Savaş –ve ırkçılık– insanlardan nasıl canavarlar yaratıyor?

“Fransa’nın efsanevi force noire’ının sömürgeci geçmişine ve ırkçı tarihine ışık tutan Gece Tüm Kanlar Karadır, aynı zamanda tek bir savaştan daha büyük bir şeyi, savaş cehenneminin kendisini kavramaya çalışıyor.”

09 Aralık 2022 15:56

Batı cephesi siperlerinde iki Senegalli asker, çocukluk arkadaşı ve “kardeşten öte” iki delikanlı, Mademba Diop ve Alfa Ndiaye savaşın gerçekliğiyle tanışıyor. Mademba mavi gözlü bir Alman askerinin süngüsüyle vahşice karnı deşilerek öldürüldükten sonra arkadaşının ölümü ve en gerektiği anda harekete geçmekteki başarısızlığı aklından çıkmayan Alfa intikam yemini ediyor. David Diop’un romanı Gece Tüm Kanlar Karadır’da Mademba’nın korkunç ölümü her gece tekrar tekrar yaşanıyor, Alfa düşman topraklarına geçerek mavi gözlü bir Alman askerini yakalıyor, boğazını yarıp bir elini kesiyor. Bu eli Fransız siperlerine bir ganimet ya da bir tılsım olarak götürüyor. Alfa’nın Senegal usulü balık gibi tuzlayıp tütsülediği bu mumyalanmış eller yavaş yavaş birikiyor ve sayıları yediyi buluyor. Diop bizi başka tarafa bakmaya zorlerken bu tuhaf yadigârları Alfa’yla birlikte saymayı öğreniyoruz: bir, iki, üç…

Bu kesilmiş Alman elleri art arda romanın saplantılı ritmini oluşturuyor, bir yandan da Alfa’nın kafasının içinde fısıldayan sesin peşinde deliliğe sürüklenmesini imliyor. Dördüncü elden sonra işler kötüleşiyor. Tedirginleşen silah arkadaşları, “Bu Çikolata asker cidden tuhaf” diye düşünmeye başlıyor. “Üçüncü ele kadar bir savaş kahramanıydım, dördüncü elle tehlikeli bir deliye, kana susamış bir vahşiye dönüştüm” diyor Alfa acı acı. Savaşta geçici delilik olabilir, ama Alfa’nın sözleriyle “İnsan aralıksız, durmadan, her an deli olduğu izlenimini vermeye başladığında, işte o zaman silah arkadaşlarını bile korkutur.” Alfa’nın Batı Afrikalı bazı silah arkadaşları onu bir dëmm, bir ruh yiyici olarak yaftalıyor. Senegal’in yerli Wolof kültüründe, dëmm insan eti yiyen kana susamış bir büyücüdür.[1]

İşte bu yüzden, Diop’un romanı savaşın dehşetinin ve savaşta yaşanan dostlukların büyüleyici ve ürpertici bir anlatısından ibaret değil. Bu romanın önemi, pek sık karşılaşmadığımız, bir tirailleur sénégalais’nin bakış açısından anlatılmasında yatıyor. Alfa gibi, Fransa’nın “sömürge askerleri” olan bu insanlar Fransız ordusunda her iki dünya savaşında ve yüzyıldan uzun bir süre savaşan Batı Afrikalı, çoğunlukla da Senegalli askerlerdi.[2]

Gerçek hayatta olduğu gibi romanda da Fransız komutanların tirailleur’lere davranışı korkunçtur. Mumyalanmış eller biriktikçe, birliğin komutanı Yüzbaşı Armand Alfa’yı azarlar ve sonunda izne çıkmasını ister. “Savaşma tekniğin biraz fazla vahşi,” diye buyurur yüzbaşı, “yorgun olmalısın.” Bu arada yüzbaşı, yedi isyankâr askeri Alman topları tarafından imha edilmek üzere elleri arkadan bağlı olarak siperden çıkma ya da silah arkadaşları tarafından vurulma arasında seçim yapmaya zorladığı zalim bir infaz gösterisini sahneye koyalı çok olmamıştır.

Hangisi daha korkunç: yedi silah arkadaşı mı yoksa yedi düşman eli mi? Gece Tüm Kanlar Karadır acı bir ironiyle, hangi şiddet biçimlerinin meşru ve hangilerinin barbarca veya “delice” kabul edildiğini düşünmemizi isteyerek savaşın dengesizliklerini ortaya seriyor.

