"Sen su içtiğinde ıslık çalacağım"

İlhan Sami Çomak'ın şiir kitabı Hayattayız Nihayet önümüzdeki günlerde Manos Yayınları tarafından basılıyor. Kitaptan üç şiiri Tadımlık olarak yayımlıyoruz...

30 Aralık 2021 09:00

 

yola düştüğümde

Yola düştüğümde üzgündüm

aklımda lambaların ışığı, çavlanların sesiyle.

Sevdiğim dizeleri boza boza sığındım gölgene,

Çürüyen yaprakların sessizliğiyle inciniyorken ağaçlar,

Sabahın ezgisiyle başladım sana ve güne

ey tahtayı oyan nem!

Geçiyorum senden upuzun bir yağmur kokusuyla,

Toprak damlı evlerin

Sıla diye ezberlenmesinden, evet susuzluktan

Dağ denilen o masalsı vurgudan...

 

Kuytuları döve döve büyüyor ıssızlık.

Bakarsın yalnızlık da çoğalır

bir kalp atımı mesafesinde,

suskunluk da bir görgü biçimidir

Deneye yenile uzaklara karışan

telaşlı güzel kadınların billurlaşan gözyaşlarında

aşkla sevişiyoruz ne de olsa

zamanın hırçın dudaklarında

 

 

sen su içtiğinde

Yakup Yalçın'a

Sen su içtiğinde ıslık çalacağım

acılarımı evcilleştirmek için...

Karanlığın sesinde evler yıkıldı

Nehirde, göğün kıyısında umutsuzluğu kıskandıran

ince uykusuz bodrumlar yıkıldı.

Boşluğu anlayabilir misiniz?

Kocaman bir: Ay’a doğru Güneş’i kurutacağız

öksürürken

Ondan daha irice iki: Bulutlar bile yangınlar barındırıyor

sen dargın bakınca

Bodrumlar dedim Cizre’de Metin Altıok’a davranış biçimidir Madımak’ın

kavuran rüzgârıyla

En kallavisinden üç: Acı bizi sınıfta bıraktı

Isırıp ısırıp ziyana bıraktığımız meyveler gibi

Toprağını arayan bir çiçek kadar güzeldin oysa!

 

İçimden kadınlar geçiyor rüzgârın gözyaşlarıyla

Bir Yakup geçiyor kabına sığmayan tanımlarla

Yakup seni çağırıyorum sevinçlerini gökte

güzelleyen kuşlarla

Kurbağalara bakmaya gittin Dicle’ye, evet

sonunda yaptın

Şehrin avuçlarında yıkanan ve gülen,

Törenden kaçan o güzel çocuk oldun

Bilen biri olarak cevapla beni Yakup:

Bir: Ölüm niye tanımsızdır?

İki: Yağmurun haberini aşktan almak mümkün mü?

Veya işte aklında kalanları, deniz kabardığında

Kuşlar göçe dururken, uyusam uyansam da

Adını tam ansam, Yakup desem Yalçın desem

Annemin sandığında toplanan kokuların keskinliğiyle

kelimelere sığınsam

Kapımı çalıp gelsen uçurumlarımızı değişsek

Kısacası Yakup aklında kalanları diyorum

Tüm o yaşadıklarınla bana versen!

 

Üç: Elbette sırtüstü yüzeceğiz, elbette

küllerimizi savurarak

Dört: Yekiniyorken hançerlerin öfkesini kimde

denemeli?

Bende nemi kaldı zamanın tuzu denizin

Zarif kalbinin iç çekişinde masmaviliğin

Soldan sağa yazarken yanmanın acısında

Soğumayı bekleyen demirler gibisin, hem ağır

hem değil.

Beş: Giderken korkuyu öğret bana

üşümek nedir ki yangınlarda susmak nedir?

Altı: Irmakların göğsünde çırpınan sözlerin

aşka sırrını veriyor

Yedi: En iyi yalan en doğru yerden mi çıkar?

Sen su içtiğinde ben ıslık çalacağım.

