Ümit Güçlü: “Çağdaş eleştiri, şiiri görmekte pek de istekli değil gibi.”

“Şiir üzerine yazmayan şairleri çok ciddiye almamıza gerek yok aslında. Bu iş bir gizem işi değil çünkü. Şiir yazmak sadece kendi başına anlam kazanabilen bir şey değil. Zorunlu olarak yorumunu da arzulayan bir süreç. Bu yorumu bugün bir Süpermen çıkıp yapmayacak. Herkese karşı adaletli bir eleştirmen modeli artık tarihe karıştı.”

13 Ekim 2022 17:51

 
 

Ümit Güçlü, Suç Şiir adını verdiği bu okuma önerisinde, bugün için şiir tarihlerine geçmiş birçok şairi merkezine alarak onların şiirlerine “suç” edimi üzerinden yaklaşıyor. Geçmişten bugüne farklı kuşak ve ekollere mensup birçok şairi bu bağlamda çalışmasına dahil eden Güçlü, okura yeni bir okuma vaadinde bulunurken bunu alışılagelmiş kalıpların ötesine geçerek yapmaya özen gösteriyor.

***

Suç Şiir: Bir Okuma Önerisi, aslında alternatif bir edebiyat tarihi, şiir tarihi okuması olarak da değerlendirilebilecek bir kitap. Bu anlamda özgün ve farklı yorumları içerisinde barındıran bir eser olduğunu söylemek mümkün. Öncelikle edebiyat/şiir tarihine neden “suç” üzerinden yaklaştınız? Bu başlık/temel düşünce size nasıl bir perspektif sundu?

Suç bana çok geniş bir hareket alanı sunan kavram oldu. Sosyoloji, hukuk, kriminoloji, felsefe, sanat… Aslında bu kitabın zihnimde şekillendiği dönemlerdeki adı “İğrenç Şiir”di. İğrençliği de Julia Kristeva’nın yaptığı okumalardan şiir eleştirisine taşımayı düşünüyordum. Suç Şiir diyerek yaptığım okuma önerisinde, merkezde evet suç var fakat her şairi inceleyişimde başka bir yönü ile onu suçlu görme eğilimim var. Hukuktaki suç kavramının farklı boyutlarını, eleştiri metinlerinde zenginleştirmeye çalıştım.

Kitabın özellikle ilk bölümünde gerek bir kavram olarak “suç”a dair çizdiğiniz perspektif, gerekse çeşitli karşıtlık ve koşutluklar üzerinden geliştirdiğiniz yaklaşımlar bu meselenin kökünün ne derece köklü olduğunu gösteriyor. Kavramsal ve tarihsel olarak “suç” ile “şiir” nasıl birleşti? Kitabın ilk bölümündeki metinler ve meseleye giriş üzerine ne söylersiniz?

Bu anlayışın merkezine, sınır ihlallerini ve yasaları çiğnemeyi yerleştiriyorum. Şairler suç işleyen, cezalandırılan, zamanla yok sayılan ve pek önemsenmeyen kişiler haline getiriliyor, demeye getiriyorum yani. Suç ve şiir benim açımdan zaten eşdeğerde bir eylem; dolayısıyla “ayrılmadılar ki birleşsinler” gibi bir bakışa sahip olmalıyım. Şiir yazmak suç işleme biçimlerinden biri oluyor. Tarihsel olarak yasaların değişiminin süreçleri (suç tanımlarının değişim süreçleri) ile ilgilenmiyorum bu çalışmada. Bunlar akademisyenlerin alanı bence. Ben şair olarak bakmak zorundayım. Kendimi eleştirmen ya da bir şeylerin tarihçesini araştıran bir konuma yerleştirmiyorum hiçbir zaman.

Kitabın ilk bölümünde şairlerin sınır ihlalleri ile suç işleyen figürlere dönüşmelerini ve bunun kendilerinde bir dürtü ya da içsel davranış gibi bir şeye karşılık geldiğini sunarak başladım. Bundan da pek şikâyetçi değiller ve bunu kabulleniyorlar. Kendi yaşamlarının temeline koyuyorlar ve şiir yazma eylemleri bu dürtü sayesinde canlı, öfkeli bir hal alıyor. İktidar yapıları ise (toplum, devlet, kurumlar) bunu cezalandırmakta asla tereddüt etmez.