İlk olarak Fransa’da Frère d’âme (“Ruh Kardeşi”; Seuil, 2018) adıyla yayımlanan Diop’un romanı şimdi Amerikalı şair Anna Moschovakis’in akıllara kazınan lirik İngilizce çevirisiyle piyasada. İngilizce versiyon bu yılın Uluslararası Booker Ödülü’nü kazanarak, Fransa’da doğmuş ama çocukluğunun büyük kısmını Senegal’de geçirmiş Diop’un bu ödülü alan ilk Fransız yazar olmasını sağladı. Booker zaferi, Diop’un Fransızca konuşulan dünyadan aldığı Prix Ahmadou-Kourouma ve Prix Goncourt des Lycéens gibi ödüllere eklendi.

Diop’un anlatıcı kahramanı Alfa, Kuzey Senegal’de Saint-Louis’ye yakın bir köy olan Gandiol’den genç bir tirailleur. Alfa ve “ruh kardeşi” Mademba başta batı cephesindeki askerliğin sağlayacağı avantajları hayal ederler: seyahat olanağı, kolay kazanç, pırıltılı Fransız vatandaşlığı. Ama yukarıda gördüğümüz gibi gerçekle çok çabuk yüz yüze gelirler.

Senegalli yönetmen ve yazar Ousmane Sembène’in 1988’de çektiği Camp de Thiaroye (“Thiaroye Kampı”) filmindeki betimleme, herhalde en ünlü tirailleur betimlemesidir. Film Dakar dışındaki bir askerî üste Batı Afrikalı askerlerin az bilinen bir isyanını ve Fransızlar tarafından katledilmelerini yeniden ele alır. Alfa’nın kanlı kahramanlıklarını ve yavaş yavaş delirmesini birinci tekil şahısla anlattığı için Diop’un romanı tirailleur karakterinin daha da kasvetli bir kaydını tutuyor.

I. Dünya Savaşı sırasında Afrikalı kuvvetler için Fransa'da yapılan propaganda illüstrasyonları (yukarıda). Alman miğferlerini ele geçirmiş siyahi askerler çocuksu ve masum görünüşlü. Ocak 1923 tarihli aşağıdaki ırkçı Almanca kartpostal ise, Fransız ordusundaki Senegalli ve Çek askerlerini barbarlıkla suçluyor.

***

Sanrılı şiddetin kusursuz bir forma kavuştuğu, belirli bir türe sokulması zor bir savaş romanı olan Gece Tüm Kanlar Karadır saplantı ve deliliğin sarsıcı ve şaşırtıcı bir öyküsü: Senegalli bir askerin çözülüp dağılmasının hikâyesi. Easton Ellis’in Amerikan Sapığı’nın, Conrad’ın Karanlığın Yüreği’nin ve Cheikh Hamidou Kane’in Muğlak Macera’sının bir araya geldiğini düşünün.

Diop kan dondurucu metninde bizi ölümdeki güzelliği görmeye zorluyor. En dehşet verici ayrıntılarla aklımızı çeliyor: ay ışığı altında, su yüzeyinde mavi-siyah pırıltılar saçan kan tabakaları; savaşın tahrip ettiği gövdelerden dışarı fırlamış, uğursuzca parlayarak buharlar çıkaran iç organlar; kenarlarında savaşı ve insanın kaderini konu edinen tiyatronun ilanihaye oynandığı, dev bir kadının cinsel organının aralık iki dudağını andıran topraktaki bir yarık gibi uzayıp giden siperler. Baştan sona alışılmadık anlatıcımızın esiri oluyor ve dilinin kara büyüsünün etkisi altında kalıyoruz.

Romanın aşkın finali bir tür uhrevi monoloğa doğru sürükleniyor ve Diop’un metnini tamamen başka bir üsluba taşıyor. (Dikkat: Bundan sonrası spoiler içerir). Sonunda, Alfa kireç badanalı bir askerî hastaneye naklediliyor ve bir Fransız doktor ile onun mavi gözlü kızı Matmazel François’nın özenli bakımına bırakılıyor. Alfa, taşınması artık çok zahmetli olan ve meraklı bakışlardan saklanması giderek güçleşen kesik el hazinesini nihayet gömmeyi başarmıştır.

