Üç ciltte tamamlanacak 100. yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası'nın 1923-1950 yıllarını kapsayan ilk cildi "Her Savaştan Bir Yara” üzerine, kitabın yazarları Derya Bengi ve Erdir Zat ile konuştuk...
21 Mart 2021 19:09
Üç ciltte tamamlanacak 100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası’nın 1923-1950 yıllarını kapsayan ilk cildi “Her Savaştan Bir Yara” yayımlandı. Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın art arda yaşandığı yılların ardından Cumhuriyet’in kurulduğu bir zaman diliminden başlıyor Her Savaştan Bir Yara. Savaşların kıyıcı etkisinden tam çıkarken bu kez de II. Dünya Savaşı’nın yoksulluk ve yoksunluk yıllarını yaşadığı bir dönemle devam ediyor. Ve nihayet tek parti döneminin sona erdiği 1950 yılı ile sona eriyor. Söz konusu zaman diliminde bütün dünyayı etkileyen ve kaçınılmaz olarak ülkemizde de etkisi görülen, döneme damgasını vurmuş kişiler, olaylar, “moda” ve “akımlar” kitapta alışılagelmişin dışında bir kurgu ile kaleme alınmış. Kişiler, olaylar ve kavramlar birbirlerine –zamanda yolculuk edercesine– bağlanmış. Metinlere fotoğraf, resim ve belgelerin eşlik etmesinin dışında, meraklıları için bir de kaynaklardan oluşan okuma listeleri yer almakta...
Kitabın yazarları Derya Bengi ve Erdir Zat ile Cumhuriyet’in yolculuk serüveninin gündelik hayatımızdaki izdüşümleri ile anlatıldığı “Her Savaştan Bir Yara” üzerine söyleştik…
Denizkızı Eftelya, eşi kemani Sadi Işılay, tamburi Refik Fersan, klarnet Şeref ve arkadaşlarıyla, 1934. (Gökhan Akçura Arşivi)
100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası 1 – (1923-1950) “Her Savaştan Bir Yara” isimli kitap üzerine konuşmaya önce kitabın isminden başlayalım…
Derya Bengi: 1930’lu yıllarda iki popüler şarkıda “Her savaştan” vurgusu var. Biri mecazi anlamıyla Onuncu Yıl Marşı’nda: “Çıktık açık alınla on yılda her savaştan.” Diğeri fazlasıyla gerçekçi biçimde, Sadettin Kaynak’ın yazdığı, Safiye Ayla’nın söylediği şarkıda: “Yanık Ömer her savaştan bir yara taşıyor.” Kitabın ismi bu ikincisinden geliyor. Savaşların hemen ardından kurulan Cumhuriyet yirmi yaşına gelmeden II. Dünya Savaşı’nın maddi manevi yıkıntılarıyla boğuşmak zorunda kalıyor. Devrin siyaseti, toplumsal hareketliliği, gündelik yaşantısı gerçek ve mecazi anlamlarıyla hep bu “savaş yaraları”nın gölgesinde, onunla birlikte ve ona rağmen şekilleniyor. Kitap da zaten öncelikle bu toplumsal hareketliliğin ve gündelik yaşantının izlerini sürüyor…
Kitabın üst başlığı “100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası”. Neden harita?
Derya Bengi: Yolumuzu kaybetmemek için. Belki de hafızamızı kaybetmemek için demek daha doğru olur. Bu kitaba bir tarih kitabı veya nostalji kitabı gözüyle bakılmasından çok, bir hafıza kitabı olarak bakılmasını tercih ederim. Malum, haritada ölçek önemlidir. Kitaptaki 250’yi aşkın maddede anlatılan olay, olgu veya kişilikleri mümkün olduğu kadar yakın ölçeğe almaya çalıştık. 1920’lerden 50’lere uzanan zaman diliminde, mesela siyasal iktidarın heykel ve anıt seferberliği, Beyaz Rusların İstanbul’da bıraktığı izler, Varlık Vergisi, İstiklal Marşı, öte yandan ipek çorap ya da güzellik kraliçeliği uğruna verilen kavgalar birer kavşak noktası olarak düşünülebilir. Bir oyun gibi: Noktaları birleştirin, bakalım ne çıkacak?
