Salgın sırasında ve sonrasında edebiyat

"Yaşadığımız salgın, edebiyatı besleyip, yeni bir edebiyata kapı aralar mı acaba? Eğer aralarsa, o aralanan kapıdan nitelikli eserler çıkar mı? Edebiyatta bir salgın yaşanır mı? Kıyamet romanlarına karşı hazırlıklı mı olmalıyız? Peki salgın sırasında edebiyat, okur için bir sığınak işlevi görür mü? Daha düne kadar kitapla hiç arası olmayan, ne var ki evlere kapanma süreciyle birlikte kitap kurdu kesilen okurların 'okurluğu' bize ne söyler?"

Salgınlar ve hastalıklar, insanlığın ilk yazınsal ürünü Gılgamış Destanı’ndan Homeros’un İlyada’sına, Boccacio’nun Decameron’undan Hugo’nun Sefiller’ine, Camus’nün Veba’sına, Marquez’in Kolera Günlerinde Aşk’ına varana kadar, bugüne dek pek çok edebiyat eserinde kendine yer buldu. İnsanlık, tarih boyunca pek salgına tanıklık etti. 21. yüzyıl insanının payına da Covid-19 isimli bir virüsün yol açtığı salgınla boğuşmak düştü. Peki bu salgın, günümüz edebiyatı üzerinde nasıl bir etki yaratacak? Edebiyatı besleyip, yeni bir edebiyata kapı aralar mı acaba? Eğer aralarsa, o aralanan kapıdan nitelikli eserler çıkar mı? Edebiyatta bir salgın yaşanır mı? Kıyamet romanlarına karşı hazırlıklı mı olmalıyız? Peki salgın sırasında edebiyat, okur için bir sığınak işlevi görür mü? Daha düne kadar kitapla hiç arası olmayan, ne var ki evlere kapanma süreciyle birlikte kitap kurdu kesilen okurların “okurluğu” bize ne söyler? Kimi yayıncılıkla da uğraşan birkaç yazara “salgın sırasında ve sonrasında edebiyat” üzerine görüşlerini, öngörülerini sordum. Onlara kulak verdiğimizde görüyoruz ki edebiyat ve yayıncılık dünyası da kaçınılmaz olarak bu salgından nasibini alacak. Ama nasıl ve ne yönde?

“Bir salgına karşı bir başyapıttan vazgeçebilirim”

Edebiyat teorisyeni ve eleştirmeni, yazar Jale Parla, “Salgınlar edebiyatı besler” diyor ve ekliyor: “Eğer veba salgını olmasaydı, elimizde Decameron olmayacaktı. Ama ben kendi hesabıma bir salgına karşı bir başyapıttan vazgeçebilirim. Yani keşke veba salgını olmasaydı derim.” 

“Kitaplıklarda kendine ayrı bir başlık açması kaçınılmaz”

Yazar Mehmet Fırat Pürselim, salgın ve felaket kitaplarında bir patlama yaşanacağına ve bu tür kitapların, kitaplıklardakendine ayrı bir başlık açmasının kaçınılmaz olacağına işaret ediyor:Kitap kurtları için edebiyat her sıkıntılı zamanda sığınak işlevi gördüğü gibi salgın sırasında da yaşam destek ünitesi olmaya devam etti. Ama Covid-19’un zorunlu “#evdekal” günlerinde toplumun daha büyük kesimi de kitapları eline aldı. Edebiyat kadına şiddete karşı, çatışmalara karşı, zorbalığa karşı ve sair kötülüklere karşı işe yarar mı? Bu edebiyatçılar arasındaki hararetli tartışma konularından biridir. Fikren olarak işe yaradığı düşünülür, en azından bu arzulanır, ama fiiliyatta ve de yaygın biçimde işe yaradığını söylemek o kadar da kolay değildir. Bir kitap okuyup hayatı değişenler elbette vardır, ama hayatların değişmesi için pek çok kitabın okunmasına, sindirilmesine, daha da önemlisi bunun yaygınlaşmasına ihtiyaç vardır. En azından zaman meselesi... Fakat salgın sırasında edebiyatın somut biçimde hayatımıza dokunduğunu gördük. Koskocaman hayatların, yoğun kalabalıkların, gepgeniş şehirlerin 80 metrekarelik evlerimize sığması edebiyat sayesinde oldu. Bu sıkıntılı günlerde kitaplar sayesinde nefes aldık, sokaklarda dolaştık, denize girdik, seyahat ettik… Sayfalar arasında dünyayı gezebildiğimiz için evimizde daha sakin kalabildik.