Romanın sonuna doğru olaylar yön değiştirdiğinde Alfa’nın anlatısı kontrolden çıkar. Hastanedeki kısa zihin açıklığıanları arasında Senegal’deki çocukluk ve yeni yetmelik anılarını savaş sahneleriyle birleştirmeye başlar. Mehtaplı bir gece, Matmazel François’nın odasına gizlice sızar ve ona tecavüz eder, “karnını deşercesine içine” dalar.

Mademba’nın süngüyle öldürülmesini anımsatan bir karnını deşme edimi olan bu vahşi tecavüz anlatıdaki bir kırılma noktasını ifade eder. Bu andan itibaren Alfa bizimle bilmece gibi konuşur. “Adımı soruyorlar,” der “ama bana bunu onların söylemesini bekliyorum. … [Ben] hem başlangıç hem bitişim. Yaratan da yok eden de benim. Ben çiftim.” Hatta kana susamış bir aslan-büyücünün peşine düştüğü kaprisli bir prenses hakkında bir masal (Alfa daha önce bize aslanın ailesinin totemi olduğunu söylemiştir) olan geleneksel bir Wolof léeb’inin (masal) kısaltılmış bir versiyonunu anlatır.

Diop aniden büyülü mistisizme dalarak, Kane’nin bildungsromanı Muğlak Macera’nın (L’aventure ambiguë, 1961) sonundaki ölüm sonrası anlatıyı etkileyici bir şekilde yeniden yazar; bu anlatı Diop’un metnine bir epigraf olarak alınmıştır. Kane’in romanının son sayfalarında, anlatıcı kahraman Samba Diallo okumaya gönderildiği Fransa’dan Senegal’e döndüğünde köyün “deli”siyle karşılaşır ve dua etmeyi reddettiği için onun tarafından bıçaklanır. Anlatı, Gece Tüm Kanlar Karadır’ın son bölümünün doğrudan yöneldiği, muhtemelen kişileştirilmiş ölüm olan bir iç sesle sürüklenen bir diyaloğa dönüşür.

Aslında, Diop’un romanında bir epigraf olarak kullanılan Adventure alıntısı, Kane’in metninin tam bu noktasından gelir. Özgün Fransızca metin şöyledir: “Je suis deux voix simultanées. L’une s’éloigne et l’autre croît.”[3]  Moschovakis bunu şöyle çevirir: “Eş zamanlı iki sesim, biri uzun, diğeri kısa.” Daha iyi bir çeviri şöyle olabilirdi: “Eş zamanlı iki sesi takip ediyorum. Biri uzaklaşıyor, diğeri daha yüksek.” Yüksek sesle okuduğumuzda, “Aynı anda iki yolu izliyorum” anlamına gelmesi de çok mümkün, çünkü “ses” (voix) ve “yol” (voie) eş seslidir, “olmak” ve “izlemek” fiillerinin çekilmiş halleri de…


II. Dünya Savaşında Fransız ordusundaki Senegalli askerler (1940).

Orijinal dildeki bu “çift anlamlılık”, kelime oyununun sürekliliği çeviride kaçınılmaz olarak kaybediliyor. Diop’un roman dünyasında, her şeyin, özellikle, el altından sürekli olarak gizli anlamları ortaya süren dilin ikizi var. Bunun bir örneği de Frère d’arme’dan (silah arkadaşı) sadece bir harfi farklı olan, kitabın Fransızca adı Frère d’âme (Ruh kardeşi). Romanın en temel motifleri olan siperler, kesilmiş eller bile bir dil oyunuyla birbirine yaklaşıyor. Fransızcada tranchée hem “siper” hem “kesik” ya da “kesilmiş” anlamına geliyor, dolayısıyla aynı zamanda Alfa’nın kanlı gece ritüelini tanımlıyor.

Aslında Diop’un Fransızcasının arkasına saklanan ikinci bir dil var: yazarın konuşarak büyüdüğü Wolof dili. Diop, Alfa’nın Fransızcasına Wolof dilini aşılamak istediğini söylemişti ve orijinal metnin yapısı bunu yansıtıyor. Alfa’nın “Biliyorum, anladım” ve “Tanrı şahit” gibi sık sık yaptığı tekrarlar, Wolof anlatılarının çoğunun özelliği olan tekrara dayalı yapı ve söylemsel işaretleri andırır. Bunlar zaman zaman Wolof dilinden kelimesi kelimesine çeviri gibi görünür.

