Ruhun Gıdası Kitaplar, "ısrar ve inatla" inandıkları kitapları basmaya özen gösteriyor. Yayınevinin hikâyesini ve hayatta kalma mücadelesini, kurucusu Güzin Yalın'dan dinledik...
“Deli diyeceksiniz bana ama zaten bu saate kadar demediyseniz…” diyor Güzin Yalın. Konuşmamızın başlamasından yaklaşık bir saat sonra kurduğu bu cümle, pek çok açıdan Güzin Hanım’ı anlatıyor aslında. Kendiyle dalga geçmesini biliyor çünkü kendi değerinin farkında, kimsenin onayına ihtiyacı yok. Hızlı, akıcı cümleleri yer yer kesiliyor; düşünce sekteye uğradığından değil, hep yeni cümleleri çağırdığından. Yetişmesi gereken cümleler var. Yetişmesi gereken bir hayat var.
Alıntıya devam edelim: “Benim şöyle bir isyanım var: Bize yeryüzünde biçilen şu ömür süresiyle bir kavgam var. Kaplumbağa 350 sene yaşıyor, biz 80 sene yaşıyoruz. Onun da son 20 senesi... Yaşamı boyuna doğru uzatabiliyor muyuz? Hayır. Enine doğru genişletebilir miyiz? Ben ömrü genişletmekle meşgulüm. Kendimi bildim bileli böyleydi. Bir yandan yazı işinde çalışıp, bir yandan ders verip, bir yandan tercüme yapıp bir yandan okurken de paradan da çok galiba bunu yapıyordum. Birden fazla hayat yaşayıp, hayatta hep aklım kalarak...”
Ruhun Gıdası Kitaplar, Güzin Yalın için “ömrü genişletme” çabasının bir ürünü; etkileri hem yaratıcısında hem de okurda hissediliyor. Mutfaktan Tabaktan Sokaktan, Ortaçağ’da İslam Mutfağı, Kitâb’ı Me’lûkât, Lezzet Fetihleri, Tuz’un Kitabı, Tarçın ve Barut, Nar Çorbası, Muson Günlüğü, Aşk ve Cinayet Tarifleri… Kitaplarından tanıdığımız, kitaplarından sevdiğimiz bir yayınevi. Kurulma ve hayatta kalma serüvenini dinlemek üzere randevulaştığımız saatten yarım saat sonra kapısını çaldığımızda, yüzüne yayılan sıcak bir gülümsemeyle karşılıyor bizi. Bebek’teyiz, Güzin Hanım’ın önceleri home-ofis olarak kullandığı, sonraları ise yayınevinin merkezi hâline gelen şık dairede…
Ruhun Gıdası Kitaplar’ın hikâyesi, yıllar içinde yayınevinin duyduğu şu cümlelerde gizli biraz da: “Yeterince kitabınız yok.” “Ayda en az 10 kitap basman lazım.” “Kitabınız bizde satılıyormuş işte, daha Allah’ınızdan ne istiyorsunuz?” “Yayınevleri kapımızda yatıyor.”
Ve gücü, tüm bu cümlelere rağmen, “ısrar ve inatla” inandıkları kitapları basmalarında yatıyor.
“Ruhun Gıdası Kitaplar demek, Güzin Yalın demek.” Dolayısıyla yayınevini anlatmaya ve anlamaya çalışmak için Güzin Yalın’dan yola çıkmamız gerekiyor. İşletme ve sosyoloji alanlarında eğitim alan Güzin Yalın, iş hayatına reklamcı olarak giriyor. Şimdiye kadar anlamışsınızdır; aklı tabii ki sosyolojide kalarak… Zamanla PR şirketinin operasyon alanını yalnızca yemek kültürünü içerecek şekilde daraltıyor. Türkiye mutfağını tanıtmak için uzun yıllar sınır tanımaksızın geziyor. “Türkiye’de gastronominin oluşmasına katkıda bulunan 20-30 kişiden biri,” kendi deyimiyle. Yeditepe Üniversitesi’nde ders veriyor, Açık Radyo’da program yapıyor, yazı yazıyor. Ve hep geziyor. Ve hep okuyor.
Ruhun Gıdası Kitaplar, Güzin Yalın kendi şirketinden emekli olduktan sonra “hobi olarak” kuruluyor. Yalın’ın dosyasını basmak isteyen büyük bir yayıneviyle yapılan bir görüşmeden çıkıyor bu fikir. Kitabı en erken ne zaman piyasaya sürebileceklerinin konuşulduğu toplantı, şu cümleyle sona eriyor zira: “Biz şu dosyayı bir gerçekten okuyalım da, sonra konuşalım, olur mu?” Toplantıdan çıkıyor ve bir yayınevi kurmaya karar veriyorlar. “Hayatımda yaptığım tek kıroluktur” sözleriyle hatırlıyor Güzin Yalın o ânı: “Tamam, dedim. Ne var elimizde? Aynen böyle oldu ama böyle söylemekle yayınevi kurulmaz. Ekip var mı? Ne basmak istiyoruz? Editörüm var mı?”