Salgın sonrasında yeni bir edebiyat mutlaka olacaktır. Hatta şu birkaç aylık süreçte alelacele yazılmış kitapların kimi parsacı yayınevleri tarafından matbaalara verilmiş olduğunu tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Salgın ya da felaket kitaplarında bir patlama yaşayacağımızı ve bu furyaya bu türde çok az kalem oynatan yerli yazarların da katılacağı muhakkak. Ama duruma nitelikli edebiyat açısından bakarsak… Amerikan kültür endüstrisinin dünyaya armağanı olan distopik ve post-apokaliptik filmlerin/kitapların aslında birer kara ütopya değil gerçek olabileceğinin görülmesi, bu konularla ilgilenmeyen yazarlar için de çekim merkezi oluşturacaktır. Bilimkurgu olarak nitelendirilen ve distopik, apokaliptik, post-apokaliptik, siberpunk gibi alt türlerde pek çok kitap okuyacağımız gibi salgının bilimsel yanından ziyade duygusal yanıyla ilgilenen kıstırılmışlık, kapatılmışlık, ölüm korkusunu işleyen modern/postmodern tarzda yazılmış eserlerle de sıkça karşılaşacağız. Her ne kadar dileğimiz salgın kitaplarının alt tür olarak sınırlı kalmasından yana olsa da salgınların kısa aralıklarla kendini hatırlatarak devam etmesi halinde kitaplıklarda kendine ayrı bir başlık açması kaçınılmaz olacaktır. İstersek José Saramago’nun Körlük’ü gibi daha insani boyutuyla ilgilenelim istersek de Erin Bowman’in Salgın’ı tarzı bilimkurgu eserleri sevelim, edebiyatta da bir salgın yaşayacağımız muhakkak.”

 

“Talep edilen ‘edebiyat’ değildir bu topraklarda”

Çizmeli Kedi Yayınları Editörü, yazar Murat Batmankaya salgınla birlikte ansızın okuyanlara, okur kesilenlere dikkat çekiyor ve “buna okuma denebilir mi?” diye soruyor: “Bağıra çağıra gelen salgına ansızın yakalanan bir ülke: Türkiye. Ansızın ev hapsine mahkûm edilen… Ansızın hamur işleriyle barışan… Ansızın sinefil kesilen… Ansızın ailesini fark eden… Ve ansızın okuyan! Evet; okuyan. Ama buna okuma denebilir mi? Sahiden bir ‘ihtiyaç’a karşılık geldiği için mi tercih edilmekte? Bu ve sormaya çekindiğim diğer sorulara müspet yanıt vermekte zorlanacağım kesin. Öyle bir okur ki, taraftar misali tuttuğu yazardan başkasına yüz vermiyor. Öyle bir okur ki, kişisel bir tercihi yok, herkesin beğendiğini beğenmekle iftihar ediyor. Öyle bir okur ki, okusa da okumasa da, hayatında, duygusal yahut mantıksal ufacık bir değişim, bir kıpırdanma görülmüyor. Dönüp dönüp Dönüşüm okuyoruz. Bıkıp usanmadan Satranç, varsa yoksa Beyaz Geceler, ara sıra Bir İdam Mahkûmunun Son Günü. Elbette Genç Werther’in Istırapları, muhakkak Aşk ve Gurur ve Küçük Prens. Görünen o ki, Almanlardan çok seviyoruz Kafka’yı, Zweig’ı… Ruslardan çok seviyoruz Dostoyevski’yi, Gogol’ü, Tolstoy ve Çehov’u… Hugo bizden soruluyor, Jack London bizden. Tabii şaşırtıcı olan şu: İki Şehrin Hikâyesi’ni okuyanın eli nasıl uzanıyor Fi’ye? Goriot Baba’yı okuyan ne arıyor ve ne buluyor Piraye’de? Korkarım ki, terazinin kefesi değil, kendi yok!