“Yorum” ve “aşırı yorum”, yakın geçmişte, özellikle de Umberto Eco’nun aynı isimli kitabıyla birlikte mevcut eserlerin yorumlanması bakımından kıymetli bir tartışmayı beraberinde getirdi. Bir metne/esere yaklaşırken yorum ile aşırı yorumu birbirinden ayırmak için çeşitli kıstas önerileri de bu anlamda tartışmaların odak noktalarından biri olarak görüldü çoğu zaman. Siz Suç Şiir’deki metinleri kaleme alırken yorum ile aşırı yorum arasında nasıl bir yol takip ettiniz? “Yorum” nasıl bir “değerlendirme”yi beraberinde getirdi?

Yorumlarken çoğu yerde aşırı uçlara kaymak istedim. Kriterlerimi sınır, ihlal ve yasa olarak aldığım için şiirleri bu kavramlarla iç içe soktuğumda değerlendirmelerim de tartışılabilir sonuçlar doğurdu. Mesela bir yerde, “Türk şiir tarihi suç işlemenin tarihidir” gibi bir cümle kurdum. Bu tarz tartışmaya açık alanlar keşfetmeye uğraştım. Bu kavramlar edebiyat içinde terim anlamlarına kavuşsunlar diye zorladım.

Suç Şiir aynı zamanda içerisinde bir şairin şiir ve şair(ler)le nasıl, ne tür bağlar kurduğunu da görünür kılan bir çalışma/araştırma. Peki, bir şair olarak Suç Şiir üzerinden Ümit Güçlü’ye dair ne tür/nasıl bir poetika, yaklaşım çıkarılabilir? Bu kitap sizin şiir anlayışınızla birlikte nasıl değerlendirilebilir?

Belli bir noktadan sonra artık bu yazıları, kendi şiirimi açıklamak için yazdım diyebilirim. Yani ben “Türk şiirinde suç kavramını inceleyen bir çalışma” gibi bir başlıkla çalışmadım. Her zaman kendi şiir yazma biçimimi açıklamaya ve eleştirmeye dönük bir bakışla olaylara baktım. Dikkat ederseniz çalışmada şiir tarihini incelerken atlayamayacağınız birçok şairin olmadığını da fark edersiniz. Orhan Veli gibi, İlhan Berk gibi ya da Ahmet Hâşim gibi. Kitaptaki “öneri” ifadesi de bu. Ben olaylara kendi açımdan böyle bakıyorum. Bunu öneriyorum.

Kitabın yeni baskısı için kaleme aldığınız önsözde “şiiri ciddiye almanın en isabetli ve sağlıklı yolunun şiir üzerine yazmak olduğu”nu “büyük şairlerden bildiğinizi” belirtiyorsunuz. Peki, sizin için şiiri ciddiye almanın karşılığı nedir ve metinleriyle ortaya özel bir düşünsel evren çıkaran büyük şairler kimlerdir?

Şiir üzerine yazmayan şairleri çok ciddiye almamıza gerek yok aslında. Bu iş bir gizem işi değil çünkü. Ya da kendi şiir tariflerinin kimsede olmadığını düşünüyor ve bu sırları ölene kadar saklamak da istiyor olabilirler, o kısmı henüz ben de anlamış değilim. Fakat şiir tarihi Ezra Pound, Edgar Allan Poe, Borges, Octavio Paz, İlhan Berk, Sezai Karakoç, Gülten Akın, Ece Ayhan, Ülkü Tamer gibi isimlerin şiir üzerine yazmalarıyla canlı kaldı. Şiir yazmak sadece kendi başına anlam kazanabilen bir şey değil çünkü. Zorunlu olarak yorumunu da arzulayan bir süreç. Bu yorumu bugün bir Süpermen çıkıp yapmayacak. Herkese karşı adaletli bir eleştirmen modeli artık tarihe karıştı. Biz de bu işi ciddiye alıyoruz ve gece gündüz bu meseleleri kafaya takıyoruz. Üstelik adaletsiz davranıp sizin yaptıklarınızı “edebiyat dışı yollarla” değersizleştirmeye çalışan yazar modelleri varken. Bu anlamda Suç Şiir bir adalet arayışıdır da.

