Roni Margulies ve şiirini ayırıcı kılan, örneğine fazla rastlanmayan anlatımcı- öykülemeci bir şiir tavrını özenle, yıllar boyu sınaması. Şair, bu manada, modern Türkçe şiirde kendine özgü bir şiir çizgisi oluşturmuştur
06 Temmuz 2017 14:00
Roni Margulies, modern Türkçe şiirin oldukça inatçı şairlerinden biridir. Bu inat, yaklaşık 35 yıldır izlediğimiz şairin şiir çizgisi ve poetikasını değiştirmemek için verdiği uğraştır. Bir tür, anlatımcı- öykülemeci şiirdir bu. Bu şiir eğilimi, 1980’lerden günümüze, oldukça daralmış bir şiir çizgisini sembolize eder. Yapısı gereği, şiir sanatının köklerine kadar uzanan çizgidir bu. Ama, modern şiirde de farklı roller üstlenmiştir.
Margulies, bu eğilimin parçası olmaktan yüksünmek şöyle dursun, sözkonusu şiirin, özellikle 1990’lı yıllarda, yazılarıyla da keskin bir savunucusu olmuştur. Dünyanın, özellikle 1980’lerden sonra gitgide kozmopolitleştiği, tüketim kültürünün modern şiiri, metalaştıramadığı için hızla basınç altına alıp dışladığı bu zaman diliminde, böyle bir şiir yazılabilmesinin ne denli zor olduğunu, olması gerektiğini düşünerek, sözkonusu şiiri diri bir biçimde ayakta tutmak her zaman zor ve sıkıntılı olsa gerektir. Gerçi bu şiir Anglosakson kültüründe bugün de önemli bir role sahiptir. Ama genel çizgisiyle 1980 sonrası Türkçe şiirde, anlatımcı olmaktan çok; imge, benzetme, sembol veya eğretilemelerin olduğu, içe doğru katlanan, varlıksal sorunun ön planda olduğu şiir eğilimleri baskın olmuştur.
Margulies, 1980’lerden itibaren, bu eğilimlere yüz vermeden anlatımcı- öykülemeci şiiri istikrarlı bir şekilde şiirinin olmazsa olmazı kılmıştır. Ama bununla da kalmayıp, imgeden özellikle uzak duran, sembol ve metaforlara bile dokunmayan bir anlatımcılığı seçmiştir. Onu “inatçı” yapan da, şiirindeki bu tutarlılıktır. 1980’lerin birçok şairi poetik tutumlarında bir farklılığı gözetmeseler de, yazdıkları şiirde sayısız değişimler yaşamışlardır.
Margulies ve şiirini tekrar gündeme getirmemizin nedeni, şairin 2017’nin hemen başında Ornitoloji adlı yeni bir şiir kitabı yayımlaması. Bu kitap 2010 yılında çıkan Apollo Yılları'ndan tam yedi yıl sonra çraflardaki yerini aldı. Şairin önceki sekiz kitabını düşündüğümüzde, en uzun arayı yansıtıyor bu yeni çalışma. Belki de ilk defa, birtakım şiirsel değişkenleri yeni yapıtına taşıdığı söylenebilir. Ama başta çizdiğimiz poetik tutum ve şiir eğiliminin ciddi bir değişim yaşadığı sanılmasın. Bu, üslupsal bir değişiklik olmadığı gibi, şairin anlatımcılıktan uzaklaştığı manasına da gelmiyor. Yine gündelik hayat, yalnızlıklar, iletişimsizlikler, yerleşik olamama gibi çok sayıda duygu durumu bu kitapta da belirginliğini koruyor.
Margulies şiirinde önemli bir role sahip aşk ve ailesi, ana tematik ögeler olarak kitapların hemen tümünde az veya çok dikkat çekiyor. İyi incelendiğinde, şiirinin birçok ana izleği yeni kitapta da ağırlığını koymuş durumda. Buna rağmen ilginç “ilk”lerle de karşılaştığımızı söylersek, fazla abartmış olmayız. Örneğin bunlardan ilki, Ornitoloji'de şairin ilk kez somut bir düşleme doğru yol alırken, ağırlıklı benzetme ve azıcık da olsa sembollerden yararlanması. Bir başka ilginç nokta, şairin bu kitapta açık bir gizemciliğe kapı aralaması. Bu durumlar, şairin anlatımcılığından uzaklaşması anlamına gelmiyor. Ama bizi yer yer üslup ve söyleyişte daha esneyen bir şiirle karşı karşıya bırakıyor.
Ornitoloji kitabını bu bağlamda açımlayabilmek için, Margulies şiirini genel olarak daha ayrıntılandırmak ihtiyacı duyuyoruz. Yani, bu yeni kitap öncesi, Margulies şiirinin genel bir panoramasını çizmeyi. Şairin şiiriyle tanışmamız– en azından benim tespitime göre- 1982 yılının aralık ayına kadar uzanıyor. Margulies'le dönemin oldukça önemli edebiyat dergilerinden Tan’ın sekizinci sayısındaki iki şiiri vesilesiyle tanışmıştık: “Yenilenmek” ve “Anacadde;” aynı dergide ardından yayımlanan birkaç şiirle okurların dikkatini çekmeye başlamıştı. Türkçeye gösterdiği özen, değişik lirizmi ve kırılgan duygularının yanında, kendine özgü bir üslup arayışının izini sürüşü hemen dikkat çekiyordu. Bu şiir, tabii ki kısa sürede olgunlaşmamıştı. Modern gelenekle de ilginç bağlar kurabileceğimiz bir şiir arayışıydı bu.