Diğer cepheye gelince: Muhtemel ki, bilhassa ABD'de, harala gürele ‘kıyamet’ romanları yazılmakta. Bir süre sonra bunlar dolaşıma girecek ve bazıları dilimize de çevrilecek. Bunda şaşılası bir durum yok. ‘Tür’ edebiyatın temel formatı bu. Düşük bir olasılık: İçlerinden bir iki tanesi zamanın eleğinden geçecek ve ölümsüzlüğe kavuşacak. Ancak bizde, popüler kültürle bunca içli dışlılığa rağmen, yazarların da, okurların da ‘kıyamet’ romanlarına iltifat edeceğini düşünmüyorum. Varsa yoksa ‘aşk’tır talep ve arz edilen. Sığ, bayağı ve kösnül bir aşk! En becerebildiğimiz, en bize has sanılan “alan”da dahi yaratıcılıktan, nitelikten bunca uzakta olmak – ne hazin! Öte yandan, çocuk kitaplarında, pandemi sonrası ‘patlama’ yaşanacak adeta. Zaten ‘yazar’lık sıfatına kavuşmuşlar, kalemlerini sivri, klavyelerini temiz tutup, yazmalara doyamayacak da, asıl bereket, haklı yahut haksız bahaneler bularak yazmayı erteleyenlerde yaşanacak.

Edebiyat, tarihi yahut sosyal olaylarla beslenen, genişleyen, büyüyen bir ‘şey’ değildir oysa. Doğrudan kişiye, onun melekelerine bağlıdır. Ancak talep edilen ‘edebiyat’ değildir bu topraklarda epeydir; markadır, prestijdir, janjandır, ambalajdır, dost ahbap dayanışmasıdır, halkla ilişkilerdir, kolay tüketilendir, magazindir, reklamdır vs. How I Met Your Mother gibi alelade bir dizide dahi senaristler sık sık Shakespeare’e, Dante’ye gönderme yaparken, bizde herkesin yazdığı ‘biricik’tir, milattır. Eleştirmen yoksulluğunun sonuçları bunlar aslında. ‘Yeter ki okusun, ona her şey feda!’cı ebeveynin, öyle ya da böyle okuyan evladına ‘entel dantel’ demesi kadar komik ve hazin bir durum!”

  

“Her yaştan okurun önünde zorlu bir süreç var”

Günışığı Kitaplığı genel yayın yönetmeni, yazar Mine Soysal, çocukların ve gençlerin kitap okuma baskısıyla karşı karşıya kaldıklarına vurgu yapıyor ve kitap dünyasının da her yaştan okurun da önünde zorlu bir süreç olduğunu belirtiyor: “Covid-19 pandemisi geri döndürülemez biçimde hayatlarımızı altüst etti, daha da uzun süre altüst edeceğe benziyor. İletişim biçimlerimizi bütünüyle değiştiren, günlük yaşamı yalnızlaştıran benzersiz bir süreç. Çok kısa sürede sayısız insanı yaşamdan koparan salgının acı tablosu başka toplumsal şaşkınlıklar da yarattı. Çoğu ailenin çoluk çocuk aylarca ‘evde’ kapalı kalması, özellikle bütün yükü sırtlanan kadınları çok olumsuz etkiledi. Tüm sorunlarıyla başlatılan uzaktan eğitim, çocukları da aileleri de önce telaşa sonra çaresizliğe sürükleyen bir muamma oldu. Üstelik, hızla büyüyen ekonomik krizin biriktirdiği kaygı had safhada ve yayıncılık gibi yaratıcılığa dayalı işkollarında ciddi kan kaybı söz konusu.  

