İşte böyle kopar kıyamet

Valeria Luiselli, El Pais ve Literary Hub'da yayınlanan makalelerinden derlenen bu yazısında, ABD Başkanlık seçiminin olası sonuçlarını ve kolektif sosyal tepkinin seyrini inceliyor...

08 Aralık 2016 17:00

T.S. Eliot’ın Oyuk Adamlar’ının son dizeleri kötü bir kehanet gibi yankılanıyor zihnimde:

İşte böyle kopar kıyamet.
İşte böyle kopar kıyamet.
İşte böyle kopar kıyamet.
Gümbürtüyle değil iniltiyle.1

Seçim gününden bu yana New York, beklenmedik bir ölümün yası tutulan bir cenaze evine döndü adeta; beraberce yapayalnızız burada, yalnızlığımız her zamankinden daha derin, beraberliğimiz her zamankinden daha güçlü. Yasımız bizi birbirimizden ayırmakla kalmıyor, bir araya da getiriyor (yasın çelişkisi, paylaşıldığında dahi, insanları tekbenciliğin en yalıtılmış halinde birleştirmesinde yatar, bu, evrensel bir deneyim olan acının aynı zamanda son derece bireysel ve paylaşımı imkânsız olmasındandır belki de).

Söz konusu yas süreci dağınık ve kafa karıştırıcı: Ölümün somut, mutlak gerçekliğine dayanmıyor; seçim sonuçlarının telafisi yok gerçi, ama çoktan kapımıza dayanmış olan bir sonun o onmaz niteliğini içinde barındırmıyor. Belki de bu, geleceğe dair, gelecek için tutulan bir yas. Sanki gelecek bir anda buhar olup uçmuş ve beraberinde şimdiyi anlama, hatta arzulama yetimizi de alıp götürmüş gibi.

Pek çok kişi, “Şimdi ne yapacak, nereye gideceğim? Nasıl olacak da yeniden bir gelecek tasavvur edeceğim? Olup bitenleri kendime açıklamak için nasıl bir anlatı seçeceğim” diye soruyor kendine. Öfke, şaşkınlık, endişe ve kendine acımadan dil tutulmasına varana değin uzanıyor yanıtlar. En baştan savma, en basit –ve pek çoğumuzu ortak bir paydada buluşturan bu gelecek yitimi hissi karşısında empatiden tamamen yoksun– yorumlardan biri Trump’ın gelişinin “imparatorluğun sonu” diye nitelenmesi. Yüksek dozda aldığı, büyük olasılıkla son kullanma tarihi geçmiş amfetaminlerin ve hiç şüphesiz vadesi dolmuş ideolojilerin etkisiyle seçimlerden birkaç gün önce bu doğrultuda ahkâm kesen Slavoj Žižek’i düşünüyorum. O pek konforlu yazı masalarından yürüttükleri aktivizm doğrultusunda kıyamet anıştırmalı “son” kehanetleriyle bayram eden başkaları da geliyor haliyle aklıma. Entelektüel kibrin doruklarından bakanlar dünyanın nasıl parçalandığını berrak bir biçimde seçebiliyor olsa gerek. (Buradan, yani aşağıdan –bizim önemsiz, okunaksız, kaotik gerçekliğimizden– onları selamlıyoruz.) Ne ki, size kötü bir haberim var Žižek-Zombileri: Gerçek sonlar ağır ağır, ufak ufak şekillenir ve hemen her zaman bürokratik biçimde gelir.