Erdir Zat: Peşine düştüğümüz kültürel mıntıkalara noktalar yerleştirdik, o noktalara odaklandık. Bu mıntıkaların bir kısmı zaman içinde çeşitli biçimlere bürünerek, büyüyüp küçülerek bugüne kadar varlığını sürdürdü. İlk cildin çizdiği dönem haritasındaki bazı mıntıkalar öteki ciltlerde gene döneme özgü başka noktalarla yer alacak. Bazı mıntıkaların ise ömrü tükendi, dönemlerinde kaldılar. Buradaki süreklilikler ne kadar önemliyse, yok oluşlar da en az o kadar önemli. Haritanın zamansal seyri üç cilt tamamlandığında ortaya çıkacak.
Sizce “popüler kültür” ne anlama geliyor? Sadece “popüler” olanı izlemek ile “popüler” olandan kaçınmak arasına sıkışmış bir kavramı nereye oturtuyorsunuz?
Erdir Zat: Genel hatlarıyla popüler kültür dediğimizde, kapitalist tüketim toplumundan, onun ortaya çıkardığı iletişim ağlarından, bu yolla geniş kitlelerin gündelik tüketimine sunulan maddi ve manevi kültürel ürünlerden ve bunların toplumsal yansımalarından, giderek toplumun edindiği dönemsel davranışlardan, alışkanlıklardan, eğilimlerden, yeniliklerden vb. söz ediyoruz. Sinemanın çıkışı okuma yazma bilmeyen kesimleri de kültür tüketicisi haline getirmişti. Daha önce hayatında roman okumamış insanlar film yıldızlarını konuşur oldu. Moda akımları giderek daha fazla kadını etkisi altına aldı, çünkü kadınlar artan biçimde ekonomiye katılmaya başlamıştı. Bu olgu sadece hazır giyim ve kozmetik endüstrisinin değil, aynı zamanda değişen eğlence hayatının ateşleyicisi müzik endüstrisinin de gelişimine önayak oldu. Böylece dönemlere özgü saç kesimleri, giysiler, mekânlar, danslar, huylar vb. ortaya çıktı… Teoriden yola çıkarak böyle açılımlara gidebiliriz. Öte yandan teorideki karmaşık katmanlar pratikte çok daha net göstergelerle belirginleşir. Popüler kültür aynı zamanda toplumun şipşak fotoğrafını verir. Gazetelerin aktüel konulardaki anketlerini cevaplayan okurlar aynı zamanda toplumun hislerini, fikirlerini, ümitlerini, dileklerini vb. yansıtır. Köy kahvesinde can kulağıyla dinlenen radyodaki türkü veya Dallas vakti geldiğinde boşalan sokaklar veya Avanak Avni’nin baş belası Deve Dilaver’le maceraları her defasında toplumla ilgili bir şeyler fısıldar. Popüler kültür iyi veya kötü değildir, toplumda olanı yansıtır. Nazi propagandasının hipnotize ettiği Alman gençliği de, Beatles’ın, Stones’un peşine takılan İngiliz gençliği de popüler kültürün içinde nefes alıp veriyordu.
Cumhuriyet tarihinde öne çıkmış bazı konular, kişiler 1950’lerden sonra da gündemde. Bunlar ikinci ciltte de bir şekilde yer alacak mı?
Derya Bengi: Evet, öyle. Mesela ezanda Arapçaya dönüş ‘50’li yılların ilk siyasal kültürel hamlesi. Bu konu ikinci ciltte, ‘30’lu yıllardaki ibadette Türkçenin yerleştirilmesi çabalarıyla birlikte paralel bir okumayla işlenecek. Ayasofya’nın müze oluşuyla camiye çevrilmesi arasında 85 yıl var. Bu da üçüncü ve son cildin konusu. Yine son ciltte Gezi direnişi konu edilirken, Prost planı ve İnönü Gezisi’nin açılışı anlatılacak. Üç cilt geçmişe geri dönerek genişleyecek.
Cumhuriyet tarihinde iz bırakmış, o yıllarda çokça konuşulmuş, günümüz deyimi ile “gündem olmuş” olan olay ve kişileri nasıl belirlediniz?
Derya Bengi: Temel malzememiz gazeteler, dergiler ve romanlar oldu. Fethi Naci bir keresinde belli bir kinayeyle, “Cumhuriyet’in gerçek tarihi, biliyorsunuz, şimdilik ancak romanlarda okunabiliyor” diye yazmıştı. Bence haklı. Akademik yakın tarih incelemelerinden de hiç kuşkusuz bolca yararlandık. Ama yaşayan, nefes alıp veren tarihe daha ziyade gazete haberlerinde, günlük köşe yazılarında, hatıratlarda ve edebiyatta rastlanıyor. Hiç kuşkusuz, akademik tarihle edebiyat birbirinin rakibi değil, tamamlayıcısı.