Bütün bir kitabın ana hattını Suç Şiir’in ilk bölümünde oluşturduğunuzu, ikinci bölümle bu konuyu derinlemesine inceleyen denemelere giriştiğinizi söyleyebiliriz. Buradaki metinlerin özellikle denemeye yakın bir yerde durduğunu, içerisine Twitter’dan televizyona, kitaplardan dergilere kadar birçok farklı mecrayı aldığını görebiliriz. Kitabın bölümlerini kurgularken nasıl bir ayrım gözettiniz? İkinci bölümün öne çıkan temel meselesi neydi sizin için?

Benim için karşılaştığım her olay, okuduğum her kitap, etkileşime girdiğim her metin bir yazı konusudur. Sadece şiirle ilgili olmasına gerek yok. Okumak dediğimiz şey böyle bir şey çünkü. Seslendirmek değil. Gerekçeleriyle açıklayabilmek. Twitter, rap müzik, bir hayat kadınının şiirle kurduğu ilişki, 2000’lerden sonra artan enformasyon tahribi, şiirlerimizin neden ülke sınırlarını aşamadığı; bu gibi konular benim gözü kapalı kalem oynatabildiğim alanlar. Aslında bu kitabın devamının 5-6 ciltlik olması gerek. Bu gibi bir anlamsal dünyanın tutkalı şiir olduğunda hareket alanınız çok tatlı bir yer oluyor. Aslında yaşamın en güçlü tutkallarından biridir aynı zamanda. Ölmedi yani.

Kitabın üçüncü bölümü, sizin belirli şairlerden yola çıkarak onların poetikalarına, şiir evrenlerine ve sizin onlar üzerine geliştirdiğiniz belirli düşüncelere göre biçimleniyor. İsmail Uyaroğlu, Gülten Akın, Nazmi Ağıl, Sami Baydar burada öne çıkan şairlerden. Kitap bağlamında değerlendirdiğiniz bu şairleri bir seçkiye mi tabi tuttunuz, yoksa şiirlerinde belirgin bir şekilde bu konuyu irdeleyen isimler üzerinde mi durdunuz?

Üçüncü bölümde saydığınız isimler dışında Murat Çelik, Liman Mehmetcihat, Baran Çaçan, Enes Özel ve Faruk Ergöktaş hakkında yazılarım da var. Toplamda 9 şair hakkında yazdığım yazılardan oluşan bir bölüm. Bugüne kadar yazdığım birçok şairi kitaba almadım. O yazılar içime sinmediği için. Yani bir seçki yapmış oldum.

Nazmi Ağıl, Murat Çelik, Ahmet Murat, Lale Müldür sizin kitapta üzerinde durduğunuz, çağdaş ve şiir yazmaya halihazırda devam eden önemli isimler. Bu anlamda metinlerinizde çağdaş şiirle olan bağı da sıkı şekilde takip ettirdiğinizi söylemek mümkün. Peki, çağdaş şiir çağdaş eleştirinin neresinde? Siz çağdaşlarınıza ve onların metinlerine nasıl yaklaşıyorsunuz?

Çağdaş eleştiri, şiiri görmekte pek de istekli değil gibi. Ya da gördüğünde yüz yıl, iki yüz yıl öncesi daha konforlu bir alan haline geliyor. Asıl soru, şiir üzerine yazan çizen kişilerin çağdaş eleştiriyi nasıl gördüğüdür. Edebiyat tarihimizde de böyleydi bu. Güncel olarak 5-6 eleştiri okuyorsak, bugün maksimum bir tanesi şiirle ilgili oluyor. Ama nitelik açısından bakarsak, ben şairlerin ürettiği metinlerin her zaman daha ileride olduğunu düşünüyorum.

