Cengiz Sinan Çelik'in şiir kitabı Serdestan, önümüzdeki günlerde Ayrıntı Yayınlarından basılacak. Sunuş yazısıyla kitaptan üç şiiri Tadımlık olarak yayımlıyoruz.
SUNUŞ
İyi şiir, üzerini külün örttüğü kor gibidir. Köz eşelendiğinde kızıl kor parçaları nasıl ışıl ışıl parlarsa iyi şiir de sis pus içinde kendini belli eder, parıldar.
Köz, yeni bir ateşe varmak içindir, imkândır; sönmüş ateşin özünün orada külün altında olduğunu bilmek iyi gelir. Has şiirin yaptığı da benzer bir etkidir. Orada bir yerlerde olduğunu, hep olacağını bilmek insana dünyanın geleceğine dair umut verir.
Şeceresinde kırk dağ doruğunun yazılı olduğu, ıssız koyaklarında kırk dengbejin uyuduğu bir şiir, Cengiz Sinan Çelik’in şiiri. Rızkından eksilen her damla kanın günahlar tasında birikmesi boşuna değildir çünkü şair, kor zamanın hançer kınına sürülmüştür. Kırk gözesinde kırk kırık ah kaynar şiirinin. Yürüdükçe unutulan varlıktır, kavuştukça çöldür. Dağ rüzgârlarıyla savrulup giden dağlanmış etinin acısına bakarken, kalleşliğin bilediği çeliğin parlak ışıltısıyla göğüsleri deşilenleri kaydeder bir kenara. Çok sürmez, iner yedi kol demiri yedi kapıya, kapanır kapılar. Göğüs kafesinin yangınlı ufkundan bir kuş havalanır sonra, böylece gecikmez açılır yeniden kapılar. Şair, hevesleri maviye kesmiş külrengi bir ülkeden, alacakaranlık bir ülkede yaşayanlara seslenir: “Geri geldim” der, “buradayım”; cürmü, hayata tutunmaktır, etinde sönmüş gül kokusu, ten hafızası ve kül.
Yitirilmiş oğulların ter kokusu parçalanan bir ömrün aynasıdır. Neden sonra karanlığın yüzünden peçe kalktığında kendi sesini duyar ve görür: Sesi tuz ve hasret kokmaktadır. Cesetlerin yüzleri yoktur. Ne soğuktur ne sıcak, dünya kül ve kemikten ibarettir. Dicle’ye seslenir; hatırlar: Kandilde tutuşan da odur, ateşlere atılan da; Mem’dir, Siyabend’dir. Tuzdaki sırrın ve terdeki öfkenin ve tamamlanmamış hikâyenin neyi anlattığını sorar. Ateş, kül ve duman; Zilan orada, Ronahi, Berivan ve heval oradadır.
Gümüş bir tas içinde yanan, dili yasak bir masaldır destanda anlatılan. Acıyla yanıp kavrulmuş kederli bir tarihin yazıcısı olarak “Kimiz biz!” diye sorar şiir: “Kîne em?”
Kanayan, eksilen çocukluktur. Büyüdükçe çocuk ayaklardaki yarıklar da büyür, acılar katmerlendikçe “gümüştas masalları” kabardıkça kabarır. Korku! Çocuk kalpleri bukağılayan korku! Dönüp bir kez daha soracaktır şiir: “Kimdi korkutan! Kimdik biz?”
Dağların kuytuluk bir boğazında vurulmuştur daha önce. Yine vurulur. Çocuktur, henüz on üç yaşındadır. Önlüğünün yakasından aşağı doğru tam on üç göze kanar, karışır toprağa.
Ahperig’i hatırlar, kardeş Hrant’ı, güvercin tedirginliğini. Yerde upuzun yatmaktadır. Bir kardelen çiçeği havalanır ölünün kundurasından.
Ve şair, başladığı gibi “pepûk!” diye seslenerek bitirir kelâmını.
Mavi kenger dikeninin acısını bilen bir yazı, Cengiz Sinan Çelik’in şiiri. Müebbete yazgılı bir hayat içinden çocuklara has bir hevesle sesleniyor, “Günaydın ah uzak, ışıklı dünya!” diyor:
“Merhaba! Roj baş!”
