Feklavye’nin asıl aktörleri… Eleştiri yapıldığında eleştiriyi anlayacak, kitapları, şairleri, yazarları, isimleri, referansları, metaforları bilecek kitapsever birileri…
12 Mayıs 2016 13:56
Semih Poroy, ben büyürken, etrafımdaki meraklılar ve bilenler sohbet ederken, çizgiyle ilgili işler konuşulurken, gazete karikatürcüleri sayılırken genç çizer olarak gösterilirdi. Turhan Selçuk, Ali Ulvi, Ferruh Doğan, Tan Oral tek tek, isim isim zikredilirken listeye yenilerden bir de Poroy eklenirdi. Cumhuriyet gazetesinin kalabalık çizer kadrosunda portreler, vinyetler yapıyor, Harbi isimli bir çizgi bandı sürdürüyordu; üretkendi, gazeteyle kalmıyor, çeşitli sanat dergilerinde, kitapla kültürle ilgili yayınlarda çizgileriyle yer alıyordu. Bugün, altmış yaşını geçmiş, yanlış olmasın, en az kırk yıldır üreten bir çizgi emekçisi Poroy. Bana hâlâ genç geliyor, usul usul, sessiz sedasız yine-yeni şeyler üretecek hissi veriyor. Kendinden önceki çizer kuşağının siyaseten iddialı ve kimi zaman polemikçi yönünün aksine her daim mesafeli çizgilerin, ölçülü bir nezaketi olan esprilerin sahibiydi Poroy. Yerli olmak, sokağı ve zamanı yakalamak, şimdiyi çizmek asıl derdi değildi sanki. Frankofon etkisindeki yalın ve berrak üslubundan olabilir, epeyce Avrupalı duruyordu çizdikleriyle.
Feklavye, Poroy’un yakın dönemde süreklilik gösteren tek çalışması. Cumhuriyet Kitap’ta yayımlanan, edebilikle, şairanelikle, okumakla yazmakla ilgili hikâyeler ve fıkralar anlatan tek sayfalık bir çizgi roman Feklavye. 2008 yılında aynı dizinin bir başka albümü çıkmıştı, yakınlarda çıkan ikinci albüm, ilkinden daha kapsamlı olmuş. Feklavye, Anglosakson edebiyat dergilerinde benzerlerini gördüğümüz, kitap ve sanat magazinini anlatan, o dünyayı mizahileştiren çalışmalardan. Eskiden, ucundan kıyısından edebiyatçı olan üreticiler tarafından çıkarılan mizah dergilerimizde, bu türden karikatürlere, fıkralara daha çok yer verilirdi. 60’lı yıllardan sonra gazete ve dergi satışları arttıkça, yayınlar Babıali coğrafyasından uzaklaşmak (odağını genişletmek) durumunda kalınca, edebiyata yönelik espriler azalarak gereksizleşti. Hele Gırgır’la yüz binin üzerinde çok satmaya başlayınca, mizah dergileri kendi yazarlarını çıkartarak edebiyatçılardan bütünüyle koptular. 70’li yıllardan itibaren kitap sektörünün gelişmesi, ülke çapında popüler edebiyat ve sanat dergilerinin çıkması, benzer nitelikli karikatür, vinyet ve illüstrasyonların bu yeni mecralara kaymasına sebep oldu. Feklavye, bu bağlamın en uzun ömürlü ve bana kalırsa en nitelikli örneği.
Poroy’u siyasi karikatürlerle, aktüel çekişmelerle hatırlamak nasıl zorsa Feklavye’de de bağıran, iddialaşan hikâyelere rastlamak zor; kitapların, minimal meselelerin, okuryazar orta sınıfların dertleriyle uğraşılıyor. Karakterleri küçük pozlar, yalanlar, kıskançlıklar, endişeler gösterse de son kertede sevimli, sakin, kültür dünyasına dair meşgaleleri olan kadın ve erkeklerden çiziliyor. Habaset ve huşunet, Poroy’un anlatı evreninin bir parçası değil. Konuşkan ve sohbetçi, konuşurken şiirden, kitaplardan, lisedeki edebiyat derslerinden söz eden, bağırıp çağırmadan, aksini düşünse de fikrini kendine saklayan, karşısındakini zorlamayan birilerini resmediyor bize. Günü değil dünü yaşayan, geçmişi hatırlatan bir yönü var hep. Popüler edebiyattan hoşlanmadığını, yeni yazarlara pek de öyle adamakıllı sıcak bakmadığını hissettiriyor. Nostaljik bir yönü var eleştirelliğinin. Sevdiği edebiyatçılar, uzun bir yazarlık geçmişi olan yazarlar, ölmüş şairler, eski akımlar vs. Bugünü, bir eksen olarak kuşak çatışması için kullanıyor. Gençlerden çok orta yaşın üzerinde birilerini konuşturuyor ekseriyetle. Meyhaneleri, kafeleri ve kütüphaneli evleri mekân olarak seçiyor. Yürüyen, yürürken edebiyat konuşan birileri oluyor onun sayfalarında. Herkesin motorize olduğu, insanların otopark acıları çektiği bir çağda, Poroy’un yürüyen karakterleri açık biçimde bir azınlığı niteliyorlar. Saklı mekânlarda, kendilerine ait bir patika ve bir çıkış arayan eğitimli insanlar hepsi.
Poroy, bize bir iklimi, bir aurayı anlatıyor: Bir kitabı, bir yazarı, bir yazarlık hayalini, çok satmayı, az satmayı, uzun yıllar önce boş vaktin ve sorumluluğun daha az olduğu gençlik günlerini konuşuyor karakterleri. O dili, o örnekleri, o konuşma vesilelerini konuşabilecekleri başka yerler yok, o mekânlardaki insanları her yerde bulamıyorlar. Gidilen, kaçılan, sığınılan, savunulan, paylaşılan mekânlar ve o mekânlardaki birbirine muhtaç benzerleri, müdavimleri… Feklavye’nin asıl aktörleri… Eleştiri yapıldığında eleştiriyi anlayacak, kitapları, şairleri, yazarları, isimleri, referansları, metaforları bilecek kitapsever birileri… Hiç olmazsa kitaplara saygı gösteren, onları fark eden birileri… Yazarlık itibarını, yazma meşakkatini, edebi derinliği mesele edebilecek uzak yakın okurlar… Yukarıda saklı mekânlar veya patikalar derken bunun salt bir olumlama olarak anlaşılmasını istemem. İnsanı var eden, onun karakterini şekillendiren, olumsuzluklar da içeren, ona kimlik veren mekânlar ve patikalar da olabilir bunlar. Mekân bizatihi politiktir, içindekilere uyum şartı da getirir. Poroy’un espri olarak anlattığı yazarlık, sanatseverlik pozları da bu uyum şartından beslenir. O mekândaysanız klişeleri bilir, onları bir biçimde her defasında yeniden üretirsiniz. Bilmiyorsanız, komik duruma düşer, dışlanırsınız.
Feklavye, yinelemek pahasına, sakin bir dille, yumuşak çizgilerle, bize mekânı, o mekânın aurasını, kitap dünyasının gıybetini ve hararetini resmediyor. Üstelik genç Semih Poroy’un yıllar yıllar içinde maharetle geliştirdiği ustalık işi ürünleri, geçen kırk yılın tadı var sayfalarda. Çizgiler zaten eşsiz, dahil olduğu dünyanın nadide birer örneği…