Diop romanın Fransızca anlatımının apaçık imkânsızlığını sürekli vurguluyor, çünkü Alfa sadece Wolof dilini anlar ve kendisine çeviri yapmaları için başkalarına, örneğin (Kane’in kahramanı gibi Fransız okulunda eğitim görmüş) Mademba’ya ya da Fransızca konuşan tecrübeli piyade İbrahima Seck’e bağımlıdır. Şaşırtıcı bir üslup değişikliğine tanıklık ettiğimiz final muhtemelen bu içinden çıkılmaz durumu aşmanın dâhiyane bir yoludur. Nitekim roman sona ererken, son paragrafta gerçek anlatıcı kendini ifşa eder: Ölüler dünyasından bize seslenen Mademba Diop.

Diop’un edebi dilin zorluklarına ve avantajlarına duyarlı, yıkıcı potansiyelinin sırrına vâkıf olduğu açıktır. Romanın sonuna yaklaşırken bize (ve gelecekteki çevirmenine) göz kırpar gibi şöyle yazar:

“Tercüme etmek hiçbir zaman kolay değildir. Tercüme etmek ihanet etmektir sınırlarda, hile yapmaktır, bir cümleyi diğeriyle takas etmektir. … Tercüme etmek, sözün bir değil, iki … doğrusunun olduğunu diğerlerinden daha iyi anlama riskini almaktır.”

Sonuç olarak, Gece Tüm Kanlar Karadır, Fransa’nın efsanevi force noire’ının sömürgeci geçmişiyle ırkçı tarihinin gün yüzüne çıkarılmasında olduğu kadar üslubuyla dilinde de cesur.[4] Roman batı cephesinde geçiyor olabilir, ama Alfa’nın anlatısı bizi sık sık Senegal Nehri havzasına ve Batı Afrika’daki Fransız entrikalarının başlangıcına geri çekiyor.

Alfa, bir yerde, babasıyla kasabanın muhtarı Abdou Thiam arasında geçen, yerfıstığı yetiştiriciliğinin gelişebilmesi ve kredi ekonomisi hakkında önemli sonuçları olan bir tartışmayı hatırlar. Fransızların Batı Afrika’daki sömürgeci varlığının tarihine aşina olan biri için gönderme açıktır. Burada, en çok etkilenenlerin bakış açısından, Fransa’nın 19. yüzyıldaki “tarımsal sömürgeleştirme” deneylerinin başlangıcına tanıklık ediyoruz. Bu deneyler, Saint-Domingue/Haiti devriminin ve Atlantik köle ticaretinin yasaklanmasının ardından Fransa’nın gitgide savunulması imkânsız hale gelen köle emeğine bağımlılığını takviye etmeye ve sonunda onun yerini almaya yönelikti.

Nitekim tirailleur’ün öyküsünün başladığı yer de burasıdır. Tirailleur’ler özellikle I. ve II. Dünya Savaşı’ndaki rolleriyle bilinir ve hatırlanır. Oysa, tabur çok daha önce, o sırada Senegal valisi olan Louis Faidherbe tarafından 1857’de oluşturulmuştu. O tarihte, Faidherbe, Fransız ordusunun Batı Afrika’daki varlığını destekleyecek ve bölgedeki sömürgeci yönetimin payandası olacak, sömürgeleştirilmiş Afrika’dan toplanan bir siyah ordu tasavvur ediyordu.

Başka bir deyişle, tirailleur’lerin tarihi, Fransız sömürgeciliğinden ve özellikle Fransız kölelik düzeninden ayrılamaz. Fransız sömürgelerinde kölelik ikinci kez resmî olarak kaldırıldıktan (1848) sonra bile, Fransız donanması ve ordusu, Afrikalı esirlerin Batı Afrikalı köle tacirlerinden 10 yıllık senet sözleşmeleriyle satın alındığı rachat (satılanı tekrar alma) sistemiyle, köleleştirilmiş Afrikalıları satın almaya devam etti.[5] Myron Echenberg’in çığır açan sosyal tarih çalışması Colonial Conscripts’te (1991) gösterdiği gibi, ilk tirailleur’lerin birçoğu köleydi. I. Dünya Savaşı sırasında Fransız ordusundaki Afrikalı askerlerin yaklaşık dörtte üçü köle kökenliydi.[6]