Karar vermek bitirmenin yarısıdır, derler. Yalan. “Hayat çok toz pembe gözüküyordu” diyor Güzin Yalın, “Sermaye istemeyen bir iş, elimdeki parayla döndüreceğim, herhalde üç dört kitap sonra da altıncıyı basacak kadar para gelecektir, zannediyorum.” Zannediyor ama hayat nadiren toz pembedir: “Zannediyorum ki ben yardım ederim diyen hakikaten edecek. Ben şurasından tutarım diyen hakikaten tutacak. Ben de yayın yönetmenliğini yapacağım. İki üç sene böyle oyalandım…” Karınca kaderince başlıyor yayınevi yoluna…
Peki, yayınevinin ismi? “Ben bu işi ruhuma gıda yapıyorum. Benim ruhuma gıda başka ne var? Yemek kültürüyle uğraşmak beni yıllarca beslemiş. Öyle bir noktadayım ki, özgür kaldım ya artık, yemek kadar başka şeylerle de ilgilenebilirim noktasındayım. Ben çok ve çok yoğun seyahat ederim. Dedim ki madem bir yayınevi kuruyorum, üretmek de çok isterim -ki sonunda sadece kendi iki kitabımı basabildim- benim ruhuma gıda olan, beni besleyen şeylerden başlayacağım. Müzik, seyahat, tiyatro, edebiyat ve yemek. Ne olsun adı, hadi Ruhun Gıdası Kitaplar olsun.”
Ruhun Gıdası, diyorlar demesine ama Güzin Yalın’ın deyimiyle, “erken kalkan yol alıyor.” Yayınevi için domain adresi almaları bile altı ay sürüyor. Sosyal medya hesapları çoktan kapılmış. “Meğer herkes herkesin ruhuna gıdaymış,” diyor Güzin Hanım.
Uzun bir süre, yayınevinin meramını anlatma çabasıyla geçiyor. Ruhun Gıdası Kitaplar, ezoterik içerikli değildir. Dinî içerikli değildir. Aşk kitapları basmaz.
Yemek kültürüne, tarihine ilişkin kitapların yanı sıra, ucundan sofraya dokunan çeviri ve telif edebî eserler basıyorlar. “Çeviri çok büyük bir sorun maalesef Türkiye’de ama hiç değilse özgün dillerinde özenle yazılmış kitapları tercih ediyorum. Bu takıntıya kapılınca da yalnızca kendi anlayıp kontrol edebileceğim dillerdeki eserleri tercüme ettirebiliyorum,” diyor Güzin Yalın. Zira, ismini vermediği çok ünlü bir çevirmenin Fransızcadan yaptığı bir çeviride geçen “saman şapka,” “kanarya kebabı” gibi tamlamalar hâlâ hatırında. Keza, çeviriden 30-40 sayfa eksilerek gelmiş metinler de…
Yeri geliyor, tek bir kitabın yayına hazırlanması iki yılı buluyor. Kitâb-ı Mekûlât öyle mesela. Bilinmeyen bir Osmanlı yemek kitabı. Uzmanlar Osmanlıcayı zamanında yanlış okuyunca, yemek yerine nakliye zarfları arasında tozlara karışıyor. Ta ki, arşiv taraması yapan bir araştırmacıya denk gelene kadar. Peki, bu kitap özgün mü? Mümkün mü arşivde hiç incelenmeyen bir kitap olması? Prof. Dr. Günay Kut, bir yılı aşkın bir süre araştırıyor. Sonrasında, Musa Dağdeviren orijinalinde 40 yumurtayla yapılan tariflerden 30 tanesini seçip günümüze uyarlıyor. Ofisteki mutfağın sırrı da burada gizli: Bütün yemekler burada deneniyor.
Peki, bu kitaplar okura nasıl ulaşacak? “Biliyorsunuz, hiçbir zaman yeni çıkan bir kitap yeni çıkanlar rafında durmaz; parayı bastıranınki duruyor” diyor Güzin Yalın: “Yeni çıkanlar rafındaki kitapların, diğer raflardaki kitaplara oranla daha fazla satma oranına dair bir istatistik olup olmadığını soruyorum. Onu bunu bilmem ama yayınevleri kapımızda yatıyor, diyorlar." Bir başka zincirden şöyle bir yanıt alıyor Ruhun Gıdası Kitaplar: "E, kitabınız bizde satıyormuş, daha Allah’ınızdan ne istiyorsunuz?”
