"Reşat Enis, az zamanda büyük işler başaran Cumhuriyet’in, tam da onuncu yılında, şehrin ve toplumun en görünmek istenmeyenlerini göstermeyi seçmiştir. Gece Konuştu bu açıdan son derece değerli bir metindir. Bireylerden ziyade kitlenin öyküsünü anlatır, duygusunu aksettirir. Belki de yazar bir öykü anlatmayı değil, bir his, bir tat bırakmayı istemiştir."
26 Mayıs 2022 10:38
“Kılıcımı Sürüyorum, Kanun Namına ve Gonk Vurdu müellifi Reşat Enis edebiyatımıza yeni ve değerli bir eser daha verdi: Gece Konuştu.
Gece Konuştu, kumarhaneleri, barları, umumhaneleri, bin bir sefahat ve sefaletiyle, gece yarısından sonraki İstanbul’u canlandırmaktadır.
Gece Konuştu, düşmüş erkek çocukların acındırıcı portrelerini çizmekte, bütün iğrençlikleriyle hayatlarını anlatmaktadır.
Gece Konuştu, okuyanları Tophane’nin hiç bilinmeyen, duyulmayan yerlerinde dolaştırmaktadır. Kimi iyi, kimi kötünün kötüsü, kimi zavallı yüzlerce serseriyle, hırsızla, yankesiciyle karşılaştırmaktadır.
Gece Konuştu, muharririnin aylarca süren tetkiklerine ve görüşlerine dayanan bir eser olması itibariyle tam realist bir romandır. Okuyucularımıza tavsiye ederiz.”
Bu tanıtım, 8 Temmuz 1935 tarihinde Haber Akşam Postası’nda yer alıyor. Reşat Enis’in üçüncü romanı tam da o günlerde Semih Lütfi Kitabevi tarafından okuyucuya sunulmuştur. Yazar, bir önceki romanı Gonk Vurdu gibi bu eserini de hiçbir dergi ya da gazetede tefrika ettirmeden, doğrudan kitap olarak bastırmayı seçmiştir.[1]
Aslında bir buçuk sene önce, Servet-i Fünun/Uyanış dergisinde yayınlanan bir öyküsünün başında, Reşat Enis’in Gece Konuştu romanını yazmaya başladığı müjdesi verilir.
“Yazılarında hayatı yakından tetkike ve görüşe istinat eden Reşat Enis Bey, uzun ve yorucu bir etütten sonra, şimdi de, gerek mevzu, gerek teknik itibarıyla yepyeni bir romanı başlamıştır: Gece Konuştu. Müellifin anlatışına göre Gece Konuştu gece yarısından sonraki İstanbul’u anlatıyor ve hiç deşilmemiş içtimai bir yarayı deşiyor.”[2]
Bu alıntıda yer alan, dikkat çekmek istediğim kelimelerin ilki “etüt”. Yazar romanına başlamadan önce uzun ve yorucu bir etüt, yani çalışma, araştırma yapmıştır. 1936 yılında “Gençlerle Baş Başa” anketi kapsamında, Ahmet Sırrı Uzelli’ye verdiği röportajda bu çalışma ve araştırma sürecini detaylandırır da.
“Gece Konuştu’da hakikatleri olduğu gibi aksettirebilmek için en süfli bir hayatın içine girmiştim. Hatta bu uğurda, polis nezaretlerinden birinde serseriler, hırsızlarla omuz omuza bir gün bir gece misafir bile edilmiştim.”[3]
Reşat Enis daha sonra vereceği bir demeçte, hırsız ve serserilerin arasına girmek için kılık değiştirdiğini de söyleyecektir. Yani bir metot oyuncusu gibi, romanına konu edeceği insanların arasına girer, onlarla zaman geçirir, onlardan biri gibi davranır.
Dikkat çekmek istediğim ikinci sözcük öbeği “içtimai bir yara”. Bu yara, romanın tanıtımında “düşmüş erkek çocukların acındırıcı portrelerini çizmekte, bütün iğrençlikleriyle hayatlarını anlatmaktadır” şeklinde açıklanır. Ancak roman okunduğu zaman bu yaraya özel bir vurgu yapılmadığı görülür. Romanın başat teması sokak çocuklarının karşılaştığı türlü zorluklardır. Barınma, ısınma, beslenme gibi dertlerine değinilir sayfalar boyu. Sağlık hizmetlerine erişemedikleri için verem gibi, dönemin yaygın görülen hastalıklarından ölüşleri ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Çocukların istismarı ve seks işçiliğine zorlanmasıysa romanda ele alınan sorunlardan sadece biridir. Sayfa sayısı olarak da pek çok yaradan az yer verilmiştir buna. Ancak roman tanıtılırken bu yaranın altını çizme gereği duymuştur yayıncı ve/veya yazar. Neden acaba? Belki ilk kez ele alındığı için. Belki de bu irkiltici konunun, oğlancılığın, erkek-çocuk seks işçilerinin okur çekebileceğini düşünüp öne çıkarmışlardır.