Roni Margulies kendini modern Türkçe şiirin, anlatımcılıktan da ciddi yararlanan şairlerinin bir takipçisi olarak tanımladı. Ama bizce, Margulies’in yazdığı şiir, birçok anlatımcı şiir de yazan şairlerin tam bir takipçisi olmadı.
Şairin ilk kitabı Her Rind Bilir'le tanıştığımızda, yayımladığı her şiiri kitaba almadığına tanık olmuştuk. Bu ayıklama, bütünlüklü bir şiir çizgisine adım atmanın ipuçlarıyla doluydu. 1980’lerde üretilen şiir eğilimlerine fazla eklemlenemeyecek bir şiiri işaret ediyordu kitaptakiler. Bizce, özellikle “Camlarda” ve “Çığlık” adlı iki şiir, bir yanıyla şairin modern gelenekle kurduğu bağı sembolize ederken, öte yandan anlatımcı şiire olan yoğunlaşmasını incelikli biçimde okura yansıtıyordu. Ama bu anlatımcılıkta riske girdiği nokta, şairin sembol ve metaforlara bile minimum yakınlaşan bir öykülemeci dilin izini sürmeye başlamasıydı.
Şiirlerde, anlatımcılık ve öyküleme çeşitlenip zenginleştikçe böyle bir şiiri seçmenin zorlukları da çoğalıyordu. Bu seçimde şairin bir Anglosakson kültürü içinde büyümesi ve 1972’den beri Britanya'da yaşamasının etkisi ve payı olabilirdi. Ama bunu yalnızca sözkonusu birikim ve kültürel ortamlarla açımlamak mümkün değil. Çünkü bu “hikâye anlatan” şiir, modern Türkçe şiirde yaygın olmasa da hep özel bir yer işgal etmişti. Bu şiirin zorluğunun nedeni, öykü ile olan ince çizginin ayrımını yakalayabilmekti. Margulies, bu riski son kitabına kadar yaşamayı seçti. Çünkü, kelimeden çok öyküyü önceledi. Öykü- şiire yakınlaştığı kesitlere de rastlandı. Ama büyük ölçüde öyküyü şiire dönüştürüp fazla becerilemeyen, hatta onun ve sonrası kuşağın girişmediği bir tavrın şiirdeki temsilcisi oldu. Örneğin, ilk kitaptaki “Gençliğe Hitabe” şiirinde ironik göndermelere kadar bile yol aldığı düşünülebilir. Şairin, bu eğilimini seçen kuşakdaşları tabii ki var. Ama bu şairler çok az oldukları gibi onun kadar riske, hatta bir tür deneye girişemediler. Onun gibi, süreç içinde de olsa, modern geleneğin etkisinden kopmayı beceremediler.
Margulies, bu şiiri oluşturduğu 90’lı yıllarda, 1980’lerde yazılan şiirin bazı şairleriyle yoğun tartışmalara girdi. Kendini modern Türkçe şiirin, anlatımcılıktan da ciddi yararlanan şairlerinin bir takipçisi olarak tanımladı. Ama bizce, Margulies’in yazdığı şiir, birçok anlatımcı şiir de yazan şairlerin tam bir takipçisi olmadı. Daha zor bir işe girişti aslında. Ne Nâzım Hikmet gibi epik şiirin karakteristik özelliklerine yaslanan bir anlatımcılığa, ne de Edip Cansever’in modernist birikiminden hareketle yazdığı, oyun tadı da olan bir öykülemeciliğe. Belki Orhan Veli şiirine daha yakın bir anlatımcılıktan beslendiği söylenebilir. Orhan Veli şiirinin mizahını çok aşan bir dramatik örgüyle kurulmuştu şiirleri. En başta, şiirde bohemyaya ciddi karşı duran bir dramatik örgünün içinde gezindi hep. Dokuz şiir kitabı arasında, epik karakteri de olan tek yapıtı Mağrur Olma Padişahım'la Nâzım şiiri arasında dolayımlı da olsa köprüler kurmak mümkün olabilir.
Görüldüğü gibi, Margulies’in şiiri, anlatımcı- öykülemeci şiir geleneğiyle kolayca ilişkilendirilebilir. Ama bu eğilimin tipik bir takipçisi olarak da düşünülemez. Mağrur Olma Padişahım kitabı dışında, modern zamanların birey üzerinde yarattığı basıncın farklı tezahürleriyle okuru karşı karşıya bırakabilir. Yalnız kendi ve ailesinin tarihsel kökleri, içinde yaşadığı toplumun durumu değil, özellikle geçmiş yüzyılın yaşadığı trajedilerin de Margulies’in şiirine dokunuşlarına birtakım şiirlerde şahit olunabilmektedir.
Margulies, uzun yıllardır, siyasal radikalliğiyle de bilinen bir şair. Hatta, bu kimliği hep ön planda tutulur. Ama, Mağrur Olma Padişahım dışındaki sayısız şiir kitabında, bu siyasî duyarga şiirinde baskın bir özellik taşımaz. Siyasî çıkarımlara, okur ancak birtakım şiirleri üzerinden ulaşabilir. Yani açık bir siyasî söyleme, şairin sekizinci kitabı Apollo Yılları'nda, o da oldukça az sayıda şiirde ulaşmak mümkündür. Ama şairin, Türkiyeli bir Yahudi ailenin çocuğu olmanın dışında, özellikle baba tarafının yaşadığı trajik geçmişin farklı izdüşümlerine şiirlerinde rastlanmaktadır.