Sonun başlangıcı imzalanmayacak antlaşmalar, riayet edilmeyecek uzlaşmalar, hükümsüz kılınacak kararnamelerle inşa edilecek muhtemelen. Mesela Obama’nın 2012 yılının Haziran ayında bir Başkanlık İnisiyatifi’yle duyurduğu ve reşit olmayan 1,5 milyon göçmeni kapsayan DACA’nın2 (Çocukluk Çağındaki Göçmenler İçin Erteleme Tedbiri) yürürlükten kaldırılmasıyla: DACA, gençleri hâlihazırda sınır dışı edilmekten koruyor, onlara geçici çalışma izni, üniversite eğitimi için devlet bursu yahut özel burs gibi birtakım hak ve menfaatler sağlıyor. DACA’dan yararlanmak isteyen genç göçmenlerin birtakım şartları yerine getirmeleri gerek: öğrenimlerinin sürüyor olması ya da lise diplomalarının bulunması, Silahlı Kuvvetler’de hizmet vermişlerse tüm yükümlülüklerini yerine getirerek ayrılmış olmaları, herhangi bir suç ya da kabahat işlememiş olmaları ve Amerika’ya 16 yaşından önce gelmiş olmaları gibi. Bu son kriter, “belgesiz” göçmenlerin DACA’dan yararlanmasının önünü açan etik önermenin temelini de oluşturuyor: Eğer göçmen, ABD’ye 16 yaşından küçükken geldiyse bu nedenle suçlanamıyor. Bugün bu uygulamadan faydalananların çoğu aynı üzücü, sinir bozucu hikâyeyi anlatır size, “kaçak” olduklarını lisenin son senesinde üniversiteye başvurup da kendilerinden –elbette ki sahip olmadıkları– sosyal güvenlik numarası istendiğinde öğrendiklerini belirtir.

Trump göreve başladığı ilk dönemde DACA uygulamasını kaldıracağını duyurdu. Bu uygulamayı yürürlükten kaldırmak gayet kolay: Gerçek bir yasa statüsüne sahip değil, –her ne kadar bu duvarın büyük bir kısmı çoktan inşa edilmiş olsa da– çölün ortasına aşılmaz bir duvar inşa etmenin lojistik ve malî zorluklarını kapsamıyor, hele hele göçmenleri topluca sınır dışı etmek gibi bir girişimin korkunç maliyetini içermiyor (ABD’den 11.2 milyon kaçak göçmeni sınır dışı etmek yaklaşık 20 yıl sürecek ve maliyeti 400 ila 600 milyon dolar arasında olacak). Aksine, DACA uygulamasını kaldırmak gayet basit ve masrafsız, üstelik sabahtan öğlene yapılabilir. Ancak sonuçlarının yıkıcı olacağı kesin.

Neredeyse 750 bin başvuru sahibinin yararlanmaya başladığı DACA, bugün potansiyel olarak en aşağı 1.9 milyon hak sahibi genç göçmene fayda sağlamakta. Bu uygulamanın kaldırılması demek şu an üniversitede olan yüz binlerce öğrenciyi ve üniversiteye gidecek olan bir o kadarını daha eğitiminden yoksun bırakmak, bu gençlerin geleceklerini ellerinden almak demek. DACA uygulamasından yararlananlar Amerikan vatandaşı değil (doğrudan vatandaşlığa geçmeleri söz konusu da değil), dolayısıyla bu uygulama kaldırıldığında bu kişilerin kendilerini vatandaşı olarak gördükleri tek ülkedeki asgari korunma hakları ellerinden alınmış olacak. DACA uygulamasından yararlananların hayat şartlarında şimdiden hatırı sayılır bir ilerleme görmek mümkün; daha fazla yahut daha yüksek maaşlı iş imkânlarına veya yüksek eğitim alma hakkına sahipler. Somut gelişmeler bir yana, DACA insanlara korkusuzca yaşama özgürlüğü tanıdı ve hâlihazırda sahip oldukları hayatı, hem de bir hiç uğruna, ellerinden almak gerçekten insafsızlık. DACA uygulamasının iptali, en kötücül yönden bakılacak olursa birilerinin hayli işine gelecek: Bu durumda tüm bu gençler, vergi ödemelerine rağmen, tıpkı anne ve babaları gibi kayıt dışı işlerde çalışmaya devam edecek ve asgari ücretin de altında bir maaş alacak. DACA’nın yürürlükten kaldırılmasıyla aslında tüm dünya yerle bir oluyor. Ne ki, neredeyse hiç kimse bunun farkına bile varmayacak; zira gerçek sonlar yürürlükten kaldırılan kararnamelerin, basılan mühürlerin, sayfa sonlarına atılmış imzaların toplamından başka bir şey değil.