Solda, Temmuz 1935 tarihinde Haber Akşam Postası’nda Gece Konuştu'nun tanıtımı. Ortada, Nizamettin Nazif'in Reşat Enis Üzerine yazısı...
Romanın hiç bahsedilmeyen ve bence en önemli özelliğiyse kahramanlarının gerçek hayattan alınmasıdır. Hayal ve hakikat Gece Konuştu’da iç içe geçmiş, belirsiz hale gelmiştir. Reşat Enis uzun ve yorucu etüdü sırasında tanıştığı serserilerin hayatlarını yazmıştır bir ölçüde.
Sinebar Recep yahut Hallo-Halil hakkında üçüncü sayfa haberleri bulabilirsiniz. Hatta Suat Derviş, romanın çıkmasından bir yıl sonra Sinebar Recep ile beş gün boyunca Karaköy’ü, Tophane’yi gezecektir. “Şehrin Altında Kimler Yaşıyor?” başlığı altında tefrika edilir bu röportaj.
Aynı röportaj sayesinde Reşat Enis’in romanda birebir gerçeği aksettirmediğini, kendi kurgusunca bazı değişiklikler yaptığını da anlıyoruz. Zira Sinebar Recep, Gece Konuştu romanında ablası Dürdane’nin evinde, bir kabadayı tarafından öldürülür. Bu kabadayı Dürdane’ye âşıktır ve genç kadını öz be öz kardeşi olan Recep’ten ölümüne kıskanmaktadır. [4]
Reşat Enis ana karakteri diyebileceğimiz Fanti Hikmet’in ilk koruyucusu olan Sinebar’ı öldürmeyi seçmiştir. Çünkü artık Hikmet’in yeni bir koruyucusu vardır: Hallo-Halil…
Adliye Sarayında Kavga:
Maznun ile davacı birbirlerine girdiler
“Dün Adliye koridorlarında gürültülü, hatta kanlı bir kavga olmuştur. Hâdise şöyledir: Halil veya Hallo isminde birisi, Şeyh Ali isminde birisini dövmek ve yaralamak cürmüyle tevkif edilerek Ağır Ceza’ya verilmiş, dün muhakemeye devam olunmuştur. Mahkeme dün Hallo hakkında tahliye kararı vermiştir.
Fakat Şeyh Ali bu vaziyete fena halde kızmış, Hallo’nun tahliyesi için kefalet parası yatıran Abdullah isminde birisinin üzerine yürümüş, şiddetli bir yumruk indirmiştir. Bundan sonra gürültü ve feryat birbirine karışmış, ortalık allak bullak olmuştur. Fakat yetişen jandarmalar hâdiseyi çıkaranlarla işe karışanları yakalamışlardır. Şeyh Ali ile Abdullah kanlar içinde kalmışlardır.”[5]
Son Posta gazetesinin 15 Eylül 1932 tarihli nüshasında yer alıyor bu haber. Hallo-Halil tam da Reşat Enis’in etüdüne devam ettiği süreçte İstanbul’un nam salmış bitirimlerinden biri olmalı.
Romanın ana kahramanı diyebileceğimiz Fanti Hikmet’e gelecek olursak… Annesinin ölümü üzerine babası tarafından evlatlık verilen, daha sonra evlatlık verildiği ailenin başına gelen türlü felaketler sonucu sokağa düşen bu genç adam Muhsin Ertuğrul’un 1932 tarihli Bir Millet Uyanıyor filminde oynuyor.
“Film çevireceklerdi. Öğrenmişti: Kara elbiseli, uzun boylu adam, Ertuğrul Muhsin Bey’in ta kendisiydi. Gülüyordu ve tatlı bir sesle ona rolünü belletiyordu.
