuyla, soyuttan- somuta, somuttan- soyuta, somuttan- somuta geçişlerle gerçeğe çok yakın ama benzersiz bir anlam evreni dil araç kılınarak değil, dil odağa alınarak kurulmuş.
Başa dönersek… Bugün yazılan şiir toplamı içinde Ölümsüz’ün yeri neresidir? Kuşak ısrarlı tasniflerin içine mi yerleştirilmeli bu şiir? Deneyin, somutun arayışlarının minör kurulum çabaları ile kıyaslandığında modası geçmiş, anaakımın ortasında tutacağımız bir şiir midir? Ölümsüz, örneğine özellikle şiirde az rastladığımız parodi bir metindir. Bir üsluplaştırma örneği olarak da dili, yeniden yana deneyen bir yapıttır. Şairin kendisinin bir söyleşisinde de vurguladığı gibi Ölümsüz, bir dizgenin, kapitalist paradigmanın söküm işlemine yeltenmiş bir metin. Dünya tarihinden ülke tarihine geçişlerle şairce bir şahitlik çabası. Israrcı bir titizliğin şiirlerin biçim ve söyleyişine sızdığını rahatlıkla görebildiğimiz yapıt, bundan sonra Hasan Güçlü Kaya’nın okurlarını farklı şiirsel deneyim alanlarına taşıyacağının müjdecisi diyebiliriz.
“Çekip giderken bir kez daha/ Dönüp baktım dünyaya:/ Biz nasıl ulaştık bu sonuca?// Altı üstü uzun, uzun bir yaz ikindisiydi galiba/Ama ben sakınmadım, yaşadım.”