Erdir Zat: Burada popülerlik ölçütünü biraz açmak lazım. Neyin popüler olacağına karar veren bir merci yok. Popüler mecraya durmaksızın taze ürünler sunan basın veya medya bile bu kararı veremez. Sanılanın aksine, medyanın yıldız yaratma gücü yoktur. Medya sadece yıldız adayları sunar, yeni yüzler önerir; yıldızları yaratan halktır. İşin bu kısmı “çağın ruhu” olgusuyla doğrudan ilgili. Kişileri bir kenara bırakıp Ford fabrikası örneğine bakalım. Tophane’ye otomobil montaj fabrikası kurulduğunda toplumda öyle bir hava esmiş ki, herkes Türkiye’nin refaha kavuşacağından adeta eminmiş. Fiyaskoyla sonuçlanması da o derece büyük hayal kırıklığı yaratmış. 1930’ların sosyo-ekonomik iklimini yansıtan bu olgunun popüler kültürdeki tezahürü, toplumda “umutlanma ümidi” diyebileceğimiz bir histeri dalgası yaratmasıydı. Aynı şey başka örneklerde, başka biçimlerde gözlenebilir. Sözgelimi biçki dikiş veya daktilo kurslarına giden genç kızların ümidi terzi veya sekreter olarak meslek, statü ve ekonomik güç kazanmaktı. Ancak bu şekilde gelecek için umutlanabileceklerini düşünüyorlardı. Bütün bu süreçleri dönem basınından günbegün izlemek mümkün. Sadece haber sayfalarında değil, dikiş makinesi ve daktilo ilanlarının eksik olmadığı ilan sayfalarında da gözle görülür bir süreklilik oluşuyor. Çok geçmeden Yeşilçam konuya el atıyor veya izleri edebiyatta beliriyor. Sonuçta popüler olan “buradayım” diye bağırıyor. Zorluk neyin “popüler” olduğunu belirlemekte değil, bunları seçmekteydi.
Cumhuriyet tarihinin 1950 yılına dek siyasal, toplumsal ve gündelik hayattaki yansımalarını okuduğumuz kitapta “olay”, “kişi”, “mekân” dengesini sağlamak nasıl mümkün oldu?
Erdir Zat: Eğer formel bir ansiklopedi yapıyor olsaydık olaylar, kişiler, eserler, mekânlar vb. birer madde olurdu, bambaşka bir akış ortaya çıkardı. Bunun yerine olgusal bir ansiklopedi yapmayı tercih ettik. Sanki eldiveni ters çevirdik ve bütün bu unsurlar içeride kaldı. Demin bahsi geçen kültürel mıntıkaları tarif eden noktaların içine gömüldüler. Böylece popüler kültür aktörlerini birer Cumhuriyet bireyi olarak işleyebilme, Keriman Halis Ece, Selim Sırrı Tarcan veya Pazarola Hasan Bey örneklerinde olduğu gibi bir birey-toplum ekseni kurabilme imkânı doğdu. Bence kitaptaki esas “kişiler” pek çok farklı konuda görüş bildiren kanaat önderleri; Nâzım Hikmet, Peyami Safa, Refik Halid Karay, Sabiha-Zekeriya Sertel, Vâlâ Nurettin, Aka Gündüz, Ercüment Ekrem Talu, Falih Rıfkı Atay, Hüseyin Cahit Yalçın, Necip Fazıl Kısakürek, Yunus Nadi, Suat Derviş vd…
“Her Savaştan Bir Yara”da yer alan bazı konular üzerine kitaplar, dergi ve gazetelerde sayfalar dolusu yazılar bulunmakta. Kısa yazmakta zorlanmadınız mı?
Derya Bengi: Elbette bir ansiklopedi, sözlük veya harita vasfı taşıyan bir kitap kaleme alırken insan elini korkak alıştırıyor. İkimiz de gazetecilik disiplininden geliyoruz, kısa yazmak kanımızda var! Ama esas önemli olan kurgu. Bu kitapta hikâye anlatıcılığıyla, biraz da sinematografik bir kurguyla hareket ettik. Bir olgunun ana hatlarını skeçlerle, fıkralarla, anekdotlarla çizmeye çalıştık. Sonuçta rehberimiz günlük basın olduğu için, koca koca kitapların bile es geçtiği ayrıntıları yakalayabildiğimizi sanıyorum. Ayrıca her madde için gösterdiğimiz kaynakçadan, konuya ilişkin kitap ve makalelerin listesi okuru daha uzun araştırmalara sevk edebilir.