Makinalar işliyor, projektörler ışıldıyordu. Sahne, köprü dubalarının üzerinde, Hikmet’in şarkısıyla başlıyordu. Sabahtı. Ortalık aydınlanmıştı. Haliç uyanmıştı.
Bu uzun saçların sırma telleri
Bağlar kendine hep gönülleri
Öpsem seni açılsam sevsem çözülsem
Beyaz göğsünün üstünde pembe gülleri
İngilizlerin köprü iskelesine yapıştırdıkları beyannameyi bir halk kalabalığı okuyor, bu sırada aralarına sokulan sokak serserisi Hikmet ‘Yırtın be, yırtın!’ diye haykırıyordu.
Kalabalık şaşırıyordu. ‘Sus; seni öldürecekler!’ diye telaşlanıyordu. Aynı dakikada, beyannameyi yırtan serseriyi bir İngiliz polisi kovalıyordu; yakalıyordu. Elindeki dikenli kırbaçla vurup yere düşürüyordu. (Polis rolünü yapan delikanlı, provada hafif vuruyordu. Rejisör ihtar etmişti ki, alınan sesli filmdir, vuruşun sahici görünmesi için şiddetli olması, can yakması, çocuğun haykırarak ağlaması lazımdır!)
Serseri, müthiş bir dayaktan sonra, İngiliz polisinin elinden kurtuluyor, köprü dubalarındaki tellere tırmanıyor ve denize atlıyordu. İngiliz polisi, işi bitirmek istiyor, tabancasını çekiyordu. Birden, köprü dubaları üzerinde, Laz başlıklı, iri bir gölge uzanıyordu. Tam o sırada Gebze’den gelen ve köprüye çıkan yüzbaşı Davut’la Tilki, bir tabanca sesi duyuyorlardı. Vurulan, serseri değil, İngiliz polisiydi.
Filmin çekilişi bitince, dikenli kırbacın vuruşlarıyla her tarafı çürüyen Fanti’yi yakın eczanelerden birine götürmüşlerdi. Vücudunun mosmor kesilen yerlerine tentürdiyot sürmüşlerdi.
Kara elbiseli, uzun boylu rejisör, Bir Millet Uyanıyor filmindeki bu ufak ama can yakıcı rolü için avucuna iki liracık sıkıştırmıştı.
Omuz başlarında, kalçalarında, mel’un İngiliz polisinin dikenli kırbacıyla açılan yaralar günlerce kapanmamıştı ve ağrılar, sızılar içinde, günlerce kıvranmıştı Hikmet.” (s. 122-123)
Fanti Hikmet, Bir Millet Uyanıyor’da
Heyecan içinde filmi açıp romanda tasvir edilen sahneyi izledim. Tam da Reşat Enis’in anlattığı gibiydi ayrıntılar. Fanti Hikmet karşımdaydı işte! Yani hiç yoktan Reşat Enis’in Fanti Hikmet’iydi bu. Zira filmdeki çocuk Reşat Enis’in etüdü sırasında tanıştığı gençlerden biriydi de ona öyküsünü mü anlatmıştı, yoksa Reşat Enis bir yerlerden duyduğu bu öyküyü romanına katıp ana karakteri Hikmet’le mi ilişkilendirmişti, bilinmez. Hatta belki ortada böyle bir öykü bile yoktu. Filmi izlemiş, ilgili bölümü tasarladığı/yazmakta olduğu romana yakıştırmış ve bir sahne olarak almıştı.
Gece Konuştu’da hayal ve hakikatin sınırları muğlaklaşıyor dediğim tam da bu. Sinebar Recep’in ölümü gibi Fanti Hikmet’in oyunculuğu da kurmaca olabilir. Olmayabilir de.
Gelelim içtimai yaraya…
Romanın en başında “Cambiribimbam” lakaplı İdris’le tanışırız. Üvey annesi onu istemediği için öz babası tarafından evden kovulmuştur. Güzel bir çocuktur. Köprü’nün Boğaziçi iskelesinde dolaştığı bir gün bir gemici delikanlıyla dost olur. Tam iki sene karı koca gibi beraber yaşarlar. Sonrasında seks işçiliği yapmaya başladığı ima edilir. Sabahçı kahvelerinde saçlarını tarar, süslenir. Ancak seks işçisi olduğu için diğer serseriler tarafından dışlanmaz hiçbir zaman. Sinebar Recep’in etrafındaki çocuklardan biridir o. Hiçbir şekilde ötekileştirilmez, itilip kakılmaz. Romanın sonuna kadar hayatta ve ayakta kalan az sayıda karakterden biridir aynı zamanda.
