Ormanda bir buzdağı

Olivier Remaud'nun 2 Haziran 2020 tarihinde Libération gazetesinde yayımlanan "Un iceberg dans la forêt" başlıklı yazısına yazarın özel izniyle yer veriyoruz. Remaud'nun “Penser comme un iceberg” (Buzdağı gibi düşünmek) adlı kitabı Ekim ayında Actes Sud tarafından yayımlanacak. Yazarın Gönüllü Yalnızlık adlı denemesi geçtiğimiz yıl Türkçeye çevrilmiş ve Kıraathane Kitapları'ndan çıkmıştı...

08 Temmuz 2020 08:15

“Ağaca tüneyen baron” oyununu ne çok oynardım. İtalo Calvino’nun Aydınlanma Çağı üzerine kaleme aldığı aynı ismi taşıyan romanında küçük Cosimo’nun yaptığı gibi, ailemin evini çevreleyen korudaki meşe ağaçlarına tırmanırdım. Ağacın tepesinde, dallarının arasında gece olmasını beklerdim. Yapraklar hışırdar, alaca baykuşlar geçit yapardı. Aşağıdaysa kurbağalar vıraklar, büyük baştankaralar otları karıştırır, porsuklar yuvalarına tüneller kazardı.

Günlerden birinde uyuyakalmış olmalıyım. Yüksek bir dalın üzerinde oturuyordum ki bir buzdağı beliriverdi. Yaprakları yara yara, kesintisiz bir hızla ilerliyordu. Tehditkâr bir tarafı yoktu. Geçtiği yerde hiçbir kuş uçmuyordu. Hiçbir ağacın gövdesi yere gürültüyle devrilmiyordu. Buzdağı, ormanı incitmeden seyrini sürdürüyordu. Hafif devinimlerle yol alıyordu. Fildişi gibi beyazdı. Dik duvarlarında küçük yuvarlak oyuklar vardı. Bulunduğum meşe ağacının hemen önünde durdu ve hareket etmeden yerinde öyle kaldı. Rüyam tam da o sırada son buldu.

Dalların seçimi

Yüksekte bulunmanın bazı avantajları vardır. Ufku görme ihtiyacını giderir ve bakışı keskinleştirir: “Yeryüzünü iyi görebilmek için, ona biraz uzaktan bakmak gerek,” diye yazar Calvino.

Cosimo, güzel ve rahat evinin dört duvarı arasında sıkışmayı reddeder. Ağaçlara tüneyen baron önyargılarını da arkasında bırakır. Tarla süren köylülere çektikleri çizginin düz olup olmadığını söyleyerek yardım eder. Yan çayırdaki domateslerin ne kadar olgunlaştığına dair onlara bilgi verir. Hatta bir sulama mekanizması bile icat eder ve bir orman yangınını önler. Yıllar geçtikçe söğüt, dişbudak ve meşe ağaçlarının üzerinde sever, düşünür ve en büyüklere öğütler verir. Onunla Aydınlanma Çağı ormanda ve havada yaşanır.

Ancak Cosimo artık aşağıya inmek istemez. Hayatının sonuna yaklaştığında toprağa gömülmeyi reddeder. Üstünden geçen bir balonun çapasını yakalar ve bir daha geri dönmemek üzere uçmaya başlar. Muhtemelen denize düşer. Fazla yükselmesi, boğulmasıyla sonuçlanır.

Yakından Dünya 

Kafamızın üzerinde, yüzlerce kilometre ötede buzulların uydu görüntüleri elde ediliyor. Bugünlerde bu görüntüler, gezegenin buzul bölgelerinin tüm enlemlerde, denizde ve dağda eridiğini hiç şüpheye mahal bırakmadan doğruluyor. Yok oluşlarının hızı son yirmi yılda önemli ölçüde arttı. Bunun nelere yol açabileceğini daha iyi anlamak için, gökyüzünden gelen elektromanyetik verilerin, Dünyada yaşayan canlının mikro-dinamiklerinin analiziyle tamamlanması gerekiyor.

Peki, o zaman kutup bölgelerinde gözümüze neler çarpıyor? Arktik tundra çorak ve ağaçsız gibi görünüyor. Ancak otların dibinde bir bitki örtüsü var. Cüce söğüt ve huş ağaçları, bir başparmağı geçmeyecek kadar, ayaklarımızın altında minnacık ormanlar meydana getiriyor. Rüzgârlar buz kesiyor, ışık yetersiz. Su ise kıt. Buna rağmen bu Lilliputlu ağaçları besliyor ve kıyıdaki buzullara doğru akıyor. Ağaçların gövdelerine tırmanamıyoruz. Dallarını görebilmek için yere yaklaşıp turbalıkta diz çökmek gerekiyor. Çok yakından, büyüteçle görünmeyi gerektiren bir dünya bu.

Tundranın ötesinde, buzullarından koptuktan sonra denizlerde sürüklenen buzdağları gezegenin dengesi için zaruri birer ekosistem. Bunun için karanlık sulara dalıp, suyun altında kalan kısımlarını incelemek gerekiyor. Deniz biyologlarından, dünyadaki oksijenin büyük bölümünü üreten buz alglerinin bu buzdağlarının kenarlarına bol miktarda yapıştığını öğreniyoruz. Bu tek hücrelik diatomlar morina balıklarının iştahla yuttukları zooplanktonları besliyor. Morinalar ise kuzey fulmarlarına ve foklara yem oluyor. Kutup ayılarına gelince, onlar da fokları avlıyor. Eğer buz olmazsa, besin zinciri başlangıç noktasını yitirir.

Alışılageldik algılarımızla çelişen iki gerçeklikle karşı karşıyayız. Bir taraftan çıplak gözle görülmeyen ormanlar. Beri taraftan buzdağlarının hayat gemileri olması. İki ekosistem tek bir döngü sayesinde birbirlerine bağlılar: Suyla. Hayat her yere tünüyor, kıpırtısız olduğunu varsaydığımız doğal ortamlara bile.

Her zaman garip rüyalar görürüz. Bazıları bizlerde iz bırakır. Ben de çocukluğumda ağaçların üzerinde geçirdiğim gün batımlarını hatırladım. Basit bir ders çıkardım bundan: Görünenin aksine, ekosistemler birbirlerinden ayrı değildir. Her biri, sayısız süreklilik ilişkileriyle bağlıdır birbirlerine. Birini etkileyen, diğerlerini de etkiler. Buzullar ta orada, uzaklarda değillerdir. Onlar ormanlarımızın içine kadar burada, bizimledir. Ağaçları korumak da, buzul bölgeleri koruma altına almak demektir.

Ormanda bir buzdağı. Aslına bakılırsa, belki o kadar da garip bir rüya değildi bu.

çev. ÖZGÜN ÖZÇER

 

GİRİŞ RESMİ

Buzdağları, Frederic Edwin Church, 1861.