Kitabın en önemli özelliklerinden biri de zengin fotoğraf, resim ve belgelerden oluşan görsel malzemesi. Seçerken nelere dikkat ettiniz?
Derya Bengi: Yapı Kredi Selahattin Giz Fotoğraf Arşivi ve Gökhan Akçura’nın kendi koleksiyonu olmasaydı kitap çok eksik kalırdı. Ayrıca kitap ve dergi kapakları, gazete kupürleri, ilanlar, karikatürler, afişler, kartpostallar devrin grafik gözlüğünü büyük bir maharetle yansıtıyor. Düşünsenize, Nihal Atsız 1939’da Berlin’den Sabahattin Ali’ye ibretlik bir Hitler kartpostalı yolluyor. Birkaç ay sonra Sabahattin Ali Ulus gazetesinde “İçimizdeki Şeytan” tefrikasına başlayarak Nihal Atsız ve şürekasının ipliğini pazara çıkarıyor!
Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde yaşanan bütün zorluklara rağmen insanların çalışkan ve üretken olmaları dikkat çekici. Bu yıllar içindeki baş döndürücü hızlı değişim hakkında düşüncelerinizi sorsak…
Derya Bengi: İki büyük savaş arası yıllarda 20. yüzyıl ruhunun, teknolojisinin ve eğlence kültürünün temelleri atılıyor zaten. Bu değişim hızının bir benzeri bir daha ancak ‘60’lı yıllarda yaşanacak. Türkiye insanları böyle bir dönemde değişimden yana bir siyasi idareyle yönetiliyor, ama her şeyden önce, kentlerde birer “20. yüzyıl vatandaşı” olarak sinemayla, radyoyla, gramofonla, elektrikle, apartmanla, fabrikayla tanışıyorlar. Sonuçta bunlar modernleşmenin temel vasıtaları. Ama gerçek modernleşme bunların varlığıyla değil, tüm topluma eşit biçimde bunlara ulaşma hak ve olanaklarının sağlanmasıyla vücut bulur. Türkiye’de modern kapitalizmin ve emek mücadelesinin tarihi o devirde ürkekçe, yeni yeni yazılmaya başlanıyor. En mühimi de kadınların toplumsal hayata vurduğu silinmez damga. Dikkat ederseniz kitapta Sabiha Sertel, Suat Derviş, Denizkızı Eftalya veya Safiye Ayla’nın adının geçtiği sayfalardan hayat fışkırıyor.
Sanayinin, ticaretin yanı sıra güzel sanatlarda, edebiyatta da “yeni arayışların” hâkim olduğu o yılları nasıl değerlendirirsiniz?
Derya Bengi: Ressamların nü tabloları fırtınalar koparırken, Abidin Dino ibrik resimleriyle, Orhan Veli gündelik hayattan, küçük insanlardan, sokaktan, nasırdan bahsettiği şiirleriyle büyük yankı uyandırıyor. Yahya Kemal’vari şairanelik artık irtifa kaybediyor. Kitabı hazırlama sürecinde Hüseyin Rahmi’yi, Reşat Nuri’yi, Aka Gündüz’ü yeniden keşfettim. O yıllar Nâzım Hikmet sayesinde toplumcu şiirin de kuruluş yılları. Türkçe edebiyatın başyapıtı “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı soluk soluğa, dev bir romanı okuma hissiyatıyla, baştan sona kesintisiz okumak bana çok iyi geldi.
Erdir Zat: Hartley’in meşhur sözünü sık sık andım: “Geçmiş yabancı bir ülkedir, âdetler farklıdır orada” der. Dönemin derinliklerine nüfuz ettikçe, aslında o insanları tanımadığımı, bilmediğimi, hatta yeterince önemsemediğimi hissettim. Savaşlardan, göçlerden, salgınlardan, sefaletten yorgun düşmüş, alabildiğine yoksul, imkânları son derece kısıtlı bir toplumun var kalma mücadelesine daha hassas, daha özenli, daha şefkatli yaklaşmak gerektiğini düşündüm. Bütün siyasal, ideolojik, sosyolojik tasarımların ötesinde biriken bu beşeri mirasın bugüne sandığımızdan fazlasını bıraktığını keşfetmek müthiş bir deneyimdi.
•