Şairin çocukluk ve ilk gençliği, dolayısıyla da İstanbul kültürüyle olan yakın akrabalığı şiirlerinde ve şiirleriyle anlattığı hikâyelerde özel bir anlam taşırken, şair ne Londra’da ne de İstanbul’da yerleşik olabilme duygusunu şiirler boyu hep ön plana çıkarmaktadır. Yerleşik olmaması ölçüsünde bir “gezginlik” hâli de birçok şiirinde tespit edilebilir.
Baba tarafı Polonya asıllı bir Yahudi ailedir. İş gereği 1925’te Türkiye’ye gelen büyüknine ve büyükbabanın aile fertlerinden bir kısmı Hitler faşizminin toplama kamplarında trajik bir biçimde öldürülüyor. Bunları öğrendiğimiz, şairin özellikle Gülümser Çocukluğu Ardından (Adam Yayınları- 2000) adlı anı kitabı ve Bugün Pazar Yahudiler Azar adlı, İstanbul Yahudi kültürünü kişisel bir gözlemle kaleme aldığı kitapları, Margulies’in yapıtlarındaki çok sayıda aile bağlantılı şiirin geri planını öğrenmemizde bize sayısız ipuçları vermektedir. Margulies şiirinde, bu geçmiş tabii ki siyasal bir duyargayı da imler. Yani, içten içe, Türkiyeli Yahudiler’in yaşama tarzı, gündelik hayatı ve duygusal ikilemlerini okura taşırken, açık bir siyasal söylemden çok, şiirlerin kendisi üzerinden okura aktarılır. Bu tür şiirlerde, etkili bir dramatik boyut dikkat çeker. Buna, Margulies’in 1972’den bu yana ağırlıklı olarak Britanya'da, Londra’da yaşadığını eklersek, nerede yaşarsa yaşasın, bu izleklerin kendisi ve şiirinden hiç kopmadığını açık biçimde tespit etmek mümkündür. Görece, ilk dönem şiirlerini de kapsayan Gün Ortasında (1992) kitabında yer alan ”Polonya’ya Mektuplar” adlı üç bölümlük şiir andığımız izleri en iyi temsil eden örneklerden biri olarak anılabilir.
Bu izlek, Margulies şiirinde upuzun bir inceleme alanı, şiirin belki en temel kaynaklarından biri. Ama önemli olan izleklerden biri olarak, yurtsuzluk ve yerleşik olamama duygusunu ön plana çekmek mümkündür. Şairin çocukluk ve ilk gençliği, dolayısıyla da İstanbul kültürüyle olan yakın akrabalığı şiirlerinde ve şiirleriyle anlattığı hikâyelerde özel bir anlam taşırken, şair ne Londra’da ne de İstanbul’da yerleşik olabilme duygusunu şiirler boyu hep ön plana çıkarmaktadır. Yerleşik olmaması ölçüsünde bir “gezginlik” hâli de birçok şiirinde tespit edilebilir. Yani, yalnızlık duygusunun yanında, yabanıllık da doyumsuzluğun bir parçası olarak şiirlerin çoğuna sirayet etmektedir. Bu durum, anti- sosyal bir pozisyona hiç denk gelmez. Belki tam tersi, metropol kültürü içinde hikâye ettiği temaları anlatırken bile devamlı yoğunlaşan bir yalnızlık duygusuyla karşılaşılır. Yerleşik olamama hâlini yansıtan bu duygu, çoğu şiirde yurtsuzluğa dönüşebilmektedir. Çünkü, devamlı kendi köklerini sorgulayan, oradan birtakım çıkarımlara varmaya çalışan, toplumsalcı duyarganın içinde yeşermiş yalnızlık duygusunu şiirlerinin parçası kılan bir şair çıkmıştır ortaya.
Bunda, şairin tutku dolu aşk hikâyesinin derinleşen izlerine rastlanır. Uzun araları da olsa, yıllar boyu bitmeyen; noktalandığı hâlde şairin belleğinden hiç silinmeyen bu duygu hâli, kitaplar boyu karşımıza çıkar. Bu aşkını günyüzüne çıkarmaktan hiç vazgeçmez. Tutkuyla bağlı olduğu Elsa, 2000 yılında çıkan şiir kitabının adı bile olmuştur. Upuzun ve sorunlarla dolu bir ilişki, 20 yıl önce noktalandığı hâlde, şairin 2017 yılında çıkan Ornitioloji kitabında bile gündem oluşturabilmektedir.
Aşk, tabii ki şiir sanatının olmazsa olmazıdır. Ama Margulies şiirinde ana gövdelerden biri olarak düşünülmelidir. Bunun yanında, değindiğimiz Elsa adlı kitap, şairin şiirinde sıkça belirleyici olan lirik ögenin en zenginleştiği yapıt olarak çıkar karşımıza. Şair, bu tutkunun kitap boyu izini sürerken, pek fazla rastlamadığımız yoğun bir içliliği de içinde barındırır. Sanki, şairin tüm kitaplara sirayet eden mutsuzluğunun tek değil ama temel taşlarından biridir bu tutku. Yazılanların çoğu anılarla bezeli şiirlerdir. Düşlerine izin vermemeye uğraşmaktadır şair. Bu kitaptaki, “Çelişki,” “Unutabilirsem” veya “Ayrılıklar” gibi şiirleri, şairin en sıkı örnekleri arasında anmak mümkündür.