 

Ara sıra dağlara gideriz bilmediğimiz ötüşleri dinlemek için

Garip cümleler kurarsın sen kitabın gölgesiyle mesela

Ben sana hikâyeler bulacağım: Okunaksız yazından

Kadınların topuklarından nefes alan topraktan

Bir çiçek eksik dilli bedeviler gibi üşüyorken

Bütün sular uzaklara yürüyor

Anılar diyor ki, ne güzeldi gülüşün, anılar uğultuları

özetleyerek:

Yakup! Ölüm eksik ölüm eski. Rüyaların sabrıyla

Bana yaşamayı anlat. Yağmur yağarken

Hayatın gülümseyen yüzünde, ilk damlanın ürpertisiyle...

Sen su içtiğinde ben ıslık çalacağım

 

Ve ile başlayan çağın çekik gözlerine dalarken

Kafeste küfrü harmanlayan bir lanet limanına demirliyim

–Biz buna şimdi devlet mi diyelim?– : Sıfır

Mayhoş elmalar yiyorum dişleyerek senin ağzının

tadıyla

En eski eşkıyalar gibi düzeltiyorum gömleğimin yakasını

Aralıksız bir şey var şu ölüp ölüp dirilmelerde

Bana yepyeni bir beden ver ki susuşunla konuşayım

Bildiğin bütün şarkıları ezberliyorum bunun için:

Ara sıra taş atacağımız sulara doğru

Batmaz sandığımız hayallerimiz her şeyi tersine çevirecek

Kafiyeleri soğumuş kelimeleri diriltecek üç beş kenti baştan çıkararak

hatıraların zarif boynunda uzun uzun soluklanacak

Yani ki Yakup’um ötmek isteyen dilsiz bir kuş gibiyim

şimdi gölgende

Öptüm külünden öptüm dert ile

Sen su içtiğinde ben ıslık çalacağım...

 

 

taş gelmez sen gel

Gökte taş ve su sesi, bulutların geçtiği eşikte

açtığın bir kaç kapıda, kirpiklerinde uyanan uyku havalanıyor...

ışıktan bir kelime yakanda

omuzunda, göğsünün yangınlara gebe ayrımında

arzunun zavallı ve çıplak sızısında ıslak bir kamaşmayla

öfkeli uçurumların korkusunda salına salına.

Yolumu kaybettim ben burada sen sesinle gel. Ilık havaların

demiyle, sadece boşluğun bildiği sebeplerle, kafesteki

kuşları takip ederek, sen sesinle gel.

Ezberlediğim, tüm şarkıları unuttum:

Taş gelmez, sen gel!

Uzun yüzüne baktım çıplak ayağına daldım ve dikenler

Topuklarına batmış ölümün titreyen sesiyle kendini hatırlattı.

Başladım yürümeye o uzak bayramlara nehirde yüzen hayvanlara

Çocuklar gibi salınan çiçekler gibi beklenmedik bir gençliğin adımıyla

Sen kayalara otur ben gün dönümünü, hayat

denen düğümü, kanatsızlığın acısını susarak susturarak

durduğun yeri, baktığın yönü, upuzun gövdeni,

rüzgâra kaçmış saçlarını örerken, teninin selamlarını, dudaklarını...

Taş öpmez sen öp!

 

Ve yine alevler eskiyen ağaçlara yürümüş dürülmüş defterlere

Çiçekli eteğinden sabaha çiyler, çıplak

gövdeme ateşler yürümüş.

Taş yürümez biz yürüyelim!

Aklımda olanlar şudur: Nar ağacının rüzgârı,

tespihin şıkırtısı, üveyik, yudumladığım suyun

bardakta bıraktığı boşluk, masaya nizam veren

ellerin ve birlikte uçmanın uyumsuz geometrisi.

Dağ bize bakıyor, yorgun atların kurumuş teriyle

ertelediğimiz yollar mahsus bizi çağırıyor.

Ağlarken susacağım paslı çivilerin vücut diliyle.

Bırak yağmur yağsın, nehir aksın. Nehirden sonra dağ.

Ben söyledim sen tekrarla:

Taş hatırlamaz sen hatırla! Taş yakmaz sen yak !