Çağdaşlarımız genelde eleştirinin olmadığından yakınırlar. Bir sonraki meselede kendilerinin bu metinlerde neden olmadığını sorgularlar ve parti sona erer. Asıl önemli olan ise, kendi çağdaşlarınızın ortaya koyduğu metinlerle ne şekilde konuşabildiğinizdir. Ben bu kitapta 100’e yakın şairin işine öyle ya da böyle, eksik ya da fazla dokunmuşum. Aynı dönemde olduğumuz eleştiri yazan, iş ortaya koyan herkesi de takip ediyorum ve gerektiği zaman bunlara ait tepki biçimlerinden de hiç kaçınmam. Arkadaşımmış, iş ilişkim varmış, onu kırmayayım, vs. hiç önemli değil benim için. Her zaman en yakınımdakiler beni sert eleştirdikleri için böyle bir kültüre de sahibiz. Benden başka çağdaşlarını okuyabilen az sayıda yazar olduğunu da düşünüyorum.

Kuşak meselesi sizin de üzerinde durduğunuz, tanımlamaya çalıştığınız, sınırları üzerine kafa yorduğunuz başlıklardan bir tanesi. Sizin için kuşakları var eden temel düzlem nedir? Bir şair olarak eklemlendiğiniz bir kuşak veya ekol var mı, yoksa bu edebiyat tarihçilerinin işi mi?

Ece Ayhan iyi bir örnek bu bağlamda. Edebiyat tarihçisi değildi, söyledikleri, yazdıklarının çoğu da birbirleri ile çelişen ifadelerdi. Ama bir edebiyat tarihçisine verdiği verileri düşünün. Bir sürü hayatın içinde olduğu için birçok şeyi çıplak gözlem imkânı vardı.

Kitaptaki kuşak meseleleri ile ilgili yazdıklarım da buna benzer bir alanda yazılmış metinler. 2012 yılı ve sonrasını şiirde bir değişim dönemi olarak düşünüyorum. 2010 kuşağı diyerek, ilk defa bu ifadeyi kullanarak metin üretmiş toplasak üç dört kişi vardır. Ben bu dönemde çıkan tüm dergilerdeki şair kişilerle sürekli içli dışlı olduğum için de bu genç arkadaşlarımızın ne tür mücadelelerle ifade alanları yarattıklarına şahit oldum. Çoğu zaman dışarıdan gözlemlenemeyecek meseleler fakat şairlerin hangi dergilerde ve hangi amaçlarla bir araya geldiklerinin de göründüğü bir zemin. Bu konular bence de edebiyat tarihçilerinin işi. Fakat benim sunduğum gibi veriler olmalı ki, tartışma için başlangıçlar ya da tezler ortaya çıksın. Ben bu metinleri ilk defa 2019 yılında ortaya çıkardım fakat metin üzerinden bir itiraza denk gelemedim henüz. Sosyal medya üzerinden bu konuyu sulandıran bir yazar grubu da var. Herkes kendi kapasitesine göre iş üretiyor.

Sizin gerek bu kitapta yer alan metinlerinizde, gerekse çeşitli dergi ve çevrimiçi yayınlarda yer alan denemelerinizde tercih ettiğiniz dil ve özellikle de “başlıklar” oldukça çarpıcı: “Süt Dişleri ve Azı Dişleri”, “İbrahim Tatlıses’ten Khontkar’a Değişen Ritim: Vitrinde Olmanın Poetikası”, “Nasıl Acı Çekiyorum Görüyor musunuz?” sözgelimi birkaç örnek olarak değerlendirilebilir. Bir metinde başlığın anlamı, rolü ve çarpıcılığın getirdiği etkiyi nasıl yorumlarsınız?

Teşekkürler, bu başlıklar için çok çaba göstermiyorum. Kendiliğinden oluşuyorlar. Benim mizacımı da yansıtıyor biraz. Bu konuyu daha önce bir dostum da söylemişti. Yazılara iyi başlık atıyorsun, diye. Okurlar olarak klasik başlıklardan çok çabuk sıkılıyoruz ve bu bağlantılara tıklanmıyor ya da yazı ise okunmuyor. İşte, “Ümit Güçlü Şiirlerinde Eril Söylem”, böyle başlık mı olur? Bunlardan sıkıldık ve okurlar da daha yaratıcı şeyleri hak ediyor. Onlara saygı duymalıyız. Deneme yazarlarını, öykü veya hikâye yazarlarını, iyi romancıları ve YouTube’u iyi okumak, bu tür ifade alanlarında, beyne 100 metrede daha fazla oksijen yolluyor.