Değindiğimiz yalnızlık ve yerleşik olamama duygusu, kaçınılmaz olarak Margulies şiirinde “yolculuk”u da ana izleklerden biri hâline getirmiştir. Bu, sıkça rastlanan Londra– İstanbul yolculuğu olarak düşünülmemeli. Şairin görece gezginliği, yolculuk izleğinin tabii ki bir parçası. Ama, bu şiirde sık sık karşımıza çıkmasa da bulunduğu anda dikkatimizi çeken bir düşsel yolculuktan da söz edilebilir. Aklımıza hep Gün Ortasında kitabında yer alan “O Zaman” şiirinin sonu gelmektedir. Tabii ki önce bir hikâyesi vardır bu şiirin ama sonunu getirdiğinde, yalnız ve sıkıntılı bir okumayla bir düşsel yolculuğa yönelişi dikkat çekmektedir. Ama bu düşlemin bile benzer şiirlerde çoğu kez nesnel bir karşılığa denk geldiği söylenebilir. Bu durum, biraz sonra, daha ayrıntılı üstünde duracağımız Ornitoloji kitabında farklı bir çehreye bürünmektedir. Ancak yine de bu tespitten hareketle “O Zaman” şiirini burada örnekleyelim:
“Mutlu bir çocuk muydum ben?”
Babasının ölümüyle aklına
doluşan onca sorunun arasında
en çok buna takılmıştı aklı.
Bir bir gözden geçirmişti anılarını.
“Bak” dedi, “birini anlatayım sana.”
Çok gemili bir deniz, masalar,
kırmızı kareli masaörtüleri vardı,
Kuyu Restoran’da Pazar öğleleri
büyükler anlamsız şeyler tartışırlardı.
Benim içinse” dedi, “o zaman
Mühim olan mutluluk değildi.
Zaten böyle bir kavram yoktu ki.
Başka türlüsünü bilemediğime göre,
Herşey tam da gerektiği gibiydi”
“En kötü ihtimalle bazen
her şeyin her zaman tam da böyle
olmayacağını sezinlerdim belki.
Kolaydı onun da çaresi:
Çekilir odamın derinliklerine,
Jules Verne’le elele
seyahat ederdim arzın merkezine.
Şairin modern Türkçe şiirin anlatımcı çizgisine daha çok eklemleyebileceğimiz kitabı Mağrur Olma Padişahım'dır.
Şairin şiir çizgisi içinde dil ve söylem açısından hep vurguladığımız anlatımcılığa yaslansa da, Margulies şiirinin anlattığı gündelik öykülemelerinin tamamen dışında, tematik olduğu kadar politik bir rolü de olan, biraz zorlanarak da olsa “epik şiir” kategorisine sığdırılabilen bir kitap bu. Bu çalışmayı geri kalan sekiz yapıtın, hatta genelde Margulies şiirinin de dışında, daha çok şairin politik vizyonunu öne çıkarmış tek kitap olarak anmak gerekir.
Mağrur Olma Padişahım, tek başına, apayrı bir bağlam içinde ele alınması gereken orijinal bir Margulies yapıtı. Ancak Margulies şiiri deyince bu şiir tavrının bir başka örneğini şiir kitapları arasında bulamayız.
Türkiye’nin siyasî tarihinde, Osmanlı’nın son döneminde özel bir role sahip olan ve bir dönem iktidarı da eline alan İttihat ve Terakki hareketinin birçok önemli simgesi, tekil şiirler üzerinden, birbirinden çok sayıda hayat kesiti seçilerek şiirler boyu kitapta öykülenmekte. Kendileri veya yakınları üzerinden öykülenen bu hareketin önemli liderleri hem düşünsel düzeyde hem de duygu yoğun kesitlerle bir şiir tablosuna dönüşüyor. Çoğu lider veya öncü roller üstlenen bu ittihatçıların yaşadığı acılar, çelişkili duygu durumları, yaşadıkları trajik sonlar bambaşka çehreler hâlinde bu şiirlere yansır. Bu noktada, şair sıkı bir tarih araştırmacılığı üzerinden, çoğu nesnel karşılığı da olan öyküleri epik şiirlere dönüştürmüştür. İlginç bir kurgunun sonucudur bu kitap. Özellikle biçim ve üslup açısından, şairin en güçlü şiirlerinin bu kitapta buluştuğu söylenebilir. Şair bu öykülerin ardından, cumhuriyet ideolojisine dair, biraz saklı da duran bir eleştiriyi bile kitabın sonlarında okura sezdirmiştir.
Mağrur Olma Padişahım, tek başına, apayrı bir bağlam içinde ele alınması gereken orijinal bir Margulies yapıtı. Ancak Margulies şiiri deyince bu şiir tavrının bir başka örneğini şiir kitapları arasında bulamayız. Evet, poetik açıdan diğer kitaplarla bütünleşebilir. Şiirinin anlatımcı rolü bu yapıtta da belirleyici olabilir. Ama bu kitapta yöneldiği sorunsalın birtakım ipuçlarını, bırakın tek tek diğer kitaplarında, yazdığı şiirlerde de bulmak pek olası değildir. Bu durum, Margulies şiirinde politik bir duyarganın olmadığı anlamına gelmez. Özellikle kendi ailesini odak alan çok sayıda şiirde, dolayımlı siyasal göndermelere rastlamak mümkündür. Mağrur Olma Padişahım adlı kitabın tüm duygusal, hatta içli ve trajik dokusuna rağmen, açık bir politik tavrı imlediği, içinde bir tür hesaplaşmayı da barındırdığı söylenebilir. O yüzden, bu kitap, Margulies şiirinde bambaşka bir bağlam içinde ele alınmalıdır. Bizse, kaçınılmaz olarak, şairin ana şiir çizgisini odak alarak genel bir değerlendirme yapmayı seçtik. Birbirinden önemli sayısız siyasal özne, o dönemin siyasî atmosferi ve ittihatçıların yaşadığı değişken siyasî ortam ve duygu durumlarını ilginç kesitlerle yansıtmış, içinde epik ögeler de barındıran ilginç bir yapıttır bu.
