"Kayıpların yasını tutabilmek kolay değil, ama yazarak da yas tutulabilir. Edebiyat psikanalizden önce de vardı ve adı konmadan, bir ölçüde onun yaptığını yapıyordu zaten."
03 Eylül 2020 18:00
Amerikalı yazar/şair Raymond Carver’ın ‘az sözle çok şey anlatma’ becerisini kısa öykünün ustaları Ernest Hemingway’e ya da Anton Çehov’a benzetenler az değil. Hatta onu Amerika’nın Çehov’u olarak görenler de… 1970’lerin ortalarında büyük bir okur kitlesine ulaşan Raymond Carver’ın öykülerinin merkezinde ikili ilişkiler var ve bunların gidişatını hem iki taraf hem de her türlü sürprize, derin acıdan güçlü mizaha uzanan devinimleriyle gündelik hayat belirliyor. Usta yönetmen Robert Altman’ın bu öykülerden uyarlayarak 1993’te çektiği Short Cuts (Sosyeteden İnsan Manzaraları) isimli film, Carver’ın ününü 2000’lere girerken daha da yaygınlaştırdı.
Sadece 50 yıllık bir ömür sürebildi Raymond Carver. İşçi sınıfından bir ailenin çocuğu olarak 19 yaşındayken 16 yaşında bir kızla evlenmiş, iki çocuk babasıyken bir yandan öğrenimini tamamlamak, bir yandan da düşük ücretli işlerde çalışmak zorunda kalmıştı. Karısı Maryann, Ray’den daha istikrarsızdı; evlilikleri zaman içinde bıkkınlığa, maddi durumları iflasa dönüşecekti.
Ray’den medet uman ve sürekli intihar edeceğini söyleyen annesi bir işten diğerine koşturan bir kadın, babası alkolik olduğu için işini kaybetmiş ve sinir buhranı geçirmiş bir adamdı. Ray’in ise sinir buhranı geçirecek vakti bile olmamıştı.
Raymond Carver
Maryann kocasını hayata döndürebilmek için çok çaba gösterdi ama başaramadı. Ray bir alkolik olarak intiharın eşiğine gelmiş durumdayken, ancak bu aşamada alkolü bırakabildi. 39 yaşında Tess Gallagher ile tanıştığında, uzun ve bedeli ağır bir savaştan çıkmış gazi gibiydi. Yası tutulacak kaybı çoktu. Buna rağmen Raymond Carver ile Tess Gallagher’ın birlikteliği ikisine de huzur, mutluluk, karşılıklı esinlenme ve cömertlik getirecekti.
Aralıklı olarak üniversite hocalığı da yapan Carver, Gallagher’la yaşadığı düzenli hayatında şiire daha fazla zaman ayırmış, “ilk dönem yapıtlarındaki şehirlerin, kenar mahalle insanlarının, motel odalarının, benzin istasyonlarının ve kasvetli barların havasından kurtulup daha çok akarsuların, denizlerin ve gökyüzünün, kısacası doğanın egemen olduğu bir dünyayı yansıtmaya başlamıştı”.
Hayatının Tess Gallagher ile geçirdiği son 11 yılı, Raymond Carver’ın hem en üretken hem de geçmişine korkusuzca dönüp baktığı, onunla sakin bir tonda hesaplaştığı bir dönemdi. Her zaman öykü türüyle kol kola giden şiirleri de durulmuş, aydınlanmış ve doğayla bütünleşmişti. Öyle ki, doktorundan kanser nedeniyle öleceğini duyduğunda bile, bu haberi şu şiirle karşılamayı başarmıştı:
dedi ki, gerçekten üzgünüm dedi
keşke sana başka türlü bir haber verebilseydim
ben Amin dedim o da başka bir şey söyledi
ne dedi anlamadım, ne yapacağımı bilemediğim,
bunu tekrar etmesini de istemediğim
ve bunu iyice içime sindirmek zorunda olduğum için
bir dakika ona sadece baktım,
o da bana baktı, işte o zaman fırlayıp
bana yeryüzünde kimsenin
veremeyeceği bir şeyi veren bu adamın elini sıktım,
hatta alışkanlığın baskısıyla ona teşekkür bile edebilirdim.
Gallagher, Carver’ın ölümünün ardından yazdığı yazıda şöyle diyor: “Ray için ‘karşılaştığımız en mutsuz insan’ tanımını yapan arkadaşları vardı. Ama ben onun mutlu insana dönüşmesini izlerken kendimi ayrıcalıklı hissediyordum. Onun sık sık hayatta olmaktan ne kadar mutluluk duyduğunu ve tam da bu yüzden, eşini böyle erken terk etmiş olmaktan üzüntü duyduğunu hatırlıyorum şimdi. Bunu sizden saklamayacağım.”
Carver bu şiirin üç yıl öncesinde, henüz hastalık ortada yokken Where Water Comes Together With Other Water isimli şiir kitabını çıkarmıştı. Bu kitaptan ‘Acı’ isimli şiirin tamamını (çevirmeni Cevat Çapan’ın ve yayınevinin hoşgörüsüne sığınarak) buraya alıyorum:
Bu sabah erkenden kalktım ve yatağımdan bakınca,
taa uzakta, Boğaz’ın çırpıntılı sularında
ilerleyen bir tekne gördüm,
durmadan ilerleyen tek bir ışık. Perugia’da
dağlara çıkıp ölen karısının adını haykıran
arkadaşımı hatırladım. O öldükten çok sonra bile
basit yemek masasına karısı için de
bir tabak koyan. Ve karısı temiz hava alsın diye
pencereleri açan. Bütün bu gösterişi utanç verici
bulurdum ben. Öbür arkadaşları da öyle.
Bunu hiç anlayamamıştım.
Bu sabaha kadar.
‘Yas ve Melankoli’ yazısında Sigmund Freud “yastayken dünyanın boş ve çorak bir görünüm sergilediğini” söyler. Şiirdeki suyun boş yüzeyinde ilerleyen tek bir ışık da bir çoraklık imgesi olarak yorumlanabilir belki. ‘Suyun çoraklığında’ tek ama yine de yanan, ilerleyen bir ışık. Bitememiş, sürmekte olan bir yas.
Carver bir sonraki şiirinde ise bir rüyayı resmeder. Deniz kıyısında bir cenaze törenindedir ve hem şaşkın hem de üzgündür. Ama yanındaki (Tess Gallagher belki?) koluna dokunup şöyle der: “Tasalanma. Çok yaşlıydı kadın, kocası da ömür boyu sevmişti onu.”
Kayıpların yasını tutabilmek kolay değil, ama yazarak da yas tutulabilir. Edebiyat psikanalizden önce de vardı ve adı konmadan, bir ölçüde onun yaptığını yapıyordu zaten. Diyeceğim şu: Ben Raymond Carver’ın ‘Acı’ isimli şiirindeki gibi güçlü ve dokunaklı bir yas imgesine daha önce hiçbir şiirde rastlamadım.
•
KAYNAKLAR:
Carver, Raymond. Bilmezsiniz Aşk Nedir: Şiirler, çeviri: Cevat Çapan, İstanbul: Can Yayınları, 2011.
Carver, Raymond. Ateşler, çeviri: Zafer Aracagök, İstanbul: Adam Yayınları, 1990.
Freud, Sigmund. Yas ve Melankoli, çeviri: Leyla Uslu, İstanbul: Cem Yayınevi, 2019.
Lacy, Robert. "Raymond Carver as Poet", Sewanee Review, vol. 124, kış 2016.