Dolayısıyla belki de, “Ne yapacak, nereye gidecekler? Nasıl olacak da onlar için yeniden bir gelecek tasavvur edeceğiz? Onlar adına mücadele etmek için nasıl bir anlatı seçmeliyiz” diye sorma zamanı şimdi. “Ben Trump’ın hedefi olmadığım halde rencide oldum/ ben üzüldüm/ ben utanç ve suçluluk duyuyorum” benzeri bir cümle daha duymaya tahammül edebileceğimi sanmıyorum. Toplum içinde yaşayan herhangi bir birey kurumsallaşmış şiddete maruz kalıyorsa eğer herkes aynı şiddete maruz kalır; toplum içinde yaşamak tam da bu demektir çünkü.

Yaşananlara ve yaşanacak olanlara karşı genel ve kolektif bir sosyal tepki doğmuş durumda şimdi. Geniş kapsamlı sivil tepki –yürüyüşler, mitingler, yükseltilen sesler– olağan ve gerekli, zira korkunç bir kederin, şaşkınlığın ve tüm bireysel korkuların ortasında, çevremiz bunca acizlikle, anlamsızlıkla sarılmışken bir topluluğun parçası olduğumuzu anımsıyor, ortak hedefler doğrultusunda birleşiyoruz. Gelgelelim yaşamlar karmaşık; işler, aileler, yerine getirilmesi gereken yükümlülükler, cenazeler, boşanma davaları var; yapacak başka bir şey olmadığından usanmak ve boyun eğmek işten değil; insanlar hayatta kalmak ve içinde bir nebze olsun normallik barındıran hayatlarına geri dönmek zorunda nihayetinde, o normallik korkunç ve dayanılmaz olsa bile böyle bu. Hiç kimse hayatının geri kalanını sokak protestolarında geçiremez, geçirmemeli de (bir kâbus adeta: Slavoj Žižek’in mütemadiyen bağırıp çağırdığı ve burnunu karıştırdığı bir sosyal romanın sayfalarına arasına sıkışıp kalmak).

Sivil direnişle daha kalıcı bir başarı sağlamanın yolu belki de pankartlarla sokaklara döküldüğümüz eylemleri uzun süreli ve gündelik bir direnişe dönüştürmekten geçiyor. Beraberce sokaklardan kurumlara yönelmek gerek artık. Amerikan- Allan- Poe ayarında “kalabalıkların insanı” olma hâlinden sıyrılmalı ve örgütlenmeli. Geniş, bağırtkan ve genel bir tepkiden toplumsal bağlar yaratmaya ve bu bağları güçlendirmeye odaklı küçük, bireysel, daha sessiz ama aynı zamanda daha somut eylemlere yönelmeli. Zor değil, kahramanca bir çaba da gerektirmiyor; Amerika’da yapılabileceğine de şüphe yok üstelik. Buradaki sivil kuruluş ve örgütlerin gücüne yürekten inanıyorum; çabalarına gitgide artan bir hayranlıkla defalarca tanık oldum. Kendi hükümetinin göçmen kanunları uyarınca “yabancı3” olarak tanımladığı insanlar için bıkıp usanmadan çalışan pek çok kuruluş olduğunu biliyorum; “Amerika’yı bir Trump Diyarı” yapma hayalindekilerin nezdinde köklerinin kazınması, dışlanması yahut “uzaklaştırılması” gereken insanların yaşamları için mücadele veren pek çok kuruluş var bu topraklarda. (Andrew Jackson iktidarının eski mi eski yasal jargonundan ilhamla günümüzde zorunlu tehcirin yasal jargondaki zarif karşılığıdır “uzaklaştırma”; Jackson döneminde de yerlilerin kendi topraklarından kovulması ve belli alanlara yerleştirilmesi (ebedî sefalet içinde küçücük bir alanda yaşamaya mecbur edilmesi) “uzaklaştırma” terimiyle ifade edilmişti).