Buradan şairin baskın şiir çizgisine tekrar dönersek, altını çizdiğimiz ana izlekleri tabii ki çoğaltıp zenginleştirmek mümkün. Bunları takip ederken, çoğu şiirde tematik ögeler belirleyici oluyor. Şairin çocukluk ve ilk gençliğini yaşadığı İstanbul’un Maçka, Nişantaşı, Yeşilköy gibi yerleşimleri odak olmak üzere, İstanbul’un yalnız kültürel değil, coğrafî konumunun da bu şiirde önemli bir yer işgal ettiğini söylemek mümkün. İstanbul’dan sonra oldukça uzun bir süre yaşadığı Londra’nın bu şiire aynı yoğunlukta nüfuz ettiğini söylemek zor.
Şairin, Londra’da yaşayıp İstanbul’la olan tutku bağı, kaçınılmaz bir nostaljik havayı şiirlerinin parçası kılmış durumda. İstanbul’un coğrafyası, öykülerde devamlı bir lirizmi içinde barındırıyor. Şairin içli, kırılgan duygu durumlarını bu lirikanın içinde sıklıkla görmek mümkün. Bu duygu hâlindeki öykülemeleri şiirleştirirken, şair, birtakım dilsel, düşünsel sıkıntı ve sıkışmışlıklarla da karşımıza çıkabiliyor. Bu özelliği en çok Bilirim Niye Yanık Öter Ney (1996) adlı kitabında bulmak mümkün. Baskın olan lirik atmosfere koşut olarak düzyazıya yakınlaşması, şairin aynı zamanda türsel açıdan şiir- öykü arasındaki yakınlaşma riskini de beraberinde getirmişti. Bu bağlamda, bir yanıyla teknik becerilerini ön plana çıkarırken, öte yandan okuru riskli kesitlerle başbaşa bırakabiliyordu. Şairi böyle bir zorluktan, ikilemden kurtaransa hep yarattığı lirik incelikler ve duygusal doku olmuştur. Gezginlik ve yerleşik olamama duygusu bu şiir dokusu içinde etkili bir vücuda dönmüştür. Nostaljik duygu bu kitaptaki şiirlerde hep baskın durumdadır. Sanki yaptığı düşsel yolculuklarda bile çocukluk ve gençliği, o dönemki arkadaşlarını, öykülemeciliğinin şiirlerdeki kopmaz parçasıdır.
Uzaklık duygusu, ilişkilerin devamlı sorgulanışını şiirinin bir parçası kılmıştı. Gündelik hayattan portreler biraz daha ön plana çıkmıştı. Bunların yanında, Türkçe şiirin beğeni ölçülerini zorlayan bir dil ve anlatıma daha yoğun bir şekilde yönelen bir Margulies’le karşılaşmıştık. Geçmişle yaşadığı “bugün” bazı şiirlerde bir sarmala dönüşmekteydi. Düşle düşünce arasındaki ikilemler şairi alttan alta politik göndermelere de taşıyordu. Azınlık meselesi, farklı bir sorgu alanı olarak günyüzüne daha çok çıkmaktaydı. “Bir Sedir Devrilir” veya “Vor” gibi şiirler kitabın bizce en sıkı, çarpıcı şiirleri arasında.
Şair, milenyum sonrası yazdığı şiirlerde, öncekilere oranla modern gelenekle yeniden köprüler kurmaya başlamıştı. Özellikle Saat Farkı (2002) adlı kitaptaki şiirlerde birtakım yenilenmelerin ipuçları vardı. Şiir tavrı ve üslubunda ani ve şaşırtıcı değişiklik yoktu. Ama bu kez “Bronz Sokak,” “Ihlamur,” “Dizeler,” “Zürafa” vs. şiirlerinde okur tamamen öyküyle düzyazı şiir arasında bocalatan metinlerle başbaşa bırakılmaktadır. Şiirlerindeki dil ve söyleyiş biçiminin metinlere dönüşümü gibidir bunlar. Ağırlıklı “şiirsel metinler” olarak karşılanabilen bu arayış, şairi sorunsalından uzaklaştırmaktan çok zenginleştirmektedir. Birtakım duygusal aynılaşmalara yer yer rastlansa da, şiirle metin arasındaki ince çizgide, şairin metne özgürce kayışına şahit olunmaktadır. Kendi geçmişine yaptığı nostaljik yolculuklar, içinde yaşadığı reel hayatla yalnız bu metinlerde değil, kitabın çoğu şiirinde de belirleyici olmaktadır. Şairin, geniş anlamda yaşadığı “yurtsuzluğu” belki şiirlerine en incelikli yansıttığı kitaptır Saat Farkı.
Margulies şiirlerini okurken, modern gelenekle kurduğu köprüler tekrar gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Özellikle de Behçet Necatigil’in dil ve söyleyişinin dolayımlı izdüşümlerine rastlanıyor gibidir.