Süreç, doğallıkla entelektüel zihinleri fazlasıyla meşgul ediyor. Gelecek tahminleri henüz bundan sonra ne, nasıl olacak sorusunu yanıtlamaya yetmiyor. Dünya tarihinde insanın doğal yaşamdan en uzak kaldığı şu son 30-40 yılda edebiyatın geçirdiği hızlı değişimi düşününce, bu küresel şok dalgasının daha nelere neden olabileceği sorusuna salt umutla, iyi niyetle yaklaşmak güç. İnsanlığın yaşadığı her altüst oluş gibi pandemi dönemi de mutlaka edebiyata yansıyacak. Ama edebiyatta kalıcı izler bırakabilmesi için zaman geçmesi gerek. Ben sanatın taşkın sırasında değil, taşkının biriktirdiği derin milin kıyısında üretilebileceğine inanıyorum. Daha çok erken…

Yaraların sarılması, yalnızlaşan ruhların, şakülü kayan hayatların yeniden yaşama sevinciyle dolması için edebiyata, şiire, felsefeye büyük sorumluluk düşüyor, düşecek. Bu kaynağın kıymetini bilen, kullanabilenler bu pınardan kana kana içecek. Ancak çocukların ve gençlerin zoraki ‘evde’ kaldıkları bu acayip dönemde, aileleri ve öğretmenleri tarafından ciddi anlamda kitap okuma baskısıyla karşı karşıya kaldıkları da bir gerçek. Kitap okuma isteği ve özgürlüğünün direktiflerle değil, bireysel keşif yolculuklarıyla kazanıldığını savunan biri olarak, yakın gelecekte bu yanlış tutumların yaratacağı olumsuz sonuçların ayyuka çıkabileceğinden endişe duyuyorum. Kitap dünyasının da her yaştan okurun da önünde zorlu bir süreç var.”

 

“İnternet yayıncılığına doğru bir kayma olacağını düşünüyorum”

Yazar Erendiz Atasü, internet kanalıyla kitap satışlarında patlama yaşandığı söylentilerine bakılacak olursa “kitabın geleceği için endişelenmeye gerek yok” diyor: “Edebiyat, daha doğrusu sanatın her kolu, tat alan insanlar için, bu zor günlerde en büyük destek diye düşünüyorum. Şahsen ben öyle dayandım ve dayanıyorum, iç dünyayı besleyen sanatla. Düzenli biçimde çalışıyorum. Bildiğiniz gibi, okuduğum ve beni etkileyen kitaplar üstüne düşünmeyi ve yazmayı severim; tecrit günlerinde yazınsal çalışmamın bir boyutu bu. Diğer boyut, epeydir beni uğraştıran roman; üçüncüsü ise yeni başladığım kimi öyküler. 

Yazdıklarımın ne zaman basılabileceğini bilmiyor, şimdilik işin bu tarafını düşünmüyorum. Yayıncı arkadaşlar, internet kanalıyla kitap satışlarında patlama yaşandığını söylüyorlar. Eğer iyimser bir yorum değilse, sevindirici ve ‘her musibetin bir nimeti vardır’ görüşünü destekler nitelikte. Öyleyse kitabın geleceği için endişelenmeye gerek yok.  Gene de internet yayıncılığına doğru bir kayma olacağını düşünüyorum. 

Salgını konu alan bir edebiyat yaratılacak mı?  Yazarlık kursları kaynaklı böyle metinlerin çoğalacağı muhakkak. ‘Ne kadarı gerçekten edebi?’ sorusunun yanıtı ise belirsiz. Kendi adıma her gün hissiyatımı günceme döktüğüm için, ilerde böyle metinler yazar mıyım, bilemiyorum. Yaratıcılığı coşturan ve yaratıcılığı kurutan zorluklar ve acılar vardır. Bir ağacın gövdesini bıçakla çizdiğinizi düşünün: Yara, kabuğun altındaki belli dokulara kadar işlemişse, o dokular sakız üretir ve sakız yaradan sızar. Yaratıcılık, yaşanan zorlukların, ıstırapların, yaratıcı kişinin gündelik bilincini delip bilinçaltına ne kadar ve nasıl uzanabildiğine bağlı. Bu, ise her insan için farklı ve önceden kestirilemeyen bir süreç.”