Yemek, seyahat deyince, kuşkusuz yayıncılık piyasasının banko kitapları geliyor insanın gözünün önüne. Fakat, yemek kültürü gibi niş bir alanda yayın yapmanın zorlukları neler? “Valla, akıl kârı bir iş değil,” diyor Güzin Yalın ve altı yıla yayılan serüvenlerinin “mücadele, boğuşma içinde, çokça göğüs gererek” geçtiğini söylüyor: “Piyasada adam yerine konmanız için ayda 10 tane kitap basmanız lazım. Excuse me, demek istiyorum. Niçin, neden? Hangi butik ayda 10 taneden fazla değişik modelde kazak çıkarıyor Allah’ını seversen? Mal gözüyle bakacaksak kitaplara eğer… Eğer kitaplar mal değilse, ben neden ayda 10 kitap basayım? Bir ay 10 basarım, bir ay iki basarım, altı ay hiç kitap basmam. Dünyada yemek kültürü içerikli ayda 10 kitap çıkmıyor zaten.”
Daha önemli bir soru: “Benim ayda 10 kitabımın satıp satmadığı okuyucuyu ilgilendiriyor mu?” Yanıtı yine Güzin Hanım veriyor: “Bu sadece dağıtımcıyı ilgilendiriyor. Dağıtımcı, toplamında şu kadar ciro yapacak kadar kitabı olan yayınevinin kitabını dağıtıyor ya, ne diyeceğimi bilemiyorum.”
Dağıtımcı öyküleri anlatmakla bitecek gibi değil. Bir başka anekdot: “Ben buradan gönderdiğim koliye işaret koyuyorum. Dağıttık, satılmamış diye geri gönderdiği koliyi hiç açmamış bile. Üzerinde işaret duruyor.”
“Biz ısrar ve inatla aklımıza yatan bir kitap oldukça basıyoruz. Ben bugüne kadar bastığım bir kitabın bile bütün parasını piyasadan tahsil edebilmiş değilim. Bu işi hobi olarak görmenin avantajı, canımın istediğini yapabilmekti. Dezavantajı, 60 kişilik bir ekip kurup para yatırmadığım için piyasadan kitapların parasını toplayamıyorum. Çünkü online kitap satım siteleri bile sizi indirimli kampanyamıza sokamayız, yeterince kitabınız yok, diyor.”
Kitaplardan gelir elde edebiliyor mı? “Her şey bitiyor, kâğıt üzerinde kazandığın parayı tahsil edeceksin. Yaptığımız sözleşmelerin özü, ben sana hiçbir zaman para vermeyeceğim şeklinde. Onun altına imza atıyorsunuz. Atıyorsunuz. Başka çaresi var mı” diyor Güzin Yalın. İki üç yıl daire satın alıp renove edip satarak yayınevine fon sağlıyor: “Ne işim var? Yaptım ama bunu iki üç sene. Kitabın parasını hiçbir zaman tahsil etmedim çünkü…” Yine, ruha gıda şeyleri buluşturan Gidivermek sitesi de yayınevine destek olması amacıyla kuruluyor aslında…
Bütün bunları yakınarak değil, piyasanın inciğini cıncığını zaman içinde öğrendiklerini vurgulamak için anlatıyor: “Ben bunu kabullendim ve kitap basmayı seviyorum. Okumayı çok seviyorum çünkü. Yazmayı çok seviyorum çünkü. Yazıyorum çünkü.” Bir başka alıntı: “Yıl sonunda basmayacaksın iadeye girer. Yıl başında basmayacaksın, kimse okumaz. Tamam, hepsini öğrendik ama bunların hepsi bir mücadele…”
Peki, sırada ne var? “Bir zaman olsa, ben sorunlarımı halletsem, dağıtımcılar paralarını ödeseler, benim yaptığım tanıtım yerine gitse, benim param olsa veya zamanım olsa… Yemek, seyahat, müzik; devam etmek istiyorum. Hayallerim var.”
Gastronomi uzmanı, okur ve yayıncı kimliklerinin birbirini beslediğini söylüyor Güzin Yalın: “Birinde nasıl davranacağımı, ötekindeki tercihlerim belirledi. İlkesel olarak ödün vermedim.”
Ne ki, Ruhun Gıdası Kitaplar’ın takipçilerini üzecek bir cümle de kuruyor Güzin Hanım: “Basılı kitap beni artık çok ürkütüyor. Belki kitapları edebiyatla sınırlı tutup, diğerlerini internet üzerinden yapabiliriz. Gidivermek’in kitap gibi, bir dergi gibi okunur lezzette kalmasını istiyorum. Çünkü kitap basarak yapamayacağım şeylerin çoğunu, orada yapabilirim. Yanılmıyorum inşallah.” Gülümsüyor.
Birden fazla hayat yaşayamıyorsak, ömrü genişletmenin yollarını arama fikrini şifa niyetine kabul edebiliriz. Ruha gıda olan şeylerin peşine düşerek…