Şair, en uzun şiirlerinden olan “Fast Food Türküsü”nde sık rastlanmayacak ölçüde belirgin bir siyasal tavrı ilginç öyküsünün içine taşımıştır. Bu bağlamda, metropolde yaşayan emekçilerin, biraz da trajik duyarlılığını ilginç bir biçimde şiirine yansıtmıştır. Yani bu kitapta, örneğine pek rastlanmayan bir toplumsalcı duyarlık bazı şiirlerinde ağırlığını koymaktadır. Bir kısmındaysa metropol kültürünün emekçileri ana gözlem alanlarından biridir. İnsan tabloları, farklı bir lirik gözle okura taşınmaktadır. Hatta, Britanya'da yaşayan yoksul Türklerin, çocuklar üzerinden üretmeye çalıştığı umut ve özlemleri imleyen “Deplasman” gibi ilginç şiirlerle karşılaşılmaktadır. Türkçe toplumsalcı şiirin bilinen söylemlerine eklemlenemeyen, şiir anlatımcılığını bu bağlamda da sınayan bir Margulies vardır karşımızda. Onu, daha çok yalnızlığa iten trajik durumlardır bunlar. Ve bu duyguyu şiirlere özenle yedirmektedir.
Bu dönem, Margulies şiirlerini okurken, modern gelenekle kurduğu köprüler tekrar gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Özellikle de Behçet Necatigil’in dil ve söyleyişinin dolayımlı izdüşümlerine rastlanıyor gibidir. Bu şiiri Türkçe şiirin herhangi bir ustasıyla açık biçimde ilişkilendirmek zordur. Ancak, Necatigil şiirindeki birtakım değişken duygu durumlarını, İstanbul kültür ve yaşantısını şiirlerine taşıyış biçimini, bu dönemin Margulies şiirlerinde yer yer yakalamak mümkündür. Gerçi Margulies’in kentleri çoktur, Necatigil gibi tek değildir. Buna rağmen, insanları gözlemleyişi ve ilişkilerdeki yoğun kırılganlıkları, iletişimleri yansıtış biçiminde bu şairle dolayımlı akrabalıklar kurmak zorlama mı olacaktır, bilemiyoruz. Yine de, bu tespitin bir köşede durması gerektiğini düşünenlerdeniz. Hikâye etme tarzındaysa, İngiliz şirinden farklı esinler aldığı kaçınılmazdır. Ancak bu yazılanı, açık biçimde bir İngiliz şiirine eklemlemenin de zorlama olacağı kanaatindeyiz.
Necatigil şiirinin birtakım esinlerinin, Margulies’in, milenyum sonrası kitaplarında yer yer hissedildiğini vurgulamıştık. Hatta, çok zorlansa, daha önceki yapıtlara bile dokunmak mümkündür. Ama, Apollo Yılları adlı kitapta bu etkinin biraz daha ayrımına varıyoruz. Çünkü, modern kent hayatına bakışta gizemci bir yan bazı şiirlere açıkça nüfuz etmektedir. Gündelik hayatın kırgınlıkları, kırılganlıkları, çaresizlikleri kente ve sokaklara her bakışta farklı huzursuzlukları içinde barındırmaktadır. Bu durum, Margulies’i de iç dünyaya doğru daha bir çeker olmuştur. Örneğin, “Dipsiz Kafes” şiirinde, modern gelenekle açık köprüler kurmak mümkündür. İç sorgunun gitgide derinleşmesi anlamına gelmektedir bu ve benzeri şiirler. Sanki şair, kendine münhasır bir giz evrenine de dokunup çekilmektedir. Aynı atmosfer “Miras” adlı şiirde de şiirsel bir farklılığı muştular. Necatigil şiiriyle azıcık da olsa köprüler kurmamızın nedeni, bu çizgi ve benzeri şiirlerde Beşiktaş semtinin ortak payda olması değildir. Necatigil’in dil ve söyleyiş tavrına bir şapka çıkartıyor gibidir Margulies.
Şairin gizemci yönsemeleriyse, maddi olanla devamlı bir çatışmayı imler. Kitaba adını veren “Apollo Yılları” adlı yedi bölümlük şiir, Ay’a ilk adım atmış astronotların maddeci dünyaya getirdiği yenilik ve çığır açışa rağmen, yolculuk sonrasında nasıl gitgide yalnızlaştıklarını, yabanıllaştıklarını anlatır. Hatta kozmik dünyalara yol almakla uğraşan kişilere dönüşenine bile rastlanır. Bir yanıyla “göstermeci” özellikleri olan şiirlerdir bunlar. Öte yandansa, okuru bir giz evreniyle, çaresizliklerle, yalnızlıklarla başbaşa bırakır. Bu şiiri, ilginç politik şiir örneği gibi de okumak mümkün olabilir. Zaten, çarpıcı olan nokta, Apollo Günleri kitabında Margulies’in ilk kez açık politik şiirlerine rastlanabilmektedir. Kitabın sonlarına yaklaşırken karşılaşılan “Nehirler” adlı şiirle birlikte, siyasî bir duyarga ön plana çıkar. Yazdığı, söylediği poetik kaygı ve tutumların bir yanıyla dışına çıkarken, diğer açıdan, reel hayatının kopmaz parçası olan radikal siyasal duyarga ibazı şiirlerde baskın bir pozisyona dönüşecektir. Politik bir söyleme ve Ortadoğu’ya adım atmıştır şair. Azınlıklara yönelik ideolojik baskılardan tarih sorgusuna kadar, Filistin yanlısı ve İsrail karşıtı bir politik duyarlılığı açıkça yansıtan şiirlerle karşılaşılmaktadır. “Öfke ve Sabır,” “Zeytin Ağacı” veya “Damdaki Kemancı” bu bağlamların çarpıcı şiir örnekleridir.