Zaten en başından beri, tirailleur’lerin yaratılışı Fransız sömürge projesine denk düşen ırkçı insandışılaştırma çabalarıyla, yani Afrikalıların hayatlarının harcanabilir olduğu düşüncesiyle el ele gitti. Örneğin Diop’un anlatıcı kahramanı Alfa, Fransızların düşmanın gözünü korkutmak için, vahşi ve insanlık dışı Afrikalıya dair ırkçı stereotipi sürdürmek üzere tirailleur’lerin eline kasten palalar verdiklerini belirtirken bunu vurguluyordu. Tiraiulleur’ler, ilk görülecekler, ilk öldürülecekler olarak genellikle hücumlarda ön saflara yerleştiriliyordu.

***

Bu tarihin insani maliyeti ne kadar vurgulansa azdır. Bugün, Lyon yakınındaki Fransız köyü Chasseley’de hemen hemen iki yüz tirailleur’ün kalıntılarının gömülü olduğu çok büyük bir tata (Wolof dilinde, küçük bir kale ve mezarlık) var. 1940’ta, bu insanlar Alman ordusunun 10. zırhlı tümeni tarafından katledildi. Beyaz askerler hapse atılırken, Afrikalı askerler avlandı, vahşice öldürüldü ve bedenlerine tecavüz edildi.

Diop çok dramatize etmeden Almanların bu anlatıdaki tek “mavi gözlü düşman” olmadığını, en tehlikeli düşman bile olmadığını ileri sürüyor: Fransızların elleri Afrikalı kanıyla siyaha boyanmış. Alfa’nın çözülmesi, bir sömürgeci projenin zirvedeyken tohumlarını ektiği ölüm kültürünün güçlü bir simgesi olarak yorumlanabilir (Senegal II. Dünya Savaşı’nın neredeyse yirmi yıl sonrasına, 1960’a kadar bağımsızlığını kazanamadı). Diop’un romanı, Batı Avrupa’nın sisli ovalarında ölüme terk edilen yüz binlerce genç Batı Afrikalı asker için sert bir edebi hesaplaşma. Bu açıdan metin aynı zamanda bir ağıt.

Gece Tüm Kanlar Karadır aynı zamanda tek bir savaştan daha büyük bir şeyi, savaş cehenneminin kendisini kavramaya çalışıyor. Romanda siper savaşlarına ve silahlarına ilişkin anlatılan her şey I. Dünya Savaşı’nı düşündürse de Diop bütün açık zamansal göstergeleri metnin dışında tutmuş. Kitap süregelen, Alfa Ndiaye’den önce de sonra da var olan bir şiddet öyküsünü kayda geçiriyor.

Sonuç olarak, Diop’un kitabı geleneksel anlamda bir “tarihî roman” olmaktan uzak. Gece Tüm Kanlar Karadır daha ziyade savaşın insanlardan nasıl canavarlar yarattığına dair, insanlıklarının sınırındaki insanlara dair bir alegori.

Çeviren: ALEV OK

 

 

NOTLAR:


[1] Romanın gözlerle meşgul olmasına bir başka örnek: bir dëmm’in başının arka tarafında, gerçek gözlerinin tam karşısına denk düşen ikinci bir grup görünmeyen göz olduğu söylenir.

[2] Bkz. Myron J. Echenberg, Colonial Conscripts: The Tirailleurs Sénégalais in French West Africa, 1857–1960 (Currey, 1991).

[3] Cheikh Hamidou Kane, L’aventure ambiguë (Julliard, 1961), s. 189.

[4] Éric Deroo ve Antoine Champeaux, La force noire: Gloire et infortunes d’une légende coloniale (Tallandier, 2006).

[5] Céline Flory, De l’esclavage à la liberté forcée: Histoire des travailleurs africains engagés dans la Caraïbe française au XIXe siècle (Karthala, 2015).

[6] Bkz. Echenberg, Colonial Conscripts (1991), “Slaves into Soldiers” bölümü

 

 

Bu yazı ilkin 9 Ekim 2021’de “How War –And Racism– Makes Monsters out of Men" başlığıyla Public Books’ta yayınlanmıştır. K24 ile Public Books'un sürekli işbirliği çerçevesinde, yazarın ve Public Books’un özel izniyle Türkçeye çevrilmiştir. Kopyalanamaz, kullanılamaz.