Pelin Buzluk’la ihraç sürecini, bu süreçte yaşadıklarını, öykülerini ve Sait Faik Hikâye Armağanı’nı konuştuk...
15 Mayıs 2017 14:12
Pelin Buzluk, En Eski Yüz adlı öykü kitabıyla 2017 yılı Sait Faik Hikâye Armağanı’nın sahibi oldu. Bu, hem Türkiye öykücülüğü hem de şu an bir direnişin ortasında olan Pelin Buzluk için güzel bir haber. Buzluk, ilk öykü kitabı Deli Bal ile Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü, ikinci kitabı Kanatları Ölü Açıklığında’yla ise Selçuk Baran Öykü Ödülü’nü kazanmıştı. K24’ün 80 ve sonrası kuşağı soruşturmasında, “Edebiyattaki meseleniz” sorusuna “Düş kurmak, kurdurmak, mümkünleri çoğaltmak” diye cevap veren, 1984 doğumlu, genç hep de genç ve acemi kalmayı dileyen bir yazar Pelin Buzluk. Sadece öyküleriyle değil, öykülerinde dert edindiği meselelere gerçek hayattaki duyarlılığıyla da mümkünleri çoğaltan bir yazar. Şimdi bir direnişin ortasında çünkü 29 Nisan’da Barış İçin Akademisyenler’i destekleyen edebiyatçılar arasında imzası olduğu gerekçesiyle KHK kararıyla bakanlıktaki görevinden ihraç edildi. Pelin Buzluk’un tam da böyle bir zamanda böylesine önemli bir ödülü alması, dönemimizin en başarılı kalemlerinden birinin daha çok okura ulaşacak olmasının yanı sıra onunla dayanışmayı da çoğaltacağı, büyüteceği için ayrıca önemli. Pelin Buzluk’la ihraç sürecini, bu süreçte yaşadıklarını, öykülerini ve Sait Faik Hikâye Armağanı’nı konuştuk.
KHK ile ihracınızın hemen ardından En Eski Yüz kitabınızla Türkiye’nin en saygı duyulan edebiyat ödüllerinden birine, Sait Faik Hikâye Armağanı’na layık görüldüğünüzün haberini aldınız. Nasıl hissediyorsunuz?
Sait Faik Abasıyanık, öykünün dönüp dönüp okunası en büyük örneklerini yazarak, yalnız bununla zaten en büyük hediyeyi verdi bize. Şimdi bu armağanla adımın Sait Faik’le birlikte anılması ayrıca büyük bir mutluluk, kıvanç kaynağı oldu.
İhraç sürecini dinlesek biraz sizden? Öncesinde birkaç ay süren yıpratıcı bir baskı dönemi de yaşadığınızı biliyoruz.
Bu süreç ihraç edilmemden yaklaşık iki ay önce hakkımdaki bir istihbaratla ilgili iyi niyetli görünen bir konuşmayla başladı. Böylece muhtemelen referandum sonrasında yayınlanacak bir KHK ile büyük bir cezalandırmayla yüzleşeceğimi anlamıştım. Bu kadar büyük bir ceza ile karşılaştığında, insan yanılıp kendine suç arayabiliyor. Bir süre sonra bu insanlarla kendi isteğimle gerçekleşen görüşmelerde de bulundum. Bu benim için önemli bir yaşam deneyimiydi aynı zamanda, bu bilinçle de hareket ettim. Onlarla temel hak ve özgürlüklerden konuşmaya çalıştım. Bu görüşmelerde birbirlerinden haberleri yokmuş gibi davrandılar. Genel olarak haklar konusunda, suçsuz olduğum konusunda neredeyse hemfikirdik. Yine de bu kötülüğe engel olmadılar. İyi ya da kötü niyetli olsun, kurumdaki bu birkaç insan, uğradığım haksızlıktan direkt sorumludurlar.
Bu süreçte edebiyat dünyasından beklediğiniz dayanışmayı görebildiniz mi?
Evet. Çok güzel, doğrulup devam etmek için cesaret veren bir dayanışma gördüm.
En Eski Yüz’e dönecek olursak, ilk kitabınız Deli Bal ile Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü, ikinci kitabınız Kanatları Ölü Açıklığında’yla Selçuk Baran Öykü Ödülü’nü kazandınız. Bir söyleşinizde “Birkaç nedenden ötürü bundan sonra Türkiye’de katılmak isteyeceğim bir tek yarışma kaldı. Bu yüzden yeni bir ödül almam zor görünüyor” diyorsunuz. Burada bahsettiğiniz ödül Sait Faik miydi?
Bahsettiğim ödül Sait Faik’ti, evet. Başka hiçbir ödüle başvurmadım, bundan sonra da Türkiye’deki ödüllerde aynı neden varlığını sürdürdükçe başka bir ödüle başvurmayacağım.
En Eski Yüz, Deli Bal ve Kanatları Ölü Açıklığında kitaplarınıza göre dilin imkânlarını daha da zorlaması, dilinizin yalınlaşması açılarından konuşuldu. Ben bir taraftan da aklındakini, derdini daha doğrudan söyleyen bir Pelin Buzluk da görüyorum son kitabınızda. “Su İşi” öykünüzde ortadan kaybolan Cemil ve karısının yaşadığı çaresizlik ya da “Gemisiz”de namus cinayetine kurban giden Hatice… İlk kitabınızdan beri hissedilen bu dert edişlerin öykülerinize bu kadar doğrudan girişi yazınınız ya da hayatınızla ilgili ne söylüyor?
En Eski Yüz'deki öyküler, Orta Doğu’da kadın olmakla, üzerimize yaftalanan öğrenilmiş rollerle kişisel olarak başa çıkmaya çalıştığım bir dönemde yazıldı. Doğrudan özyaşamöyküsel değiller, ancak yazılmaları kadınlık rolleri ve otosansürle mücadele ettiğim, tanıklık ettiğim yaşantılarda, okuduğum metinlerde bu meseleleri seçip odaklandığım bir döneme rastladı.
Yine ödüle dönecek olursak, Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü aldığınızda, ilk kitabı yayımlanmış genç bir yazar olarak, ödüllerin kalabalık edebiyat dünyasında görünür olmak için bir fırsat olduğunu söylemişsiniz bir söyleşinizde. Bugün ödüller, özellikle Sait Faik Hikâye Armağanı gibi köklü bir ödüle sahip olmak ne anlam ifade ediyor sizin için?
Düşlerle, yazıyla yaratılan mücadele alanının haklılığını hep bilmiştim. Ankara’da doğmuş, hep burada yaşamış bir öykücünün, arkasında edebiyatının değerini teslim eden okurlar, kıymetli yazarlar dışında kimse olmadığında da, kimseye “hocam” deyip sırtını yaslamadığında da öykülerine bir yaşam alanı bulabileceğini görmüş, bir bakıma göstermiştim. Aldığım bir ödülü hak edip etmediğimi en çok bu nedenle şimdiye dek hiç sorgulamadım, yine aynı nedenle ödüller bana olmuşluk hissi vermedi. Bununla birlikte aldığım üç ödül de görünür olmamı, devam etmek için sevinç, enerji bulmamı sağlayarak yaşamımda üç ayrı önemli zamanda beni cesaretlendirdi. Hele şimdi Sait Faik Hikâye Armağanının, adımı Bilge Karasu, Füruzan, Selçuk Baran, Ferit Edgü, Nursel Duruel, Mehmet Zaman Saçlıoğlu… gibi öyküleriyle öykü okumayı, yazmayı öğretmiş hazinelerin yanına kaydetmesinin büyük kıvancı da var.