Görüldüğü gibi Apollo Yılları, Margulies şiirinde sık rastlanmayan yönelimleri beraberinde getirir. Belki de bu yüzden, şiirini yakından izleyenler için yeni kitaba kadar geçen yedi yıl oldukça uzun sayılabilmektedir. Ancak, birkaç şiirle de olsa, önceki kitapta dikkatimizi çeken bu politik yönelim, elimizdeki yeni kitap Ornitoloji'de neredeyse hiç görülmeyecektir. Tersine, şairin, kent ve doğaya gitgide kilitlenen, değindiklerimizden biraz daha farklı bir gizemciliğe daha da yol alışına şahit olunmaktadır. Zaten ilginç bir noktayı hatırlatmakta yarar var. Şair Apollo Yılları kitabında, ona adını veren şiirin de içinde bulunduğu, ikinci bir ara başlık koymuştu. Bu ara başlığın adı da kitabın adıydı. Ara başlık, Margulies’in şiir kitaplarında sık rastlanan bir durum değildi. Ornitoloji kitabıysa, bu kez üç ara başlıktan, bölümden oluşuyor. Ve onun pek rastlanmayan “yeni”leriyle özellikle ilk bölümde yoğun biçimde karşılaşılıyor.
Gerçekten de, kitaba adını veren ilk bölümde, bundan da anlaşıldığı gibi, şair kuşları hem şiir adı hem de birer ana sembol gibi kullanmış. Bunun yanında bölümün şiirleri okunurken, sayısız benzetmelerle karşılaşılıyor. Tabii ki şiirinde, hiç benzetme kullanmadığı söylenemez. Ama nadir bir durumdur bu. Sözkonusu bölümün şiirlerindeyse belirgin bir özelliğe dönüşmekte. Yani şair, bu şiirlerde, gündelik hayata dokunduğu ölçüde ilginç bir düşlem ve düşünceyi de şiirlerin yoğun noktalarından biri kılmış. Her kuş, beraberinde ilginç çağrışımları okura taşımış. Bu boyut, şairin derinleşen bir “ben” sorgusunu da beraberinde getiriyor. Yani, Margulies şiirinde pek rastlanmamış bir pozisyon bu. Hele, önceki kitaptan sonra merak ettiğimiz açılımların oldukça dışına düşen şiirler bunlar.
Kitabın başındaki “Kuşluk Vakti” adlı şiir, değindiğimiz tespit arayışımızı en iyi sembolize eden örnek denilebilir. “Martılar” şiiri bize şairin mutsuzluğunu, yabanıllığını en iyi yansıtan örneklerinden biri. Yalnız denizden değil, “beton”dan bile uzaklaşmış kuşlar bunlar! Bu kuşlar dünyasında İstanbul tabii ki yine odak bir coğrafya. “Karabatakların Nöbeti,” teknik ve söyleyiş açısından bölümün en sıkı şiiri denilebilir. Tedirgin insanlar gibi, tedirgin bu kuşlar, şairin ruh hâliyle de benzeştiriliyor. “Karga” şiirindeyse, benzetmenin yanında çarpıcı bir humor duygusu dikkat çekmekte. “Güvercin” şiiri, daha çok, bir özgürlüğe yol alışı imliyor. Şair, artık tipikleşen öykülemeciliğine bu kez ilginç benzetmeler taşıyor. Sanki ruhani bir sorgu alanı da bu şiirde açıkça belirginleşmeye başlıyor. Alışılmış bir “gizemci şiir” modeli içinde düşünmek belki zor. Bunu Margulies şiirinde bir yanıyla yeni bir açılım, öte yandansa bir yaşlılık, yaşlanma duygusu olarak da açımlamak mümkün. Yani bu bölümdeki yeni şiirler bir düşlem ve özgürleşme duygusuna koşut olarak, içinde bir ruhsal yolculuğu az da olsa yansıtıyor. Sanki her kuş, şairin bir başka özelliğini, karmaşık ben sorgusunu işaretliyor. Margulies şiirinde, bu denli iç bütünlüğü olan bir bölümlemeye belki ilk kez rastlıyor okur. Sanki, şairin gözlemciliği biçim değiştiriyor.
Ornitoloji kitabının “Deyrulzafaran” adlı ikinci bölümü, içinde çok az şiir barındırsa da, şairin ailesi içinde özel bir yere sahip “baba”yı, belki biraz da babasını, o imgeye olan tutku bağını özellikle üç şiire açık olarak taşıyor. İlk şiir olan “Deyrulzafaran Manastırı”nda, şiirin öyküsü “baba tutkusu” üzerine kurulmuş. Mardin’in en eski kültürel sembollerinden biri olan bu Süryani manastırı üstünden, babaya özlem ve bitmez tükenmez beklenti, şiirin öyküsünün bir parçası. Manastıra küçücük yaşta bırakılan çocuğun 90’lı yaşlarına kadar o “baba”ya karşı yaşadığı özlem duygusu ve tutkulu beklentiyle şairin ben’i arasında köprüler kurulur mu, diye düşünürken, ardından gelen “Bir Kez Daha” şiirinde yine bir çocuğun “baba” bekleyişi okuru yalnız buruklaştırmıyor, çocuğun yaşadığı yalnızlıkların yanında tüm hayatına bir babasızlık duygusunun nasıl sirayet ettiğini de yansıtıyor. “Vakıflı Köyü’nün İpi” şiirinde de aynı tutkulu bağ ve beklentilerin izleri var. Bu izlek aslında açık veya dolayımlı olarak Margulies’in “aile”yi ana tema olarak aldığı şiirlerde rastlanabilecek bir duygu durumu. Bu nostaljik duyarga ilk kitabından bu yana, ayrıcalıklı rolünü tekrar günışığına çıkarıyor. Yazdığı “anılar” kitabı üzerinden okunduğunda daha da özel bir anlam kazanıyor. Yani bu sembol, Margulies şiirinin, on yıllarca beraberinde taşıdığı, belki biraz da “sürüklediği” bir sembol olması itibarıyla Ornitoloji'de kendine yer bulabiliyor.