Ancak erkek-çocuk istismarı, romanın ikinci bölümünde, Fanti Hikmet karşımıza bir seks işçisi olarak çıkmadan birkaç sayfa önce gündeme gelir. Hikmet’in Recep ve Halil’den sonraki koruyucusu, yol gösterisi olacak Niyazi, kalmaya başladığı Girit Hanı’nda oğlan komisyoncusu Babuk Kâmil’i görür ve Kız Cemil’i hatırlar. Kız Cemil öyküsünü Niyazi’ye kendi anlatmıştır.
“Kız Cemil, ne asıl anasını, ne asıl babasını tanıyor. Kıranta bir adamın evlatlığıdır. Kıranta adamı sahiden bir baba, onun genç karısını sahiden bir ana biliyor. Seneler böyle geçiyor. Dünkü küçük Cemil artık on dördündedir. Gelişmiş, güzelleşmiştir. Günün birinde, ihtiyar kocanın tatmin edemediği hanımefendi, burnunun ucundaki güzel evlatlığıyla avunmak istiyor. İhtiyar, işin farkına varmakta gecikmiyor. Cemil kovuluyor.
O artık sokaktadır. Ne anası, ne babası ne de bir kimsesi vardır. Sürünme başlıyor.
Talih bir gün karşısına Kâmil’i çıkarıyor. Ahbaplık az zamanda ilerliyor. Çok kere beraber yiyorlar; beraber geziyorlar. Kâmil ona paralar veriyor. Sinemaya, tiyatroya gidiliyor. Küçük Cemil’in, onun hakkında verdiği hüküm bu: Kâmil, dünyanın en yiğit delikanlısıdır.
Nihayet bir gün, Cemil, istemeye istemeye götürüldüğü bir birahanede, dostluğun asıl sebebini anlıyor. Fakat iş işten geçmiştir.
O geceyi, Galata’nın en sarpa, göze görünmez yerindeki pis bir otelin karanlık, ayak kokulu odasında geçiriyorlar.
Cemil artık ne aç ne de çıplaktır. Komisyoncu Kâmil, ona her gün yeni bir müşteri buluyor. Cemil’i artık tanımayan yoktur. O, ince kaşları, siyah kirpikli gözleri, düzgün baldırları, biçimli beli, geniş kalçalarıyla bir kız kadar güzeldir. İki ay, zengin bir koyun tüccarına ‘Metres’ kapanıyor. Sonra bir zaman da, Tophane’nin gizli bir evinde, aynı yolun yolcusu üç oğlanla ‘Teyze Şevket’in yanında çalışıyor. Bu, ıstıraplı bir yaşayıştır. Bir kadın orospu gibi, bütün gece köşe başı beklemeye ve müşteri çevirmeye mecburdur. Evet, bu ıstıraplı bir yaşayıştır. Ama, katlanacaktır. O, bu işi keyfi için yapmıyor. O, açlığın ve kimsesizliğin bu yola sürüklediği bir zavallıdır.
Gene bir gün, basılan bir randevu evinde yakalanıyor. İkinci şubede ‘Defteri mahsusa’ya resmi yapıştırılıyor. Dispansere gönderiliyor. Kız Cemil artık vesikalıdır. Bir kadın orospu gibi, artık o da haftanın belli gününde muayeneye gidecektir.” (s. 199-200)
Cemil gün geçtikçe yaşadığı hayattan tiksinip küfecilik yapmaya başlıyor. Babuk Kâmil’in bir sonraki hedefiyse Fanti Hikmet oluyor. Niyazi, Hikmet’i son anda kurtarıp dayak yemekten, belki de ölümden kurtardığı kunduracı kalfası Hayati’nin yanında işe sokuyor. Hikmet’e yürü ya kulum diyor Allah. Kısa sürede kendisini geliştiriyor. En büyük hayalini gerçekleştirip okuyor ve doktor oluyor.
***
Gece Konuştu’daki Galata, Tophane çevresini ilk olarak Aziz Nesin’in daha sonra pek çok değişiklikle Saçkıran adını alacak Erkek Sabahat romanında tanımıştım. Suat Derviş’in Çöken İstanbul başlığı altında derlediğim röportajları ve İstanbul’un Bir Gecesi adlı romanı da benzer bir atmosferi anlatır. Gece Konuştu bunlardan önce kaleme alınmış, Reşat Enis, az zamanda büyük işler başaran Cumhuriyet’in, tam da onuncu yılında, şehrin ve toplumun en görünmek istenmeyenlerini göstermeyi seçmiştir.