Örgüt ve kuruluşlar bu hususta çoktan tepki vermeye başladı bile. Sadece tehcirle mücadele edenlerden söz etmiyorum; seçim sonuçlarının resmen duyurulduğu 9 Kasım’dan bu yana ülkenin dört bir yanındaki kimi okul ve üniversiteler birer birer gerek belgesiz gerekse DACA uygulamasından faydalanan öğrencilerini destekleme projeleri başlattı. Bu öğrenciler, apaçık bir biçimde apartheid yahut kurumsal ırkçılık söylemleriyle gündem oluşturan Trump döneminin kolay ve birincil hedefi olduklarının bilincinde, gelgelelim bunun demir bir yumrukla mı yoksa inceden inceye güdülen ayrımcılık politikalarıyla mı gerçekleşeceğini henüz kimse bilmiyor (ikincisi gizliden gizliye yapıldığı için belki daha tehlikeli). Bu durumun, öğrenci cephesinde hissedilen haklı korku ve kaygının bilincinde olan kimi okullar hemen, ne olursa olsun, gerek kurumsal gerekse yasal yollardan bu gençleri koruyacağını duyurdu. Bunun en dikkate değer örneklerinden birine Kaliforniya Üniversitesi’nde (UC) rastlanıyor; Janet Napolitano’nun4 burayı (diğer savunmasız öğrenci gruplarını da kapsayacak şekilde) belgesiz öğrenciler için “Sığınak Kampüs” ilan etmesiyle bu çaba ulusal bir boyut kazandı ve Sığınak Kampüs Hareketi başka okul ve üniversiteleri de aynı doğrultuda ilerlemeye teşvik ediyor. Columbia Üniversitesi ve Barnard College gibi ilk etapta destek beyanında bulunmayan kimi üniversitelerin öğretim üyeleri bir araya gelerek okul yönetimlerine mektuplar ve dilekçeler yazmaya, kampüs mitingleri düzenlemeye koyuldu.

Üniversiteler belli özerklikleri olan ve böylesi önemli somut eylemlerde öncülük edebilecek kurumlar. Eğitim kurumlarının gücü Milli Güvenlik Bakanlığı ile kıyaslandığında elbette ki sınırlı, gelgelelim öğrencilerine rehberlik hizmetinden ve manevi destekten çok daha fazlasını sunabilecekleri de bir gerçek. Bu kurumlar, mesela öğrenim harçları yahut burslar için ödenek ayırabilir; belgesiz ve DACA’dan yararlanmış öğrencilerini yasal yollarla korumak üzere belki küçük ama somut adımlar atabilir. Bu aşamada öğrencilerin ve öğretim üyelerinin seslerini yükseltmesi son derece elzem; zira şimdi, Trump’ın saçtığı bu pislik yağmurunda hepimizin başımızı sokacak bir sığınak yaratması icap ediyor.

Yaşananlar ve yaşanacak olanlar göz önünde tutulduğunda, Trump döneminin zorluklarına ancak zamanla toplumsal bir boyut kazanacak ve gitgide daha geniş kitlelere yayılacak bireysel eylemlerin toplamı sayesinde karşı durmamız mümkün. Seslerimizi yükseltmeyi sürdürdüğümüz sürece, ancak bütün bu çığlıkların toplamıyla yeni bir başlangıç yapabilir ve bu son iniltiyi şahane bir gümbürtüyle bastırabiliriz.

 

Çeviren: Seda Ersavcı.
(Valeria Luiselli ülkemizde LA Times Art Seidenbaum Ödüllü romanı Kalabalıkta Yüzler ile tanınıyor. Kitapları yirmiden fazla dilde yayımlanmış olan ve New York’ta yaşayan Luiselli’nin son romanı Dişlerimin Hikâyesi, önümüzdeki aylarda Seda Ersavcı’nın çevirisiyle yayımlanacak. Bu çeviri, yazarın lithub.com’da yayınlanan “This is how the World ends?”, El Pais’te yayımlanan “Así acaba el mundo” ve “Santuarias” makalelerinin derlemesinden oluşmaktadır.)
1 Çeviri Suphi Aytimur’a aittir. (ç.n.)
2 Barack Obama döneminde yürürlüğe giren DACA (Deferred Action for Childhood Arrivals) Amerika’ya ayak basmış illegal göçmen gençlerin eğitim almalarının, kayıtlı olarak çalışmalarının ve yasal olarak göçmen statüsüne kavuşmalarının önünü açan bir düzenlemedir.
3 İng. Alien.
4 2009-2013 yıllarında Milli Güvenlik Bakanı olan, şimdiyse Kaliforniya Üniversitesi’nin rektörü olarak görev yapan siyasetçi.