İşin ilginç tarafı, kitabın üçüncü bölümü “Deryadil Sokak”larda, şairin bir başka tutku bağını simgeleyen Elsa’ya duyduğu aşkın yine birkaç şiirde tüm canlılığıyla yer alması. Kendi bireysel geçmişinden hiç kopmayan, bu geçmişi devamlı özlemle yaşayan, bazense bu özlemleri bugünün de parçası kılmış bir şiir, okuru şaşırttığı kadar heyecanlandırıyor da. Özlemleri hiç eskimeyen, bunu birtakım nesneler yoluyla da şiirinde var kılabilen ilginç duygu durumları bu şiirin olmazsa olmazlarından. Elsa’yla kurduğu gizil bağ “Boşluk” adlı bir şiirde sembole bile dönüşebiliyor. “Elsa” artık şair için bir duygusal sarmal olarak varoluşunu sürdürüyor. Bu duygu, şairin lirizminin gitgide derinleşmesi, billurlaşması anlamına geliyor. Dolayısıyla, bu kitapta sadece yalnızlık derinleşmiyor, sanki bir “takıntı”ya doğru yol alıyor.
“Pencereden Bakan Kadınlar” adını almış bir şiirde, kendi anlatımcı yöneliminden uzaklaşıp, değişik bir giz evrenine doğru da yol alabiliyor. Hatta biraz Necatigil’e tekrar şapka çıkararak. Bu noktada sözkonusu şiiri alıntılamadan edemiyor insan:
“Yaşlı ve meraksız gözlerle bakar,
iki çiçek tenekesinin arasında
yaslanıp boyasız ahşap pervazlara,
pencereden bakan kadınlar.
Nice ömürler geçer karşı kaldırımdan.
Ne geleni görür onlar ama, ne gideni.
Kendi ömürleri geçer tüm ayrıntısıyla
tekrar tekrar gözlerinin aynasından.
Gereksizcesine uzun bir sonsöze
ya da kalın bir cildin en sonundaki
beyaz sayfaya bakıyordurlar sanki,
kapatmamak için ellerindeki kitabı.
Habis birer melek gibidirler.
Hatırlatırlar önlerinden her geçene:
“Bakın,” derler, “bakın ve unutmayın,
“burasıdır işte bir gün geleceğiniz yer.”
Düşsel yolculuklarıyla birlikte “ayın karanlık yüzü”ne de daha çok giren bir Margulies var artık. Yalnızlık, özlem ve tutkular birlikte soluk alıp veriyor. “Su Karası” şiiri bu bağlamda tipik bir örnek olarak anılabilir. Öte yandan, daha önceleri “risk taşıyan” dediğim ve metin veya düzyazı şiire çokça yakınlaşan örneklere ise nadiren rastlanmakta. “Tafra”yı bu bağlamda iyi bir örnek olarak da anmak mümkün. Nadiren de olsa, şiirde pastoral kesitlerle karşılaşıyoruz. Yeni kitaba dair değindiğimiz birçok karakteristik özelliği içinde barındıran “Yüreğin Karanlığı” şiirini anımsatmadan edemiyor insan. Şair, yoksa, Joseph Conrad’ın Karanlığın Yüreği romanına bir nazirede mi bulunuyor? Belki biraz abarttık ama, bu sezgiyi de diğer okurlara bırakıyoruz.
Margulies ve şiirini bizce ayırıcı kılan, örneğine fazla rastlanmayan anlatımcı- öykülemeci bir şiir tavrını özenle, yıllar boyu sınaması. Güzel sanattan çok, işlevsel bir şiire inanması. Dolayısıyla imge ve metaforlardan büyük ölçüde uzak durabilmesi. Riske girmekten korkmayıp, deneysel şiir arayışlarına da prim vermeyen bir şair olması. Şair, bu manada, modern Türkçe şiirde kendine özgü bir şiir çizgisi oluşturmuştur. Bu şiire sahip çıkanlar gibi, onu kökten reddeden eleştirmen ve şiir tutkunları da bulunabilir. Bizim içinse, ayırıcı nokta, hep, şiirde tekillik olagelmiştir. Soruna “iyi” veya “kötü” şiir olarak bakmanın çok keskin bir tavır olduğu açıktır. Başta vurguladığım gibi, Margulies’i farklı kılan özellik, yazdığı şiire inatla sahip çıkmasıdır. Ayrıca, bu şiirin iyi bir analizi henüz yapılmamıştır. Bu yazı da, böyle bir işlevden çok, yeni kitabı vesilesiyle şairin şiirinin karakteristik özelliklerini biraz ön plana çıkarmayı hedefliyordu. Ama yaşın ve koşulların getirdiği yenilenmeler sonucu, Margulies’in de yavaştan kendi şiir çizgisini zorlamaya başladığı söylenebilir. Şairin anı, öykü, kültür ve politika kitapları bu metnin dışında kalmıştır. Bu boyuta analitik bir incelemede başvurmak daha sağlıklı olacaktır.