 

“‘Ego metinler’ adını verdiğim şeyin sonlanmasını umuyorum.”

Yazar Fuat Sevimay, “salgın sonrası edebiyatta ne olur? sorusuna verilecek yanıtın, “salgın sonrası yaşam koşulları ne şekilde değişir?” sorusunun yanıtıyla benzerlik taşıdığını düşündüğünü söylüyor: “Biz, yani toplum hem bireysel açıdan hem de toplumsal açıdan ya ‘Yeni normal, şu olacak, bu olmayacak. Ama hepsi sizin sağlığınız için’ diye dolanıp duran muktedirleri dinleyeceğiz ve kapitalin dayattığı daha gaddar kurallarla kölelik düzenine devam edeceğiz, ki burada muktedir derken sadece siyaseti kastetmiyorum. Veya salgının bize hatırlattığı şekliyle hayatımızın ve doğanın değerini bilip, kendi algımızı oluşturacak, toplumsal dayanışmayı ve bireysel özgürlüğü artıran seçimleri kendimiz yapacağız. Yani salgın sonrası artık ‘algın’ önemli. O algıyı yalan haberlerle başkalarının yönlendirmeye devam etmesi veya bizim kendi algılarımıza hakim olmamız arasındaki seçim, bundan sonraki hayatımızda belirleyici olacak.

Edebiyat ise aynı şekilde ya ticari kaygılarla, popüler kültürün sakızı olmayı sürdürecek veya yukarıda andığım bireysel algılarımızı oluşturma, sorgulama alanı yaratma gibi gerçek işlevlerine yoğunlaşacak. Ben, Covid-19 sonrası yeni neler yazılacak, meselesinden daha çok, Covid-19 öncesi edebiyatta var olan bir başka salgının, benim ‘ego metinler’ adını verdiğim şeyin sonlanması veya en azından azalması umudunu taşıyorum. Yani benim duygularım, benim yalnızlığım, ah bunalımlarım, ensemde kıl döndü, güneş gözümü aldı, çok dertliyim, ah ben ah ben, merkezli öyküler, romanlar azalsa ne güzel olur. Toplumu anlamaya yönelik, ortaya sorgu koyan, emeği önceleyen metinler okusak, tüketimle sermayeye piyon olmasak, doğayı satırların bir yerinde hissetsek ne güzel olur. Olur mu? Bilmem. Bizim (yazarlar ve okurlar olarak) seçimlerimize bağlı. Ben umutluyum.”

 

“Bu süreç çocuklara kimsenin beklemediği bir mesaj verdi”

Çocuk kitapları yazarı Fatih Erdoğan, hayat değiştikçe edebiyatın de değiştiğine vurgu yapıyor ve “yeni hayatımızın edebiyatı da değişmiş olacak” diyor: “Edebiyat, bazı örnekler alakasızmış gibi bir izlenim verse de hayatın içinden çıkar. Hayat değiştikçe edebiyat da değişir. Bu değişim bazen önce bazen de sonra olur. Yani hayatın içinden çıksa da edebiyat hayatı da değiştirir. Hayatımız tümüyle olmasa da değişti, değişiyor. Bizzat edebiyatı üretenlerin, yani yazarların yaşam biçimleri zaten biraz izolasyon (sosyal mesafe) içerdiğinden çok fazla değişmiş olmasa da, insanların hayatında edebiyatın yeri, dolayısıyla yeni hayatımızın edebiyatı da “değişmiş” olacak. Bu değişimin nasıl olacağını bilmiyoruz. Çocuklara yazan biri olarak düşününce bu süreç çocuklara kimsenin beklemediği bir mesaj verdi: Okula gidilmeyebiliyor! Okula gitmeyince ‘öğretmen kızmıyor’, üstelik annemiz babamız okula gitmediğimizi biliyor. Buradan yola çıkıp tabii ki eğitim sistemini sorgulayacaklarını söylemiyorum, çünkü birkaç ay sonra sistem kendini yine başa saracak. Ama çocukların okul kavramına bakışları (ki zaten epeydir bu bakışta pek ciddiye alma güdüsü epey azalmıştı) kaçınılmaz olarak iyice gevşedi. Özellikle lise çağlarında belirginleşen geleceğe yönelik beklentisizlik ve umutsuzluk yeni bir hayatın aranmasına ilişkin güdüleri bu vesileyle tetiklemiş olabilir. Bazı alanlarda (çok az alanda tabii, yoksa biz ekran karşısında hayatımızı sürdürdüğümüzü düşünürken birileri işe gitmek zorundaydı hep) üretimin pekâlâ evden yapılabilmesi, bunun aynı zamanda sağlıkla ilgili bir önlem olarak da işlevli olması, eğlence ve zaman geçirme biçimlerinin kalabalıklaşmaksızın gerçekleştirilmesine yönelik yeni arayışlar… Bütün bunlar yeni bir hayatı kurgularken edebiyatçının da kurgularına nüfuz etmeyecek olması mümkün değil.” 