Gece Konuştu bu açıdan son derece değerli bir metindir. Dahası, Sadri Ertem’in Çıkrıklar Durunca’sı yahut Selahattin Enis’in Orta Malı ve Mahalle’sindeki gibi bireylerden ziyade kitlenin öyküsünü anlatır, duygusunu aksettirir. Bu yüzden adım adım ilerleyen, klasik, giriş-gelişme-sonuç kalıbı içinde değerlendirilebilecek bir yapısı yoktur. Karakterler, hatta tipler ardı ardına dizilmiştir. Belki de yazar bir öykü anlatmayı değil, bir his, bir tat bırakmayı istemiştir.
Tabii ki metnin sorunları var. Özellikle “Gece Yarısından Sonra İstanbul” adlı dokuz tabloluk, on yedi sayfalık giriş romandan ayrı bir bütün gibidir. İki metin geceleyin ve İstanbul’da geçmeleri dışında ilgisizdir.[6]
Roman birinci tekil şahıs bir anlatıcıyla başlar. Ancak kısa süre sonra tanrısal anlatıcıya geçilir. Sonra Niyazi’nin anlattığı, onun ağzından, bilincinden olayları izlediğimiz ikinci bölüm gelir. Üçüncü bölümde yeniden tanrısal anlatıcıya dönülür. Belki ben anlayamamış da olabilirim ama anlatıcı sesindeki bu değişmelerin gereksiz olduğu söylenebilir.[7]
***
Gece Konuştu, basılışından günümüze, ne yazık ki çok az sayıda insanın dikkatini çekebilmiştir. Bunlardan biri, Fethi Kardeş, lafı romanın hak ettiği değeri görmediğine getirir.
“İtiraf etmeli ki, eser kuvvetlidir. Muharrir, tezinde muvaffak olmuştur. Yalnız, alkışlanmaması, takdir görmemesi için büyük bir sebep vardır: o, bugünün edebiyat nesline mensuptur. Gece Konuştu adını taşıyan eserinde şu imza bulunuyor: Reşat Enis.
Şükrolunur ki, eserin kıymetini ölçebilecek bir okuyucu zümresi vardır. Ve gazete sütunlarına postu seren eski neslin kıskanç alakasızlığına rağmen Gece Konuştu rağbet görüyor.
Reşat Enis’i edebiyat muhitlerinden uzak kaldığı için ayıplayanlar, neşriyat hayatında alakasızlıkla karşılanışının sebebini kendisinden bahsettirmeye uğraşmayışında arayanlar var.
İşte yeni nesille dünkü nesli birbirinden ayıran düşünüş farkının en mühimi:
Dünküler, şöhretlerini yapmak için birbirlerini desteklemişler, mecmua ve gazete kapılarını aşındırmışlar, birbirlerine hulûs çakmışlardır.
Bugünkülerse, ayrı ayrı ve sessiz sedasız çalışmayı tercih ediyorlar.”[8]
Suat Derviş’se, Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır ve İstanbul’un Bir Gecesi romanlarından başlayarak hep yapacağı şeyi yapan, yani hayalden ziyade hakikatle alakadar olan, araştıran, soruşturan, konusunu içinde yaşadığı toplumun yaralarından, sorunlarından alan Reşat Enis’i ve eserini övmekten alamaz kendisini.
“Gece Konuştu romanı şüphesiz ki son senelerde intişar eden Türk romanları arasında en güzel, en kuvvetli ve en realist olanlarından biridir.
Bu roman basit zevkleri tatmin edecek mevzular üzerinde tatlı, yumuşak ve edebi bir üslupla yazılmış lalettayin bir psikolojik tahlilin ve tek ruh içinde geçen bir ihtirasın, aşk veya mücadelenin romanı değildir.
Bu roman, romanda yalnız bunları arayanları tatmin etmekten çok uzak, hatta onları ürkütecek ve bu kitabı ellerinden attıracak kadar ciddi ve acı bir surette realist bir eserdir.