Levent Turhan Gümüş
Aralık 2021
Ben Geldim
Ben geldim!
Yalın ayak usulca
toz toprak içinde.
Cebimde yakılmış ağaçlarımın külleri
Gözlerimde güvercin yakarışları.
Ben geldim!
Cürmüm, hayata tutunmak!
Sus!
Etimde sönmüş gül kokusu
ten ve kül...
Sus!
Yılan ıslığıyla yırtılan koyu bir pus...
Matem sisi içinden ısırılmış dudak gibi kanayan
Toprağa ayak izlerimi bırakarak
beni bulmana geldim!
Şafağın uzun kollarına atılmış çocukların hevesiyle
ben geldim!
Günaydın
Suyun kefaretiyle gözlerine ışık geliyor
Yüzlerine korkusuz sabahlarla günaydınlar!
Gülüşlere uyanıyor çocuklar.
Ağızlar dolusu gün aydınlar...
Tüm yurtların ötesinde upuzun dağların hikâyesini
anlatıyor denizin dedikleri.
Üveyikler kanatlanıyor!
O güzel doru at dörtnala kalktığında
yeni güne nehirler bahçeler de uyanıyor.
Büyüyor ufka doğru çocuklar.
Kirpiklerine güneş dokunuyor. Dut yaprağınca yeşil...
Gökyüzünün çimenlerinde yepyeni renklerle
şafak gibi kutsal yeryüzüne konuyorlar.
Damlada denizin genişliğine açılıyor gözleri.
Sevginin bütünleyen hecelerini suyun şefkatiyle
alıp alıp dudaklara konduruyorlar.
Dünya aydınlanıyor... Merhaba!
Roj baş!
Uyanırsa Uykusundan
Şeceremde kırk dağ doruğu yazılı.
Kırk göze kırk kırık ah!
Eyvah ki eyvah!
Yangın yeri yüreğim
Kül tutmaz olur dört dağ içinde.
Gücenirim incinirse bir ot parçası
kırılırsa diken.
Kengerdöngüsü vakitte kırlangıçlara açarım avuçlarımı
Yüzümü suyun insafına dökerim.
Pepûk! pepûk! pepûk!
Su ne dese
işte oyum ben herkese.
Zel Dağı öyküsüyle oğullara kızlara...
Taş kadar suskun yılan gibi kıvrak
Hoyrata düşmüş söz keskini atalarımdan
Sır açarım çocuklarımın saçlarına.
Bilinmez yol giderim
Topuklarımdan ezilir garp!
Yıldızlar ve yüreğim ve insan ve Mamekî!
İşte bu,
ben’im!
Boynumda asılıdır taze yarası öykümün!
Parmak ucuyla usulca yalazına dokundum
narçiçeği aşkla biriktirdiğim zamanın.
Kumda dillendi içimde sancıyan giz!
Devirdim asrını tırnakla kazıdığım isyanların.
Yazık! Bende ekmek buğusu suçlanır.
Budur kalbimin mahşeri!
Uslansın artık arsızlığı zulmün!
•
CENGİZ SİNAN ÇELİK
(1974) Dersim Hozat doğumlu. 1997 yılında siyasî nedenlerle tutuklandı, müebbet hapse mahkum edildi. Cezaevinde Türkçe ve ana dili Kürtçe (Kırmanckî) şiirler yazan Çelik’in resim çalışmaları yurt içi ve yurt dışındaki sergilerde yer aldı. Dergi ve gazetelerde şiir, düzyazı ve makaleleri yayımlanan Çelik; 19. (2011), 20. (2012), 23. (2015) Hüseyin Çelebi Edebiyat Etkinliği’nde Türkçe ve Kürtçe şiir dallarında, İnsan Hakları Derneği Bingöl Şubesi’nin 2010 yılında düzenlediği “Resim, Şiir ve Öykü Yarışması”nda şiir dalında, 2012 yılında gerçekleşen Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali’nde şiir dalında derece ve ödüllere değer görülmüştür.
GİRİŞ RESMİ:
Cengiz Sinan Çelik. Fondaki resim, Çelik'in resimlerinden birinden ayrıntıdır.