 

“Edebiyatta da bir durağanlık söz konusu şu sıra”

Yazar Jaklin Çelik, edebiyatın da içinde bulunduğumuz sıkıntılı sürece tanıklık ettiğini söylüyor: “Açıkça söylemek gerekirse, dillendirilmekte olan ‘dünyanın eski dünya olmayacağı,’ söyleminin kapsayıcılığı ve ne vaat edip etmediği konusunda herkes kadar benim de şüphelerim var. Şöyle ki; bu bir temenni mi yoksa bir bilimkurgu filmine aralanan bir kapı mı, yoksa insanlığın bugüne değin içinde yaşadığı dünyayı yok etme çabasına yönelik bir beddua mı?  

İyi niyetli bir temenni olduğundan yola çıkarak, sanırım öncelikli talep insanlığın daha az tüketmesi. Çünkü tüketim duygularımızı uyuşturuyor ve zihnimizi köreltiyor, aynısını yaşadığımız dünyaya da yapıyor hızla. Bu tüketim çılgınlığının bugünlerde durulmuş olması, can havlinden kaynaklı. İnternet bu mağduriyetten faydalanarak dış dünyayla olan bağın kopmasına müsaade etmeyerek, tüketimin kapıya gelmesini daha bir yaygınlaştırdı. Ve sanırım buna ekran başı eğitim sistemi de dahil olmak üzere bilişim, her zamankinden hızlı bir yol aldı.

Edebiyat, içinde bulunduğumuz sıkıntılı süreci duyumsuyor ve tanıklık ediyor. Dönüştürmek gibi bir amacının olması gerektiğini düşünmüyorum. Böylesi bir insanlık deneyiminin edebiyattaki ürünlerini önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Bunun yanı sıra bütün alanlarda olduğu gibi edebiyatta da bir durağanlık söz konusu şu sıra. Önümüzdeki dönem başta yayınevleri olmak üzere eser, eleştiri ve pazarlamada yeni stratejiler denenecektir. Öte yandan yazılı basının yavaşlamasıyla birlikte sosyal medya yazara, kendini aracısız sunma olanağı tanıyor ve daha geniş kitlelerle buluşmasında etkin rol oynuyor.”

“Edebiyata ulaşma yolları değişecek”

Yazar Seval Şahin, tüm toplumsal değişimlerin edebiyatı etkilediğini ve salgının da etkileyeceğini belirtiyor: “Değişecek diğer şeyler, edebiyata ulaşma yolları. Türkiye’de e-kitap’ın basılı kitap yerine geçmeyeceği söyleniyor, ancak bunun uzun vadede böyle olamayacağına inanıyorum. Salgının varlığından çok salgının sebep olduğu, edebiyata ulaşmamızı sağlayan araçların değişmesi, yeni bir biçimsel formun varlığını doğurabilir. Her bir değişim yeni ilişki biçimlerini ve buna yönelik alımlamaları beraberinde getirir. Bu da yeni dilleri ve anlatma yollarını ortaya koyar. Diğer taraftan salgın ile ilgili bir edebi literatür halihazırda mevcut. Bizim yaşadığımız salgın mevcut literatüre ne kazandıracak, bunu da zaman içinde göreceğiz. 

 •