Genç edip milli roman damgası altında okuduğumuz bir sürü alelade eserlerin basit okuyucuya kolay ve tatlı gelen mevzu ve hilelerinin hepsini istihkar etmiş, gözlerini hakiki hayata ve bu cemiyet içinde cemiyetimizi alakadar eden bir mevzua çevirmiş ve bu gözlerle o mevzuun en derin ve en karanlık noktalarına nüfuz etmek kudretini göstermiş ve oradan topladığı intibaları kuvvetli bir kompozisyon şeklinde, bütün renkleri ve sesleri, hususiyetleri ile bize bir sanat eseri olarak verilmiştir.
Gözlerimizde İstanbul’un mezbelelerinde, köprü altlarında, sabahçı kahvelerinde, virane ve mağaralarında yaşayan kimsesiz serseri çocukların romanı olan bu romanda yaratılan tiplerin birçoğunu sanki onları görmüşçesine, tanıyormuşçasına bize canlı gelişinin sebep ve hikmeti, muharririn onların hayatını hakikaten tetkik etmek zahmetine katlanmış, onları iyi tanımış, onları kendi muhitlerinde görüp, anlayıp sevdikten sonra kalemi eline almış olmasındadır.”[9]
İki binlerin başında Sarı İt, Toprak Kokusu ve Afrodit Buhurdanında Bir Kadın romanları yeniden okuyucuyla buluşan, hakkında araştırmalar yayınlanan Reşat Enis’in romanları, –özellikle ismini zikretmek istediklerim, en değerli bulduklarım Gonk Vurdu ve Yolgeçen Hanı– ekserisi Servet-i Fünun/Uyanış dergisi, Haber Akşam Postası ve Vakit gazetelerinde kalmış öyküleri gün yüzüne çıkartılmayı bekliyor. Yazarın vârislerine ve yayınevi sahiplerine duyurulur.
•
NOTLAR:
[1] Bu, o yıllarda nadiren rastlanan bir durum. Hele ki Reşat Enis gibi gazeteci-yazarlar arasında neredeyse örneği yok. Aklıma Peyami Safa’nın Matmazel Noraliya’nın Koltuğu romanı geliyor bir tek. Peyami Safa’nın büyük bir iddia ile kırk altı romandan sonra kaleme aldığı ve ondan evvel roman adına layık hiçbir kitap yazmadığını söylediği eseri… Reşat Enis’i, romanlarını tefrika ettirmeden doğrudan bastırtmaya sevk eden de böyle bir iddia mıdır? Farkını ortaya koymak, diğerlerinden ayrışmak mı istemektedir?
[2] “Tiren”, Servet-i Fünun/Uyanış, sayı 1915-230, 18 Aralık 1933, s. 351.
[3] “Süslü yazıhaneler, elleri şakaklarında üstatlar” Röportajı yapan: A. Sırrı (Uzelli), Kurun, 1 Nisan 1936.
[4] 24 Kasım 1933 tarihli Akşam gazetesinde ana sayfadan verilen haberi kullanmış olmalı Reşat Enis. Habere konu olan Hayrünnisa’nın imam nikâhı da kıydırdığı belalısı Galip, genç kadının 15 yaşındaki kardeşi Selahattin’i kıskançlık sebebiyle öldürmüş. Bu haberin künyesi, başka bir haber vesilesiyle Gece Konuştu romanında veriliyor.
[5] 27 Mayıs 1938 tarihli Haber Akşam Postası’nda “Hallo Çetesi” başlıklı bir öyküye de tesadüf ettim. Öykünün altındaki Süheyla Şefik imzasının Reşat Enis’e ait olduğunu ve öykünün neredeyse romandan birebir alındığını fark ettim.
[6] Reşat Enis, 1941 yılında Adana’da yayınlanan Bugün gazetesinde çalışırken, bu romanı Kaldırımların Kokusuadıyla tefrika ettirecek ve “Gece Yarısından Sonra İstanbul” başlıklı giriş bölümünü çıkartmayı seçecektir.
[7] Mümtaz Sarıçiçek de, daha sonra Romantik Bir Toplumcu Gerçekçi Öncü: Reşat Enis Aygen adıyla kitaplaşacak tezinde bu iki soruna değinmiştir.
[8] Fethi Kardeş, “Genç Edebiyat Nesli ve Hayat”, Haber Akşam Postası, 28 Mayıs 1938.
[9] Suat Derviş, “Edebiyatta Yeniler”, Haber Akşam Postası, 4 Mayıs 1940.
GİRİŞ RESMİ:
Abidin Dino'nun çizgileriyle Reşat Enis